İmge Öyküler - Sayı 2
İçindekiler
Rüzgârın Yolcusu - Jale Sancak
Gelmeyin Üstüme!... - Alper Akçam
Çıkış - Aslı Erdoğan
Çatı - Faruk Duman
Aramıza Karışanlar - Hürriyet Yaşar
Kalanlar Erken Unutur - Halil İbrahim Özcan
Toma - Hikmet Temel Akarsu
Tezgâh - Hakan Ergül
Londra Günleri 1994 - Cevat Çapan
Benim Hüzünlü Orospularım - Gabriel Garcia Márquez
Füruzan’la Yetmişli Yılların Edebiyat Ortamından Günümüze - Yasemin Yazıcı
Öyküleriyle Yusuf Atılgan - Füsun Akatlı
Öykü Sersemi - Semih Gümüş
Öykü Yazma Zamanı - Feridun Andaç
Öykü Şiirin Üvey Kardeşi! - M. Sadık Aslankara
Öyküde Dilin İçi, Dışı - Feyza Hepçilingirler
Çehov’un Öykücülüğü Üzerine - Erdal Öz
Öykü Dekoru - Cemil Kavukçu
Yaşar Kemal - Çetin Öner
Hasan Ali Toptaş - Işık Kansu
Mizah Edebiyatımızda Bir Kilometre Taşı: Hüseyin Rahmi Gürpınar - Cihan Demirci
Haşmet Babaoğlu ile Siyaset Üzerine - Halil Gökhan
Rus Edebiyatının Güncel Sorunlarından Biri: Sovyet Döneminde Arşivlere Kapatılan Yazarlar - Birsen Karaca
Aptalcık - Nikolay Semyonoviç Leskov
Rapor Verildi - Alek Popov
Berlin Günleri - Nedim Gürsel
Geyikler, Annem ve Almanya’nın Serüveni - Nursel Duruel
Esendal’ın Hikâyelerinde Bize Özgü Olan - Behçet Çelik
Sami Paşazade Sezai Kedi Öykülerinin En Güzelini Yazdı - Ömer Ayhan
Öykü İçin Ne Diyorlar? - Tomris Uyar - Ayşe Sarısayın
Öykü Forum: Adana - Zafer Doruk
Üçüncü Öyküler Dergisinin Serüveni - Kadir Yüksel
Yayıncının Penceresinden - Feridun Andaç
Öykü Bülteni - Deniz Spatar
ISBN: 1305416-3
Re: İmge Öyküler - Sayı 2
Derginin bu sayısından benim belirlediğim BNA Aday Adayları:
Okuduğum, fakat üzerine bir şey söyleyemediğim öyküler/ yazılar:
Re: İmge Öyküler - Sayı 2
"Gelmeyin Üstüme!" (Alper Akçam, s: 9-14)
Alper Akçam,yarattığı kadın karakterin(Şermin) gözüyle çevreye, insanlara, algısını etkileyen bakmaya çalışmış. Toplumdaki; giydirilmeye çalışılan tüm rollerini elinin tersiyle itmiş, gerçekleri görmüş ve bu gerçeklerin yarattığı ruh haliyle etrafında yadırganmıştır Şermin. Olanların farkındadır :
Herkes gibi mutluluğu arayan Şermin, bir süre sonra mahalleliler, etraf, eş dost tarafından "tefe konulacak" , deli muamelesi görecektir...Yılların geçmesiyle, o eski Şermin olmasa da hala direnir etrafına. Tabi bu direnmenin sosyal boyutlarından çok , kahramanımız Şermin'deki iç hesaplaşmalarına şahit oluyoruz öykü boyunca. YAzar, O.Atay'ın Babama Mektup'unda yaptığı gibi, bir sohbet havasında sunuyor bize gerçekleri. Şermin'in dünyasını... Bir erkek tarafından yazılmış olması da öyküyü beğenmemin başka bir nedeni... Öykü üzerine konuşulacak çok fazla şey var, sizleri de bekliyorum...
Alper Akçam - Gelmeyin Üstüme!...
"Gelmeyin Üstüme!..." (Alper Akçam, s: 9-14)
Öyküyü, Cihan gibi, ben de beğendim. Hattâ tam da Cihan'ın alıntıladığı cümlelerin altını çizmiştim ben de:
Hem Şermin, hem Adlî Tıp'taki doktor, hem Kâzım hem de İsmet ve arkadaşları gözümde kolayca canlandılar. İsmet'in acımasız "dobra"lığını kabullenmekte ben de Şermin gibi zorlandım. Mahallemizin o tuhaf kadın muhtar adayının neden öyle tuhaf olduğunu daha iyi anladım
(BNA Aday Adayı)
Aslı Erdoğan - Çıkış
"Çıkış" (Aslı Erdoğan, s: 15-18)
Bu türden metinleri okurken iç kanama geçirmekten korkuyorum. Mecaz yapmıyorum; gerçekten bir gün böyle bir metni okurken bir iç kanama geçirip mutsuz bir Çehov karakteri gibi öleceğimi düşünüyorum. Belki kusarsam rahatlarım düşüncesiyle midemi kasıp duruyorum.
Öykünün bu paragrafa kadar olan kısmını bu kaygıyla okudum. O nedenle, öykünün bütünlüğünü kaçırma pahasına kısa aralar vermem gerekti. Her paragraftan sonra bir nefes aldım. Bir haber okudum, hiç olmadı, kafamı çevirip camdan dışarı baktım. Bu paragraftan itibaren öykü daha ilginç bir hal aldıysa da öykünün genel atmosferi, aşağıda söyleyeceklerimden daha fazlasını söyleyebilmeme izin vermiyor.
"Çıkış" ikinci tekil şahsa hitaben yazılmış. Bu öyküleme biçiminin benim gözümde önemli bir riski var: eğer okuru öykünün içine başarıyla çekemiyorsanız, askerlik anılarını anlatan bir gevezeden bir farkınız kalmıyor. İşte tam da bu noktada, belki de bana özgü olan bir mesele baş gösteriyor. Bir okur (ve izleyici) olarak bana duygu dikte etmeye çalışan anlatılara karşı önüne geçemediğim (geçmek de istemediğim) bir tepki duyuyorum. O tepki o kadar büyüyor ki, metni başka bir gözle okumam, başka bir bakış açısından değerlendirmeye çalışmam mümkün olmuyor. O nedenle, bu türden metinlerle ilgili düşüncelerim/ değerlendirmelerim öyküden (ya da filmden) bağımsız oluyor. Sonuç olarak, aslında öyküden geriye yalnızca bir mide bulantısı kalıyor bende. Diyeceksiniz ki "Bu da bir tepki değil mi? Öyküyü silip atmamak için işte sana bir neden." Ne var ki kazın ayağı öyle değil. Çünkü bu sefer de metnin meramının bu olmadığını "biliyorum" içten içe. Kötü bir yemek yemişim, ya da münasebetsiz bir saatte, daha uykumu alamadan uyanıvermişim gibi bir duygu çörekleniyor içime.
Metnin ilginç olmadığını söyleyemem; şaşırdığım, sorular sorduğum, öyküye yaklaştığım yerler oldu elbette. Ama öykünün dili öyküyle arama öyle bir girdi ki, onlar üzerine konuşmak -daha önce de söylediğim gibi- benim için çok zor.
Gecenin serinliği, karanlığı, yağmur, nem, kaldırım taşları, kent ışıkları, insanlar, gölgeler, aynalar, deniz, kuzey ve saire...
Evet, bütün bu söylediklerimin öyküyle bir ilgisi yok. O nedenle, belki Feyza Hepçilingirler'in bu öykü üzerine yazdığı yazıya da ("Çıkış, Kaçış, Gidiş, Dönüş...", İmge Öyküler, Yıl 1, Sayı:3, Haziran-Temmuz 2005) kulak vermekte yarar var. Hepçilingirler dikkatle metnin üzerine eğildiği yazısını şu cümlelerle bitiriyor: "Öykünün bütününde hüznün egemen olduğu söylenebilir. Belki hüzün değil de Ahmet Haşim'in 'melal' dediği şeydir; belki de çok kullanılmaktan aşınmış hüznün aslıdır Aslı Erdoğan'daki." Bu dili kullanan öykülerin bende yarattığı iç sıkıntısının esas nedenini ortaya koyuyor Hepçilingirler: hüznün kullanıla kullanıla aşınması, yıpranması ve artık bütün etkisini yitirip sıkıcı hale gelmesi...
Re: İmge Öyküler - Sayı 2
BNA'da Gelmeyin Üstüme hakkında konuşacağımızı varsayarak, bu öykünün diğer düşündürdüklerini sonra konuşalım. Ayrıca BNA adayı tüm öyküler için de bunu yapmalı. Amaç ,bu başlıkta, daha çok kısa notlar ve bol okuma olacak sanırım
Barış Acar'ı sinirlendirecek sözler bunlar 
Faruk Duman - Çatı
"Çatı" (Faruk Duman, s: 19-26)
Öykünün ilk dikkat çekici yanı, bence, dili. Kelimeler daha önce hiç duymadığım ya da fark etmediğim anlamlarla karşıma çıktılar bu öyküde. Bazılarını ilgi çekici bulsam da bazılarını yadırgadım, en çok da "bunda"nın kullanılışını:
Öyküyü beğenerek okudum. Gerçekle hayalin birbirine karıştığı noktada ağaca tünemiş bir başka baronun hikâyesini okuduğumu hissettim zaman zaman...
Re: İmge Öyküler - Sayı 2
Bence böyle bir varsayımda bulunmak çok da doğru değil. "BNA Aday Adayı" diye kendimce belirlediğim öykülerin ne zaman BNA'ya geleceği belli olmadığı gibi BNA'da okunup okunmayacağı bile belli değil. O nedenle böyle bir ertelemenin çok doğru olmayacağı düşüncesindeyim. Eğer okudukça buraya aklımızdan geçenleri aktarmayacaksak neden okuyoruz ki?
Re: İmge Öyküler - Sayı 2
Eren, aslında iletilerin başına (öykünün ismine) bir url eklesen çok iyi olacak; böylece ilgili öyküye ilk sayfaya geri dönmeye uğraşmadan gidebiliriz.
Re: İmge Öyküler - Sayı 2
Benim de aklıma geldi aslında bu, ama, ne bileyim, üşendim. Her bir öykü için tek tek URL kopyalayıp yapıştırmak zor geldi. Bakayım, bundan sonra zor gelmezse yapmaya çalışırım...
Re: İmge Öyküler - Sayı 2
Re: İmge Öyküler - Sayı 2
"Gelmeyin Üstüme!" (Alper Akçam, s: 9-14)
Öyküdeki Kazım da İsmet de toplumun değer yargılarıyla yaşayan, tipik insanlar. Tabi Kazım biraz daha uç bir karakter, ama İsmetler de yaşama bakışlarıyla Kazımlara ayna tutuyor, onlara pasif de olsa bir destek veriyor.
Hürriyet Yaşar - Aramıza Karışanlar
"Aramıza Karışanlar" (Hürriyet Yaşar, s: 28-34)
Öyküyü okurken hep bir yürüyüşü kolayına kaçmadan öykülemenin zor olduğunu düşündüm. Hürriyet Yaşar bu işin altından başarıyla kalkmış bence. Özellikle şu paragrafın altını çizmek isterim.
Öykünün başlarında "gitmek", "isteyip de gitmemek" konusundaki tereddütler, diyaloglar biraz fazla uzamış gibi hissetsem de beğendim öyküyü.
Re: İmge Öyküler - Sayı 2
"Kalanlar Erken Unutur" (H.İbrahim Özcan, s: 35-38)
Kaptan'ın ölümcül hastalığının haberini almasıyla yaşamını, geçmişini ve hayatı sorgulayışını anlatıyor öykü. Öykünün hemen başındaki uykusuzluk, huzursuzluk duygusunun hakim olduğu giriş bölümünü çok sevdim.
Bu bölümün ardından okuyucu Kaptan'ın dünyasına, geçmişine uzanıveriyor. Öykü genelinde devam eden betimlemeler çok başarılı. Eşyalar ve eşyalarla birlikte onlarla eşleşen hatıralar, onların bıraktıkları, onlarla eşleşen yaşlanma hissi, yaşamın sonluluğu....
Re: İmge Öyküler - Sayı 2
"Toma" (Hikmet Temel Akarsu, s:39-41)
Bir İstanbul öyküsü Toma. Nevizade sokakta geçiyor. Meyhaneleriyle ünlü Nevizade Sokağın müdavimlerinin son öykülerinden . Çiçek Pasajı, Nevizade Sokak; eski dostların uğrak yerleri. günün yorgunluğunu attıkları, iki tek attıkları bir yer. Orada bir sohbet kültürü var ve insanların dostlarının ölmesiyle bu sohbet yerini sessizliğe bırakıyor.
Re: İmge Öyküler - Sayı 2
"Füruzan’la Yetmişli Yılların Edebiyat Ortamından Günümüze" (Yasemin Yazıcı, s: 53-63)
Füruzan, samimi bir öykücü. öykülerinden bir kısmı, Parasız Yatılı hala aklımda. Forumda görmeyi istediğim öykücülerden. Bakarsınız S.Ali arkasından Füruzan'la yaz dönemine girmiş oluruz. Birlikte okuduğumuz öyküler daha akılda kalıcı oluyor. Göremediklerimizi görebilmek, tartışmalar, forumun ev okumalarından farklı ve zengin tarafı.
Halil İbrahim Özcan - Kalanlar Erken Unutur
"Kalanlar Erken Unutur" (Halil İbrahim Özcan, s: 35-38)
Dilin bu kadar acemice kullanıldığı bir öyküyle karşılaştırmak beni biraz şaşırttı, bayağı da üzdü. Yazarı hakkında bir şey bilmiyorum. Biraz da ondan cesaret alarak yazarın 15-18 yaşlarında bir genç olabileceğini düşünüp başka türlü bir değerlendirmenin mümkün olup olmadığını düşündüm kendi kendime. Ama işte pek kolay değil. Yazarın sık sık ölüm, aşk ve hayat üzerine söz alması çok şey kaybettiriyor öyküye. Öyküde de bazı tuhaflıklar var: kahvecinin müşteriye "kahveni kendin yapıver," demesi, sonra çalıştığı geminin Kaptan'ı bırakıp gitmesi...
Re: İmge Öyküler - Sayı 2
"Bana Gelen Mektuplar" (Çetin Öner, s:90-93)
Yaşar Kemal gibi büyük bir yazarla aynı dili paylaşıyor olmak, onun yazılarını kendi dilinden okuyabilmek büyük bir şans. Kendimi de şanslı hissedenlerdenim bu anlamda. Ama onun 12 Eylül'le birlikte yaşadıkları, DP döneminden başlayan ve yazıda anlatan köklü değişim (Köy Enstitülerinin kapanması, İmam Hatiplerin açılması vb) üzerine tuz biber olan ve bugün son örneklerini yaşadığımız günler... Keşke siyasi hareketler kadar etkili olabilseydi edebiyat; o zaman Yaşar Kemal'in gözüyle bakabilirdi Anadolu'ya tüm Anadolulular.
Hakan Ergül - Tezgâh
"Tezgâh" (Hakan Ergül, s: 42-44)
Öykünün ilk cümlesinde Hinote ismiyle karşılaşıyoruz. Tam onun hakkında bir şeyler okumayı beklerken bir anda yazar sabahı anlatmaya başlıyor. Bu hoşuma gidiyor...
Ne güzel anlatmış yazar bir yaz sabahının mahmurluğunu.
Bir Japon festivalinde (Dontosai) elma şekeri satılması nedense bana tarihî bir hikâye okuduğumu düşündürdü. Oysa hikâyenin içine giriveren metro, cep telefonu gibi şeyler o etkiyi bıçakla kesilmiş gibi kırıyor. Bu ikisi arasında kurulan karşıtlık hoşuma gitti. Bira bardağına konmuş çekirgeyle elma şekercisinin çırağı (çekirgesi) arasında kurulan ilişki belki biraz daha ileri götürülebilirmiş gibi düşündüm ilk okumamda. Dikkat çekici bir öykü "Tezgâh".
Yasemin Yazıcı - Füruzan'la Söyleşi
"Füruzan'la, Yetmişli Yılların Edebiyat Ortamından Günümüze" (Söyleşi: Yasemin Yazıcı, s. 53-63)
Füruzan'ın bu söyleşisinden, meselâ Adalet Ağaoğlu'nun bir önceki sayısındaki söyleşisinden aldığım kadar keyif aldığımı söyleyemem. Yazarın söylediklerine katılmadığımdan değil de tam tarif edemediğim başka bir nedenle. Yine de yazarın şu cümlelerinin dikkatimi çektiğini belirtmeliyim sanırım.
Füsun Akatlı - Öyküleriyle Yusuf Atılgan
"Öyküleriyle Yusuf Atılgan" (Füsun Akatlı, s. 64-68)
Yusuf Atılgan'ın öykülerini biz de incelemiştik forumda. Bu nedenle bir kat daha ilgiyle okudum Akatlı'nın yazısını. Her bir öyküye ancak bir paragraf ayırabilmiş olsa da Atılgan öykülerinin "çekirdeğini" güzel ortaya çıkarmış Akatlı. Özellikle bizim forumda hakkını veremediğimiz "Dedikodu" öyküsüne ayırdığı paragrafı sizlerin de dikkatine sunmak isterim. Yazarın öykülerle ilgili düşüncelerini ilgili öykülerin altına kopyalamayı düşünüyorum.
Feyza Hepçilingirler - Öyküde Dilin İçi, Dışı
"Öyküde Dilin İçi, Dışı" (Feyza Hepçilingirler, s. 79-81)
Derginin bir önceki sayısındaki Necati Tosuner öyküsü ("Gölgeler") bağlamında öykü dili üzerine eğiliyor yazar. Geçen sayı okumaları sırasında öyküye yeterince nüfuz edememiş olduğumu öyle güzel gösteriyor ki bu yazı şaşırıp kalıyorum.
Cemil Kavukçu - Öykü Dekoru
"Öykü Dekoru" (Cemil Kavukçu, s. 88-89)
Kısa ve ilgi çekici bir yazı "Öykü Dekoru". Yazarın bir arkadaşıyla geçirdiği bir yılbaşı gecesini ve onun sabahını anlatıyor. Benim en çok dikkatimi çeken cümleler şunlar oldu:
"Mahşer" ne kadar da güzel anlatıyor o kalabalık piknik alanlarını. Şapka çıkarıyorum.
Bir de yeni okuduğumuz "Karameke" öyküsünden bir dekorla karşı karşıya olduğumuzu düşündüm yazının sabahı anlatan ikinci bölümünde.
Çetin Öner - Yaşar Kemal
"Yaşar Kemal" (Çetin Öner, s. 90-93)
Çetin Öner'in Yaşar Kemal üzerine aktardığı kişisel gözlemler, ona ilişkin anıları Yaşar Kemal'i tanımamıza pek yardımcı olmasa da ilgi çekici. Keşke Yaşar Kemal'in kaleme aldığı daha uzun bir mektup okuyabilseydik diye düşünmeden edemedim yazıyı okuyup bitirince. 80 öncesini ve hemen sonrasını yaşamamış, acılarını göğüslemek zorunda kalmamışlar için Öner'in aktardığı durumu anlamak pek kolay değil. Aynı sıkıntıyı "Kaygı Zamanı"nı (Salim Şengil) okurken de hissetmiştim.
Işık Kansu - Hasan Ali Toptaş
"Hasan Ali Toptaş" (Işık Kansu, s. 94-101)
Kansu'nun kaleme aldığı biyografiler etkileyici gerçekten. Kronolojinin ötesine geçmekte, ele aldığı yazarda iz bırakan anıları bulup çıkarmakta, onları okura sürükleyici bir dille aktarmakta hiç zorlanmıyor Kansu. Çok az okuduğum yazarların hayatlarını bile büyük bir istekle okuyorum bu nedenle.
Re: İmge Öyküler - Sayı 2
"Öykü İçin Ne diyorlar?" (Ayşe Sarısayın s:155)
Cihan Demirci - Hüseyin Rahmi Gürpınar
"Mizah Edebiyatımızda Bir Kilometre Taşı: Hüseyin Rahmi Gürpınar" (Cihan Demirci, s. 102-106)
Gürpınar, ortaokul ve lise yıllarının sıkıcı Türkçe/Edebiyat müfredatında zaman zaman karşıma çıkmış bir yazar. Ama, belli ki, aklımda kalan hiçbir şey olmamış. O müfredatta karşıma çıkan hiçbir yazarla daha sonra özel olarak ilgilendiğimi hatırlamam zaten. Müfredat o kadar kötü ve sıkıcıdır ki içindeki hiçbir şey yararlı/değerli olamazmış gibi gelirdi. Şimdilerde, yeni yeni, aslında değerli edebiyatçılarımızın nasıl da sıkıcılaştırıldığını, değersizleştirildiğini anlıyorum. Esendal bu isimlerden biriydi. Şimdi de Cihan Demirci vasıtasıyla Gürpınar'a zaman ayırmak gerektiği sonucuna varıyorum.
Re: İmge Öyküler - Sayı 2
Yazıyı ben de severek okudum. H.Rahmi'nin "Şıpsevdi"sini okudum. Aklımda, değişen mizah anlayışımızın etkisiyle de fazla bir şey kaldı diyemem.
Nikolay Semyonoviç Leskov - Aptalcık
"Aptalcık" (Nikolay Semyonoviç Leskov, çev.: Birsen Karaca, s.1 121-126)
Hikâyede cümleler arasında zaman geçişleri çok olduğu için anlatım sık sık aksıyor. Bunun çeviriden mi kaynaklandığı yoksa orijinal metinde mi böyle olduğunu kestirmek benim açımdan mümkün değil elbette.
Re: İmge Öyküler - Sayı 2
"Değişen mizah anlayışı"... Evet, bunu akılda tutmakta yarar var.
Nedim Gürsel - Berlin Günleri (1)
"Berlin Günleri (1)" (Nedim Gürsel, s. 133-136)