UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Gülerek Ölmek

11 May 2009
Barış Acar

Haldun Taner
"Gülerek Ölmek"
Onikiye Bir Var,
Ankara, Bilgi Yayınevi, 1983,
s. 177-213.

İndirmek için tıklayınız:
Öykü forumdan kaldırılmıştır (Bkz: Forum İşleyişi).

Kategori:

Re: Gülerek Ölmek

"Gülerek Ölmek" öyküsünü daha önce evire çevire grubunun çabalarıyla okuma fırsatı bulduğumuz Paul Simms'in "Bir Yakarış" adlı öyküsünü okurken anımsamıştık.

Herkese iyi okumalar dilerim.


Re: Gülerek Ölmek

Ankara’nın bir deniz kıyısına sadece iki saat uzaklıkta olduğunu bu öyküden öğrendim! :oops:

""
İncilâ Hanım, iki boğulma olayı anlatıveriyor. Biri, kendinin tanık olduğu, öbürü apartman komşularından duyduğu. İşin tuhafı, komşulardan duyduğunu daha da bir canlı ve ayrıntılı anlatmıştı.

Verilen bu ayrıntı çok etkileyici geldi bana. Taner, insanın yaratıcılığına vurgu yapmak mı istemiş, insana dair ne güzel bir ayrıntı yakalamış ve ne güzel bir tespitte bulunmuş.

‘boğaz’ sözcüğü dizgi hatası “buğaz” olarak yazılmış diye düşündüm ama öykünün bir iki yerinde buğaz biçiminde geçiyor.
“hava da sertleniyor” sertleşiyor dememiş Taner, dikkatimi çekti.
Ankara'dan söz ederken

""
Büyük kentten-Ankara ne de Büyük Kent ya-
demiş, Ankara'yla alay etmiş, dikkatimi çekti.

Gandhi’yle ilgili kitaptan iki alıntı yapılmış:

""
“Hep aynı fikre bağlılığı taasup haline getirmedim. Ben gerçek arayıcısıyım. Bir konu üzerinde o an ne düşündümse, onu söylemeliyim. Aynı konuda daha önce ne söylemiş olduğumu hesaba katmadan.”

""
“Kendimi zeki bulmam. Bazı şeyleri başkalarından daha geç kavrarım. Ama buna aldırmam. İnsan zekâsının gelişmesinde bir sınır vardır. Kalbin gelişmesinde hiçbir sınır yoktur.”

Sonra Agatha Christie’nin kitabından da bir alıntı var:

""
“Sakin bir deniz, sadece şairane bir imgedir. Aslında deniz durmadan huzursuzluk içindedir. Her an bir fırtına patlayabilir. Hem de en umulmadık zamanda.”

Bu alıntılar öyküde niye varlar diye düşündüm. Öykü kişimiz Sekban Bey’i daha yakından tanımamız için onun kişiliğiyle örtüşen ya da ters düşen bir anlam mı içeriyor diye düşündüm, olabilir. Christie’den okuduğu bölüm denize girme konusunda onu uyarır nitelikte ama o oteldekilerin uyarılarını da dikkate almıyor. Bazı şeyleri daha geç kavradığının bir göstergesi sanki onca uyarıya rağmen denize girmek de ısrar etmesi. İnsan zekâsının gelişmesinde bir sınır vardır sözünü doğruluyor ama Sekban beyin “kalbinin gelişmesinde hiçbir sınır olmadığını” da görüyoruz. Başına gelenleri, ölüm karşısında nasıl korkulu onun deyimiyle insanı küçülten duygular yaşadığını onların kendisiyle alay etmesi pahasına, ya da göden düşme pahasını açık yüreklilikle anlatıyor çünkü. Alıntıların öyküde bir işlevi olmalı diye düşünüp, ne bileyim, bu sonucu çıkardım işte.


Re: Gülerek Ölmek

Anlatısına öykünün kahramanı Sekban'ın portresini çizerek başlayan yazar, bizi onun dünyasına dahil eder. Daha öykünün ilk bölümlerindeki şu ifadeden "İncila hanımın kuşkusundan içi bir an ısınsa da, bu öğüdü, çarpık bir gülümseme ile sol kulağının arkasına şöyle bir atıp, daha o gün unutur." Sekban'ı burnundan kıl aldırmayan, ilgiden hoşlanan ancak yaşamını kontrol etmeyi seven biri olarak tanıyoruz. Akçakoca yolculuğunda Avrupa görmüşlüğünü, iyi mevki sahibi olduğunu, ilkelerine ve yaşam tarzına sıkı sıkıya bağlı oluşuna dair birçok ifade ile karşılaşıyoruz.

Bu ifadelerle yazar, okuyucusunu yaşamını kontrol etmeyi, planlamayı bilen; ipleri her zaman elinde tutmayı beceren bir karakterle buluşturuyor. Öyle ki Sekban'da âcizliğe, zaafa dair pek bir şey göremeyeceğimize kani oluruz. Sekban'ın denize ilk girişindeki yüzme becerisi, doğayı istediği gibi kontrol ettiğini sanması yazarın bu vurgusunu pekiştirir. "Denizde, diz boyuna kadar yürüdükten sonra, Halim Paşa Yalısından kalma bir stille, balıklama daldı. İlkin soğuğun etkisi ile hızlı hızlı, ama hemen sonra da, ahenkli bir tempoyla kravl yüzmeğe başladı. İnip çıkan dalgalarda, yükselip alçalmadan, onları delip geçerek, hiç şaşmadan, rota değiştirmeden, motor gibi arkasında köpükler bırakarak yüzüyordu."

Sekban, kendisinden ne kadar da emin, doğaya o kadar hâkim ki her şeyi denetleyebilecek güçte. Daha sonra Sekban'ın düşeceği güç durumla bu hâllerini karşılaştırdığımızda karşımıza müthiş ironik bir durum çıkar. Yazar, bu mizahî durumu gözümüze sokarak anlatmaz asla; aceleye getirmeden, bizi de içine katarak öylesine yumuşak geçişlerle ve dokunuşlarla anlatıyor ki yazara hayranlık duymamak elde değil.

Bu arada denize girmek için "banyo yapmak" deyişinin kullanıldığına ilk kez H. Taner'de şahit oldum. İlk okuduğumda epey garipsemiştim.


Re: Gülerek Ölmek

Yukarıda dilim döndüğünce anlatmaya çalıştıklarımı Muhtar Körükçü daha güzel bir şekilde dillendirmiş:

""
Konu olağan; çevre üstünde yazarın gözlemleri de alıştığımız ustalık ve yırtıcılıkta, keskin. Ama buracıkta sorun bu değil: bir iç savaşın anlatımı, daha doğrusu, bir iç evrenin derinliklerine, çeşitli inceliklerine inme başarısı söz konusu. Kişinin ne kerte kendi kendisi olabileceği, ya da kendine güvenini, kendi üstündeki bilgisini ne kerteye kadar sağlayacağını, yenilgiler karşısında tepki ve tutumunu izliyoruz. Belirli bir noktaya kadar kurulu bir düzende, belirli bir sağlamlıkta giden güven, toplum yaşamının verdiği kendine egemen olma alışkanlığı bir püf noktaya gelince çöküveriyor, dağılıyor. Kafasının içinde yaşamın gerçeklerinden gelen birikimlerle, seçkin kişi özelliğinin verdiği yüce yüce düşün parçaları, birbirini izleyen üst perdede aydın tutum, görüşüm ( bir şarkının güftesini yanlış hatırlaması da ayrı ironi ) ve bütün bunların ötesinde Gandi gibi bir kahraman olma özentisi uçup gidiyor: artık o egemen kişi doğanın da, kendi içindeki zayıf ve ilkel yaratığın da oyuncağıdır.

Gerçek tehlikelerin en basiti, değil öyle Gandi falan gibi yücesi, doğanın en aşağının bayağısı bir rastlantısına bağlı ölüm tehlikesi onu hemen, canını korumayı, en yüce amaç sayan, herhangi ilkel bir yaratık, durumuna indirgemiştir. Ne demiş koca usta: "Sen de hepimiz gibi, herkes gibi alelade bir insansın Raskolnikof." Evet, kahramanımız da, bütün o dengesine, hayran kalınan egemence tutumuna rağmen hepimiz gibi zayıf bir yaratık.

Ölüm korkusunun yanında ikinci korkusu, yani çevresine sahte kahraman gibi görünme gülünçlüğüne düşme korkusu da anlamsız kalıyor. Pekâlâ yutabilecekleri bir durum. Kaderin ve olayların elinde öylesine oyuncağız.

Kaynak: Varlık Dergisi - Uygarlık Bahçesi Anadolu - Haldun Taner'in Hikâyeleri - Muhtar Körükçü - 1972:11


Re: Gülerek Ölmek

Muhtar Körükçü'nün cümlesi:

""
Evet, kahramanımız da, bütün o dengesine, hayran kalınan egemence tutumuna rağmen hepimiz gibi zayıf bir yaratık.

Bence öykü kişimize haksızlık eden yanlış bir tespit bu.

Gandhi’yle ilgili kitaptan alıntıda

""
“Kendimi zeki bulmam. Bazı şeyleri başkalarından daha geç kavrarım. Ama buna aldırmam. İnsan zekâsının gelişmesinde bir sınır vardır. Kalbin gelişmesinde hiçbir sınır yoktur.”

deniyor.
Evet, Sekban bey ölüm karşısında tüm insanlar gibi çaresiz ve aciz kalıyor. Oteldekilerin uyarıları da, polisiye romanda denizden söz edilen bölümlerle ilgili okudukları da 'insan zekâsını' kullanmasını sağlayamıyor. Ama, herkes onu dalgalı denizde yüzme cesareti gösteren bir kahraman olarak yüceltirken o kendini başka türlü tanıtmaktansa düştüğü çaresizliği, onun deyimiyle ölüm karşısında küçük düşmeyi oteldekilere anlatarak "kalbinin gelişmesinde hiçbir sınır yoktur.”u kanıtlıyor. İnsanların gözünden düşmeyi göze alarak zayıf değil, yürekli, güçlü biri olduğunu kanıtlıyor.


Re: Gülerek Ölmek

""
abdullah şahin yazdı:
Evet, kahramanımız da, bütün o dengesine, hayran kalınan egemence tutumuna rağmen hepimiz gibi zayıf bir yaratık.

Bence öykü kişimize haksızlık eden yanlış bir tespit bu.

Elif, ileti benim değil Muhtar Körükçü'nün. Bunun yanında bu düşünceye katılmıyor değilim. Çünkü Sekban'ın yaşama karşı duruşundaki tutumu "güce, kontrole" dönük olduğundan yazar, "özellikle doğayla" çevresiyle ilişkisinde bu tutumun her zaman doğru olmadığına işaret ediyor. Bunun yanından büyük sözler söylemeye kalkışmadan yazar, örnek bir duruş olarak Gandhi'ye göz kırpıyor.


Re: Gülerek Ölmek

Evet, cümleyi senin araştırdığın bir yazıdan aktardığını biliyorum, biliyordum. Senin iletinden alıntıladığım için "Abdullah yazdı" diye göründü sanırım.


Re: Gülerek Ölmek

Yazar, hikayenin daha başında okura bir ipucu vermesine karşın, Sekban'ın boğulup boğulmayacağının merakıyla sonuna kadar sürüklüyor. Hikaye kahramanının pek kullanılmayan ismi, olaylarda yer alan karakterlerin değişik kesimlerden oluşu, yazarın geniş genel kültürü beni etkileyen ilk unsurlar oldu. Zaman zaman, anlatım ince ayrıntılara varasıya kadar detaylı anlatılmış.
Yazarın yaşadığı dönemlerin kişiliklerinden "Weismüller" ismi anılmış. Bir de radyoda ajans haberleri deyimi kullanılmış. "Radyodan duyulan İstiklal Marşının son notaları da" radyo yayınlarının belirli sürelerde yapıldığı dönemin tanıklığını yapıyor.
"Radyoyu ardına kadar açmış" deyimi bana ilginç geldi.


Re: Gülerek Ölmek

""
Hasan Parlak yazdı:
Hikaye kahramanının pek kullanılmayan ismi, olaylarda yer alan karakterlerin değişik kesimlerden oluşu, yazarın geniş genel kültürü beni etkileyen ilk unsurlar oldu.

H. Taner'in bu geniş birikimi insanı şaşırtacak nitelikte. Her öyküsünde bu birikimin irili ufaklı örnekleriyle karşılaşmak olası.


Re: Gülerek Ölmek

abdullah şahin dedi ki:
Taner'in bu geniş birikimi insanı şaşırtacak nitelikte.

Evet, ben de her öyküsünde bunu görüyor, hayranlık duyuyorum.


Re: Gülerek Ölmek

“Karadeniz’in dalgaları başka olur” dediğinde “bu öğüdü, çarpık bir gülümseme ile sol kulağının arkasına” atan Sekban Bey’e karşı haklı çıktığından mıdır bilmiyorum, öyküyü bitirince Sekban kadar İncilâ hanım da aklımda kaldı; oysa onu anlatan satırlar yaklaşık yirmi sayfalık öyküde gözden kaçabilecek kadar az :

""
“ Nazlı silûetine bir kat daha dişilik katan yün örgüsü elinde ve altmış ilmik atıp başladığı kol ağzının üstüne iki ters iki yüz lastiğe başlarken, iki boğulma olayı anlatmıştı. Biri, kendinin tanık olduğu, öbürü apartman komşularından duyduğu. İşin tuhafı, komşulardan duyduğunu daha da bir canlı ve ayrıntılı anlatmıştı.”


Altmış ilmik atıp iki ters iki yüz lastiğe başlarken dikkati dağılmadan hemen iki boğulma olayı anlatabildiğine göre, çok örgü örmüş olmalı İncilâ hanım.. Belki yaşamı da ördüğü lastikteki ilmekler gibi iki ters iki yüz gitmiştir de, o hepsini aynı soğukkanlılıkla karşılamış, bu bana yapılır mı dememiş, yaşamı güçlükleri, güzellikleri ile karşılamıştır. Bundan dolayıdır ki, yaşamın içinde, yaşadıklarıyla, kendisiyle barışık, “desinler”ci olmayan bir İncilâ hanımın varlığını sezinledim.
İncilâ hanım çevresindekilerle de içten ilgili, “ N’olur fazla açılmayın” derken, izahatın fazlasına kaçıp iki hikâye anlatmaktan kaçınmıyor. Komşusunun anlattığı boğulma hikayesini, kendi deneyimi de olmasına rağmen, dinlemezlik etmemiş, öyle can kulağı ile dinlemiş ve duyduklarını öylesine dikkate almış ki, kendi gördüğünden de canlı anlatıyor Sekban'a.
"Gizemli olayım, aman, benim için ne düşünür/düşünürler, dul kadınım uzak durayım" tarzı da yok, başkalarının ne düşündüğü ile ilgilenilen bir tutum gözlenmiyor.
Bu açılardan bakınca Sekban'ın neredeyse tam zıddı bir kişiliğin ipuçları veriliyor bu birkaç satırla. Sonra da Sekban anlatılıyor ince ince; böylece Sekban anlatıldıkça İncilâ hanım da anlatılmış oluyor.


Re: Gülerek Ölmek

Maksim Gorki’nin," Bütün düğünlerde nişanlı, bütün gömmelerde ölü " diyerek küçük burjuvaların kendilerine dönük abartılı ilgilerini tanımlayan ifadesi öyküyü okurken sıkça aklıma geldi. Sekban’ın, giyimine gösterdiği özen, çevresindekilerle ilgilenme biçimi, kendini her koşulda merkeze alan tavrı, planları konusundaki saçma titizliği, çok bilmişliği… yukarıda özetlenen küçük burjuva tutumuyla ne çok örtüşüyor:

""
“ Önündeki yol bomboştu. Arabanın sağından ve solundan sarı, sapsarı tarlalar arkaya doğru kayıyordu. Bu dekor ve fon müziği içinde, ceketini askıya asmış, ağzında piposu, sırtında kısa kollu spor gömleği ile yüz kilometre hızla arabasını süren Sekban, Nouvelle Vague bir Fransız filminin bir sekansını yaşar gibiydi. Her günkü aleladeliklerin şiirini dile getirmek isteyen bir film. Filmin kahramanı, (…) olgun bir bekâr. Kendine yetmesini becerebilen, kültürlü, (…) bir yüksek mühendis."

""
“İnceden inceye minüte ettiği plânı bozan her şeye sinirlenirdi.”

""
“Böyle kalabalıkta yalnız olmak ne hoştur.Vagonsuz lokomotif gibi, rahat manevra yapabilirsin. Üstelik de herkes seni merak eder.”

""
“Şimdi ben yukarı çıkınca, üçü birden, beni tanıyıp selâm veren ve benim de, hay aksi şeytan, nereden tanıdığımı bir türlü çıkaramadığım bu adama, beni soracaklardır.”


Güçlüye, iriye tapan psikolojiyi ne güzel tahlil ediyor:
""
Yüce, hiddetli, görkemli. Deniz olmak boru mu?”

Sekban, üniversite okumuş, Avrupa görmüş bir aydın aynı zamanda. Batı’ya özenen; bu özlemi daha çok giyimle, kuşamla, bir iki tutum değişikliği ile, müzikle sağlamaya çalışan bir tip, bu o zamanlar pek yaygın bir tarz olsa gerek Avrupa'ya gidip gelenler arasında.
Yoluna çıkan koyunların planını bozduğunu düşünerek sinirlenen, köylüye, çiftçiye yabancı, dönemin zorluklarını tanımamış, ülkenin sorunlarından uzak kalmış, tuzu kuru Sekban’a Karadeniz’in dalgaları, yaşamla, gerçekle yüzleşmesi için gerçek, ciddi bir silkeleme olmuş. O güne kadar yaşadığı “desinler” ci, kurgu kişilikten de sıyrılma fırsatı buluyor böylece. Daha doğrusu koşullar da biraz zorluyor buna onu. Zorlanmaya açık olduğuna göre Sekban’da içinde bulunduğu durumdan memnun değil. Öte yandan bir yalan ne kadar yaşanabilir ki, hele sürekli göz göze gelinen bir tanık varsa.

Okuduğu iki kitabın ikisinin kahramanı da o dönem çok popüler iki isim; iki kahraman. Biri İngiltere’de öğrenimini görüp sonra İngiliz sömürgeciliğine karşı Hindistan’ın bağımsızlığı için mücadele eden Gandi, diğeri okurlarının hayranlığını kazanarak kahraman olmuş, gerçek bir kahraman kadar ilgi gören; ama kurgu bir tip: Poirot.


Re: Gülerek Ölmek

elif cinar dedi ki:

Gandhi’yle ilgili kitaptan iki alıntı yapılmış:

""
“Hep aynı fikre bağlılığı taasup haline getirmedim. Ben gerçek arayıcısıyım. Bir konu üzerinde o an ne düşündümse, onu söylemeliyim. Aynı konuda daha önce ne söylemiş olduğumu hesaba katmadan.”

""
“Kendimi zeki bulmam. Bazı şeyleri başkalarından daha geç kavrarım. Ama buna aldırmam. İnsan zekâsının gelişmesinde bir sınır vardır. Kalbin gelişmesinde hiçbir sınır yoktur.”

Sonra Agatha Christie’nin kitabından da bir alıntı var:

""
“Sakin bir deniz, sadece şairane bir imgedir. Aslında deniz durmadan huzursuzluk içindedir. Her an bir fırtına patlayabilir. Hem de en umulmadık zamanda.”

Bu alıntılar öyküde niye varlar diye düşündüm. Öykü kişimiz Sekban Bey’i daha yakından tanımamız için onun kişiliğiyle örtüşen ya da ters düşen bir anlam mı içeriyor diye düşündüm, olabilir. Christie’den okuduğu bölüm denize girme konusunda onu uyarır nitelikte ama o oteldekilerin uyarılarını da dikkate almıyor. Bazı şeyleri daha geç kavradığının bir göstergesi sanki onca uyarıya rağmen denize girmek de ısrar etmesi. İnsan zekâsının gelişmesinde bir sınır vardır sözünü doğruluyor ama Sekban beyin “kalbinin gelişmesinde hiçbir sınır olmadığını” da görüyoruz. Başına gelenleri, ölüm karşısında nasıl korkulu onun deyimiyle insanı küçülten duygular yaşadığını onların kendisiyle alay etmesi pahasına, ya da göden düşme pahasını açık yüreklilikle anlatıyor çünkü. Alıntıların öyküde bir işlevi olmalı diye düşünüp, ne bileyim, bu sonucu çıkardım işte.

Elif'in buraya aktardığı alıntılar, öykü kişisinin, iç çelişkilerinin ve değişeceğinin ipuçlarını da veriyor.
Sekban'ın, öykünün sonlarına doğru değişmesi; dili, anlatımı canlı olan öyküyü daha da canlı kılıyor.
Öyküde üzerine söz etmek istediğim ya da söz edilmesini istediğim bir konu da ,Sekben'ın kovboy kemeri ,çocuğun kemere olan ilgisi ve kemerin çocuğa verilmesi idi.


Re: Gülerek Ölmek

""
Öyküde üzerine söz etmek istediğim ya da söz edilmesini istediğim bir konu da ,Sekben'ın kovboy kemeri ,çocuğun kemere olan ilgisi ve kemerin çocuğa verilmesi idi.

O bölümün öyküde şöyle bir karşılığı olduğunu düşünüyorum: Çocuk, Sekban'ın denizde boğulmama mücadelesi verdiğinin farkında değildi. Zaten yazar, Sekban'ın kumsala çıkışından sonra çocuğun ne zaman oraya geldiğini net bir şekilde açıklamıyor. Sekban da bundan emin değil. Sekban, kuruntuyla çocuğun olan bitenden haberdar olduğunu düşünüyordu. Aslında Sekban'ın kemerini gördüğünden beri çocuğun gözü kemerdeydi. Bu kemerin sahibi onun ilgisini çekiyordu.


Re: Gülerek Ölmek

abdullah şahin dedi ki:
Çocuk, Sekban'ın denizde boğulmama mücadelesi verdiğinin farkında değildi. Zaten yazar, Sekban'ın kumsala çıkışından sonra çocuğun ne zaman oraya geldiğini net bir şekilde açıklamıyor. Sekban da bundan emin değil. Sekban, kuruntuyla çocuğun olan bitenden haberdar olduğunu düşünüyordu. Aslında Sekban'ın kemerini gördüğünden beri çocuğun gözü kemerdeydi. Bu kemerin sahibi onun ilgisini çekiyordu.

Abdullah'a katılıyorum. Öte andan Sekban kemeri çocuğa vererek çocukça tavırlarından da sıyrılmaya başlıyor. Ne dersiniz?


Re: Gülerek Ölmek

""
Abdullah'a katılıyorum. Öte andan Sekban kemeri çocuğa vererek çocukça tavırlarından da sıyrılmaya başlıyor. Ne dersiniz?

Çocuğu rüşvetle baskı altına aldığını düşünüp içten içe rahatlıyor da olabilir.

Bu arada Taner, kozları bir çocuğun eline vererek Sekban üzerinden gerilimi yakalamayı çok iyi beceriyor. Otelde çocuk dışında birileri malum role bürünseydi, etkisi bu denli çok olmazdı.


Re: Gülerek Ölmek

abdullah şahin dedi ki:
Çocuğu rüşvetle baskı altına aldığını düşünüp içten içe rahatlıyor da olabilir.
Yanlış hatırlamıyorsam kemeri çocuğa verdiğinde kendini rahatsız eden durumu, yani sırrını açıklamıştı. Çocuğun gerçekte kemerle ilgilendiğini de yeni farketti. Bence daha önce de farketseydi şimdi verecekti, çünkü verme nednei farklı bana göre. Çocuğun kovboyculuk oyununa katkıda bulunmak, ve belki de, kahramanlık sembolü - özellikle çocuklar için-sayılabilecek bir aksesurdan da kurtulmak istiyor. Sadeleşme belirtisi olarak görüyorum bunu.


Re: Gülerek Ölmek

Nurten Öztürk dedi ki:
Yanlış hatırlamıyorsam kemeri çocuğa verdiğinde kendini rahatsız eden durumu, yani sırrını açıklamıştı.

Yanlış hatırlamıyorsunuz Nurten Öztürk. Sekban, olan biten her şeyi anlattıktan sonra veriyor çocuğa kemeri. O, kalbinin sınırı hayli gelişmiş bir kahraman. Ben, Sekban beyefendiyi çok takdir ediyorum.


Re: Gülerek Ölmek

elif cinar dedi ki:
Sekban, olan biten her şeyi anlattıktan sonra veriyor çocuğa kemeri. O, kalbinin sınırı hayli gelişmiş bir kahraman. Ben, Sekban beyefendiyi çok takdir ediyorum.

Bence de, katılıyorum. Artık daha çok öyle.


Re: Gülerek Ölmek

""
Yanlış hatırlamıyorsam kemeri çocuğa verdiğinde kendini rahatsız eden durumu, yani sırrını açıklamıştı. Çocuğun gerçekte kemerle ilgilendiğini de yeni farketti. Bence daha önce de farketseydi şimdi verecekti, çünkü verme nednei farklı bana göre. Çocuğun kovboyculuk oyununa katkıda bulunmak, ve belki de, kahramanlık sembolü - özellikle çocuklar için-sayılabilecek bir aksesurdan da kurtulmak istiyor. Sadeleşme belirtisi olarak görüyorum bunu.

Evet, doğru bir saptama.