Forum sakinleri buralardaysa, bu akşam öyküyü okumaya başlayalım, derim. Ben öykü okumayı, üzerine konuşmayı özlemişim. Abdullah'ın paylaştığı Dizdaroğlu yazısından bir alıntıyla başlayayım.
""
"İnsanların yanı sıra hayvanlar da bu hikâyelerin temel öğelerinden biridir. Özellikle kediler (Horozlar, Hadi, Kediler, Kül Kuşları) ve horozlar (Horozlar, Yunus, At Cambazları), hikâyecinin, kişiler kadar önemsediği yaratıklardır. Onlar, bir görünümü daha canlı kılmak, durumlar arasında karşıtlık sağlamak, kişilerin iç dünyalarını belirtmek için hikâyeciye desteklik işi görmektedir.
Bu yüzden olacak, benzetmelerinde hayvan motiflerinden faydalanmaya özel bir eğilimi seziliyor. Bu benzetmeler, bir görünüm ya da durumu daha somut biçime sokmaktadır."
Hikmet Dizdaroğlu, "Mine ile İshak", Türk Dili Dergisi, Kasım 1960, C: X, S: 110, s. 101
Çocukla kedinin ilginç bir ilişkisi var sanki. Öykünün en başında bunlardan iki ayrı varlık gibi söz ediliyor. Fakat anne eve geldikten sonra bu ikisi bir oluyor. En azından annenin gözünde öyle olduğunu biliyoruz. Adam, anne ilk söylediğinde yarı inanır yarı inanmaz bir tavır takınıyor. Ne düşündüğünü pek bilemiyoruz. Bu, bana, çocuğu ölen bir annenin onun evdeki boşluğunu doldurmak üzere evini bir kediye açması gibi de geldi. Kediyle çocuğun bu birliğini biraz da zorlayarak öyle okumayı deneyebiliriz diye düşünüyorum.
Kedinin vişneçürüğünün üzerine kıvrılıp oturduktan sonra yok olması, o noktadan sonra takip ettiğimiz gözlerin bir kedi gibi kanepenin altına girmesi, sonra annenin o gözlere atfen "Kedi canım," demesi...
eren tarafından Oca 11th, 2010 günü 22:29 sularında gönderildi.
O.Kutlar'ın sinemadan geldiğini çok rahat anlayabildiğimiz bir öykü "Hadi". Aynı saptamayı H.Taner için de sık sık kullanmıştık. H.Taner'de öne çıkan dekor, O.Kutlar'da ise sahne olarak farklı ayrıntılarla beliriyor. Zamanla ve farklı öykülerle bu konuyu biraz daha açabiliriz. Öyküdeki dil kullanımı, benzetmeleri başarılı buldum.
""
Karışık bir düzeni vardı yüzünün.
""
Güzel taraflarına bakmak için aynaya döndü ve yüzündeki umut payı arttı
( Burada ikinci kısımda bir uyum sorunu olsa da ilk kısım (koyu kısım) aklımda kaldı.
Cihan Başbuğ tarafından Oca 11th, 2010 günü 22:53 sularında gönderildi.
Öyküde çocuğun ölü olduğu açıkça söyleniyor. Öte yandan bu ölü çocuğun bütün öyküyü bir orkestra şefi gibi yönettiğini de hissediyoruz. Onun "Hadi!"leri saatin tiktakları gibi yapılacak her harekete alan açıyor. O "Hadi!" demese zaman ilerlemeyecek, öykü akmayacak, her şey duracak. Kutlar'ın sinemayla yakın ilgisi göz önüne alındığında belki "orkestra şefi" yerine "yönetmen" demek daha yerinde olacak. Sürekli "action!" diyen bir yönetmeni duyar gibi olmadınız mı siz de?
eren tarafından Oca 11th, 2010 günü 22:57 sularında gönderildi.
Kimi zaman çocuk küçümser ihtiyarı, kimi zaman ikisi de ‘büyüklerin’ yani yöneten ve üretenlerin umurunda değildir. Bu umrunda olmama kimi zaman ‘Hadi’ öyküsündeki gibi bilinçsiz büyük kıyımlara götürür çocuğu. Bu çocuk odadaki bir paçavra kadar dikkat edilmeyen, ihmal edilmiş bir çocuktur. O yüzden istediğini yapmak için beyin gücünü geliştirerek çevresindeki hareketleri yönetir. Önce kedinin sonra annesinin sevgilisinin hareketlerini. Sonunda adam annesini öldürür.
Oysa ben çocuğun evde bir hayalet gibi dolaştığını düşünmüştüm, hâlâ da öyle düşünüyorum. Şu pasajı çocuğun ölü olduğunu düşünmek için bir kanıt gibi sunabilirim jüriye:
""
Giysileri yırtık, saçları tozluydu. Oraya nasılsa bırakılmış, unutulmuş gidilmişti. O köşeden süpürgenin köşeli ucuyla alınıp atılacak eski bir tavanarası eşyası gibiydi. Yüreği durmuş, kolları değnekler gibi cansız. Yalnızca gözleri hüzünlü, -bu kin gibi belirli bir hüzündü- bir korkunun ayak seslerini bekliyor, gittikçe büyüyor, öteki organların canlılığını sömürüp odanın ortasında gizli bir egemenlik kuruyordu.
Sizin izleniminizi merak ediyorum. Sizce bu çocuk ölü mü yoksa -yaptığına yaşamak denemese de- yaşıyor mu?
eren tarafından Oca 11th, 2010 günü 23:09 sularında gönderildi.
Öyküye ilişkin yorumlarımı, şimdilik, diğer iletilere dokunmadan, paragraf paragraf metin üzerinde ilerleyerek eklemeye çalışmaya karar verdim (Ne de güç bir şeymiş yaptığım).
Barış Acar tarafından Oca 11th, 2010 günü 23:47 sularında gönderildi.
"Bir kedi tarafından geçilmiş sofa" ne düşünür ki? Yazar kediye odaklanmamızı istiyor gibi, ama yine de alttan alta mekânlara dair bir öngörü taşıyor bu satırlar. Bunu çizmek lazım. Çizerek anlamak. Yoksa eksik kalacak. Kedi bahane. Hem de "telaşlı adımlarla" kadraja sokulmuş. Çünkü ardından "pusulacak" bir sofa geçişi bu. Sofaya karşı eşikte pusmak; odayla sofa arasında... Hem "sonsuz bir hızla odaya atılınabileceği"ne de inanmıyorum doğrusu.
Odada: Kedili ve kilimli odalarda, nedense, bir ayna olmalıdır; öyledir. Ayna, önemlidir. Hem, değil mi, "aynaya bakmak" edebiyat tarihi tarafından epey "tarazlanmış" bir imge. Kendisi görünür olmayana bakmaya çalışmak; tam kedi işi. Melun, kendine bakmadı, odaya, odadaki belirli bir şeye; aynaya baktı; sanki görülebilirmiş gibi, sanki görebilirmiş gibi, sanki orada oluşunun geçiciliğini görmüş gibi... Uzatılabilir! iyi ki uzatmamış Onat Kutlar; metni tarazlamamış.
"Gülünç bir kaplan" üzerine düşünmeli. Hiç gülünç kaplan gördüm mü ki?
Barış Acar tarafından Oca 11th, 2010 günü 23:58 sularında gönderildi.
Bakmayın en başta yazmadığıma, öyküde ilk dikkatimi çeken, çocuğun yavaş yavaş görünür olmasıydı. Gözlerden başlayıp öykü ilerledikçe bütün bedeni görünür kılmış yazar.
""
"meraklı iki büyük göz"
"iki büyük kurbağa gözü""
"iki kurbağa gözünün ardına saklanmış o küçük yaratık"
"Köşede, gözün çevresinde, önce düşük bir omzu, sonra bütün o kurbağa gözlü küçük kızı aydınlattı. Giysileri yırtık, saçları tozluydu."
"Küçük kızın gözleri ağır ağır kapıya döndü. Sofada ayak seslerini dinledi. Düşündü: "Annem!""
"Köşede kurbağa gözlü kız oyuncak devenin bez hörgücünü sıkıp duruyordu."
"Korkuluk değnekleri gibi kollarını ve bacaklarını sürükleyerek ..."
"Dişleri çıkınca nasıl elma yiyeceğini rahatça düşünmeye başladı."
Ayrıntıları vermek konusundaki bu yavaşlık onu daha da gizemli kılıyor gözümde. Bu arada, şimdi metne yeniden bakarken öyküde "ağır ağır" ikilemesinin ne kadar çok kullanıldığını fark ettim. Bunu genç bir öykücünün acemiliği olarak mı görmek gerek?
eren tarafından Oca 12th, 2010 günü 9:30 sularında gönderildi.
"Hadi". Nişanyan'a baktım. "Haydi"den geliyor. O da "Hay"a gönderiyor:
""
ilgi, kaygı, dilek, üzüntü belirten ünlem
Kullanımı epey bir bağlamaşımı. Yine de "harekete geçirici"lik anlamının "kaygı"yla tanımlanması bu öykü için çok anlamlı geldi. "Duyulmayan, anlaşılan bir işaret" olarak "kaygı" der gibi...
"Rüzgârla odaya dolan" kedi: "Rüzgâr" - bir geçişlilik imgesi daha. Rüzgârın aynada sonlanması, kedinin soluğuyla aynaya yapışması, deniz canavarları tarafından korunan yansımalar... En çok da aynanın bir tarafının kırık oluşu. Bu öykü iyi bitmeyecek.
Barış Acar tarafından Oca 12th, 2010 günü 11:43 sularında gönderildi.
Barış bir yandan, ben bir yandan birbirinden bağımsız sayılabilecek iki mecrada akmaya başladık. Belki önümüzdeki günlerde ötekinin mecrasına bakmaya başladığımızda başka başka sorularla öyküyü çoğaltmaya devam edeceğiz. Barış "Bu öykü iyi bitmeyecek." diyor, bence bu öykü hiç bitmeyecek.
eren tarafından Oca 12th, 2010 günü 12:18 sularında gönderildi.
"Dışarıda, pencerelerin dışında orman ağır gürültülerle yaklaşıyordu. Bir kırlangıç pervazların arasındaki maviyi kesti."
"Pencere bir bulutun önünden ağır ağır geçti."
"Dışarıda gün pencereye değin alçaldı. Duvara kavuniçi bir pencere çizdi. Kavuniçi pencere ağır ağır döndü, duvarda yürüdü, köşeye geldi."
"Duvardaki kavuniçi pencere ağır ağır söndü."
"Dışarıda orman, meşelerin yüksek, ıslıklı tepelerinden boşandı, yaklaştı. Birden kapıdan içeri doldu."
"Dışarıda orman parçalanıyordu. İki ağaç kümesi pencereden telaşla geçti."
"Dışarıda ay batıyordu. Tombalanın hemen kenarından batıyordu."
Peki "dışarı"nın bu kadar öykünün içinde olmasına ne demeli?
""
Onat Kutlar, İshak kitabındaki öykülerinde, soyuttan somuta bir doğrultu izleyen şiirsel benzetmelerinin büyük desteğiyle sıra dışı atmosferler yaratmayı başarmıstır. Her zaman tam anlamıyla gerçeküstü durumlar yaratmasa da, betimlemelerinde sık sık özgün benzetmelere başvurması, öykülerindeki “gerçeküstü” eğilimi ön plana çıkarır. Örneğin, amcanın ölümü “amcam yoğunlaşıyor, çevresinde ölüme benzer bir boşluğu çoğaltıyordu” sözleriyle anlatılır (“Yunus” 28). “Horozlar” öyküsünde çocuk “büyük bir yastığa dayanır gibi serin yaz gecesine” dayanır (14). “Hadi”de pencere bir bulutun önünden ağır ağır geçer (17); orman “birden kapıdan içeri” dolar (18). “Soluk, belirsiz bir bulut aydınlığı, yuvarlanıp açılan bir kilim gibi döşemeye” serilir (“At Cambazları” 53).
Onat Kutlar: Gerçek'in "aslında ne olduğu"nu bilebileceğimizi sanmıyorum. Böyle olunca, gerçeğe bağlılığın anlamı oldukça bulanıyor. Kesin olarak bilebileceğimiz her şey gene de kendi kavrayışlarımızın ve onun, tek "dile getirme" aracı olan DİL'in dışına çıkamıyor. Bu izlenimlerin dışında bir şey yoktur sonucuna vardığım sanılmasın. Hikâyeler belki de bu imkânsızlığın sanat yoluyla yeniden denenmesi oluyor.
Muazzez Menemencioğlu, "Onat Kutlar Anlatıyor", Türk Dili Dergisi, Aralık 1960, C: X, S: 111, s. 153
eren tarafından Oca 12th, 2010 günü 12:25 sularında gönderildi.
Her zaman tam anlamıyla gerçeküstü durumlar yaratmasa da, betimlemelerinde sık sık özgün benzetmelere başvurması, öykülerindeki “gerçeküstü” eğilimi ön plana çıkarır.
Jale Özata Dirlikyapan düşündüklerime tercüman olmuş; öykü üzerine eğilirken yukarıdaki gibi bir üslup tutturmamın sebebi tam olarak buydu. Akıldışından yapılan bir atağı kendi üslubuyla yakalamaya çalışıyordum. Devam etmeye de niyetliyim. Belki ileride bu da bilimsel bir yöntem sayılabilir.
eren dedi ki:
Barış "Bu öykü iyi bitmeyecek." Diyor, bence bu öykü hiç bitmeyecek.
Öykünün "bitmeyecek" gibi uzamasının sebebinin de bu olduğunu düşünüyorum.
Barış Acar tarafından Oca 12th, 2010 günü 14:38 sularında gönderildi.
Dışarıda, pencerelerin dışında orman ağır gürültülerle yaklaşıyordu.
Bu cümleyi düşünüyorum. Ormanın eve yaklaşması; hatta eve de değil, sofaya, aynaya, kediye, -Eren'in dediği gibi- "kedide bir çocuğun gözleri"ne yaklaşan orman. Kedinin "telaşlı" adımlarına karşın ormanın "ağır" adımları. Baştan beri üzerine söz etmeyi ertelediğim "vişneçürüğü"nün kurumuş kan rengi oluşuna doğru itiyor beni.
Barış Acar tarafından Oca 12th, 2010 günü 15:04 sularında gönderildi.
Baştan beri üzerine söz etmeyi ertelediğim "vişneçürüğü"nün kurumuş kan rengi oluşuna doğru itiyor beni.
Ben de bu vişneçürüğünün kan rengi olduğunu düşünmüştüm. "Tarazlanmış" olması da birileri tarafından bir fırça ya da bezle kilimden çıkartılmaya çalışılmış olduğunu düşündürmüştü. Bu anlamda kedinin (ve çocuğun) zamanıyla hikâyede anlatılan cinayetin zamanlarının birbirinden farklı olduğunu düşündüm. Kedininki (çocuğunki) daha çok bir hatırlama gibi. Bu anlamda, öyküyü bir kez de zamanın izini sürerek okumak gerek belki?
eren tarafından Oca 12th, 2010 günü 15:41 sularında gönderildi.
Sizin izleniminizi merak ediyorum. Sizce bu çocuk ölü mü yoksa -yaptığına yaşamak denemese de- yaşıyor mu?
Eren'in yönelttiği şu soruyla ben de öyküye dahil olayım.
Öyküyü okurken çocuğun ölü olduğunu hiç düşünmedim. Çocuk, öyküde Eren'in belirttiği yavaş yavaş "görünür olma" durumuyla ilişkili olarak çevresinde gelişen olaylara müdahele edemez durumda. İkincil bir durumda kaldığından ancak düşündükleriyle var olmaya çalışıyor. Aslında bir tür ölü olma durumu söz konusu.
Bu arada yorumumu netleştirmek için öyküyü tekrar okumalıyım. Yalınkat bir yaklaşım olabilir yazdıklarım.
abdullah şahin tarafından Oca 12th, 2010 günü 17:46 sularında gönderildi.
Sofada tembel bir eski zaman kokusunu küçük fısıltılarla burnuna çekti, adımlarını hızlandırdı. Kapıyı havada geçti, vişneçürüğü hafifçe kabardı. Sonra ayna.
Ormanın yaklaşmasının hemen ardından gelen kısım yukarıdaki. Bana kafası güzel bir babanın/ sevgilinin ürkütücü sonuçlara yol açan -vişneçürüğü kabardı- gelişini düşündürdü.
Sürekli "ayna"ya dönme metaforuyla ileride başa çıkabilirim belki.
Barış Acar tarafından Oca 12th, 2010 günü 18:00 sularında gönderildi.
Şurada Onat Kutlar'ın "Hadi" ve "Kül Kuşları" öykülerinin Ali Özgentürk tarafından sinemaya uyarlandığı bilgisi var. Anladığım kadarıyla Sır (1997) adlı kısa film bu iki öyküyü temel alıyormuş. Sır -yine anladığım kadarıyla- Yer Çekimli Aşklar adlı filmin de bölümlerinden birini oluşturuyormuş. Bütün aramalarıma rağmen bu filmden görüntülere ulaşamadım. İzlemiş olan yahut izleme olanağı olan arkadaşlara ilanen duyurulur.
eren tarafından Oca 12th, 2010 günü 20:07 sularında gönderildi.
Kalktı. Vişneçürüğünü geçti. Aynanın önüne gitti. Yüzüne baktı. Üst dudağını hafifçe büzerek yüzünü güzelleştirdiğini sandığı bir durum aldı. İçerideki dişinin ayak seslerini arzu ile dinledi. İçkili geldiğine üzüldü. "Ya şimdi?.." diye geçirdi içinden. Sonra çabucak yanıtını verdi: "Yok canım! Bir hafta üst üste kadınlarla düşüp kalktığım oldu."
Ayna imgesi gerçekten düşündürücü. Aynanın bir kendiyle bütünleniş, kendine dönüş, kendiyle hesaplaşma nesnesi olarak kullanıldığını düşünebilir miyiz? Adamın cinsel gücü konusunda kendisini ikna etmesinden önce şu ifadelerle kadının kendisiyle ilişkisini de aktarıyor bize:
""
Güzel taraflarına bakmak için aynaya döndü ve yüzündeki umutsuzluk payı arttı.
""
Kadın kurulmuş bir oyuncak gibi fırladı. Aynaya kaçamak bir göz attı. Eteğini çekerek düzeltti.
Mutlak bir yalnızlık, o yalnızlık içinde kendiyle iletişim kurma çabası/ ihtiyacı. Bunun bir benzerini adam kendi sorduğu soruları cevaplayarak yapıyor sanki. Sürekli kendisiyle diyalog halinde. Adamla kadın sürekli kendileriyle meşgul oldukları (diyalog kurdukları) için belki de birbirleriyle iletişim kuramıyorlar. Kadın tabancayı görüp ağlamaya başlıyor, adamsa kadını bir elektrik düğmesini çevirir gibi susturmak istiyor.
Her ne kadar okudukça çocuğun ölü olmama ihtimalini ciddiye almaya başlamış olsam da elma yiyebilmek için dişlerinin çıkmasını bekleyen bir çocuğun bu kadar zaman boyunca ilgi talep etmeden uslu uslu olup biteni izlemesi bana inandırıcı gelmiyor (oysa ormanın kapıdan içeri dolması inandırıcı geliyor). O nedenle ben o küçük kız çocuğunun bir hayalet olduğunu; hattâ öykünün içinde yazarla okurun belirli bir anlam ortaya çıkarmalarını temsil ettiğini, bu bağlamda öykünün anlam buluşunun hayaleti olarak yer aldığını düşünüyorum (şimdilik). Onun gözlerinin hareketi ile kamera hareketi arasında, "Hadi!"leriyle yönetmenin "action"ları arasındaki bağ hayli kuvvetli geliyor.
eren tarafından Oca 12th, 2010 günü 21:19 sularında gönderildi.
"Kurbağa gözlü yaratık" ile kedi farklı farklı karakterler; sanki birbiriyle oynayan iki karakter. Git gide, kurbağa gözlü küçük kızın bir oyuncak olduğunu düşünmeye başladım ben. Özellikle kolunun altında tuttuğu, koyun çene kemiklerinden yapılma deve bana bunu düşündürdü.
Barış Acar tarafından Oca 12th, 2010 günü 22:19 sularında gönderildi.
Öyküyü daha iyi anlamam için Onat Kutlar : Yaşamı ve Yapıtları başlığındaki makaleleri okuyorum ve bazı alıntıları paylaşmakta fayda var.
""
Hikayelerde olaylar var, konu var, serüven var; ama hikayeci için bunlar önemli değil. Durumlar ve psikoloji ilgilendiriyor onu. Bunun için Onat Kutlar'ın hikayelerini okuyacaklar, kalıplaşmış öyküleri bir yana bırakarak, hikayecinin dünyasına öyle girmek zorundadır. Yoksa daha ilk sayfalarda aradıklarını bulamamanın uyandırdığı tepki ile kitabı kapıyabilirler.
Kaynak: Dizdaroğlu, Hikmet. Mine ile İshak [Necati Cumalı: Mine; Onat Kutlar: İshak], Türk Dili Dergisi (Kitaplar - Tenkit) Kasım 1960, C: X, S: 110, s. 98-102
Cihan Başbuğ tarafından Oca 12th, 2010 günü 22:50 sularında gönderildi.
Öyküde satır satır ilerlerken tahminimden çok yoruldum. Nereye kadar devam ettirebilirim kestiremiyorum. Keza genele ilişkin söylemek istediklerimin sayısı artıyor ve birbirlerine karışmaya başlıyorlar. Sanırım annenin gelişinden öteyi rahat bırakacağım.
Öyküyle ilgili daha önce gerçeküstücülükten söz etmiştim; belki daha detaylandırılabilir. Ancak Kutlar için asıl kaynağın Yeni Roman olduğunu söyleyebilirim. İshak yazılırken Robbe-Grillet'yi okumuş olduğunu ve özellikle de sinemada Yeni Dalga'dan etkilendiğini düşünüyorum.
Barış Acar tarafından Oca 13th, 2010 günü 0:05 sularında gönderildi.
Öykünün adı ve öyküde kimin söylediğini bilemediğim bu "hadi" ne anlama geliyor? Hadi'de bir telaş, bir acelecilik var. Niye neye acele ediliyor, kim bu acele eden? Annenin sevgilisi tarafından öldürülüşünde, çocuk ölümün ne olduğunu anlayamayacak yaşta olsa da kötü bir şey olduğunu sezinlerken bir yandan da kanepenin altından "hadi" mi diyor, "hadi" oyunu oynayan o küçük çocuk mu, kedi mi, anlatıcı mı, başka biri mi? Bu trajik durum neden eğlenceli bir üslupla anlatılmış...
Bunlara anlam veremedim.
elif cinar tarafından Oca 13th, 2010 günü 1:46 sularında gönderildi.
Öyküyü daha iyi anlamam için Onat Kutlar : Yaşamı ve Yapıtları başlığındaki makaleleri okuyorum ve bazı alıntıları paylaşmakta fayda var.
""
Hikayelerde olaylar var, konu var, serüven var; ama hikayeci için bunlar önemli değil. Durumlar ve psikoloji ilgilendiriyor onu. Bunun için Onat Kutlar'ın hikayelerini okuyacaklar, kalıplaşmış öyküleri bir yana bırakarak, hikayecinin dünyasına öyle girmek zorundadır. Yoksa daha ilk sayfalarda aradıklarını bulamamanın uyandırdığı tepki ile kitabı kapıyabilirler.
Kaynak: Dizdaroğlu, Hikmet. Mine ile İshak [Necati Cumalı: Mine; Onat Kutlar: İshak], Türk Dili Dergisi (Kitaplar - Tenkit) Kasım 1960, C: X, S: 110, s. 98-102
Evet, yazar dil kaygısıyla öyküsünü örüyor. Öykünün ilk bölümü diyebileceğim -annenin gelişine kadar olan- bölümü tekrar okudum; daha sonra örnekleyeceğim birçok şiirsel ifadeler var. Yazarın belli an ve durumların kişi üzerindeki etkisini önemsediğini düşünüyorum.
abdullah şahin tarafından Oca 13th, 2010 günü 8:11 sularında gönderildi.
Re: Onat Kutlar - Hadi
tarazlanmak: Kumaşın üzeri tel tel ipliklerle kaplanmak, iplikleri kabarmak. (Kaynak)
Re: Onat Kutlar - Hadi
Forum sakinleri buralardaysa, bu akşam öyküyü okumaya başlayalım, derim. Ben öykü okumayı, üzerine konuşmayı özlemişim. Abdullah'ın paylaştığı Dizdaroğlu yazısından bir alıntıyla başlayayım.
Çocukla kedinin ilginç bir ilişkisi var sanki. Öykünün en başında bunlardan iki ayrı varlık gibi söz ediliyor. Fakat anne eve geldikten sonra bu ikisi bir oluyor. En azından annenin gözünde öyle olduğunu biliyoruz. Adam, anne ilk söylediğinde yarı inanır yarı inanmaz bir tavır takınıyor. Ne düşündüğünü pek bilemiyoruz. Bu, bana, çocuğu ölen bir annenin onun evdeki boşluğunu doldurmak üzere evini bir kediye açması gibi de geldi. Kediyle çocuğun bu birliğini biraz da zorlayarak öyle okumayı deneyebiliriz diye düşünüyorum.
Kedinin vişneçürüğünün üzerine kıvrılıp oturduktan sonra yok olması, o noktadan sonra takip ettiğimiz gözlerin bir kedi gibi kanepenin altına girmesi, sonra annenin o gözlere atfen "Kedi canım," demesi...
Re: Onat Kutlar - Hadi
O.Kutlar'ın sinemadan geldiğini çok rahat anlayabildiğimiz bir öykü "Hadi". Aynı saptamayı H.Taner için de sık sık kullanmıştık. H.Taner'de öne çıkan dekor, O.Kutlar'da ise sahne olarak farklı ayrıntılarla beliriyor. Zamanla ve farklı öykülerle bu konuyu biraz daha açabiliriz. Öyküdeki dil kullanımı, benzetmeleri başarılı buldum.
( Burada ikinci kısımda bir uyum sorunu olsa da ilk kısım (koyu kısım) aklımda kaldı.
Re: Onat Kutlar - Hadi
Öyküde çocuğun ölü olduğu açıkça söyleniyor. Öte yandan bu ölü çocuğun bütün öyküyü bir orkestra şefi gibi yönettiğini de hissediyoruz. Onun "Hadi!"leri saatin tiktakları gibi yapılacak her harekete alan açıyor. O "Hadi!" demese zaman ilerlemeyecek, öykü akmayacak, her şey duracak. Kutlar'ın sinemayla yakın ilgisi göz önüne alındığında belki "orkestra şefi" yerine "yönetmen" demek daha yerinde olacak. Sürekli "action!" diyen bir yönetmeni duyar gibi olmadınız mı siz de?
Re: Onat Kutlar - Hadi
Çocuğun "Hadi"si de annesiyle buluşma anı olarak düşünülebilir mi? "Hadi" öykünün can alıcı sahnesi gerçekleşsin (ölüm anı) ve biz buluşalım....
Re: Onat Kutlar - Hadi
Yine Abdullah'ın paylaştığı bir metinden:
Sizin izleniminizi merak ediyorum. Sizce bu çocuk ölü mü yoksa -yaptığına yaşamak denemese de- yaşıyor mu?
Re: Onat Kutlar - Hadi
Öyküye çok güzel başlamışsınız. Benim de iştahım kabardı doğrusu.
Re: Onat Kutlar - Hadi
Öyküye ilişkin yorumlarımı, şimdilik, diğer iletilere dokunmadan, paragraf paragraf metin üzerinde ilerleyerek eklemeye çalışmaya karar verdim (Ne de güç bir şeymiş yaptığım).
Re: Onat Kutlar - Hadi
"Bir kedi tarafından geçilmiş sofa" ne düşünür ki? Yazar kediye odaklanmamızı istiyor gibi, ama yine de alttan alta mekânlara dair bir öngörü taşıyor bu satırlar. Bunu çizmek lazım. Çizerek anlamak. Yoksa eksik kalacak. Kedi bahane. Hem de "telaşlı adımlarla" kadraja sokulmuş. Çünkü ardından "pusulacak" bir sofa geçişi bu. Sofaya karşı eşikte pusmak; odayla sofa arasında... Hem "sonsuz bir hızla odaya atılınabileceği"ne de inanmıyorum doğrusu.
Odada: Kedili ve kilimli odalarda, nedense, bir ayna olmalıdır; öyledir. Ayna, önemlidir. Hem, değil mi, "aynaya bakmak" edebiyat tarihi tarafından epey "tarazlanmış" bir imge. Kendisi görünür olmayana bakmaya çalışmak; tam kedi işi. Melun, kendine bakmadı, odaya, odadaki belirli bir şeye; aynaya baktı; sanki görülebilirmiş gibi, sanki görebilirmiş gibi, sanki orada oluşunun geçiciliğini görmüş gibi... Uzatılabilir! iyi ki uzatmamış Onat Kutlar; metni tarazlamamış.
"Gülünç bir kaplan" üzerine düşünmeli. Hiç gülünç kaplan gördüm mü ki?
Re: Onat Kutlar - Hadi
Bakmayın en başta yazmadığıma, öyküde ilk dikkatimi çeken, çocuğun yavaş yavaş görünür olmasıydı. Gözlerden başlayıp öykü ilerledikçe bütün bedeni görünür kılmış yazar.
Ayrıntıları vermek konusundaki bu yavaşlık onu daha da gizemli kılıyor gözümde. Bu arada, şimdi metne yeniden bakarken öyküde "ağır ağır" ikilemesinin ne kadar çok kullanıldığını fark ettim. Bunu genç bir öykücünün acemiliği olarak mı görmek gerek?
Re: Onat Kutlar - Hadi
"Hadi". Nişanyan'a baktım. "Haydi"den geliyor. O da "Hay"a gönderiyor:
Kullanımı epey bir bağlamaşımı. Yine de "harekete geçirici"lik anlamının "kaygı"yla tanımlanması bu öykü için çok anlamlı geldi. "Duyulmayan, anlaşılan bir işaret" olarak "kaygı" der gibi...
"Rüzgârla odaya dolan" kedi: "Rüzgâr" - bir geçişlilik imgesi daha. Rüzgârın aynada sonlanması, kedinin soluğuyla aynaya yapışması, deniz canavarları tarafından korunan yansımalar... En çok da aynanın bir tarafının kırık oluşu. Bu öykü iyi bitmeyecek.
Re: Onat Kutlar - Hadi
Barış bir yandan, ben bir yandan birbirinden bağımsız sayılabilecek iki mecrada akmaya başladık. Belki önümüzdeki günlerde ötekinin mecrasına bakmaya başladığımızda başka başka sorularla öyküyü çoğaltmaya devam edeceğiz. Barış "Bu öykü iyi bitmeyecek." diyor, bence bu öykü hiç bitmeyecek.
Re: Onat Kutlar - Hadi
Peki "dışarı"nın bu kadar öykünün içinde olmasına ne demeli?
Re: Onat Kutlar - Hadi
Jale Özata Dirlikyapan düşündüklerime tercüman olmuş; öykü üzerine eğilirken yukarıdaki gibi bir üslup tutturmamın sebebi tam olarak buydu. Akıldışından yapılan bir atağı kendi üslubuyla yakalamaya çalışıyordum. Devam etmeye de niyetliyim. Belki ileride bu da bilimsel bir yöntem sayılabilir.
Öykünün "bitmeyecek" gibi uzamasının sebebinin de bu olduğunu düşünüyorum.
Re: Onat Kutlar - Hadi
Bu cümleyi düşünüyorum. Ormanın eve yaklaşması; hatta eve de değil, sofaya, aynaya, kediye, -Eren'in dediği gibi- "kedide bir çocuğun gözleri"ne yaklaşan orman. Kedinin "telaşlı" adımlarına karşın ormanın "ağır" adımları. Baştan beri üzerine söz etmeyi ertelediğim "vişneçürüğü"nün kurumuş kan rengi oluşuna doğru itiyor beni.
Re: Onat Kutlar - Hadi
Re: Hadi
Eren'in yönelttiği şu soruyla ben de öyküye dahil olayım.
Öyküyü okurken çocuğun ölü olduğunu hiç düşünmedim. Çocuk, öyküde Eren'in belirttiği yavaş yavaş "görünür olma" durumuyla ilişkili olarak çevresinde gelişen olaylara müdahele edemez durumda. İkincil bir durumda kaldığından ancak düşündükleriyle var olmaya çalışıyor. Aslında bir tür ölü olma durumu söz konusu.
Bu arada yorumumu netleştirmek için öyküyü tekrar okumalıyım. Yalınkat bir yaklaşım olabilir yazdıklarım.
Re: Hadi
Ormanın yaklaşmasının hemen ardından gelen kısım yukarıdaki. Bana kafası güzel bir babanın/ sevgilinin ürkütücü sonuçlara yol açan -vişneçürüğü kabardı- gelişini düşündürdü.
Sürekli "ayna"ya dönme metaforuyla ileride başa çıkabilirim belki.
Re: Hadi
Öyküde nesnelerin birbirine yaklaşıp uzaklaşmasını neyle açıklayabiliriz ki? Onu düşünüyorum ben de ...
Re: Hadi
Şurada Onat Kutlar'ın "Hadi" ve "Kül Kuşları" öykülerinin Ali Özgentürk tarafından sinemaya uyarlandığı bilgisi var. Anladığım kadarıyla Sır (1997) adlı kısa film bu iki öyküyü temel alıyormuş. Sır -yine anladığım kadarıyla- Yer Çekimli Aşklar adlı filmin de bölümlerinden birini oluşturuyormuş. Bütün aramalarıma rağmen bu filmden görüntülere ulaşamadım. İzlemiş olan yahut izleme olanağı olan arkadaşlara ilanen duyurulur.
Re: Hadi
Ben de bakındım; ancak bulmak şimdilik güç görünüyor.
Re: Hadi
Mutlak bir yalnızlık, o yalnızlık içinde kendiyle iletişim kurma çabası/ ihtiyacı. Bunun bir benzerini adam kendi sorduğu soruları cevaplayarak yapıyor sanki. Sürekli kendisiyle diyalog halinde. Adamla kadın sürekli kendileriyle meşgul oldukları (diyalog kurdukları) için belki de birbirleriyle iletişim kuramıyorlar. Kadın tabancayı görüp ağlamaya başlıyor, adamsa kadını bir elektrik düğmesini çevirir gibi susturmak istiyor.
Her ne kadar okudukça çocuğun ölü olmama ihtimalini ciddiye almaya başlamış olsam da elma yiyebilmek için dişlerinin çıkmasını bekleyen bir çocuğun bu kadar zaman boyunca ilgi talep etmeden uslu uslu olup biteni izlemesi bana inandırıcı gelmiyor (oysa ormanın kapıdan içeri dolması inandırıcı geliyor). O nedenle ben o küçük kız çocuğunun bir hayalet olduğunu; hattâ öykünün içinde yazarla okurun belirli bir anlam ortaya çıkarmalarını temsil ettiğini, bu bağlamda öykünün anlam buluşunun hayaleti olarak yer aldığını düşünüyorum (şimdilik). Onun gözlerinin hareketi ile kamera hareketi arasında, "Hadi!"leriyle yönetmenin "action"ları arasındaki bağ hayli kuvvetli geliyor.
Re: Hadi
"Kurbağa gözlü yaratık" ile kedi farklı farklı karakterler; sanki birbiriyle oynayan iki karakter. Git gide, kurbağa gözlü küçük kızın bir oyuncak olduğunu düşünmeye başladım ben. Özellikle kolunun altında tuttuğu, koyun çene kemiklerinden yapılma deve bana bunu düşündürdü.
Re: Hadi
Öyküyü daha iyi anlamam için Onat Kutlar : Yaşamı ve Yapıtları başlığındaki makaleleri okuyorum ve bazı alıntıları paylaşmakta fayda var.
Re: Hadi
Öykünün sonunda korkuyla elindeki devenin başını ısıracak olan bu kurbağa gözlü küçük kız umarım bu gece rüyama girmez.
Re: Hadi
Belki de öykünün en sevdiğim cümlesi (ara cümlesi) şu:
Re: Hadi
Bense her okuyuşumda şunu tekrar seviyorum:
Re: Hadi
Öyküde satır satır ilerlerken tahminimden çok yoruldum. Nereye kadar devam ettirebilirim kestiremiyorum. Keza genele ilişkin söylemek istediklerimin sayısı artıyor ve birbirlerine karışmaya başlıyorlar. Sanırım annenin gelişinden öteyi rahat bırakacağım.
Öyküyle ilgili daha önce gerçeküstücülükten söz etmiştim; belki daha detaylandırılabilir. Ancak Kutlar için asıl kaynağın Yeni Roman olduğunu söyleyebilirim. İshak yazılırken Robbe-Grillet'yi okumuş olduğunu ve özellikle de sinemada Yeni Dalga'dan etkilendiğini düşünüyorum.
Re: Hadi
Öykünün adı ve öyküde kimin söylediğini bilemediğim bu "hadi" ne anlama geliyor? Hadi'de bir telaş, bir acelecilik var. Niye neye acele ediliyor, kim bu acele eden? Annenin sevgilisi tarafından öldürülüşünde, çocuk ölümün ne olduğunu anlayamayacak yaşta olsa da kötü bir şey olduğunu sezinlerken bir yandan da kanepenin altından "hadi" mi diyor, "hadi" oyunu oynayan o küçük çocuk mu, kedi mi, anlatıcı mı, başka biri mi? Bu trajik durum neden eğlenceli bir üslupla anlatılmış...
Bunlara anlam veremedim.
Re: Hadi
Evet, yazar dil kaygısıyla öyküsünü örüyor. Öykünün ilk bölümü diyebileceğim -annenin gelişine kadar olan- bölümü tekrar okudum; daha sonra örnekleyeceğim birçok şiirsel ifadeler var. Yazarın belli an ve durumların kişi üzerindeki etkisini önemsediğini düşünüyorum.