UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Günlük Şeyler

05 Mar 2013
Mehmet Sürücü

05.03.2013 Saat 09.20

Sabah muhabbet kuşum Mavi ile aramızda kitapla ilgili bir olay gelişti.

Çalışıyordum.

Geldi masaya kondu.

Birkaç adım sekerek bir kitabın üzerine çıktı. Bir, iki ayağını sağa sola oynatıp, ardını yere yakınlaştırdı.

Kitabın üzerine yapıverdi.

Gayri ihtiyari ağzımdan şu söz döküldü;

“Olmaz! Olmaz bitanem. O iş “Kitaba” yapılmaz.”

Umursamadan başka bir kitabın üstüne çıktı.

Kategori:

Re: Günlük Şeyler

Bu öyküde "olmamış" bir şeyler var.

Gerçek hayattan alınmış olma (ki benim çok sevdiğim bir tutumdur bu) durumu öykünün çatısını zedeliyor sanki. Olayın anlattığı şeyi kavramakta güçlük çekiyorum.

Neden umursamazca kitaplara pisleyen kuşun hikâyesini okuyoruz? Garezi mi varmış; politika kitapları ya da ornitoloji üzerine kitaplar mıymış onlar; anlatıcı için bizim kestiremediğimiz bir anlamımı var kuşun; Öykü bize ne söylüyor?


Re: Günlük Şeyler

Belki bir yeniden-yazım denemesiyle ne demek istediğimi daha iyi anlatabilirim:

""
ÇIKMALAR

Sabah sabah Mavi ile aramızda garip bir olay vuku buldu.

Çalışıyordum. Geldi masaya kondu. Birkaç adım sekerek Hapishanenin Doğuşu'nun üstüne çıktı. Bir, iki ayağını sağa sola oynatıp, ardını yere yakınlaştırdı. Kitabın üzerine yapıverdi. Can havliyle ağzımdan kaçırdım;

“Olmaz! Olmaz bitanem. O iş Foucault'ya yapılmaz.”

Kafasını çevirip gözümün içine baka baka bu kez Derrida'nın üstüne çıktı.

Barış Acar


Re: Günlük Şeyler

ya öykü kuşun ta kendisi ise, yani barış acar'ın öyküde bulduğu "olmamışlık" tam da "öykünün söylediği şeyin" dile geliş biçimi ise.yani bir başarısızlık değil, aksine öykünün başarısı ise...
öykü bir tarih ile başlıyor. bu, öyküyü yazarın üstlenmesdir ; bir imzadır. "bunu ben yazdım" anlamına gelir, tarihe not düşmektir.yazarın eseri üzerindeki hakimiyet iddiasıdır. bunu öyküde kitaba verilen önemle birlikte de okumak gerek. kitap idesi, -üzerinde yazarının adını taşır, yazarın verdiği bir başlığa sahiptir vs.vs.- bir doğal bütünlüğe gönderme yapar. derrida onun için "kitap, aforizmanın üretici enerjisine karşı teoloji ve logosantrizmin ansiklobedik korunma aracıdır" der. yazar ve kitap metafizik bir egemenliği ortaya koymak için hep bir paslaşma içerisindedirler. işte kuşun içine ettiği şey tam da bu metafizik egemenlik kurgusudur. onun için kuşun üzerine çıktığı şey o ya da bu kitap değildir;"Kitap"tır.
bu noktada kitaba verilen önemi göstermesi açısından sansüre dikkat çekmek isterim: kuş basbaya götünü devirip kitabın üstüne sıçarken yazar bu durumu öyküde kitaba -kendisine- saygısından sansürler. götünü değil "ardını" yere yakınlaştırır kuş, ve sıçmaz ama "o işi" yapar. ama öte yandan öyküde dile gelen tam da bunların aksine, kuşun(öykünün) kitabın ya da belki bütünlüklü bir romanın ya da hikayenin, akademik çalışmanın ama sonuçta kitap idesi altına girmiş ve "bütünleşmiş" olanın fiyakasının bozulduğuna dairdir. hem de bunu "yazarına" rağmen gerçekleştirir ki, öyküyü başarılı yapan tam da budur. çünkü,bu ancak "yazarına " rağmen gerçekleştirilebilecek bir şeydir.


Re: Günlük Şeyler

Oktay'dan böyle bir itiraz beklemiyordum desem yalan söylemiş olurum. "Çıkmalar" tam da Sontag'ın eleştirdiği topa giriyor çünkü. Arşimet Teoremi Sontag'ın arzularını temsil ediyorken Çıkmalar aksi yöne giderek yorumla kuşanıyor.

Günlük Şeyler'in "başarısı"na gelince... Oktay'ın yaklaşımı da bir üst-kurgudan (aşırı-yorumdan) başka ne ki?


Re: Günlük Şeyler

üst-kurgu ve aşırı yorum gibi kavramların kendileri zaten yukarıda sözünü ettiğim bütünlüğe dair metafizik kurgunun mantığı üzerine temelleniyorlar. "neyin üstü?", "neyin aşırısı?" sorularına hiçbir cevap bulunamaz.işte kurgu cevabın noksanlığındaki indirgeme ile temellendirilir.

yorum metne sonra eklenen bir şey olarak düşünülürse tabi ki o üst de olur aşırı da olur...çünkü sanki metin bir bütünmüş de yorum onun bütünlüğünü deforme etmiş ve böylece "aşırı-yorum" ortaya çıkmış; ve hatta yorum metnin asıl söylediğinin yerini işgal etmiş sanılabilir. bu aslında metafizik bir ters çevrimden ibaret.


Re: Günlük Şeyler

Tamam. Bu öykü bu kavramları tartışmak için oldukça elverişli. Devam edelim.

Eğer ki yorumun dışı diye bir şeyin olmadığını kabul edeceksek (bütünlüğün reddine ulaşmasına rağmen kuramsal olarak benimsiyorum bunu) Oktay'ın benim "olmamışlık" iddiamı nasıl olup da eleştirdiğini, onun yerine "başarı" iddiasını gündeme getirdiğini anlamıyorum. Eğer iki düşünme de aynı nesneden çıkıyor ve birbirlerinden farklı sonuçlara ulaşıyorlarsa, Oktay'ın düşünce ssistematiğinde, birinin karşısında neden diğeri konumlandırılıyor? Yorum, aşırı-yorum, adı ne olursa olsun benim olmamışlık dediğim olguyla Oktay'ın başarı dediği olguyu "Hepimiz kardeşiz," muhabbetinin dışına çıkıp nasıl sınayacağız? Bunlar üzerine yorumların çokluğunun ötesinde nasıl düşüneceğiz?


Re: Günlük Şeyler

biliyorsun ki, nietzsche dyonysosu açıklarken onu çarmıhtaki isa ile mukayese ediyor ikisi de parçalanmış, işkence görmüştür ancak bunların anlamları farklıdır. ve nietzsche ye göre bir şeyin anlamı ona egemen olan kuvvetlerin tipolojisi ile değerlendirilir. yani onun ardında güç istencinin hangi biçimi vardır?(aktif/etken nihilizm/ mi, pasif/edilgen nihilizm mi vs.vs.) soykütsel çalışmanın amacı bunun tespit edilmesidir. burada; isa ve dynoysos "bir ve aynı metnin/yaşamın" "iki farklı yorumu" olarak sunulurlar.(ilgili olarak özellikle güç istenci 1052. fragmana bir bakabilirsin) peki bu nasıl mümkün olabilmektedir? aynı metninden yola çıkılmasına rağmen nasıl olup da farklı sonuçlara ulaşılabilmektedir? cevap için yine bıyıklıdan yararlanacağım.
öncelikle aynı metin diye bir şey yoktur, varsa bile bu bir varsayım olmak zorundadır. metin bir bütünlük göstermez. A=A zihnin bir indirgemesi sayesinde düşünülebilir. metin her zaman ama her zaman "yorum tarafından" öncelenmiştir ya da dolayımlanmıştır. nietzsche buna "kökensel yanılsama" diyor ve burada "yanılsamanın", "sanatın" , "hakikate" göre birincilliğini koyutluyor.
yaşam/metin, demek ki bir "kökensel yanılsamadan" çıkar. işte, burada "aldatan, acı veren, parçalayan" , "bir yanılsama olan" yaşam "karşısında" iki tutum var : ilki; olumsuzlayan bayağı-köle hınç; diğeri olumlayan soylu-efendi. ilki yaşamın önce değersizleşmesi (hakikat karşısında) ile işe başlar ve süreç içerisinde(diyalektik ) yaşama bir değer kazandırırken diğeri yaşamın değer kazanması gerekemeyen bir olumluluk ile düşünür. biri yaşama/metne şöyle der: bu henüz "olmamış" , tam değil; söylemek istediğini anlatamıyor, anlamıyorum. tutum şudur burada: yazar öyküde bir şey anlatmış ama anlatamamış. öykü yeterli değil. ( buarada; yorum, öyküde anlatılana sonradan yöneldi ama öykünün olmamışlığı yüzünden bir şey çıkaramadı öyküden. bu hıncın düşünme tarzının ta kendisidir, "farklı" olana, "anlamlandırılamayana" hınç duyulur. ) hıncın burada yaptığı şeye zoom yapalım : yorumu yani kendi yorumunun başarısızlığını ortadan kaldırmak. hınç için suç ve başarısızlık metne aittir.(ama bu uzun sürmez, hıncı vicdan azabı takip eder. anlatamıyor, anlamıyoruma dönüşür...)
hıncın eleştirisi, eleştiri dediği şeyi metnin "söylemek istediğini" söyleyip söyleyemediğine, eserin teknik bakımdan incelenmesine vs. indirger. metne bir nesne olarak bakar, onu bir olgu sanır ve öyle yargılar. metin, A=A mantığından yola çıkarak incelenir. yani burada eksik olan tam da sanatçının bakışı, yaratımıdır. bu değerlendirmede sanatçının yaratmaktan aldığı haz yani onun yaratarak farkı olumlamaktan aldığı haz eksiktir. "yanılsamanın" kutsanması eksiktir, "oyun" eksiktir. hınç, eğer böyle bir değerlendirmeyle karşılaşırsa eser karşısında gerçekleştirdiği eleştirinin aynısını bu değerlendirme için de gerçekleştirecektir. onu, eseri çarpıtmakla, eserin söylediklerinin yerine kendi söylediklerini ikame etmekle suçlayacaktır. çünkü o bir metni "sadece metnin kendi sınırları içinde" kalarak - ki metafizik düşünme tarzı budur- anlayabileceğini düşünmektedir. oysa, bunu iddia etmek en az yuvarlak bir dikdörtgen çizebileceğini iddia etmek kadar saçmadır.


Re: Günlük Şeyler

"Yuvarlak bir diktdörtgen" çizebilirim (az önce bu cümlenin sınırları içinde çizildi bile).

Öykünün kısalığından kaynaklanan konuyu bu örnek üzerinde tartışma isteğim Oktay'ın yazdığı (aslında daha önceden yazdıklarıyla da malumatımız olan ve yine hıncın işleyişi üzerine çoğuna katıldığım) uzun metinle bir kez daha kesintiye uğramak üzere. O yüzden bu yorumu kısa tutmak niyetindeyim.

Soru basit. Dallandırıp budaklandırmaya gerek yok. Ayşe'nin Yemek Günlüğü adlı bir blog arayıp bulsam ve oradan bir metni gösterip edebi olarak "olmamış" desem Oktay yine benzer şeyleri önce sürerek itiraz edecek. Sınır nerede?

Günlük Şeyler'de olmadığını iddia ettiğim ve Çıkmalar da yerli yerine koymayı denediğim şey üzerine mi konuşacağız; yoksa kuramsal deklarasyonların içinde kayıp mı olacağız? (Nietzsche hangisini önerirdi?)


Re: Günlük Şeyler

Bu arada ben Oktay'ın yazdıkları arasında en çok öyküde "kıç" ve "sıçmak" sözcüklerine yapılan sansür noktasını tartışmaya değer buluyorum.

İfadeler tam olarak şöyleydi:

oktay dedi ki:
bu noktada kitaba verilen önemi göstermesi açısından sansüre dikkat çekmek isterim: kuş basbaya götünü devirip kitabın üstüne sıçarken yazar bu durumu öyküde kitaba -kendisine- saygısından sansürler. götünü değil "ardını" yere yakınlaştırır kuş, ve sıçmaz ama "o işi" yapar. ama öte yandan öyküde dile gelen tam da bunların aksine, kuşun(öykünün) kitabın ya da belki bütünlüklü bir romanın ya da hikayenin, akademik çalışmanın ama sonuçta kitap idesi altına girmiş ve "bütünleşmiş" olanın fiyakasının bozulduğuna dairdir. hem de bunu "yazarına" rağmen gerçekleştirir ki, öyküyü başarılı yapan tam da budur. çünkü,bu ancak "yazarına " rağmen gerçekleştirilebilecek bir şeydir.

Burada yazarın başarısının neye karşı ya da neden dolayı olduğunu anlamasam da kitapla yazarın özdeşleşmesinden doğan sansür saptaması (yorumu) yerinde geliyor bana.


Re: Günlük Şeyler

"yuvarlak dikdörtgenin" nasıl bir şey olduğunu çok merak ettim. Smile

itiraz edilmesine dair yazmıyorum ki, itiraz etme tarzına dair yazıyorum ben. kuş yuvası üzerine yazdığım bir toplu mesajlaşma iletisinde de aynı hususu dile getirmiştim. ("ben bir eseri okurken öyküde teknik aksaklıklar bulmayı sevmem. teknik aksaklıklar meselesi bir öyküde ancak daha temel problemlerin sonuçları olarak kavranırlarsa bir anlam ifade edebilirler.")

öte yandan bir metnin,edebi olarak değerlendirilmesinin benim bildiğim yegane şartı öncelikle onun bir edebi eser olarak ortaya konmuş olmasıdır. yani blog, edebiyat ile vaftiz edilmemiş ise onun edebi değeri üzerine yazmak gerekir mi emin değilim. "edebiyat ve yasa" hakkında kuş yuvası için yazmaya çalştığım yazıda bununla ilgili bir kısım vardı.

günlük şeyler'de olmadığını iddia ettiğin şeye, yani öyküye getirdiğin eleştiriye dair yazmaya çalıştım başından beri. hem "Tamam. Bu öykü bu kavramları tartışmak için oldukça elverişli" dediğin için o son yazıyı yazmıştım ben, devamında da "Oktay'ın benim "olmamışlık" iddiamı nasıl olup da eleştirdiğini, onun yerine "başarı" iddiasını gündeme getirdiğini anlamıyorum. Eğer iki düşünme de aynı nesneden çıkıyor ve birbirlerinden farklı sonuçlara ulaşıyorlarsa, Oktay'ın düşünce ssistematiğinde, birinin karşısında neden diğeri konumlandırılıyor? " soru-nlarına cevaben.


Re: Günlük Şeyler

Anlıyorum. Ancak düşünce zincirini izlemekte zorlanıyorum. Keza bir konu üzerine konuşmak yerine o konunun sende uyandırdığı kavramsal tercihler üzerine konuşmaya başlıyorsun. Bu da öyküye yaklaşmayı zorlaştırıyor. (Mesela ben bunu söylediğimde sen "öyküye yaklaşmak diye bir şey söylemenin onu durağanlaştırmak" olduğunu söyleyerek kargoyu başka gemiye taşıyorsun. Önce varılacak liman üzerinde anlaşmalı.)


Re: Günlük Şeyler

peki,ben yine çekiliyorum. top sende...


Re: Günlük Şeyler

Ben de topu diğerlerine atmak taraftarıyım. Öykü üzerine ne düşündüklerini merak ediyorum.


Re: Günlük Şeyler

Burada bahsi geçen bir nokta, biraz daha konuşulmalı sanırım. Ben de metinde kitapla aktarılmak istenenin o veya bu kitap yahut şu veya bu düşünce değil; çok daha bütüncül, Oktay'ın da dediği gibi egemen ve idealize edilmiş bir nitelik taşıdığını düşünüyorum.

Dolayısıyla hikâye, bu metafizik, ilahileştirilmiş şeyin tabiri caizse fiyakasının bozulması üzerine kurulmuş oluyor. Barış Acar'a katılmadığım nokta burası.

Yani aslında biz "umursamazca kitaplara pisleyen kuşun hikâyesini" okumuyoruz; bu bir kuş olmayabilirdi belki; küçük bir çocuk gelip yırtabilirdi de o kitapları yahut birisi çıkıp tek tek hepsini yakabilirdi. Burada okuduğumuz bir idenin en iyi olma özelliğinin -hatta belki değişmezliğinin- kırılması. Hiç değilse ben böyle okudum hikâyeyi.

Fakat benim anlayamadığım nokta, bu yorumla 'başarı'nın nasıl ilişkilendirilebileceği. Bir öyküyü başarılı yapan nedir? Şayet yorumlarla birlikte öykünün aşılması söz konusu ise bu öyküye sonradan dahil olan yorumun yarattığı mecburi bir sonuç mudur yoksa denildiği gibi öykünün başarısı mı? Bunu anlayamadım.


Re: Günlük Şeyler

Öykünün neyi anlatmak istediğine ilişkin bir netlik yoksa başarısı ya da başarısızlığından söz etmek için gerekli argümanlarda eksiklik var demektir.
Anlatılmak istenen; bunca yüceltilen,uğruna özel zamanlar ve yoğun mesailer harcanan bir "düşünce ürününün"; o dile ve emeğe yabancı olanlar için hiçbir anlam teşkil etmediği ve hatta kuş(!) beyinli birileri tarafından tam da içine edilebildiğiyse eğer...

Mehmet Sürücü ne düşünür?


Re: Günlük Şeyler

""
Mehmet Sürücü ne düşünür?

Ben yaşadım.


Re: Günlük Şeyler

Beni boş verin. Benim(yazan olarak) ne anlamım olabilir ki?


Re: Günlük Şeyler

Bugün bir arkadaş beni bahçesine dört fidan ekmeye davet etti.
Çantama birkaç kitap, birkaç kalemle ucuzundan bir şişe şarap koydum.
Tarlaya gittik.
Tarlada iki adam ve yarım şişe şarapları vardı.
Tanıştık.
Bir pet su şişesini kesip bana şarap doldurdular.
Ben, bana bir öykü anlatın dedim.
Dedi, birisi,
Adem çok uslu bir çocukmuş, hiç sesini çıkarmazmış..
Kolu çıkmış.
Babası onu çıkıkçıya götürmüş.
Çıkıkçı yılların ustalığıyla kolunu almış, uğraşmış...
Babası yolda sormuş,Adem nasıl kolun?
Yanıtlamış;
Baba, çıkan kolum o değildi ki...


Re: Günlük Şeyler

Turgut'un bıraktığı iz üzerinden biraz daha sürdürelim tartışmayı.

Oktay'ın itirazının da düğümlendiğini sandığım bir noktayı öne sürüyor Turgut: genel olarak "kitap"ın doğa (ya da doğal olduğu sanılan) tarafından galebe çalınması.

Bu ayrışma Günlük Şeyler'le Çıkmalar arasındaki temel farkı kuruyor bana göre. Günlük Şeyler yaşamın içinden alınmış bir anın (Sürücü'nün notlarından anlıyorum bunu - ama öyküde de emareleri yok değil) bilgeliğini bize yansıtırken; Çıkmalar fazlasıyla bilinçli bir kurguyla kitabı belirli bir kitap kuş'u da bir simge haline getiriyor ve bilgeliği ters yüz etmeye çalışıyor. Bu anlamda iki öykünün ereğinin birbirinden çok farklı olduğunu sanıyorum. Hem de % 90 aynı sözcük dizilimiyle yazılmışken.


Re: Günlük Şeyler

öykü, kuştur derken bunu söylemeye çalıştım zaten. bu öykü, bir deneyim(yaşam) öyküsü olduğu için "Kitabın" üstüne edebilmektedir. öykünün başarısı dediğim şey bizatihi kuşun başarısıdır. Mar 6th, 2013 günü 21:41 sularında gönderdiğim iletide, metin ile yaşam kavramlarını birbiri yerine kullanmam bununla ilişkilidir. yani, yaşam(deneyim) hiç de doğal değildir, tam da barış acar'ın parantez içinde belirtme gereği duyduğu gibi "doğal sanılan"dır. metinde dile gelen yaşamın artık doğal olduu söylenemez ve yaşam ancak metinde dile gelebiliyorsa da doğal olan yaşamdan söz etmenin hiç bir gerekçesi ve açıklaması olamaz. işte bu noktada ben şunu öne sürdüm : öykü, yazarına rağmen başarılı olabilmektedir. yazar, doğal ve birincil elden, doğrudan deneyimlediğini anlattığını sanır. öykü ise tam da bunun aksinin gerçekleştiğinin yani dolayımın("kökensel yanılsamanın") kanıtıdır. yazarın -bir kurum olarak yazarın- doğrudanlık fantazisini darmadağan eder, kitabın bütünlük fantazisini darmadağan ettiği gibi... yazarın kuşa yüklediği yani yaşama ve böylece de deneyime yüklediği değer burada öykü tarafından ters yüz edilir. yaşama dair o safça bilgelik yanılsamasının ortadan kaldırılmasıdır bu.


Re: Günlük Şeyler

'Bir kafes, kuş aramaya çıkmış.' - Kuş arayan bir kafes? Fiyaka hep bozuluyor.


Re: Günlük Şeyler

keşke yazarı araya girip "ben yaşadım" demeseydi..Smile)

Bu öykünün, yazarın bir kurgusu olduğu fikri beni heyecanlandırmıştı hele de arkasındaki tartışmaların ardından.

Öyküdeki:kuş, okuyucu yazar ve kuşun "sıçması" eylemliliği bir durum idi.

bana göre; burada izlek "kitapa" yapılmış "içine ederim" anlamı idi. aklımıza "tükürürüm ben böyle sanatın içine" geldiğinde "kitapa" yapılmış bu anlam okuyucuda tepkiye neden oluyor ve okuyucuda tartışma başlıyor. "kitap" kavramını ve kendi bilincindeki "anlamını" yeniden gözden geçirmeye çalışarak.

Öykünün başarısı okuyucuda bu tartışmaya başlatması ile ölçülebilir.


Re: Günlük Şeyler

kitabın üstüne sıçılmasına tepki göstermiyorum; aksine, başarı kısa öykünün "Kitap" üzerine "Yazara" rağmen sıçabilmesidir.

öykü, kuştur. öykü ortaya çıktığı anda "ben yaşadım" diyen yazarın fiyakasını bozar.çünkü, deneyim/yaşantı ancak bir öykü "dolayımı" ile ortaya çıkabilir, öykünün dışında bir deneyimden söz edilemez. öykücü, "dile getirdiği anda" zaten artık salt deneyim diye bir şeyden bahsedilemez olur -burada "dile getirmeden önce", salt deneyim vardır da sonradan dile gelince bu kaybolur demiyorum-. "ben yaşadım" diyip öykü üzerine konuşmaktan vaz geçen "yazar" ile "Öykümde anlatılan şey şudur" diyen yazar aynı metafiziki egemenlik kurgusuna dahil olmaktadırlar. ilki "doğrudan deneyimleyen yazar" olarak, ikincisi "deneyimini öyküye aktaran ve böylece öykünün yazarı olma payesini kazanan" yazar olarak...


Re: Günlük Şeyler

"...kitabın üstüne sıçılmasına tepki göstermiyorum; aksine, başarı kısa öykünün "Kitap" üzerine "Yazara" rağmen sıçabilmesidir."

Güzel...

Böylece öykü içindeki kahramanın "o anda" "kitapla" ilgili sorunu vardır diyebiliriz bence de... Ama elbette yazarının da olabilir. Nihayetinde "kitap sahibi kahraman" öykünün sonunda kuşu "olumlamaktadır"


Re: Günlük Şeyler

Başa, öyküye dönmek istiyorum: "Günlük Şeyler" bir yaşanmışlıktır, bir yaşanmışlığın hikaye edilmesidir, hem de güzel bir gözle ve anlatımla ama okuyucu olarak bana ne anlattığı üzerine, yazınsal bir haz verdiğini söyleyemem. Bunun nedenini de öyküyü oluşturan metnin yapısının neden olduğunu da düşünebilirim.

Yazarın, gözlemine dayanan, bizzat öykünün içinde bulunduğu (son olarak Çobanın El Kitabı ve Sürü örneklerinde olduğu gibi) haz aldığım yazıları var ama bu metnin Barış Acar'ın da değindiği gibi "olmamışlık"ında hem fikirim.

Öykünün söylemek istediği şeyden bağımsız, öykünün söylediği şey eksik bana kalırsa.