UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Gülpaşa!

05 May 2010
Nurten Öztürk

Kumsaldakiler evlerine dönmeye başlayınca iki katlı, büyük teraslı yazlık evlerin bahçelerinden terlik, duş, silkelenen havlu sesleri duyuldu bir süre. Sonra masa sandalye, çatal bıçak sesleri... Sonra top oynayan, havuza atlayan çocukların bağırış çağırışları, asflta çarpan top, havuzdan sıçrayan su sesleri, dizilen, karıştırılan okey taşlarının sesi… Fısıtılı sohbetler, arada bir yükselen kahkahalar. Gece ilerledikçe sesler azaldı, azaldıkça alçaldı. Sonunda sessizliğin içinde cırcır böceklerinin “cırt cırt”ları ile fıskıyelerin “pııss, pııss” diye dönen, dönerken gene birbirini kesen “pıs pıs”ları kaldı.
Ta, Nuriye hanımın çığlıkları bütün siteyi kuşatana dek.
“Ayol yetişin! Yetişin ayol! Bu ne!.. Bu ne ayol!..”
Komşuları çıplak ayaklarla, pijamalarla, uykulu gözlerle, Nuriye hanımın yanına koşarlarken o bağırmaya devam etti:
“İnanamıyorum, inanmıyorum!” ”İnanmıyorum”un tonu yükseldikçe ayaklar daha da hızlandı;parmak ucunda koşanlar, tam ayak koştular.
“Ayol bu Servet’in Gülpaşa’sı”.
“N’olmuş” dedi, komşulardan biri, ıslak çimenlerde ısrarla parmaklarının ucunda koşmaya çalışırken, bir eliyle paçasını yukarı çekiyor bir elini de rahatça koşabilmek için iri memelerine bastırıyordu. Gülpaşa adını duyunca yavaşladı, etrafa bakınırken:
“N’olmuş, tuvalete bıraktıydı az önce…”
“Tuvalete bırakmış ama anlaşılan bunun derdi başkaymış! Servet görürse, öldürür valla!”
Bir iki dakika içinde site sakinleri büyük bir halka oluşturdu. Gülpaşa halkanın ortasındaydı. Bembeyaz tüyleriyle yarı karanlıkta kolayca seçiliyordu. Kıpırdamadan, aldırmaz bir sakinlikle “Ne oldu?” der gibi bakıyordu yüzüne tutulan ışığa.
Halkadakilerin uykulu, şaşkın gözleri, konuştuğunda Nuriye Hanım’a, o, sustuğunda da Gülpaşa’ya dönüyordu.
“ Servet nerde, duymuyor mu bu kadın sesimi! Ay, balkonları yaksanız, Mediha hanım sizin balkon daha yakın.”
Servet Hanım, “Geldim geldim” dedi endişeli alçak sesle, “N’oldu , kötü bi’şey mi oldu?.” Soruları sıralarken, halkada kendine yer açıyordu.
“ Vallaha orasını bilemem, iyi mi, kötü mü gel kendin karar ver!”
Gülpaşa’yı ortada görünce çığlığı bastı Servet:” Ayy!.. Bi’şeyler yapın, durmayın öyle”
Halka sanki bu sözü bekliyormuş gibi birden hareketlendi:
“Hoşşşt, hoşt, defol, tıt, pıst, aloo!..”
“Bak hiç oralı oluyor mu? Hoşt!..”
“ Hoşşşt, tıt, pıst!”lar birbirine karıştı, halkadakiler de. Çocuklardan biri, “ Gel Karabaş Karabaş”
“Karabaş mı, sen tanıyor musun yavrum?”
“Yok ya, ne alakası var o sokak köpeği.”
Orta yaşlı, etine dolgun, biraz göbeklice bir beyefendi bedeninin ağırlığınca bir ses tonu ve üslupla ilk kez konuştu: “Hortum sıkalım, hanımefendi” dedi, “Başka türlü olmayacak gibi.” Birkaç kişi hemen fıskiyeye koştu, hortuma sarıldı. Hortum kısa geldi. “Hemen”, dedi kalabalıktan sigara yanığı kalın sesli bir hanım, “ Gençlerden biri Celil Efendiyi bulsun, hortumu yakına bağlatalım! ” İki genç isteksizce Celil Efendi’ye koştu.
“ Koş yavrum kapının arkasında uzun bir sopa var, onu alıver “ dedi yanındaki çocuğa, Servet hanım. Bir iki kişi servet hanımın evine doğru koştu. Bir başkası, “Celil Efendi gelene kadar idare etmek üzere patlak uzun bir hortum getirdi. O da yetişmedi, üstelik patlak hortumdan fışkıran sular oradakilerin çoğu sırılsıklam etti. Ortalık bir yangın yeriydi. Islananların bir kısmı evine döndü. Başka bir hortum daha bulundu, Servet Hanım hortumu kaptığı gibi, hemen yandaki evin bahçe çeşmesine koştu. Olanca gücüyle hortumu sıkarak köpeklere doğrulttu. Biraz uzak kaldığından çok tazyikli ulaşmıyordu su;ama gene de güçlüydü. Köpekler kıpırdamadan durdular. Onların sakinliği kızdırdı halkayı.
Nuriye hanım, “ Bak, bak seninki bırakmıyor ki gitsin öteki”
“Yok canım “ dedi Servet Hanım, “ korkuyor hayvancağız baksana, kocaman bir sokak köpeği öteki ”
“ Bak bak!.. Yok güzelim, seninki de az değil, dolamış bacaklarını ona bırakmıyor baksana, vay seni zilli!” Servet Hanım bir şey söyleyecekken vazgeçti, hortumu yere bıraktı. Hortum tutmaktan yorulmuş kollarını gevşetmek için biraz salladı, hortumu daha sıkı kavrarken, ” Küçücük köpek kocaman hayvanı nasıl bırakmıyormuş, korkuyor; baksana korkusundan kımıldamıyor bile ” “Yok “dedi öteki komşusu “ Yok, canım benim, seninki bırakmıyor, torun gelecek sana, çaresi yok.” “Kısırlaştırsaydın bari”
“Kısır, kısır” dedi hortuma yeniden sarılırken “Aşıları tam.”.
“Bi’şeycik olmaz öyleyse, bırak ne hali varsa görsün.” dedi bir diğeri.

”Nerde kaldı bu Celil Efendi!.. ”
“ Oğlum, vur o fırçayla ötekinin kafasına kafasına, hah öyle, it it… “
“ İttir iyice, hah o sivri yerini çevir… ittir…ver bana, şöyle güçlü, sertçe…”
“ Bak hiç tınıyo mu! Hoşt…hoşt…”
Adnan görse bunu eve almaz, öldürür vallaha” dedi Servet Hanım, dövünür gibi çömeldi dizlerinin üzerinde, sonra vazgeçti kalktı, son bir gayretle hortuma sarılırken, “Böyle seyredecek miyiz ayol!”
Celil Efendi’yi çağırmaya gidenler aynı şekilde koşarak döndü, “ Celil amca yokmuş, köye inmiş, yarın erkenden gelecekmiş.”
“O da köye gidecek zamanı bulmuş!”
Yavaş yavaş dağıldı halka, Servet Hanım ve birkaç yakın arkadaşı biraz daha kaldı, hişt, hoşt, deyip su sıktılar bir süre daha. Sonra onlar da gitti.
Karabaş ve Gülpaşa olduğu yerde öyle kımıldamadan durmaya devam etti. Servet Hanım balkondaydı.
Gökyüzü biraz daha koyulaştı, ay iyice parladı. Azıcık rüzgâr çıktı, yapraklar dingin hışırtılarla karıştı geceye. Gün boyunca güneşin sıcağını emen asfalt, kum, toprak ve çimen gecenin ortalarına doğru soğudu. Sabaha doğru çiğlenen çimler güneşle beraber yeşil yeşil parıldadı. Gülpaşa ile Karabaş ortalarda yoktu.

Kategori:

Re: Gülpaşa!

Öyküde "ucundan azıcık" olarak değinilen eylem, köylerde zaman zaman rastlanan bir durum. İlginçtir, daha çok üstü örtülmüş, önüne set çekilmiş cinsel yasaklamaların insanlarda uyandırdığı utanmadan tacize kadar uznan yelpazesinde, böyle bir olaya taşrada, küçük yerlerde, köylerde rastlandığında genelde ortama mizah hakimdir.
Gülpaşa!'yı, toplumumuzun yaralı-eksik-bastırılmış cinsel güdülerinin geri planlardaki davranış ve yaklaşımlarına sindiği genelde"nahoş" olarak tanımladığımız bir olay üzerine kurulmuş, nefis bir anatımı olan bir öykü olarak ifade etmek istiyorum.
Dilinize sağlık.


Re: Gülpaşa!

"Gülpaşa!"da benim de dikkatimi ilk çeken anlatımdaki ustalık oldu. Acele etmeden bir yaz akşamının ferahlatıcı serinliğine davet ediyor bizi yazar. Özellikle şu cümlenin altını çizmek istiyorum:

""
“N’olmuş” dedi, komşulardan biri, ıslak çimenlerde ısrarla parmaklarının ucunda koşmaya çalışırken, bir eliyle paçasını yukarı çekiyor bir elini de rahatça koşabilmek için iri memelerine bastırıyordu.

Bu komşunun "ısrarla" parmaklarının ucunda koşmaya devam etmesi çok hoşuma gitti Smile

Bir de "Gülpaşa" denen şeyin ne olabileceğini bir türlü anlayamadığım için neler döndüğünün ayırdına varmam bayağı uzun sürdü. Bunun yazarın bir tercihi olduğunu düşündüm. "Gülpaşa" gibi bir ismi daha önce hiç duymadım sanırım. O nedenle Nurten'in icat ettiğini düşündüm bu ismi. "Gül" ve "paşa"dan oluşan bir isim bana biraz tuhaf göründü (gül dişiliği, paşa erkekliği çağrıştırdığı için). İsimdeki bu tuhaflık en azından benim açımdan neler döndüğünü anlamayı geciktirdi. Bunun yazarın bir tercihi olduğunu sanıyorum.

""
“N’olmuş, tuvalete bıraktıydı az önce…”

Bu tuvalete bırakma işini ancak ikinci okuyuşumda anlayabildim. İlk okuyuşumda Gülpaşa denen şeyin bir tuvaletin içine bırakıldığını düşünmüştüm. Bu nedenle bir tavşan, hamster ya da fare gibi bir şey olduğunu düşünmüştüm. Meğer söz konusu olan "tuvaletini yapması için dışarı bırakmak"mış. İnsanın aklı nerelere gidiyor sabah sabah Smile

Nurten Öztürk'ün ellerine sağlık!


Re: Gülpaşa!

Gülpaşa'nın neliğindeki muğlaklık öyküye bir merak unsuru katmış, katılıyorum Bay Eren'e. Ben köpek olduğunu anlamıştım ama bir şekilde -eğer hayvanlarda da varsa myle bir şey- hayvanın düşük yaptığını düşünmüştüm. Benim de aklım nerelere gitmiş. Laughing out loud

Bir köy hikâyesi olarak anlatılsa sıradanlaşabilecek konu, şehirde, hatta yazlıkta geçince daha çarpıcı olmuş. Koşuşan insalarda önce parmak ucunda koşarken sonra tam ayağa geçen insanların anlatıldığı cümle daha çabuk yakaladı beni. "Parmak ucunda koşanlar, tam ayak koştular" cümlesi, öykünün sonunda hâlâ aklımdaydı.

Küçük bir yazım hatası vardı: "asflta çarpan top", gözden kaçmış olacak. Bir de ufak tamlama karmaşası: "havuzdan sıçrayan su sesleri", burada "havuzdan sıçrayan suyun sesi/sesleri" gibi bir ekleme gerekiyor sanırım. "Bağırış çağırış" mı "bağrış çağrış" mı?

"Ta, Nuriye hanımın çığlıkları bütün siteyi kuşatana dek". Bu "ta" kullanımın böyle olması salık veriliyor hep (Ömer Asım Aksoy muydu?) ama ben bu kullanımı doğal bulamıyorum. Belki benim ufak yaşım elvermiyor. Ama sevmiyorum bunu, kulak tırmalıyor, ölçüsü tutmuyor gibi gelmiyor sonrasında gelen anlatıya. Ne yapmalı?

Namus bekçisi kadının isminin "Servet" olması, sonra Bey Eren'in bahsettiği "Gülpaşa" karşıtlığı; beraber düşünüldüklerinde örtüşüyor, belki de -kılı kırk yaracak olursak- erkek ismine sahip kadının "erkeklik" gösterdiği, insan bakışıyla cinsiyeti-olamaz bir varlık olan köpeğin adındaki çift-cinsiyetli (hünsa/hermafrodit) olarak varolduğu, bu yüzden ne ne dişi bir köpek gibi "köpekliğini" yaşabildiği, ne bir paşa gibi "layığına" varamadığı bir sonla tamamlanıyor öykü.

Son paragrafta kamera yavaşça uzaklaşıyor. Gülpaşa ile Karabaş'ın umrunda değil ki olan biten. Unutmuşlardır bile belki dün geçeki insan zıvadan-çıkmışlığını. İklim değişir, herkes kovuğuna çekilir.

Ellerine sağlık Öztürk Nurten'in!


Re: Gülpaşa!

İnanamıyorum, inanmıyorum dan sonra inanmıyorumun tonu yükseldikçe denildiğinden sanki birinci inanamıyorum da inanmıyorum olacakmıs ve tekrarlar seklinde güçlendirilecekmiş hissinde bir kırılma oldu bende.
Ama hikaye enfes. Gerçekten gözler önünde canlanıveren akıcı ve samimi anlatım çok etkili üstelik Gülpaşa kedi mi köpek mi diye tereddüt ettim ve Karabaş çıkana dek erkek heralde dedim kendime. Sokak köpeğiyle çiftleştiğinde sokağa atılan bir sürü cins köpek olmasını anlayamamış bana da şamar gibi oldu sahiplendikleri hayvanı belki de insansılaştırdıklarından namuslarına helal gelmiş sayan ademoğlu tuhaflığını ne güzel analiz etmişsin zira Servet eşi görürse eve almayacağından yakınıyor.O sahneyi gören insanlar ilgisiz kalamaz ya dürter ya taş atar ya su sıkarlar. Bırakmazlar ki kendi yaşayamadıklarını hayvani içgüdülerle yaşasın hayvancıklar istemezler bu iş gözleri önünde olup bitsin velveleye vermese ortalığı kadın onlarda sakince işlerini yapacak belki ama o zaman da bu harika öykü kaleme gelmezdi. Durumları ve insanları betimlerken arka planda söze dökülmeden bir sürü kalıpsal yargı ve davranış da ustalıkla kaleme gelmiş. Ben çok güzel hareketler bunlara gönderme yaparak yinelemek istiyorum Nurtencim E pes yani....


Re: Gülpaşa!

Çehov tadında, gülümseten bir durum öyküsü... Tebrikler.


Re: Gülpaşa!

Vay! Nurten Öztürk, tebrikler...

""
sahiplendikleri hayvanı belki de insansılaştırdıklarından namuslarına helal gelmiş sayan ademoğlu tuhaflığını ne güzel analiz etmişsin

Nilüfer'in bu tespitine ben de katılıyorum.

""
dolamış bacaklarını ona

Köpeklerin çiftleşirken aldıkları pozisyon düşünülürse bu cümledeki anlatım doğru mu? Bacaklarını dolayamaz gibi geldi.

Ve bir de,

""
...terlik, duş, silkelenen havlu sesleri duyuldu bir süre. Sonra masa sandalye, çatal bıçak sesleri... Sonra top oynayan, havuza atlayan çocukların bağırış çağırışları, asflta çarpan top, havuzdan sıçrayan su sesleri, dizilen, karıştırılan okey taşlarının sesi…

Seslerin bu biçimde sıraya konması doğal gelmedi bana. Sitedeki bu seslere yaklaşan biri önce falanca sesi duyup sonra yaklaştıkça filanca sesi duyuyor olsa bir aksilik olmayacak ama siteye, olayın geçtiği yere belli bir mesafeden bakış söz konusu. Sesler sırayla çıkmıyor olmalı, kimi daha baskın, kimi belli belirsiz ama birbirine karışarak çıkıyor olmalı diye düşündüm.
Ve son olarak, ellerine sağlık Nurten Öztürk...


Re: Gülpaşa!

elif cinar dedi ki:
""
...terlik, duş, silkelenen havlu sesleri duyuldu bir süre. Sonra masa sandalye, çatal bıçak sesleri... Sonra top oynayan, havuza atlayan çocukların bağırış çağırışları, asflta çarpan top, havuzdan sıçrayan su sesleri, dizilen, karıştırılan okey taşlarının sesi…

Seslerin bu biçimde sıraya konması doğal gelmedi bana. Sitedeki bu seslere yaklaşan biri önce falanca sesi duyup sonra yaklaştıkça filanca sesi duyuyor olsa bir aksilik olmayacak ama siteye, olayın geçtiği yere belli bir mesafeden bakış söz konusu. Sesler sırayla çıkmıyor olmalı, kimi daha baskın, kimi belli belirsiz ama birbirine karışarak çıkıyor olmalı diye düşündüm.

Benim anladığım, Nurten günün değişik saatlerini duyulan seslerle ifade ediyor, üstelik bunu çok başarılı biçimde yapıyor. Önce insanlar denizden geliyorlar, duşlarını alıp havluları silkeliyorlar, sonra akşam yemeklerini yiyorlar. En sonunda da yemek masasından fırlayan çocuklar sokakta oyun oynuyor, aileler okey masasında bir araya geliyor.