UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Evdeki

25 Haz 2008
Barış Acar

Bütün Öyküleri
YKY
2000
s.11-15

Öykünün indirilebileceği son tarih: 7 Temmuz 2008.

Indirmek icin tiklayin:
Bu oyku forumdan kaldirilmistir (Bkz: Forum İşleyişi).

Kategori:

Re: Evdeki

""
On yil onceki arsayi dusundum durdum. Okul donusu bu pencereden top oynayan cocuklara bakardim.

On yil sonra yine bu pencereden kalaslarin kaldirildigi yere yapilan apartmanlara bakip bugunleri mi dusuneceksin acaba? Hic sanmiyorum. Cocuklugun kaygisizligina, toplumla iliskisindeki rahatliga bir daha donemeyeceksin, bunu biliyorsun. On yil sonra yine bu pencereden bakacak olsan, yine bundan on yil oncesini, okul yillarindaki arsayi izleyisini, erkeklerin yaninda uslu uslu oturup, kadinlarin dedikodusunu dinleyisini animsayacaksin, biliyorum. Yitirilmis bir masumiyetin ustune ustune gelisine sinirleneceksin yine.

Lisenin bitisi, kalaslarin karsidaki arsaya yigilmasini, dayinin olumunu, senin bu evde artik disari cikamamacasina kalakalman... Kalaslarin arsaya yigilmasiyla (lisenin bitisiyle) birlikte cocuklarin (cocuklugun) sesi de terk etmis seni. Oyun bitmis, sen de biliyorsun.

Kasabanin insanlarindan korktugunu acikca soyluyorsun. Oysa bundan fazlasi var. Sen, insanlari sevmiyorsun. Bu korku, onun sonuclarindan yalnizca biri. Yoksa sokaktan gecen kadinlara neden bu kadar catacaksin icin icin? Kasabin esnafligini neden ayaklar altina alacaksin? Herkesi kafandaki kurallara uydurmaya calisirsan kimse sokakta dogru yuruyemez tabii. Sonra adamin namazina takilirsin elbet.

Kadinlarin gozleri isildiyor, degil mi, baskalarinin dedikodusunu yaparken (hele o kipkirmizi bolayi kadinin dedikodusunu yaparken). Peki senin de gozlerin parliyor mu bunlari anlatirken? Hic sanmam. Icin gecmis senin. Daha bu yasinda kocayip gitmissin, haberin yok. Sen yakin dur o daracik kasabadan. O kadinlarin yine de gozleri parliyor orada, ayni sokaklarda. Sen, onlarin bilmedigi neyi biliyorsun ki begenmiyorsun? Sabahtan aksama kukumav kusu gibi kitap oku, kalkip evi bile supurme, ondan sonra ciktigin kabugu begenme... Tavuk gibi "butun dunya boyle mi? kitaplarin dedigi yalan mi?" diye dusunursun tabii. Sen daha dusun dur uzaklardaki kumesleri, horozlari. Madem gitmek istiyorsun, takil Fatmahanimlar'in buldugu delikanlinin koluna, git gor bakalim, var miymis baska kumesler. Neymis, evlenmek istemiyormus. Oldu canim! Sen butun erkekleri ayni kefeye koymussun zaten, kimseyi begenmezsin ki! Oysa ne cevval delikanlilar var, sevdigini basinin ustunde tutan. Acirsin tabii kendine. Once insanlari sevmeyi ogren, sonra sira kendine de gelir bir gun, merak etme.

Kime benzedin, bilmem ki? Bir Ingiltere'ye gitti diye yere goge sigdiramadigin dayin var, onu biliyoruz. Simdi yasasa ilk o kafana kakardi evlenmeyisini ya, neyse. Olmus adam, arkasindan konusmak olmaz. Anca' elin ergeniyle dalgani gec sen. Cocuk liseye gelmis, en civcivli caginda. Sen de bacagini bacagina degdir ki iyice zivanadan ciksin. Sonra da "ne guzeldi lise yillari," diye kendini kandir. Al iste, bu da lisede.

Arsadan kalaslar kaldirildi diye seviniyorsun bir de. Kalaslar kaldirildi ya, sen de lise son sinifa don, cocuklar gelsin arsayi dolsursunlar sesleriyle, sen de onlari izle. Necati ne olacak?

Kavafis senin icin yazmis aslinda su dizeleri:

""
Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.

Konstantinos Kavafis, "Sehir", Ceviren: Cevat Capan


Yığılmış Kalaslar

Eren'in müthiş üslupsal seçiminin ardından konuşmak zor, biliyorum. Dil kendi peşinden sürüklüyor insanı. Devamını yazası geliyor, kızın kimliğine bürünüp çok bilmiş eleştirmeniyle konuşmak istiyor insan.

Neyse tutmalı insan kendini. Dikta formunda dikte etmeye devam etmeli.

...

Öykü, ilk bakışta özgürleşme alameti olarak görülebilecek bir cümleyle başlıyor:

""
Bugün karşı arsaya yığılı kalasları kaldırdılar.

Bu cümleye yeniden döneceğim.

Hemen ardından "anne" giriyor kadraja: "Ne oturuyorsun..."

Burada, kadın yaşantısı için kasaba diyalektiğindeki bir farktan söz etmeli. Kasabalı kadın/ köylü kadın/ geleneksel kadın için hareket etmek, evin içinde hareket etmek demek. Oturması sevilmiyor ama kalkıp dışarılarda sürtmesinin hiç istenmeyeceği aşikar. Daha on yıl öncesinin "koca mı arıyorsun orda"sından belli. Dışarı bakma, dışarıyı isteme, hareket etmeyi, yer değiştirmeyi, orada olmayı isteme! Ama yerinde de oturma; bir hareket yanılsaması olarak evin içinde dönen dur! Virginia Woolf'un bayrak ettiği "Kadın ev meleğini öldürmek zorundadır." lafı geliyor aklıma.

Öykünün kahramanı için bir isim konmamış yine. Beyazcık'ta olduğu gibi ben, öyküde öyle geçtiğinden, "abla" diyeceğim ona.

Daha ilk paragrafta erkek-kadın ilişkilerinden söz ediliyor. Arsada top oynayan -belli ki erkek- çocuklar, koca arama mevzusu ve muhtemelen içinde erkek münasebeti geçen kadın dedikoduları... Ardından yeniden kalaslar çıkıyorlar karşımıza:

""
Okulu bitirdiğim yıl karşıya kalasları yığdılar.

Müthiş bir girizgâh. İlk cümlede karşımızdan/ gözümüzün önünden/ ufkumuzdan kaldırılan kalaslar şimdi yeniden önümüze yığıldılar. İkili bir oyun var burada. Önce, sinematografik bir anlatım: Bir görüntüyü üretmesinin hemen ardından, daha bir kaç cümle sonra bir "flashback" ile yerleştirdiği görüntüyü söküyor bizden yazar. Kaldırılacağının bilgisine sahipken getirip yeniden önümüze atıyor kalasları. Öyleyse, Kafkaesk bir belirlemeyle, kalasların kaldırılması ile orada olmaları arasında bir fark olmadığının bilgisini kuruyor bizde. Kalasların hep oradalığını varsaymamızı istiyor ya da görmemizi istiyor hep orada olacak olan kalasları (Umarım mecazı fazla zorlamamışımdır). Yani kalaslarla ilgili ilk cümle bir özgürleşme emaresinden kapatmanın başka bir formuna dönüşüyor; kapatmanın yaygınlığını ve sürekliliğini vurgulayan bir yapıya bürünüyor.

Hemen ardından fiile dikkat çekmek isterim: Yığılma. Konmak, yerleşmek, bırakmak vb. değil, yığılmak. Birbirinin üzerine, gelişigüzel, olanca ağırlığıyla çöküvermek. TDK çok güzel anlatmış bu sözcüğü: "Kendini tutamayıp çökmek."

Buradan karakterimize ait bir durumun belirlenimine geçiyoruz: Okulu bitirir bitirmez gelenekler, aile ve yetişme tarzıyla ablamız, yolu yok, olduğu yere çöküveriyor. Kalaslarla beraber, onlardan biri olarak, tüm bir kasaba daralmışlığıyla.

Öyküde kadın tasvirleri hep korkutucu. Anne figüründen başlayarak bütün kadınlar korkunç. Herbiri o karşıdaki kalas yığınının bir parçası. Hepsi de üzerine çöreklenmişler. Ablamız "büzülüyor" onları duyunca.

Baba ve dayı Kümesin Ötesi'nin öteki horozları gibiler. Öyle yumuşak, öyle uzak...

Diğer erkeklerse kadınların erkekleşmiş halleri, kasabanın cinsiyetsizleşmiş korkutucu nesneleri: Tokmak kasap, Ceketi yamalı adam, Bankacı, Müdür, Ayağı leş gibi kokan adam, Kurbağa Necati, Uyy sarhoş... Ne çok adam var kısacık öyküde!

Necati kısmına çok girmek istemiyorum. Ne olduğu çok belli.

Ama buradan önce öyküde en çok sevdiğim yer geliyor.

""
Kaltım, aşağı indim. Ayakyoluna girdim.Çıkınca mutfakta ellerimi sabunladım. Yemek dolabında taze baklayla pilav var. Pilav soğumuş. Olsun, soğuğunu severim ben.

Tuvaletten sonra ellerini mutfakta yıkaması ve pilavı inadına soğuk yemesi Ablacığın hüneri. Hareket için kendine bırakılmış küçücük alanda başkaldırı provaları yapması çok hoşuma gitti.

Kurbağa metaforu üzerine de çok şey söylenebilir. Ama yeterince lafbazlık ettiğimi düşünüyorum. Sadece öykünün sonunda kurbağanın yeniden meydana çıkması ve "uyy" sesiyle birlikte perdeyi kapatmalarını buruk izledim. İçim sıkıldı. Oturup gelecek günlere ağlayasım geldi.


Re: Evdeki

Ismini gizleyerek komsularina ve mahalle esnafina saldirilarda bulunan soz konusu kisiden bir yanit alamadim. Aslinda baska turlu olsa sasardim. Saklandigi perdenin ardindan cikmaya cesaret edemedi. Oysa benim sorularim bitmemisti.

Bu oykuyu "Kumesin Otesi"nden daha cok sevdigimi soyleyerek baslayayim ki hic olmazsa "sert" bulunabilecek ilk elestirimin Yusuf Atulgan'a (ya da oykuye) yonelik olmadigini soyleme firsatim olsun.

""
İçim sıkıldı. Oturup gelecek günlere ağlayasım geldi.

Baris'a katilmamak elde degil. Kendisine evin icinden baska hareket alani bulamamis, oysa kasabanin otesini hayal eden "abla"nin hali insani bunaltiyor gercekten. O farkinda mi, bilmiyorum, ama okur biliyor o kasabanin disinda hicbir seyin farkli olmadigini. (Gerci o da supheleniyor, soruyor bir ara "Yoksa butun dunya boyle mi?" diye. Ama onunki daha cok dunyanin boyle olmamasi icin bir temenni gibi gorunuyor bana). Baska kasabalarda, kentlerde de kasaplarin ceketi yamalilara etin kemikli yerini verdiklerini, sarhoslarin geceleri naralar atarak dolastigini, ayaklari kokan erkekler oldugunu biliyoruz (ben duydugumu soyluyorum, yoksa benimkiler kokmaz). O zaman, "abla"nin talebinin, en azindan dunyayi degistirmekle bir ilgisi oldugunu biliyoruz. Peki bu degisimin mahiyeti ne olmalidir ki "abla" memnun olsun? Baska turlu sormak gerekirse, Atilgan, bunu insanin dogasiyla ilgili bir sorun olarak mi goruyor aslinda? Abla'ya hicbir acik kapi birakmayan, Baris'in gelecek gunlere aglamasina, benim de kendime bu kadar ofkelenmeme neden olan sey nedir? Insanin degisecegine dair hicbir umut olmadigi sezdirilen karanlik dogasina iliskin bir ongoru mu acaba? Oyku gucunu bu acimasiz ongorunun keskinliginden mi aliyor?

Bu sorulari da Abla'ya sorsam, yanitlamayacak, biliyorum. Bir bilen varsa ve yardimci olursa sevinirim. Ben gidip ayaklarimi yikayayim.


Re: Evdeki

Y. Atılgan'ın ikinci öyküsü gösteriyor ki yazar, öncelikle karakterleri ele alırken toplumsal aidiyetlerden, sınıflardan olabildiğince uzak; sırf insan olarak hani ifadem yerindeyse dünyaya öylece atılmış bir insan olarak ele almaktadır. Ki karakterlerinin göze ilk çarpan en belirgin özelliği, kendi seçimlerinin dışında bir yaşamın içinde olmaları.

Dünyaya nasıl kendi seçimlerinin dışında gelmişlerse "kasaba, kümes yaşamına da" benzer biçimde dahil olmuşlardır. Karakterlerinin "bulundukları yerden, yaşamak zorunda kaldıkları ilişkiler ağından" şikâyet etmelerinin asıl sebebi de iradelerinin neredeyse ellerinden alınmış olmasıdır. İki öyküde de karakterlerin iradelerini neredeyse hiçbir bölümde görememekteyiz. Hatta tavuğumuz böylesi bir girişimde -kümesten kaçma isteği- ciddi bir şekilde cezalandırılmaktadır.

Atılgan'ın, okuyucusunu karşı karşıya bırakmak istediği durum, onun da yaşamının ne kadarına hâkim olup olmadığı gerçeğidir. Bununla beraber iradesini ortaya koyup kasabadan, kümesten, kentten kaçmak iç sıkıntılarına, bunalımlarına çare olacak mı olmayacak mı? Eren'in " O farkinda mi, bilmiyorum, ama okur biliyor o kasabanin disinda hicbir seyin farkli olmadigini." yorumuna bu noktada kesinlikle katılıyorum.

Ayrıca "Evdeki" öyküsündeki karakterimiz bir şeyin farkında değil: Çevresinde olup bitenleri benimsemeyip eleştirse de kendisi de aslında o eleştirdiği kişilere benzemektedir. O da dedikodu yapmaktadır, küçük hesapların peşinden gitmektedir. Okuduğu birkaç kitap dışında, kasabadakilerden çok da farkı yok.

Onun aslında tek sorunu oradaki yaşamın akışına kapılamayaşıdır. Kendini oradaki yaşama mesafeli kılmakla eleştirmenin, kendini başka bir yerlerde görmenin eşdeğer olduğunu zannetmektedir. Bu mesafeyi oluşturan asıl etken de kızın dayısı. Kasaba dışındaki yaşamla bağ kurmasını sağlayan- bu bağ her ne kadar zayıf olsa da- öyküdeki tek kişi o.

Eminim ki bir gün dışladığı o ilişkiler ağının bir parçası olduğunda- çünkü karakterimiz dahil olamamanın sıkıntısını taşımakta- bir zamanlar serzenişte bulunduğu o anları çoktan unutacaktır.


Re: Evdeki

Arkadaşlar daha önce bi kaç kez düşüncelerimi yazma girişiimim oldu, hepsi de formu kullanmayı bilmemekten ve bilgisayarımın çok yavaş olmasından kaynaklı, olumsuz sonuçlandı. Düşüncelerimi uzunca tekrarlamıycam çünkü aynı şeyleri yazmaktan sıkıldım.
Benim de eleştirilerim, "Evdeki" nin eylemsizliği, reddedişi, kendine (çünkü kendinin de kasabalılardan biri olduğunu göremiyor) ve kasabaya yabancılaşması (sadece kasabaya mı?) üzerine. Ve buna gerçek bir gerekçe gösteremeyişi, göstermeyişine. hayata hiç müdahil olmak istemeyişine.
Kasabanın tuhaf göreneklerinden bahsetse de ondan ziyade "kiminle evleneceğim bu kasabada" herkesin ayağı kokuyor demeye getirmesi onun çocukça gerekçelerle yabancılaştığını düşündürüyor bana. Hatta şımarıkça biraz. Bu, belki 21-22 yaşındaki biri için geçerli bir neden olabilir, peki dedikodusunu yaptığı diğer insanlarla sorunu nedir?:"tokmak gibi herif", kıpkırmızı boyanmış" kadın.. Bunları bize kıyasıya çekiştirirken, kendilerine hiç bir şey söylemez, kendince somut nedenleri olsa bile. "...kocasını anlatırken bi bakışı vardır bana,evlenmedin diye eğlenir gibi, acır gibi bir bakış, sinirlendirir beni. gene de bir şey demem; anlamamış gibi dururum." Belki, bir şey,demek riskli olabilir,kimbilir,ama tuvaletten sonra ellerini mutfakta yıkamasını biliyor. Nasılo lsa yemeklerini hazırlayan annesi onun için bir risk kaynağı değil.
Ksabadan, bağı bahçeyi satıp gitme şansı olduğu halde böyle bi girişimi ancak tehdit unsuru olarak kullanıyor. Demek ki gitmeyi öyle çok istemiyor, her ne kadar "uyusam da bari düşte çıksam bu kasaban"dese de. O da zahmetsiz olduğundan mı?Belki Abdullah'ın dediği gibi, sorun: dahil olamamak. Ya da kurtuluşu gerçekten istememek. Ya da ne istediğini bilememk...
Kamyonların iki saatte yığılı kalasları kaldırması beni de çok heyecanlandırmıştı;ama sanırım geride bir kalas unutmuşlar,en azından diğer kahraman, anne için böyle olmalı.(kendimden biliyorum:))
"Evdeki" çocukların alana gelişi ile on yıl öncesinden mi başlamak istemektedir? Onun çocukların arsaya geleceğinden,top oynayacağından umudu var ama benim, bu durumun ona bir katkısı olacağından umudum yok, zira on yıl önce de camdan izliyomuş. Nedir çocukların top oynamasının "Evdeki" için anlamı? Bunu öyküden de anlamıyorum. Anlayan varsa, anlatırsa sevinirim, çünkü yanıtını en çok bulmaya çalıştığım soru oldu.
Öte yandan, ergenle olan iletişiminde "Evdeki" ni olduğundan biraz kıvrak, biraz atak buldum, sanki "Evdeki" bunu yapamazmış gibi geldi, o hareketler böyle bir tipe uygun değilmiş gibi...
Merak ettiğim bir soru:yazarın "Evdeki"ne yaklaşımı nedir? Onu onaylıyor mu? Sadece bir tesbitte mi bulunuyor? Yeriyor mu?
Son soru:Barış, kurbağa metaforu üzerine söylenecekler neler olabilir? Keşke yazabilseydin.


Kurbağa Etkisi

Ben, "kalasların altında kalmış, kalaslardan biri gibi kalakalmış" dediydim ama maşallah Nurten düpedüz "kalas" demiş bizim Evdeki kıza. İnsaf! Kızcağıza arka çıkası geliyor insanın. Hırsızın hiç mi kabahati yok canım! Dayısı yok diye sahipsiz mi sandınız ablayı.

Belki de daha çok böyle bir geçiş noktasını anlatmak, evde minderine oturup karşıdaki kalasları izleyerek başka kentleri düşleyen bir kızdan kıpkırmızı "boyanmış kadın"a ya da annesine dönüşme anını görmemizi istiyor yazar. Eren'in daha önce Kümes öyküsü için söylediği "insanların birbirleriyle ilişki kurma anı" burada kişinin "kendisi olma" sürecinde ele alınmış gibi. Dış dünyayı özleyen kızın nefretini somutlaştırıdığı annesine dokunm anı. Sanırım bu an için çözüm noktasını da Necati gösteriyor. Onun sivilcelerinden tiksinmeyle "uyy" diye bağıran sarhoşun kokusunu duyma isteği arasında, yani yaşama dürtülerinin aklının isteklerine baskın geldiği noktada bu temas ya da geçişim gerçekleşiyor.

Kurbağa konusu için derli toplu bir şeyler söyleyemeceğim hemen ama kısaca değinebilirim. Edebiyatta çokça karşılığı var kurbağa'nın Kurbağa Prens'teki dönüşüm ve sınıf atlama mitosundan şişe şişe patlayan kurbağaya kadar. Bizim abla da sağolsun bunların ikisine de benziyor. Ama benim asıl ilgimi çeken bu masallarla olan bağdan çok kurbağa metaforunun köy yaşantısı içinde baskın bir simge olarak metaforik bir yere sahip olması.

Örneğin Başo'nun bir haikusunu uzun zaman düşündüğümü anımsıyorum. Şimdi orijinali elimde yok. Kuzeye Giden İnce Yol Kitabı'ndaydı diye anımsıyorum. Benim okuduğum bu çeviri miydi anımsamıyorum ama netten bir örneğini buldum:

""
Eski havuz ya
kurbağa atlayıverir-
suyun sesi

Haiku üzerine genel bir bilgi vermeyeceğim, ama şu metin yararlı olabilir: http://www.yitikulke.com/uc-dizelik-her-siir-haiku-degildir/

Şimdi ne hissettiğimi çok iyi düşünememekle birlikte okuduğum dönemde bu şiirin garip bir etkisi olmuştu benim üzerimde. Sanırım Başo'nun yaşama tarzı ile uzakdoğu yalınlığı ve mistisisizminin de etkisi çoktu. Kurbağanın bir anda yükselip kendini suya bırakması, sanki havada asılı kalıp sonsuza dek orada kalması gibi bir duygu uyandırmıştı bende (O günkü duyguyu taklit etmeye çalıştığımda böyle bir şey çıkıyor, ya da zırvalıyorum).

Bir de "kurbağalara bakmaktan gelen Yakup" var (Bkz.: http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=16). Cansever'in şiinde bu yanıt hep içimi ürpertmiştir benim. "Hiç çağrılmamaktan yapılmış" Yakup'un hikayesi biraz da kurbağalar gibidir. Kendi sesine seslenir gibi. Atılgan'ın öyküsünden on sene sonra yazılsa da sanki aynı duyguyu anlatır gibi Cansever de: "Kurbağa etkisi" diyebilir miyiz buna?


Re: Evdeki

Dogrudan konuyla ilgili olmasa da Baris'in sozunu ettigi Haiku benim de en cok dikkatimi ceken Basho Haiku'sudur. Ben, Ingilizce bilenler icin, bana daha anlamli gelen bir Ingilizce cevirisini paylasmak istiyorum:

""
The old pond
A frog jumps in
The sound of water

Bu cevirinin kimin tarafindan yapildigini bilmiyorum, fakat su adreste ayni Haiku'nun degisik cevirilerine ulasmak mumkun: link.

Ingilizce ceviride benim daha cok begendigimse kurbaganin suya mi yoksa suyun sesine mi atladiginin belirsiz olmasidir. Sanki kurbaganin suya atlamasiyla sudan cikan ses arasindaki nedensellik kirilmis ve kurbaganin atlama eylemiyle suyun sesi birlesmistir. Sonsuz kucuklukte bir andan soz ediliyor gibidir.


Re: Evdeki

Andrey Tarkovski, sinemasındaki peşinde olduğu görüntü ereğini "haiku" şiirleri ile eşdeğer tuttuğunu söyler. Hatta yanlış anımsamıyorsam bu şiirler vasıtasıyla sinema anlayışının değiştiğinden bahseder. " Mühürlenmiş Zaman" adlı kitabında bunu uzun uzun anlatır.

Ki Barış'ın ilk iletisinde bahsettiği sinematografik anlatımın bir karşılığı da burada kendini buluyor sanırım.


Re: Evdeki

Öykü hakkındaki düşüncemi nasıl toparlayacağım bilmiyorum. Zira, düşüncelerimi kavramlarla anlatmayı beceremeyeceğim. Lafı uzattıkça uzatacağım.
Eren'in eleştirisine çok güldüm. “sert" bulunabilecek ilk elestirimin Yusuf Atulgan'a (ya da oykuye) yonelik olmadigini soyleme firsatim olsun.” demiş. Bence bu "sert" eleştiriyi, ya da soruları öykü kişisi degil Atılgan hak ediyor. Ablanın hiç kabahati yok. Çünkü (kör olduğumu düşüneceksiniz, kesin!) ama ben yine bir öykü kişisi göremedim. Atılgan, elini öykü kişisinin üzerinden çekmiyor ki yirmi yedi yıl aynı evde yaşayan abla anlatsın meramını. Atılgan, anlatmak istediği her ne ise, Barış’ın sözünü ettiği metaforları, simgeleri vs. kullanarak meselesini alttan alttan sezdirmiş olabilir tabii. Ama anlatılan, abla değil, Atılgan’ın meselesi, düşüncesi olmaktan çıkamıyor. Neden sonuç ilişkisi mi arıyorum, bilmiyorum. Öykü ille de, açık açık, abla şu şu nedenlerden bunları düşünüyor desin demiyorum. Ama onun bu kadar sevgisiz, öfkeli olmasının bir nedeni olmalı. Saf saf, salına salına yürürken bir yerde tökezlemiş olmalı.
Kitaplardan, ya da dayısından öğrendikleri yaşamına, kasabaya, buradaki ilişkilere dair düşüncelerini belirleyemez diye düşündüm. Belirlese de, başka türlü de olabilirdi, mutlu, umutlu olurdu… Liseyi bitirdiği yıl bir şey olmuş. “Zaten her şey o yıl olmadı mı…” diyor. Ama ne olduğunu bilmiyoruz, aşk acısı mı, başka bir şey mi… Yok. Atılgan, kendi sıkıntılarıyla ablayı hiç nedensiz bu hale getirmiş, abla da soruyor kendine: “Sebebi ne bunun, garip töreleriyle bu kasaba mı…) cevap bulamıyor.
Kendisi ne yaşamış ki (yaşamadığını düşünüyorum. “Bu mu istek dedikleri?” diye soruyor öykünün bir yerinde.) Necati’ye dokunup onun “genç erkek duyarlılığı”yla alay ediyor. İnsan yaşamadığı bir duyguyla böyle alay edebilir mi? Atılgan’ın müdahalesi. Aylak Adam’da da vardı bu ayrıntı. Öykü kahramanı, bir kadınla pastanede otururken içinden geçiriyordu. “Ne var sanki, karşımda, belletilmiş davranışlarla oturmasa, masanın altından bana dokunsa, bacağımı bacaklarının arasına alsa” gibi bir şeyler dediğini hatırlıyorum öykü kişisinin. Atılgan’ın bir takıntısı mı bu masa altı dokunmaları? Bir anlamı var mı, bilmiyorum, yazdım işte.


Re: Evdeki

Elif'in "kümesin ötesinde" öyküsünde bulup çıkardığı ayrıntılarla ve yine bu öyküde de gösterdiği benzer yaklaşımla ilgili olarak söylemek istediğim bir şey var. öyküye öykücünün üzerimizde yarattığı büyülü etkisinin dışından sakince bakabiliyor Elif. öykü de içimize sinmeyen ya da dışında kaldığımız durumun etkenlerini apaçık edebiliyor. o tavuk bunu düşünemez çünkü o kapı açılmadığı için arkasını görememiştir diyor. haa , ondan bu tavuk pek bir bilmiş geldi bana, diyorsunuz içinizden. Ancak karşınızda edabiyatın önemli bir ismi varken daha çok kendi cahilliğinize, bir şeyleri anlamamış, sezememiş olabileceğinize hükmediyorsunuz.
şimdi de bu mutsuz ablacık(evde kalmış kızımız) için bir çıkmaz yaşarken elif in cephesinden gelen

""
Atılgan, elini öykü kişisinin üzerinden çekmiyor ki
""
Ama anlatılan, abla değil, Atılgan’ın meselesi, düşüncesi olmaktan çıkamıyor.
saptamalarıyla; oh be! diyorum.
keza bir iç konuşmada tuvalete "ayak yolu" diyip ardından "kim anlatıyordu geçenlerde" diye başlayan cümle kurar mı bu kız diye düşünmeden edemedim. Tabii birde necati'nin yaşamakta olduğu ergenlik sıkıtılarının ve hatta saplantılarının bir pedagog tavrıyla çözümlenişi ve okura "artık bize çok sık geliyor" cümlesiyle bir kaç kez sezdirilmeye çalışılmasına" eh bee ne çok şey biliyorsun da bu içinde bulunduğun kıskacı bir şeyler üreterek aşabileceğini mi bilmiyorsun" diyorum. ama gene içimden. Ne bileyim ben, niçin bu kadar öfkelendim bu kıza... Sanırım hep eren'in suçu.
herbiriniz düşünceleri ve yazdıklarıyla başka bir açıdan bakmamı sağlıyor öyküye ve öykücüye.
Son bir şey daha
""
neden tam burada bağırdı bu adam?korkuyorum.öyle çelimsiz öyle bitkinim ki insanlar bana ne isterlerse yaptırabilirler. sarhoş pencereyi açıp yanıma uzanabilir. ama gelmiyor
cümleleriyle; "keşke pencereden giriverse de şu yangını söndürse" dese, diyebilse hayatı ve hatta kasabayı sevebilir sanki.


Re: Evdeki

Atılgan'ın Nevzat Çorum takma adıyla ödül kazanan Evdeki öyküsünün baskısı:

evdeki_gazete.jpg

Re: Evdeki

Baris'in aktardigi Yusuf Atilgan'a Armagan kitabinda Mustafa Ones'in yaptigi degerlendirmeden:

""
Kitabin yayimlandigi yillarda, Ingilizce bilmek soyle dursun, lise bitirmis kizlara buyuk kentlerde bile pek az rastlandigini bilenler onun neden bir ise yerlestirilmeyip de evde oturtuldugunu ya da cogu bolumlerine sinavsiz girildigi halde yuksekogrenime baslatilmadigini sorabilirler. Buna verilecek yanit, Anadolu'nun kucuk yerlesim birimlerinde topraklarinin geliriyle gecinen yerli ailelerde kizlari calistirmanini, ogrenim nedeniyle de olsa, yalniz basina uzaklara gondermenin geleneklerle bagdasmadigidir. Iki yil Ingiltere'de okumus dayisinin "Kiz, erkek olsaydin seni oraya yollardim" demesi, soylediklerimizi kanitlamaya yeter saniriz. s.358

Mustafa Ones, "Bodur Minareden Ote", Yusuf Atilgan'a Armagan, 1992, Istanbul: Iletisim Yayinlari, s.357-363


Isin bu yanina deginmemisiz gordugum kadariyla. Fakat simdi bunu dusununce evdekinin evde oylece kalakalmasi da bana garip geliyor. Hic olmasa bir is bulabilirmis gibi geliyor.


Re: Evdeki

bence evdekinin yaşadığı çevre ya da maddi olanaksızlık değil onu kasabaya mıhlayan, uyuzluğu. onun kasabadan kurtulmak gibi bir niyeti yok ki. Bir iki kitap okuyup, çevresini cahil ve geri bellemiş, kendini ise diğerlerinden farklı ve bu sebeple yalnızlık katına yükseltmiş kendini. çocukluğunu özlemle anmasının o zamanlar daha mutlu olmasının henüz o vakitler içinde bulunduğu kasabayı küçümsememesinden kaynaklandığının farkında değil.
sadece ona buna kulp takıp bu kasabada tıkılıp kaldığına hayıflanmaktan zevk alıyor. çünkü ....aslında neden olduğunu tam bilmiyorum ama sanki kitaplarda okuduğu dünyaya değilde o kasabaya ait olduğunu biliyor gibi.


Re: Evdeki

İşte, Eren'in Mustafa Öneş'ten aktardığı pasaj da tam bunu aydınlatıyor diye düşünüyorum. Bence kıza, onun içinde bulunduğu durumu bir kez daha düşünerek daha temkinli yaklaşmalıyız.


Re: Evdeki

daha temkinli yaklaşmak gerekiyor demekle, benim kıza, durumunu göz önünde bulundurmadan fazla mı yüklendiğimi söylüyorsun tam anlayamadım


Re: Evdeki

Ben de başlangıçta ablaya çok çıkışmışım gibi gelmeye başladı; onu demek istedim. Tüh!


Re: Evdeki

ingilizce biliyor, babasından kalan satılınca para getirecek mal mülk var kasabadan nefret ettiğini söylüyor ve yine de kös kös camdan gelip geçeni baştan ayağa eleştirip yeriyor, ama kçnı kaldırıp bir şey yapmıyor.
Ben ne zaman bu kızdan bahsetsem çok sinirleniyorum. sanırım bu öfkemin altında bir çapanoğlu var ama hadi hayırlısı.


Re: Evdeki

Başım çatlıyor, üstte yazılanları da okumadan yazıyorum ne yalan söyleyeyim. Az sonra okuycam kim ne demiş ne düşünmüş.

Bence arsaya yığılan kalaslar yaşı gelen kızı isteyen adamlar. Boş arsada kızımızın gönlü. Arsada çocukların oynaması- kızın mutlu olduğu zamanlar (ergenlikte uyanan cinsellik ve bunun hoşa gitmesi ). Kalasların yığılmasıyla artan baskı, kaybolan çocukluk, zamanla cinselliğin kokulu ayağını kadının kucağına uzatan adam gibileriyle gerçekleşeceği fikrinin gerginliği..
Kalasların kalkması ise artık azalmaya başlaması gelen görücünün; yeniden bir kendi kendine kalma huzur olasılığı. Yaşın artık geçiyor olması.
Ama cinsellik? Bu kadar bastırılınca yüzü sivilceli ergen kuzenin iştahına kayıyor akıl. Eskiden izlediği karışmadığı oyunlar belki şimdi yeniden kendi ergenliğindeki saflığıyla kuzende yeşeriyor. "Biliyor musun, karşıdaki arsadan kalasları taşıdılar. Eskiden çocuklar top oynardı orda." "Söyleyeyim arkadaşlara biz de gelir oynarız."

Bu arada adamları kalaslarla sembolize etmiş olması fikri beni gülümsetti. Bugün Tarabya'da bir arkadaşı beklerken, bir arabayı kenara çekmiş bir adam arka koltuktaki kadınla kavga etti. Uzamış gitmiş bir söz düellosu. Sonuç. Adam kadının üstüne yürüdü. Kadın elleriyle kendini korumaya çalıştı. Onlara baktığımı görünce bindi arabaya ağlamaya başladı. Adama dikdik baktım. NE ÖKÜZSÜN diyeceğim ÖKÜZLÜK AZ KALIR bakışı attım. Bir yontulmadık da burda o güzelce kadının (Renkli gözlü, doğalından sarışın, eli yüzü düzgün) bütün yaşamına çökmüş.


Re: Evdeki

Bu arada kavga ederlerken inmişlerdi arabadan üstüne yürüme fiilini resmen yaptı yani adımlar ve elleriyle. kadın da elleriyle yüzünü korumaya çalıştı sonunda ağlayarak...


Re: Evdeki

""
narincir yazdı:
Bence arsaya yığılan kalaslar yaşı gelen kızı isteyen adamlar. Boş arsada kızımızın gönlü. Arsada çocukların oynaması- kızın mutlu olduğu zamanlar (ergenlikte uyanan cinsellik ve bunun hoşa gitmesi ). Kalasların yığılmasıyla artan baskı, kaybolan çocukluk, zamanla cinselliğin kokulu ayağını kadının kucağına uzatan adam gibileriyle gerçekleşeceği fikrinin gerginliği..

Gönle kamyonla indirilen adamlar, kalasların altında kalan çocukluk, "cinselliğin kokulu ayağı" (böyle okudum ben, çok da hoşuma gitti sonra bu yanlış okuma)... narincir simgelerle ne güzel gezinmiş öykünün içinde. Thumb Up


Re: Evdeki

""
'‘Kasabadan'’ bölümündeki ‘"Evdeki"’ öyküsünde; kasabalının tanıyamadığı, yadırgadığı, bu yüzden de moraliyle, dedikodusuyla, sevgisizliğiyle kıstırıp boğmaya çalıştığı bir kızdır öyküsü anlatılan. Farklılığı okumuşluğundan gelir. Dünyayı kitaplardan tanımış, okuduğuyla yaşadığını bağdaştıramamamın boğuntusuyla daralmış, sıkışmıştır. ‘"Bütün dünya böyle mi, kitapların söylediği yalan mı?’" diyerek kısır isyanını büyütür. Hayatını hiçbir türlü yaşayamamaktadır. Cinselliğini bile, tiksinç bulduğu yeniyetme bir oğlanla, anlamsız bir oyunda çirkinleştirerek yaşayabilir ancak. Düşünde bütün gece bir kurbağa sıçrayacaktır üzerine artık. Bu dar çevreden bir çıksa, kasabadan çıkabilse, kırılacak mıdır çember?

Kaynak: Füsun Akatlı, "Öyküleriyle Yusuf Atılgan", İmge Öyküler, S. 2, Nisan-Mayıs 2005, s. 64-68


Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine

Öykünün ilk paragrafı, girişi çok çarpıcı. İlk paragraf öykünün çoğu bileşeninin özeti gibi;
Bende ne çağrışımlar-düşünümler uyandırdığını anlatmaya çalışayım;
“Bugün karşı arsaya yığılı kalasları kaldırdılar.” Mahalle aralarındaki arsaların yerlerine gün be gün soğuk, çirkin beton yapıların dikildiği, ülkenin gelişmesinin, ekonomik kalkınmasının, yapılaşmanın desteklendiği, özendirildiği zamanlar. 1955’te öykü ödül kazandığına göre, anlatılan dönem de bu dönemler. Adnan Menderes’li Demokrat Parti'nin iktidar dönemidir. Ülkenin her yanının bir şantiye görüntüsünde oluşu ile övündü yıllarca ülkede iktidarlar.
“Ne oturuyorsun, ortalık süpürülecek” dedi; aldırmadım.” Annesi ile aralarındaki ilişkiler pek de iyi olmadığı anlaşılıyor. Bitmiş bir sevgi, en azından azalmış, tükenmeye yüz tutmuş.
“Kız koca mı arıyorsun orada?” Taşradaki toplum baskısının ardında olduğu, azdırdığı, işkence haline gelen, ana-baba baskısı.
“Arsa sesini yitirdi.” Pencere ardında sadece tek eğlencesi, dışarıdaki çocukların top oynayışları olan bir genç kız. Cinsel bir bildirimini olduğunu düşünmüyorum.
“Erkeklerin yanında uslu uslu oturur, kadınların dedikodusunu dinlerdim.” Bu on yıl önce olduğu kişiydi. Şu anda bunun olumsuzu-zıddı olan kişidir. Artık erkeklerin yanında uslu uslu oturmuyordur, veya en azından oturmamayı hayal ediyordur. Dedikoduyu belki de çoğunlukla “kendisi” ile yapıyordur.
Bunlar ilk paragrafın ardından çağrışanlar
Mehmet


Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine

Genç kızın sokağa bakışı,
Gördükleri; geçenlerin çoğunlukla kadın oluşu, onları daha çok önemsediği, onlardan daha farklı bir beklentisi olduğundan veya istediği halde, imrendiği halde “insan içine çıkma”nın bir türlü hakkından gelemediğinden onları daha çok görüyor. Gördüklerini tanımlama yöntemi, bunun için kullandığı dil-yaklaşım olumsuzluk, hoşnutsuzluk, kıskançlık ve nefret barındırıyor. Sokaktaki baktığımız insanların tümünün yüzü “asık” değil. Baktığımızda “bir yere kavgaya” gidiş halleri görmüyoruz hallerinde, en azından tümünde.
“Kusur bağışlayacak göz…” evde kalmışlığı, “insan içerisine karışma” sorunları, onu, tüm insanların onu suçlu gördüğü kanısına götürüyor. Kusurlu, eksik, yanlış, farklı olduğunu düşünüyor.
“Büyükbirader” in parmağını ona doğru tehditle uzatıp, “dinle küçük kız” dediğini işitir gibiyim, kızın içinden geçenlerde, şu satırlarda “Kusur bağışlayacak göz yok bunlarda. Büzülüyorum; içimi bir korku kaplıyor.”
Dinsel dokundurmalar, “Ceketi yamalı bir adama kemikli yerinden yarım kilo eti onlar yutturur şimdi. Bu adam namaz kılar mı acaba?” Öykünün başka yerinde de var, sarhoşun nağrasında gibi.
Mehmet


Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine

“Onların yanındayken kalkıp gitmekten korkarım. Gider gitmez beni çekiştirecekler sanırım.”
Küçük yerlerdeki “dedikodu” nun çok çeşitli boyutları, günlük hayatın bir bütünleyicisi, bireysel olarak herkesin onaylamadığı, yapılmasından hoşlanmadığını ifade etiği, ortamında bunu yaşayarak, uygulayarak gösteremediği dedikodu.

“O kıza da acırım ben, şu kadına da, kendime de. Neden bu daracık kasabadayız biz? Yoksa büyün dünya böyle mi? Kitapların dediği yalan mı?”
O kuşatılmışlığın, o çaresizliğin, o taşra sıkıntısının en yalın ifadesi değil mi bu cümle. Bunun yanında, aslında o kuşatılmışlığın, yalnızlığın, çıkışsızlığın içten içen kendisinden kaynaklandığının, dünyanın nereseine giderse gitsin peşinden geleceğinden de örtük korkusu. Kitaplara uzanan bazı yanılgıların, boş hayallerin düş kırıklıklarının bir şeylere iliştirilemeyen, bağdaştırılmaya korkulan gerçekliği.

Nurdan Gürbilek’in çok etkileyici bir denemesi var; “Taşra Sıkıntısı” Denemenin bir bölümü, Yusuf Atılgan’a ayrılmış.
“Yusuf Atılgan’ın yazdıklarında dile sızmış, bulaşmış bir sıkıntı, bir iç sıkıntısı var. Sıkıntılı insanları konu almakla kalmıyor Atılgan, dili de sıkıntılı.”
Yer Değiştiren Gölge-Metis-S.53


Re: Evdeki

“Evdeki kız” eylemsizliğiyle bizde olumsuz duygular uyandırıyor. Hepimizdeki o “bir yerlere zorunlu bağlanıp kalma, aslında hakkında ayağı yere basan düşüncelerimizin bir türlü netleşmediği özgürlük, ne kadar bağlanmak” durumunun neredeyse negatifidir, zıddı, tersidir. İstese gidebilecek bir durumdadır, ardında bırakmaktan korkacağı, (bir sevgili, bir akraba, bir çocuk) bir şey yoktur. Böyle olunca çekip gitmemesi bizi daha çok sinirlendirir. Hangi nedenle olursa olsun evlenmemiş olması, bizde okuyucu olarak (kadın-erkek farklılığımız üzerinde benzeri etkiler yarattığını düşündüğüm) genlerimizle taşıdığımız bir"türünü sürdürme güdüsü" nün ilkel korkularını depreştirir.
mehmet