UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Onat Kutlar - Horozlar

29 Oca 2010
Barış Acar

"Horozlar"
Onat Kutlar,
İshak,
Yapı Kredi Yayınları,
1999: 11-16.

Öykü forumdan kaldırılmıştır. Bkz.: Forum İşleyişi

Kategori:

Re: Horozlar

Öyküde ihtimamla üzerinde durduğum nokta giriş cümlesi oldu; daha doğrusu, yazarın öyküyü açma biçimi. Genellikle tercih edilen karakter, mekân ve zaman tasviri yerine yazar, doğrudan bir konuşma cümlesiyle giriyor öyküye. Hatta yarısından başlanmış bir diyaloğun cümlesi olduğunu hissediyoruz bunun. Yabancılaşma yaratacağını sandığımız böyle bir uygulama, aksine, içine çekiyor bizi. Bir anda bir durumun içine, sıcak bir karşılamayla girmiş buluyoruz kendimizi.


Re: Horozlar

""
Bu duygu ona uzun zaman aynı cepte ısınmış rahat bir elin bildik anılarını çağırdı.

Düşünüyorum.


Re: Horozlar

Onat kutlar'ın okuduğum diğer öykülerinden çok daha sıcak ve etkileyici buldum bu öyküyü.
Öyküye diyalogla başlanmış oluşu da keyifli.

""
Böyle anlarda serseri rüzgarların çalkalayıp durduğu karmakarışık su yüzeyinden ağır bir taş gibi dibe çöker dinlenirdi.

Çok güçlü bir ifade ediş diye düşünüyorum.

""
Bu yargılarından, onun bütün davranışları karşısında hiç düşünmemek gibi bir sorumsuzluk payı çıkardıklarından sevindiler.

Bu cümle başka türlü nasıl kurulabilirdi?


Re: Horozlar

Üzerine düşündükçe üç farklı hikâye, çocuğun hikâyesi, karı-kocanın hikâyesi ve babaannenin hikâyesi değil de; bu üç hikâyeyi tek bir çizgi şeklinde birleştiren bir izlek buluyorum sanki öyküde. Önce çocuk, sonra karı-koca, en sonunda bunak ihtiyara dönüşen bir kişinin kendi kendini gözlemeye dayalı traji-komik hikâyesi.

Ayrıca, babaannenin kendini horoza binmiş görmesi Hacı Bektaşı Veli hikâyesini çağrıştırdı bana. Bir baht dönümü gibi sanki. Erginleşme değil de, başka bir aleme geçişin simgesi belki. Öte yandan babaannenin öykünün sonunda ötmeye başlaması inanılmaz etkileyici bir metafor. Gençliğin geri çağrılması, eski kudretin geri kazanılmasına duyulan istek anlamında. Bu şekliyle gerçeküstücü bir atmosfer de kazandırıyor öyküye. Ancak Kutlar bu dünyadan ayaklarını hepten de kesmek istemiyor ve çocuğun araya girmesiyle tekrar yere bağlıyor onu.

Çocukla babaannenin iletişimlerinde, özellikle de "sayma" kısmında, müthiş bir mizah gücü var Kutlar'ın; iki karakteri incitmeden birbiriyle eşitliyor. Bu anlamda öykünün merkezinde çocuk ve babaannenin bulunduğunu düşünüyorum; karı-koca ise motif olarak kalmış öyküde ve asıl onlarla dalga geçilmiş sanki.

Bu arada Onat Kutlar'ın öykülerinde hayvanlarla kurulan ilişki ilgi çekici bir araştırma konusu olurdu.


Re: Horozlar

Neden Horoz, Kedi, anne ve çocuk ilişkisi üzerine bu kadar tekrar?


Re: Horozlar

Cihan Başbuğ dedi ki:
Neden Horoz, Kedi, anne ve çocuk ilişkisi üzerine bu kadar tekrar?

Sen ne düşünüyorsun?


Re: Horozlar

""
Yirmi dakikayı uzun bir yokuş gibi ağır adımlarla yürüyen kadın (...)

"Hadi"de de şöyle bir cümle olduğunu hatırlıyorum:
""
Adam olay ile bilinci arasındaki uzaklığı adımlıyordu.

Kutlar'ın bu betimlemelerinin zamanın ağırlığını çok iyi verdiğini düşünüyorum. Sanki söz konusu olan "süre" değil de "süreç" burada...

""
Çocuk, küçük, gümüş saplı anahtarlar gibi sayıları bir yana yığıyordu.

Bu benzetmeyi kitabı ilk okuyuşumdan hatırlıyorum. Sayıların orucu açacak gümüş saplı anahtarlara benzetilmesi, umudun teker teker sayılması çok hoşuma gitmişti. Şimdi tekrar okuyunca buradaki anahtar yığınıyla şu cümledeki yığın arasında da bir bağlantı olduğunu hissediyorum:
""
Ve yüz yıla yaklaşan ömrünün şimdi bunca değerli görünen bir yığın deneyini artık kimseye anlatamayacaktı.


Re: Horozlar

Barış Acar dedi ki:
Çocukla babaannenin iletişimlerinde, özellikle de "sayma" kısmında, müthiş bir mizah gücü var Kutlar'ın; iki karakteri incitmeden birbiriyle eşitliyor. Bu anlamda öykünün merkezinde çocuk ve babaannenin bulunduğunu düşünüyorum; karı-koca ise motif olarak kalmış öyküde ve asıl onlarla dalga geçilmiş sanki.

Öyküde tanrı anlatıcı kullanılmasına karşın büyük annenin davranışlarının ardındaki düşünceler, dürtüler ayrıntılarıyla verildiği için Barış'In bu yorumuna katılıyorum. "Normal" olan ("normal"i temsil eden) anne-baba, çocuk ve büyük annenin yanında fazlasıyla derinliksiz kalıyorlar. Büyük anneyle eğlenmeleri pek de komik görünmüyor bu nedenle; daha ziyade büyük anneyi bir türlü anlayamıyorlarmış gibi geliyor.
Barış Acar dedi ki:
Önce çocuk, sonra karı-koca, en sonunda bunak ihtiyara dönüşen bir kişinin kendi kendini gözlemeye dayalı traji-komik hikâyesi.

Öyküde zamana yapılan vurgu bana da öykünün baş kişisinin zaman olduğunu düşündürmüştü. Bir türlü gelmeyen (Godot?) zaman... Orucu açmak için beklenen dakikalar, büyük annenin bir yüzyıla yaklaşan ömrü ve belki de onun ölümünü bekleyen oğluyla gelini, her sabah güneşin doğuşunu (yeni bir günü) haber veren horozlar... Zamanla ilgili o kadar çok gönderme var ki, Onat Kutlar sanki elimizden kayıp giden zamanı tutmaya, somutlaştırmaya çalışıyormuş gibi geliyor bana.


Re: Horozlar

Son olarak bir kümsete yaşayan iki horozun dikkatimi çektiğini söylemeliyim (öykünün adı da horozlara dikkat etmemiz gerektiğini söylemiyor mu?). Bir kümeste iki horozun bulunması pek sık rastlanan bir durum olmadığı gibi fazla uzun da sürmez.

""
Kümeste iki horoz sanki tam bu an için hazırlanmışlar gibi gürültülü bir kavgaya başladılar.

Bu cümleyi okuduğumda aklımdan şunlar geçti: Horoz belirgin bir iktidar sembolü. Bu iki horozdan birisinin diğerinin "oğlu" ve bu genç horoz iktidar mücadelesini kazanacak.

Sonra gelenin kendinden önce orada olanı yıldırıp kovması bir yanıyla büyük anneyle oğlunun ilişkisini de hatırlatmıyor mu? İkisinin sürekli birbirlerine karşı bir üstünlük payı çıkarmaya çalışmaları... Sanki büyük anne eceli geldiği için değil de oğlu kendisini yıldırdığı için bir yığın birikimini bırakıp bu dünyadan göçecek.


Re: Horozlar

Onat Kutlar dedi ki:
Ve yüz yıla yaklaşan ömrünün şimdi bunca değerli görünen bir yığın deneyini artık kimseye anlatamayacaktı.

Büyük anne böyle hissetse de öykünün şu çümlesi bu yargının bütünüyle doğru olmadığını söylüyor sanki bize:
Onat Kutlar dedi ki:
"Karnı ağrıyor!" diye bağırdı çocuk, "karnı ağrıyınca çimen yer kedi..." Bunu kendi deneyleri sonucu öğrenmiş gibi sevinçliydi. Elindeki delikli kuruşları bir yana fırlattı.

Zamanla bir kenarda biriken o yığın sonraki nesillere aktarılıyor. Üstelik delikli kuruşlardan daha fazla kabul görüyor. Günü gelince o birikim iki horozun kavgasında ağırlığını genç olandan yana koyuyor.

Önemsiz Not: Bazen öykülerle ilgili düşüncelerimi -şimdi yaptığım gibi- arka arkaya, birbirleriyle fazla bağlantı kurma ihtiyacı hissetmeden aktarıyorum. Söylediklerimin kimileri gerçekten beni ikna ediyor, kimileriniyse tam da ikna olmadan, belki başka kullanıcılarda yankı bulabilir diye düşünerek aktarıyorum. Birkaç dakika arayla gönderdiğim bu mesajların tek bir mesaj değil de ayrı mesajlar olması aslında bende farklı çağrışımlarla, farklı biçimlerde ortaya çıkmış olmalarından kaynaklanıyor. Umarım bu yaklaşım diğer kullanıcıların forum kullanımında herhangi bir sıkıntıya neden olmuyordur.


Re: Horozlar

Barış Acar dedi ki:
Öte yandan babaannenin öykünün sonunda ötmeye başlaması inanılmaz etkileyici bir metafor.

Besbelli büyük anne vakitsiz ötüyor Laughing out loud


Re: Horozlar

eren dedi ki:

Öyküde zamana yapılan vurgu bana da öykünün baş kişisinin zaman olduğunu düşündürmüştü. Bir türlü gelmeyen (Godot?) zaman... Orucu açmak için beklenen dakikalar, büyük annenin bir yüzyıla yaklaşan ömrü ve belki de onun ölümünü bekleyen oğluyla gelini, her sabah güneşin doğuşunu (yeni bir günü) haber veren horozlar... Zamanla ilgili o kadar çok gönderme var ki, Onat Kutlar sanki elimizden kayıp giden zamanı tutmaya, somutlaştırmaya çalışıyormuş gibi geliyor bana.

Bu yargıya katılmamak elde değil; zaman ve iktidar ilişkisi üzerinde işliyor sanki öykü. Çünkü çocuk için zaman iktidar kurması için birçok olanak yaratacak. Oysa babaanne için iktidarı kaybetmenin sembolü. Karı-koca için ise ne olduğu fark bile edilmeyen, alıklık anı.


Re: Horozlar

Horozlar meselesinin Eren'in bahsettiği gibi bir yönü olmasının dışında, bir de öykünün arkaplanında geliştirilen kadın erkek arasındaki ilişkiyle bağlantısı olduğunu düşünüyorum. Karı kocanın iki kişilik bir yaşam sürmeleri, babaannenin yalnız yaşamı içinde Ethem Efendi'nin ona yakıştırılması ve bunun alay konusu olması... Horozlar sinsice bu durumla ilişkileniyorlarmış gibi geliyor; ama tam olarak açıklayamıyorum da.


Re: Horozlar

Onat Kutlar'ın öyküsü yine çok güzel. Yaşlı kadının gençliğini, içindeki horozu kaybetmesiyle birlikte kale alınmama, iktidar zamanlarına olan özlemi ve yaşlılığı kabullenememeyi anlatılıyor bana kalırsa.

Yaşlı kadın evladının kendisiyle oruç açmasını, yani birlikte olmasını istemiyor; çünkü kendisiyle eğleneceklerini biliyor. Bu sebepten ötürü de yaşlı kadında sürekli kendini ispatlama çabası olduğunu düşünüyorum. Çocuğun hesaba katmadığı 2 saniyeyi hesaplayınca, iftar vakti gelince herkes gibi yemeğe saldırmayınca yazar, yaşlı kadının üstünlük hissettiğini söylüyor.

""
Uzun boylu konuşan, görmüş geçirmiş birinin öyküsünün sonunu bağlamak için sıkıştırdığı o beylik cümleyi bir çırpıda söyledi: "Yaa, işte böyle!.."

Bu cümleyi yine yaşlı kadının, yaşını ön plana çıkararak üstünlük taslama amacıyla söylediğini düşünüyorum. Ufak çocuklar da yaptığı bir şeyin komik olduğunu farkedince hemen tekrar yapar ya, yaşlı kadın da söylediği şeye güldüklerini görünce hemen tekrar ediyor sözünü.

Yaşlı kadının sondaki "Ö-örö-ööö" şeklinde bağırmasına sembolik bir şekilde yaklaşırsak, horozlarla birlikte olduğu günlere dönmeye çalıştığını düşünüyorum. Bu hareketiyle iyice komik duruma düşüyor ve torunu bile yaptığına bir anlam veremiyor. En sonunda ise yaşlı kadın gülünç duruma düştüğünü fark ediyor ve yaşlılığını kabulleniyor.

""
"Ne o anne yemiyor musun?"
Öbürü -genç kadın-, aptalca yanıt yetiştirdi:

Tabii bana kalırsa yaşlı kadının bu yaşadıklarının tek sorumlusu oğlu ve eşi. Onat Kutlar açık bir şekilde yaşlı kadının tarafını tutuyor. Hatta bana kalırsa "öbürü" diyerekten daha da değersiz kılıyor o kadını.

Düşününce çok acı bir öykü aslında, yaşlı kadının hayata tutunmasını sağlayacak sadece evladı ve torunu var; onlar da onunla sadece dalga geçiyor, umursamıyor. Hatta yalnızlığı, onlara tercih ediyor. Yalnız başına oruç açmak istiyor...

Çevrenizde yaşlılar var mıdır bilemiyorum ama Onat Kutlar'ın bu yazısını okuyunca aklıma doğrudan dedem geldi. Gerçekten yaşlılığı kabullenemiyor. Yürürken biraz zorlanıyor kendisi ama koluna girip yardım etmeyi geçtim, baston kullanmayı bile reddediyor... Düşünüyorum, yaşlanınca biz de böyle mi olacağız acaba? :roll:


Re: Horozlar

Enes T dedi ki:
Düşünüyorum, yaşlanınca biz de böyle mi olacağız acaba? :roll:

Benim gençliğim yaka silkeletiyor; yaşlanınca hiç çekilmem. Bütün gün "Ö-örö-ööö" de "ö-örö-ööö", "Ö-örö-ööö" de "ö-örö-ööö"; öter dururum. Smile


Re: Horozlar

Eren dedenden alacağımız cesaretle olayı yok saymak en doğrusu olacaktır. Good Onat Kutlar öykülerinde, öykünün bir olayı, bir hareketliliği olduğunu düşünerek bu olayı kavramaya çalışmak sanırım ayrıntıları görmemizi engelleyecektir. Bu öyküyü okurken de aynı sonu yaşıyor insan. Kadının oğlu ve gelini arasındaki "tipik" yeri çok hoş. Bu farklılık aslında onların yaşlarında, zamanı algılama arasındaki fark. Kendini ve evdeki gücünü kaybetmek istememesi...Gelinine huysuz davranışı :

""
Öbürü -genç kadın- aptalca laf yetiştirdi :
"Duasını okuyor."
Büyükanne kızdı:
"Birşey okuduğum yok!" diye bağırdı.

Önceki sorularımdan farklı olarak metinde geçen bir kısım horoz düşünmelerine birşeyler katabilir:
""
Sanki bir zaman horoz muymuş yoksa horozların içinde mi doğmuş, yoksa bir gece düşünde bir horoza mı binmiş, yoksa erkek horozlar, dişi horozlar?..Ne bileyim?

Bu satırlarda birleşiyor kadın olma durumuyla. Dişi horoz da oluyor mu dersek oluyormuş meğer...


Re: Horozlar

Cihan Başbuğ dedi ki:
Eren dedenden alacağımız cesaretle olayı yok saymak en doğrusu olacaktır. Good

"Enes" diyecektin herhalde Utangaç


Re: Horozlar

Büyükanne, topun 500 değil de 498'de patlayacağını hesaplayan Büyükanne mi bunuyor? Belki beklenen, öngörülen o ; ama bana kalırsa o, onlarla ö-örö-ööö deyerekten alay ediyor, bir yandan da gençliğini özlüyor.
Çok sıcak bir öykü. Gene kedi sıkıştırılmış öykünün bir yerinden, niye?

""
Bu duygu ona uzun zaman aynı cepte ısınmış rahat bir elin bildik anılarını çağırdı.
Ben de düşünüyorum, düşünme nedenim, metin içinde geçtiği yerde bir yere koyamadım. Öyle kendi ortamında olmayan bir şey gibi.


Re: Horozlar

İshak'taki "inanış - rasyonel akıl" kıyaslamasını düşünürken aşırıyorumun bir devamı geldi, bu defa Horozlar'dan :

""
"Karnı ağrıyor!" diye bağırdı çocuk, "karnı ağrıyınca çimen yer kedi..." Bunu kendi deneyleri sonucunda öğrenmiş gibi sevinçliydi

Ben bu ifadede yazarın rasyonel akıldan yana bir duyarlılık olduğunu sezdim. Çocuğu bunun kendi buluşu olduğunu hissetmesiyle, onu saran duygunun hem insani hem doğal hem de bilimsel bilgiyi, deneyi öven yanı...


Re: Horozlar

Fethi Naci dedi ki:
"Çocuk, küçük, güneş saplı anahtarlar gibi sayıları bir yana yığıyordu. Yanındaki küme gittikçe çoğaldı, sofraya doğru yayıldı." Niçin "anahtarlar gibi?" Daha önce geçen "yolda açarlar oruçlarını" sözünde geçen "açmak" fiilinin çağrışımıyla. "... güneş saplı anahtarlar..." da da bir "zaman" anıştırması yok mu?

Kaynak: Fethi Naci, "Onat Kutlasr'ın Hikâyeleri", Adam Öykü, Sayı:1, Kasım-Aralık 1995, s: 37-49

Fethi Naci "güneş" diyor, ama bizim okuduğumuz metinde "gümüş" olarak geçiyor. Yine bir baskı hatası mı var bir yerlerde acaba, diye düşünmeden edemiyor insan.


Re: Horozlar

Fethi Naci dedi ki:
Torun, oğul, gelin anlamaz büyükanneyi de horozlar anlar... Son cümleyle hikâye birden gerçek dışı bir boyuta atlamış, Onat Kutlar bir cümlede büyükannenin mutlak yalnızlığını dile getirmiştir.

"Gerçek dışı bir boyut," dedim; Onat'ın yaptığını Marquez yapınca buna "büyülü gerçekçilik" diyorlar. Marquez'in adını bile duymadığımız yıllarda (Sanırım o yıllarda Kolombiya'da da tanıyanı pek yoktu!), yirmi yaşlarındaki Onat Kutlar, Türkiye'de, büyülü gerçekçiliğin (O yıllarda bu terim de bilinmiyordu!) ilk örneğini veriyordu.

"Horozlar", hikâye yazarken Onat'ın her cümle üzerinde nasıl çalıştığını, cümleler arası ilişkileri, cümlelerin, hatta sözcüklerin işlevlerini nasıl uzun uzun düşünüp hesapladığını, kısaca, mükemmel bir hikâye yapısı kurmak için nasıl canını dişine taktığıını aıkça gösteriyor.

Kaynak: Fethi Naci, "Onat Kutlasr'ın Hikâyeleri", Adam Öykü, Sayı:1, Kasım-Aralık 1995, s: 37-49


Re: Horozlar

Eren'in Fethi Naci üzerinden dikkat çektiği "büyülü gerçekçilik" meselesine biraz değinmek isterim. Wiki şöyle açıklamış kavramın gelişimini:

""
Terim, ilk önce Alman sanat eleştirmeni Franz Roh tarafından değiştirilmiş gerçekliği gösteren bir tabloyu tanımlamak için kullanılmıştır. Daha sonraları ise Venezuelalı Arturo Uslar-Pietri bazı Latin Amerikalı yazarların yapıtlarını bu akım altında sınıflandırdı. Kübalı yazar Alejo Carpentier (Uslar-Pietri'nin bir arkadaşı) "lo real maravilloso" ("harika gerçeklik") terimini Bu Dünyanın Krallığı(1949) romanının önsözünde kullandı. Carpentier'in önerdiği kavram, içinde doğal ve zorlamasız görünen ancak tansıksal olan öğeler barındıran bir tür yükseltilmiş gerçeklikti. Terim gözdeliğiği 1960'larda ki Latin Amerikan edebiyatının yükselişiyle kazandı. Özellikle Alejo Carpentier, Jorge Luis Borges, Jacques Stephen Alexis, Juan Rulfo, Carlos Fuentes ve Gabriel García Márquez bu akımın öncülerindendir. Bu akımdaki son dönem yazarlarına örnek olarak Isabel Allende ve Laura Esquivel verilebilir.

Kaynak

Ancak kavramın Türkiye'de tartışılma biçimi epey farklı. Ahmet Oktay'ın Sait Faik üzerine yazılarında okumuştum; o yıllarda (1960'ları kast ederek) biz Faik'in kullandığı gerçekçi olmayan öğeleri gerçeküstücülük sayıyorduk diyordu Oktay. Sonraları öğrendik diyordu bunun "büyülü gerçekçilik" olduğunu.

Kutlar öyküleri için de çok kişiden duydum "gerçeküstü" nitelemesini. Oysa gerçeküstücülük bilinçaltının ve bilinçdışının dolaysız yansıtılma çabasıyla ilişkili bir kavram; gerçekliğin kişi psikolojisi üzerinden değerlendirilmesiyle, rüyayla, bilinçakışıyla, "otomatik yazı"yla işleyen bir akım. Dolayısıyla Kutlar'ın fazlasıyla bilinçli ve kontrollü tavrı "büyülü" bir gerçek mi bilemeyeceğim; ama gerçeküstücülükle alakası olmadığı kesin diyebilirim.

Eren'in hatırlatması sonrası bu notu düşmek istedim.