UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Gündem

03 Haz 2009
abdullah şahin

Toplumumuzda farklı tercihlere anlayışla yaklaşamayanların, yerleşik düzeni savunanların güzel bir eleştirisi: Yıldırım Türker - İtiraf ile pişmanlık

Kategori:

Re: Gündem

Ben de bir çırpıda okudum. Durumu "canlı canlı", güzel aktarmış. Eline sağlık Elif'in.


Re: Gündem

""
Ayakkabılarını kurutmaya çalışıyor ama KESK’in sobası harlı yanmıyor.
Smile
Teşekkürler Elif, fotoğrafını çekip koysan belki sesleri duyamaz kokuları alamazdık. Good


Re: Gündem

Semih Kaplanoğlu "Bal" filmiyle Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ödülünü kazandı.

Altın Ayı 'Bal'ın


Re: Gündem

Bu haber elbette oldukça üzücü. Ankara'da Kavaklıdere sineması da şu an Alkazar sinemasının yaşadığı kaderi yaşamıştı üç yıl önce. Kavaklıdere sineması hatırımda her zaman çok özel olarak kalacak en sevdiğim filmleri izlediğim sinemaydı.Kavaklıdere sineması sinema izlemenin bir eğlence, hoşca vakit geçirmenin bir aracı olmadığını eğitimimin bir parçası olduğunu keşfettiğim filmleri izleme olanağı bulduğum yerdi. Ne yazıkki artık avrupa filmelerini izlemek için sadece festivalleri beklemek zorundayız.


Re: Gündem

Cihan Başbuğ dedi ki:
Orhan Duru öldü.

Yılmaz Duru olacak sanırım Cihan.


Re: Gündem

Düzelttim Laughing out loud


Re: Gündem

Arkadaşlar, değerli yorumlarınız için teşekkürler...

Okumak isteyenler için, anlatının Radikal'ce kısaltılmamış hali aşağıda:

""

Yeni Şehirde Bir Akşam Vakti

Kitabı okurken ustam, sözünü ettiğin Piknik’in yerini tayinlemeye çalışmış, nereyi tarif ettiğini çıkaramamıştım. 70’li yıllarda Ankara’da yaşayanlar da hatırlayamıyor; Tuna Caddesi’nin bulvar girişinde dikili, hantal, gri binanın bulunduğu yer olabileceğini söylüyorlar. Ankara öyle hızlı değişiyor ki, romanı yazdığın döneme ait bir tek yapının yerinde durduğundan bile şüpheliyim. İki katlılar yıkılıp yerine sekiz on katlı binalar konduruluveriyor. Bir öyküne konu ettiğin Kızılay binasını görsen ustam, sanki üzerimize abanacak; öyle hükümran, öyle çirkin, öyle küçültücü… Bu koca binaların arasında kayboldu gitti anlattığın Yenişehir; daha aşağıda, Sıhiye tarafında kaldı. Balıkçıların, Piknik’in bulunduğu yer Sakarya Caddesi diye anılıyor. Ya da düne kadar öyle anılıyordu.
Şimdi Sakarya’da yeni bir şehir var. Tuna Caddesi’nin bulvar girişinden, Mithat Paşa’ya uzanan yol boyunca, naylon duvarları, varil ya da tenekeden yapılmış sobalarıyla, binlerce işçi elli gündür bu şehirde yaşıyor. İlk geldiklerinde, Abdi İpekçi Parkı’nı seçmişlerdi ama yetkililer bunu uygun bulmadı. İyi ki de uygun bulmadı. Şimdi dükkân, market, esnaf yanı başlarında.
Bir öğle vaktinde, Kızılay’dan Pikniğe akan başkent kalabalığına, bir film makinesinin objektifiyle bakmak istedim(*), diyorsun eserin için. Ben de aynı mekâna bir akşam vakti bakıyorum:
Nerdesin, diye soruyorum arkadaşıma. Trabzon’dayım. Sen…, diyor. “İzmir’deyim.” “İzmir nerde?” “Köşedeki büfenin alt başında.” “İyi, ben burdan Mersin’e geçicem. Tokat’a gitmedik hiç, buradan çıkarken ararım seni, orda buluşuruz.” Kezban’la Tokat’ta buluşuyoruz. Çadırın kapısından başımızı uzatıyoruz. Ankara’daki emek örgütlerinden tanıdık yüzler görüyoruz işçilerin yanında. Bizi içeri çağırıyorlar. Naylonu havada tutan köşelere ve ortaya dikilmiş uzun çıtaların uçlarına plastik su şişeleri geçirilmiş naylon delinmesin diye. Bir köşede işçilerin battaniyeleri, çantaları yığılı.
Plastik taburelerde oturan işçilerden birkaçı bize yer veriyor. Rahatsız olmayın diyoruz ama ısrar ediyorlar. Bu ziyaretler için, sizin buraya gelmeniz, bize nasıl moral veriyo, nasıl iyi geliyo, diyorlar. Yirmi yılı aşkın bir zamandır Tekel’de çalışan bir işçi, emekliliğime az kaldı. N’apar eder emekli olurum. Kendim için değil, yedi yıllık, on yıllık işçiler var, onlar için geldim. Çocuklarımız bu yasalarla çalıştırılmasın diye geldim ben, diyor. Yoruldum heeri…, diyerek bir kadın giriyor içeri. İsmail hoca, kesin Çorumludur, diye mırıldanıyor gülümseyerek. Nerelisin diye soruyorlar yeni gelene. Çorum, Alaca, diyor. Oturup biraz soluklanıyor. İşçilere, bir şeye ihtiyacınız var mı diye soruyor. Karda kışta bu kadar insana yaptıkları zulüme bak, işallah sonu iyi olur. Çektiğiniz irezilliğe değer, diyor. Onlara iyi akşamlar dileyip başka bir eve misafir oluyoruz.
Urfa Tekel’den Cemal, bağlama çalıyor. İskenderun’dan Edibe’yle Adana’dan Cabbar bize tabure uzatıyorlar. Oturup türkülere biz de eşlik ediyoruz. Sobanın önünde oturan işçiler Erdoğan’ın açıklamasını tartışıyor. Sesleri arada bir yükselip bizim sesimizi bastırıyor. “Bir gecede on beş yasa çıkardı bunlar. 4C’ye gelince bakın iş nasıl uzuyor.” Edibe, soyduğu portakaldan ikram ediyor bize. Sobalardan çıkan duman vücuttaki c vitamini öldürüyormuş. Edibe üşüttüğü için mi, soluduğu dumandan mı, durmadan öksürüyor. Revire gidip şurup aldığını söylüyor. Türk İş binasının alt katında revir var. Sağlıkçılar gönüllü çalışıyor burada. Diş de çekiyorlar mı, diye soruyor Cevher hoca. Niye, dişini mi çektirecen, diyor biri. Gülüyoruz. Kapıdan Bahar giriyor. Sobanın yanına doğru yürürken, merhaba arkadaşlar, diyor. İşçi kadınlardan biri, merhaba teyze, buyur, gel, diye karşılıyor onu. Teyze mi, ne teyzesi ya, diyor Bahar, gözünü belertip şaşkın şaşkın bakarak. Sen canına mı susadın, beli bükülmedikçe bir kadına teyze denir mi, diyor biri. İtiraz edenler, gülenler oluyor. Bahar, sobada ellerini ısıttıktan sonra çantasından bir ajanda çıkarıp bir şeyler yazmaya başlıyor.
Tekel işçisinin direnişi hakkında insanların ne düşündüğünden açılıyor laf. Taksi şoförünün, ben sabah dörtte kalkıp gece yarısına kadar çalışıyorum. Yine de Tekelcilerin aldığı parayı kazanamıyorum. Hem yan gelip yatacaksın, hem iki, üç milyar maaş alacaksın. Bak yine trafiği tıkadılar, durmadan eylem yapıyorlar dediğini anlatıyor biri. Tepemin tasını attırma da arabayı sür, demiş bunu bize anlatan kadın işçi. Sabah dörtten gece yarısına kadar çalışmaktan beynin sulanmış senin.Yoksa aklı olan bu yalana inanır mı! Ben de Tekel işçisiyim. Maaş bordrolarımızı astık çadırlara. Gel bak bakalım içimizde iki milyar alan var mı, demiş. Antakyalı Çiğdem, ben, diyor, 98’de girdim Tekel’e, 2004’te kadrolu oldum. Önce yaprakta çalıştım. Tütün yapraklarını iplerden sıyırıp otuzar kiloluk balyalar yapıyorduk. Ağzımıza maske takıyorduk, önlük giyiyorduk ama akşam evde soyununca iç çamaşırlarımıza kadar simsiyah oluyordu üstümüz başımız. Balyaları taşımaktan bel fıtığı olduk hepimiz. Yedi yıl çalıştım yaprakta. Sonra üretime geçtim, diyor. Otuz dört makine bir günde bilmem kaç bin paket sigara üretirken, git gide makine sayısı azaltılmış. Dört makineye düşmüş. Bir günde üretilen sigara on günde üretilmeye başlanmış. Boş boş oturduk, diyor. Burdaki müdür bir bakıyoruz bizden yana oluyor, bir bakıyoruz oturduğumuz tabureleri toplattırıyor. Kartonları yere serip yerlere oturuyoduk, diyor. “Sonra özelleştirmeler başladı. Biz özelleştirmeye karşı da eylemi yaptık. Kimse sesimizi duymadı. Yine böyle kışa denk gelmişti.”
Gözlerini yere dikip susuyor. Sonra, ne isterdim biliyor musun, diyor. “Tayip Erdoğan’la yüz yüze konuşmayı çok isterdim. Bizim boş boş oturmamıza sen sebep oldun, üretimi sen düşürdün, sen durdurdun makineleri demeyi, yüzüne karşı bunları söylemeyi öyle isterdim ki… Hatay’ın tütünü var ya, dünyada ikinci sıradaymış kalite yönünden. Ektirmiyolar. Onu da bitirdiler. Şimdi, çifçilerin de burda olması lâzımdı.” Bir kadın işçi dönüp, siz ne yazıyosunuz, diye soruyor Bahar’a. Başını kaldırıp sizin eyleminizi yazıyorum, kitap yapacağım, diyor. Kapıdan bir baş uzanıyor, arkadaşlar, diyor, “Açlık grevindeki kadın arkadaşların yanında kalacak kadın arkadaşlara ihtiyaç var. Her çadırdan bir kişi istiyoruz.” Ben kalırım, diyor Nilüfer. Elindeki kağıda işçinin adını yazan görevli, gece on iki gibi alırız seni, deyip gidiyor. Çiğdem, devam ediyor anlatmaya, “Sonra bizi depoya verdiler. Orda da boş boş oturduk. Bizi çalıştırmadılar. Tekel bakanlığa bağlıydı, darphane gibi para basıyordu. Üretimi düşürdüler. Tekel’i bitirdiler. Şimdi satıp Amerikan şirketlerini zengin edecekler” Bir başkası, Samsun’un maliyeti dört kuruş, ama piyasada üç liraya mı, dört liraya mı ne satılıyor. Aradaki farka bak, diyor. “Tekel’i satın alanlar çok kazanacak.”
Bahar, arkadaşlar, diyor, “kitapta yer almasını istediğiniz bir şey varsa, anlatın, onlara da yer vereyim.” Kısa bir sessizlikten sonra bir kadın işçi, bugün kızımın, Yağmur’un yaşlarında bir kız geldi buraya, diyor. “Maddi durumumuz iyi olmadığı için buraya bir şey getiremedim. Ama annem bir çadır için yemek hazırlayacak, bu çadırdakileri evimize davet etmek istiyoruz, dedi. Babası yokmuş kızın. Görseniz, şuraya dikildi, hem ağlayacak gibi duruyo, hem gözlerinin içi gülüyo…” Bunu anlatan kadın işçinin gözleri de dolu dolu oluyor. Odun getiren işçiler ısınmak için sobanın başına geçiyor. Çadır kalabalıklaşıyor. Onlara yer açmak, başka çadırlara uğramak için kalkıyoruz.
Dışarıda, varilden yapılmış sobanın önünde bir kadın ağlamaklı, yanındakine anlatıyor telefon konuşmasını, çocuğunun kendisine küstüğünü, hani hemen gelecektin niye gelmiyorsun dediğini. Sokağın aşağı tarafından gelen sese, slogana eşlik ediyor: “Tay-yip ner-de-sin, Allah be-la-nı ver-sin!”
Sokak tıkanıyor bir an. Kasalarla portakal taşıyanlar, yer açın arkadaşlar, müsaade edin, diye bağırıyor. Kenara çekilip onların geçmesini bekliyoruz. Önünde beklediğimiz çadırda işçiler şimdilerde dillerden düşmeyen, meşhur şarkıyı söylüyor: “İndim havuz başına, polis çıktı karşıma, biber gazı bilmezdim, o da geldi başıma.”
Türk İş binasına doğru yürüyoruz. Diyarbakır Tekel’in önünde yaşlı bir kadın çadırdaki işçilere, direnişinizi yürekten kutluyorum yiğit işçiler, diyor. “Tokat Tekel’den bir arkadaşınızın yazdıklarını okuyacağım size.” Bir dörtlüğü yakalıyorum:
“Ankara’dan bize gelir azıklar
Davadan dönene olsun yazıklar
Kanımızı emiyor kanı bozuklar
Bu yol bana ölüm olsa vazgeçmem!”
İşçiler bu hanımın tok sesini, okunan dizeleri coşkuyla alkışlıyor.
Türk İş’in önü çok kalabalık. Açlık grevindeki işçileri ziyaret edenlerin kalabalığı. O tarafa geçemiyoruz. Markete sigara almaya giderken KESK çadırında Hıdır hocayla karşılaşıyoruz. Onun yanına oturup önümüzden akan kalabalığı izliyoruz. Bir ara Doğan hocayı görüyorum. Ne oturuyorsun, senin evin yok mu, diye laf atıyor bana. Bu söz başbakana ait, duyarsa telif ücreti ister senden, diyemiyorum, hızla geçip gidiyor. Az önce yağan yağmurda ayakkabıları su almış Hıdır hocanın. Ayakkabılarını kurutmaya çalışıyor ama KESK’in sobası harlı yanmıyor ki.
Yeni şehir iğne atsan yere düşmez bir kalabalığı barındırıyor. Hatice hanım, sokağı dolduran kalabalığın arasından geçerken ileniyor mu, tezgâhtar Ahmet, Şükran’ın memelerini mıncıklamaktan başka şeyler düşünmeye başladı mı, civardaki binanın kapıcısı, yöneticinin dırdırından, apartmandan kovulma tehditlerinden bıkıp Mevlüt efendi gibi, kapının önüne çamaşır serdiği için karısını dövüyor mu bilinmez ama Aliler gece gündüz oradalar ustam. Kimi, yemek dağıtmakla meşgul, kimi, battaniye, çorap, iç çamaşırı, eldiven, kaban… Kimi, odunları tutuşturmak için civardaki marketlerden, mağazalardan topladıkları kartonları taşıyor, kimi işçilerin söylediği türkülere, sloganlarına, halaylarına eşlik ediyor, şiir okuyor, küçük skeçler, oyunlar sergiliyor… Tüm bunlar olur da polis olmaz mı, onlar da var yeni şehirde. Şimdilik, Kızılay binası gibi kımıltısız, sadece bekliyorlar.
Hava çok soğuk, buz gibi. Ankara’nın bu donduran soğuğunu ne naylon evler, ne etrafına doluşulan sobalar kesiyor. Ama zaten eğreti sobalar değil, ekmek kavgası onları bir arada tutan. Tekel işçisi ekmeği için, geleceği için eylemine devam ediyor.

Elif Çınar, 2010, Ankara

(*) Sevgi Soysal, Yenişehir’de Bir Öğle Vakti, İletişim Yayınları, 2008


Re: Gündem

Bu gün 78 gündür tekel işçilerine ev sahipliği yapan sokaklardan geçtim. İşçiler söyledikleri gibi çadırlarını toplayıp sokakları süpürerek ve esnafla vedalaşarak çekip gitmişlerdi. 15 yıldır neredeyse her gün geçtiğim bu sokaklar naylon çadırlar, derme çatma sobalar ve işçiler olmadan öylesine yabancı geldi ki. Sanki bu gün Sakarya boynu bükük Ankara öksüz kalmış gibi hissettim. Meğer tekel işçilerinin oradaki varlığını iyice kanıksamış. Sanki onlar hep orada kalacaklarmış Tayyip'e 'bana bak bana, ayağını denk al, bir yanlışın olmasın, bak biz buradayız' diyerek bize sahip çıkacaklarmış gibi hissetmişim.


Re: Gündem

Tekel işçilerinin eylemlerine bir süre ara verdikleri ve Sakarya'da kurdukları çadırları toplamaları vesilesiyle daha önce fırsat bulamadığım için foruma yükleyemediğim tekel işçilerine ve onların 78 günlük Ankara konaklamalarına ilişkin bir kaç kare fotoğrafı sizlerle paylaşmak istiyorum.


Re: Gündem

nurten aksakal dedi ki:
Tekel işçilerinin eylemlerine bir süre ara verdikleri ve Sakarya'da kurdukları çadırları toplamaları vesilesiyle daha önce fırsat bulamadığım için foruma yükleyemediğim tekel işçilerine ve onların 78 günlük Ankara konaklamalarına ilişkin bir kaç kare fotoğrafı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Fotoğraflar için teşekkürler. Önce Elif'in yazısı şimdi de fotoğraflarla orada olamayanlara atmosferi aktardığınız için teşekkürler. Flowers


Re: Gündem

Fatih Özgüven'in bu yıl oscar ödülünü kazanan "Ölümcül Tuzak"la ilgili yazısı filme başka bir noktadan yaklaşıyor. Genellikle savaş filmlerini taraflar açısından düşünüp haklı-haksız gibi değerlendirmelere gidilir. Bu filmde bunlardan ayrı olarak askerliğin uzmanlık tarafının nasıl da kişinin gözlerini kapadığını, insanı makineleştirdiğini güzel bir dille anlatıyor.

Bigelow açıyor, Scorsese örtüyor


21. Ankara uluslararası film festivali

21. Ankara Film festivali bitti. Festival kapsamında düzenlenen yarışmalarda ödüller de sahiplerini bulmuş oldu.


Re: Gündem

Festival ve ödüller hakkındaki bilgilere festivalin sitesinden de ulaşabilirsiniz.


27.Ankara Müzik Festivali

5 Nisan'da başlayacak olan müzik festivalinin bu yıl 27. düzenleniyor. Biletler 20 Mart'ta satışa sunulmuş bile. 30 Nisan'a kadar sürecek olan festivalle ilgili detaylara festival sitesinden ulaşabilirsiniz.


Re: Gündem

Malum olduğu üzere İstanbul Film Festivali başladı. Festivalin Ankara'ya uğrama gibi bir geleneği var mı acaba?


Re: Gündem

Bu ayla birlikte Sinecine adlı, hakemli, akademik bir sinema dergisi yayın yaşamına başlıyor. Editörlüğünü Nilgün Abisel'in üstlendiği derginin ilk sayısında Abbas Kiarostami'ye geniş yer ayrılmış.


Re: Gündem

Dün, Radikal gazetesinde, Gündüz Vassaf'ın üniversitelerin günümüzdeki durumuyla ilgili güzel bir yazısını okudum. Ülkemizde artık akademik bilginin üretilmesine çalışıldığı bir yer olmaktan -ki ne kadar üretilebildiği de malum- çıkıp tamamen meslek okullarına dönüşen, herhangi bir devlet dairesinde rastalayacağınız ilişkilerle ayakta duran bu okulların son hâlini dünya ölçeğinde şöyle değerlendirmiş yazar:

Üniversitenin intiharı


Re: Gündem

Yarın, sevgili öğrencilerim, aylardan beri hazırlandıkları ygs sınavına girecekler. Bu gece en az onlar kadar heyecanlıyım. Hem öğrencilerime hem varsa sınava girecek forum üyelerine başarılar dilerim. Flowers


e-Kitap

Uzun zamandır bekliyordum. Nihayet ideefixe duyurusunu yaptı: eKitap.

Şimdilik katılımcı yayınevi sayısı sınırlı, ama kısa zamanda artacağını umuyorum. 15 nisanda kitaplar da satışa çıkacakmış, eReader'lar biraz tuzluca olsa da alınabilecek kitap sayısı artınca cihaz kendini amorti edecektir. Smile


Re: Gündem

Valla, Eren böyle müjdeli bir haber verir gibi verince adresi, ben de girip üye olayım dedim ama meslek seçimi bölümünde endimi ifade edecek bir şık bulamadım üye olmadan çıktım, iyi yapmış mıyım!


Re: Gündem

elif cinar dedi ki:
Valla, Eren böyle müjdeli bir haber verir gibi verince adresi, ben de girip üye olayım dedim ama meslek seçimi bölümünde endimi ifade edecek bir şık bulamadım üye olmadan çıktım, iyi yapmış mıyım!

İyi yapmışsın!

Hata bende, haberi yeterince ayrıntılandırmamışım. ideefixe Türkiye'nin en büyük online kitapçısı. eKitap, uzunca sayılabilecek bir süredir dünyanın gündeminde. İnsanlar artık kağıda basılmış kitapları almak yerine, bilgisayar ekranından okuyabilecekleri dijital kitaları almaya başladılar. Böylesi hem daha ekonomik (baskı, kağıt ve dağıtım masrafı olmadığı için) hem de daha çevreci (daha az ağaç kesiliyor). ideefixe'in yaptığı bunun için bir adım atmak. Bazı yayınevleriyle anlaşıp kitaplarını dijital formatta (eKitap: elektronik kitap) satmaya hazırlanıyorlar. Böylece bir kitabı okumak isteyen okur, internetten satın alıp hemen birkaç saniye sonrasında bilgisayarında ya da bu iş için tasarlanmış özel okuyucusunda kitabını okumaya başlayabilecek. Özel okuyucular şimdilik biraz tuzlu (500 - 600 lira civarında sanırım) ama çok kitap okuyanlar için yine de uzun vadede daha ekonomik, çünkü ekitaplar basılı kitaplara göre daha ucuz.


Re: Gündem

Zamanla okuyucular daha da ucuzlar, kitap okuyan herkesin cebine girmeye başlar. Eline kitabını alıp okumanın tadı başka; ama bu teknolojinin de birçok artısı mevcut.


Re: Gündem

Bildiğim kadarıyla Apple'ın bu ay içinde çıkardığı yeni nesil bilgisayarlar küçük ve e kitap okuma olanağı da sunuyor. Biraz daha bekleyelim bakalım neler olacak? Cool


Re: Gündem

Cihan Başbuğ dedi ki:
Bildiğim kadarıyla Apple'ın bu ay içinde çıkardığı yeni nesil bilgisayarlar küçük ve e kitap okuma olanağı da sunuyor. Biraz daha bekleyelim bakalım neler olacak? Cool

Şu anda piyasada çok sayıda ekitap okuyucu var zaten, ama tabii daha teknoloji yeni gelişmekte olduğundan fiyatlar biraz yüksek. Birkaç yıla kadar hem fiyatlar düşer hem de dijital ortama aktarılmış kitap sayısı artar...


Re: Gündem

Haber: "Japonları Kandıran Türk"

İnsanın aklına Sülün Osman geliyor Smile