UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Ensar ile Civan

19 Oca 2009
Barış Acar

Murathan Mungan
Cenk Hikâyeleri
Metis Yayınları
İstanbul
2002

s. 230-243

İndirmek için tıklayın:
Öykü forumdan kaldırılmıştır (Bkz: Forum İşleyişi).

Kategori:

Re: Ensar ile Civan

Ensar ile Civan öyküsünü çok önce okumuştum. Çok etkilendiğimi, içimin sızladığını hatırlıyorum. Ama bugün az önce yeniden okuyunca içimde yaprak kımıldamadı. Bir sürü soru sordum anlatılanlara dair. Bu öyküden ben sorumlu olduğum için öyküye dair yarın uzun uzun yazacağım.


Re: Ensar ile Civan

Ensar ile Civan, masalsı, duru ve akıcı bir öykü. Öykünün geniş bir özetini Elif Çınar yapacaktır mutlaka ama öyküde; Ensar ile Civan'ın masalsı beraberlikleri zaman zaman da geriye dönüşlerle anlatılmış.Bu geriye dönüşlerde de Murathan Mungan, öyküden kopmamıza neden olmamış aksine öyküyü daha da zenginleştirmiş. Açıkcası geriye dönüş tekniğinin öyküde ve romanda kullanımı zaman zaman okuyucuyu eserden kopartıp, eseri anlaşılmaz kılabiliyor. Bu geçişleri çok iyi kullanıp okuyucunun dikkatinin toplu olduğu anı yakalamak da bir beceri... Sinemada bu teknik daha fazla kullanıldı ve gayet başarılı örnekleri de var. Hatta bir dönem son dönem Avrupa sineması bu tekniğin gelişmiş örnekleri üzerinden yürüdü.Öyküye geçecek olursak; başladığı andan sonra bir defa Ensar ile Civan'ın çocukluklarına bir defa da ilk gençliklerine tanık oluyoruz. Özellikle ilk gençlik dönemlerindeki cirit yarışmasındaki karşılaşmaları, cesaret ve saldırganlık hislerinin karmaşası çok güzel anlatılmış. Bence cirit oyununu seçilmesi de; erk ve erkeklik sembollerini daha net verilmesi yanında masalsılığa da hizmet etmiş.
...Öyküde önemli bir yeri olan ırmak imgesinden de bahsetmek gerekecek. Ensar'a Civan'ı anımsatan; üzerinde sal tutmayan, köprü barındırmayan, türkü ve ağıtlara konu olmuş bu ırmak; özellikle ilk bölümlerdeki betimlemelerle bir halk masalını anımsatıyor okuyucuya. Irmak orada olduğu sürece Ensar'a acı çekmeye devam ediyor, ve işin kötüsü bu birlikteliğin de yad edildiği tek nokta orası(İlk tanıştıkları yer de ırmağın kenarıydı):

""
Kan çekmiş, cinayet yerine geri gelmişti katil, ya da aynı ırmağa iki kez girilmez.
""

Geçmişi, köy yaşamının anlatılırken kullanılan bu ifade çok başarılı :
""
Issız köy gecelerinin yalnızlığında, birbirlerinin yalnızlıklarını kendi yalnızlıklarıyla paylaşıyorlardı.

Herhalde Elif Çınar'ın yorumlarından sonra öykü üzerine daha konuşacağımız, tartışacağımız ayrıntılar olacaktır.


Re: Ensar ile Civan

"Ensar ile Civan" öyküsünde Mungan'ın özellikle kullandığı belli simgesel sözcükler var. Bunların başında öykünün açışını yapan ırmak geliyor.

"O öğle üzeri aynı ırmağın karşılıklı iki kıyısında durduklarında, durup oynadıklarında, daha birbirlerini tanımıyorlardı."

İlk tümcede ayrı kalmışlığın, uzaklığın ve kaderin habercisidir "ırmak". Hatta geleneğin işaretleri de var bu simgede; çünkü aynı ırmağın iki kıyısında olmak aynı coğrafyayı, toprakları paylaşmak demek.

Irmağın iki kıyısında oluş başlı başına mesafeyi, ayrılığı ifade ediyor. Bir bütünün içinde ayrı düşmeye denk geliyor aradaki kısa mesafe. Ve tümcenin genelinden "duran, durup oynayan" kişilerin kader ortaklığı çıkarılabiliyor.

"Irmağın suyunun iyice çekildiği, akışının seyreldiği günlerdi..." tümcesi ile "ırmak" tekrar öykünün akışına dahil olur. İlerleyen kısımlarda ırmağın, kişilerin yazgısında belirleyici olduğu, doğaya söz geçiremeyen insanların aczi anlatılıyor.

Ve burada yazar, "...ki bundan böyle ona hep Civan'ı anımsatacaktı." diyerek ırmağın öykü içerisindeki kötücül rolüne atıfta bulunacak. Okuyucuya, ilerleyen bölümlerde ırmağın bir ölçüde kişileştirilerek, öyküde bir rol üstlenmesini sezinletecek yazar.

Bu arada şunlar da dikkatimi çekti:
"...çünkü hep orada, herkesin başucunda... Aynı ırmak mı?" derken Heraklitos'a atıfta bulunur yazar; okuyucusuna güvenmemesinden olacak birkaç tümce sonra bu sözü ifşa ediyor. ( Kan çekilmiş, cinayet yerine geri gelmişti katil, ya da aynı ırmağa iki kez girilmez.)

Birkaç tümce sonra benzer bir şekilde açıklama yaparak bize söz hakkı tanımıyor yazar: " Kumların kızgın dilinin herkese dışarıyı yasak ettiği bu kızgın öğle üzerinde ayak bileklerine dek suya çömelmiş bu iki çocuğun ne işleri var ırmağın iki kıyısında?" diye yazdıktan sonra zaten ben bu yazgı olsa gerek diyorum. Gerek var mı ardından " Bir yazgının iki kıyısındaydılar şimdi." demeye. Bu kısımlar öykünün simgesel alanlarını daraltıyor.

Şiirsel bir öyküye dair düşüncelerim ancak notlar şeklinde ortaya çıkabildi. Devamı gelir umarım.


Re: Ensar ile Civan

Son zamanlarda Dostoyevski okuyorum. Ensar ile Civan öyküsü’nün şanssızlığı belki bu oldu. Onca iç sızlatan sözcüklere rağmen okuduğum öykü bana yavan geldi. Ya da en saf duygularımı yitirdim!
Anlatılanların hepsi, bir düş, tüm bu olan biten bir yanılsama, bir karabasan. Öykünün sonunda böyle diyor anlatıcı. Düşte olan bitene bir neden bulmak gerekmez, mantıklı bir açıklama gerekmez. Anlatanın bizi buna inandırmak için zahmete girmesine de gerek yoktur. Düştür anlattıkları. Bu öyküde anlatılanlara inanmamız için gerekçeler bulunmuş, bir neden gösterme zorunluluğu duyulmuş ama gerekçelerin hiçbiri beni iknâ etmiyor.(Örneğin, Ensar’la Civan’ın buluşmalarına engel olan gerekçe, yaz ayında ırmağın hâlâ alçalmamış olması)

“Görkemini yitirmiş, yoksul düşmüş, ufalmış bir geleneğin…” diye söz ediyor anlatıcı yapılan şenlikten. Bu, anlatıcının şenlik hakkında düşündükleri. Bir de anlatıcının gördüklerini betimlediği cümleler var:
“Kimi geceler kaval sesleri ırmak boylarında, insanların kanı kaynamaya başlamış bile… Doğa diriliyor, usul usul geriniyor; yumuşak, kahverengi, ılık karnını güneşe, berekete uzatıyor. Civar köylerin cümle kalabalığı doluşmuştu ovaya. Bütün köy yola düzülmüştü o gün… Onca yüklü hayvan, sırtında rengârenk denkleri, yaygıları, kapları kacaklarıyla karşıya geçti… Yolculuk bir oyuna, bir törene, bir kutlamaya dönüşmüştü. Yörenin cümle köyleri, köylüleri ovaya kaşındı. Uzun bir kış boyu karlara gömülü köyler, evlere gömülü insanlar ilk sıcaklarla birlikte uyudukları kış uykusundan silkinip ırmağın sağına düşen o uçsuz ovaya indi. Bembeyaz çadırlar kurulmuştu dört yana, yerlere rengârenk yaygılar, kilimler serildi, büyük ateşler yakıldı, geniş kazanlar kaynatıldı. Irmak günlerce adam taşıdı sırtında. Üzerindeki kalabalıktan ova küçülmüştü.”
Gelenek görkemini yitirmiş gibi gelmiyor bana. Eğer bir dayatma, bir erkin baskısıyla vs. yaptırılıyorsa köylülere bu kutlama, o zaman evet, görkemini yitirmiş, içi boşaltılmış, adet yerini bulsun diye yapılan bir şenlik diye düşünürdüm. Oysa burada köylüler, “asma köprüleri, salları tehdit eden ırmağa” rağmen geçiyorlar karşı kıyıya, kendi rızalarıyla, güle oynaya, bir kutlama yapmak için.
Kışın ırmağın kabarıp gürültüyle akışından söz ediyor anlatıcı; karşıdan karşıya seslenenlerin sesini bastıran, engelleyen gürül gürül akan bir ırmaktan. Sonra ırmağın iki ucunda duran çocukların göz göze gelişlerinden söz ediyor. Irmağın çağıldayarak akışı, iki çocuğun birbirlerine seslenmelerini engelliyorsa, aradaki mesafe onların göz göze gelmelerine de olanak vermez. Göz göze gelebilme durumu için mesafe ne kadardır, beş adım, on adım herhalde. Ben iki çocuğun göz göze gelebildiklerine inanmıyorum. Ancak göz göze gelindiğinde hissedilebilecek duyguları hissettiklerine…
“Sıcaktan toprağın tüttüğünü ve başka şeyleri o gün olduğu gibi, çömeldiği yerden görebiliyor. Kumların kızgın dilinin herkese dışarıyı yasak ettiği bu kızgın öğle üzerinde…” Yıllar sonraki gelişinden bir izlenim ama ilk karşılaştıkları yaz ayındaki gibi bir sıcak var. İki çocuğun birbirleriyle bakıştıkları o yaz mevsiminde karşıdan karşıya geçmeyi engelliyor ırmak. “O yaz ırmak hiç alçalmadı.” (Tüm yaz boyunca bir gün bile mi?)
Oysa anlatıcı ya da Civan’ın kendisi(çünkü kimi yerlerde ben anlatıcı giriyor araya, aslında ikisi de aynı kişi diye düşündüm de öyküde ne anlam ifade ettiğini bulamadım bu farklı anlatıcı kullanılmasının) yıllar sonra ırmağın başına geldiğinde Ensar’la Civan’ın bakıştıkları günkü gibi bir sıcaktan söz ediyor. Kumların kızgın dilinin herkese dışarıyı yasak ettiği kızgınlıkta ırmak salt yazar öyle istedi diye alçalmıyor. Çünkü Ensar’la Civan daha önce değil, cirit oyununda karşılaşacaklar. Tamam, diyelim ki, ırmak onların kavuşmasına o yaz izin vermedi. Ensar, yüzme biliyor, “deli gibi kulaçlayıp yardım ırmağın bağrını.” diye anlatıyor. Belki görürüm diye saatlerce beklediği ırmak kenarından neden atlamıyor suya? Çünkü, “O yaşlarda kazanmak her şeyden daha önemlidir. Bu yüzden her şey bir yarış gibi gözükür delikanlı gözüne…” diye düşünüyor Ensar. Irmağı bir düşman ya da rakip gibi görüp Civan’a gitmek bu deliliği yapmak tam da onun o yaşına yaraşır bir delilik olmaz mı?
Diyelim ki Ensar bunu göze alamadı. Birbirine böylesine tutkuyla bağlı, yalnızlıklarını kendi yalnızlıklarıyla paylaşan, köyün ışıklarına bakıp birbirlerinin ışıklarını, pencerelerini arayan, birbirlerini görebilmek umuduyla ırmak kıyısında saatlerce dolanan, ırmağa aynı saatte indiklerinde, yüreklerinde delice bir sevinç, uçarı bir yemin, ergenliğin gür coşkusu olan bu iki genç, cirit oynanacağı gün, çadırlar kurulup, büyük ateşler yakılıncaya, geniş kazanlar kaynatılıncaya kadar, yani henüz oyuna başlanmasına bol bol zaman varken nasıl olur da birbirlerini bulmazlar. O kalabalıkta birbirlerini bulmaları mümkün değil mi? Hiç değilse, bulmak için arayamazlar mı?
Anlatılan olayın üzerinden otuz yıl geçtiğini öğreniyoruz. Yıllar sonra ırmağın kıyısına gelip geçmişi anımsayan ve anlatan kırk dört yaşında bir doktor. Ne doktoru olduğu açıklanmamış ama “Artık doktorum. Ve bu hiçbir işe yaramıyor. Yarar sanmıştım. Dindirir sanmıştım.” cümlelerinden onun ruh doktoru olduğu hissine kapıldım. Ruh doktoru anlatıyor bunları ve diyor ki:
“Kan çekmiş, cinayet yerine geri gelmişti katil.” Onun kendini katil olarak görmesine anlam veremiyorum. Zira o, Civan’ın saldan ırmağa düşmesini engellemek için kan ter içinde debelenip durmuştu. Ama ne çare ki “dalgalar yeni eyer vurulmuş tay gibi üstünde hiçbir şey tutmuyordu.”(Muhteşem bir benzetme!) Ensar, ırmağa girip ona doğru yüzmeseydi de Civan ölecekti. Katili, kuduz hastalığı yerine ırmak oldu. Kaldı ki, kudurarak can vermesi Civan için daha acı bir ölüm olacaktı. Ensar “Suların ikiye ayrılarak Civan’ı içine alıp sonsuza dek nennelemesini” sağlamış oldu. Cirit oyununda ilk darbeyi indiren ve buna alınan Civan’a “Bu bir oyun” telkininde bulunan Ensar kendisini de telkin ederdi, “bu bir yazgı, bu Civan’ın yazgısı” der, Civan’ın ölümünden kendini sorumlu hissetmezdi diye düşündüm.
Tesadüf, Dostoyevski’nin okuduğum romanında da benzer bir konu var. İvan Fyodoroviç, (Karamazov Kardeşler), cinayete göz yumduğunu, sessiz kaldığını neden sonra fark edip acı içinde kıvranırken, asıl katilin kendisi olduğunu söylerken onun yaşadığı vicdan azabını anlayabiliyor, daha da önemlisi inanabiliyorum ve o bu duyguyla kahrolurken katil olmadığına onu ikna etmeye çalışıyorum. Ama Civan’ın kendini katil olarak tanımlamasını sadece yazarın dayatması olarak görüyorum.
Civan’dan sonra, “Hiçbir duygumu yaşayamadım….” diyor Ensar öykünün sonlarında. Anlatıcıysa, yıllar sonra ırmak kıyısına gelen Ensar için “Irmağı özlemişti işte. Düpedüz özlemişti.” diyor. Özlemek bir duyguysa, Ensar, hiçbir duygumu yaşayamadım deyip anlatıcı Ensar’ın özlem duygusundan söz ediyorsa, duyguyu yaşamak demek ne demek diye sormadan edemiyorum.
“Dönmeyecekti hani, söz vermişti bir daha dönmeyecekti.” deniyor öykünün başlarında, sonra başka bir yerde “Her şeye “tıpkı o günkü gibi” demek için dönmedi mi buraya?” deniyor.
“Geniş bir sessizlik kol geziyor ortalıkta. Arada bir usul bir rüzgârın bir ucundan tutup kaldırdığı beyaz çadırların hışıltısı da olmasa, hçbir şey olmayacak.”
Peki ya atlar, onlar da mı kımıltısız, kişnemeden aksırıp tıksırmadan duruyor: Evet:
“Yan yana dizili atlar, yan yana dizili yiğitler bu sessizliğe kulak kabartıyorlar.”
Anlatıcının sorduğu bu soruya ben de bir yanıt bulamadım:
“…bu iki çocuğun ne işleri var ırmağın iki kıyısında?”
Ve buna:
“Artık her ikisinin de kendi köylerindeki arkadaşları kendilerine yetmiyordu.”
Bir de gözüme takılan bir tümce:
"Kalabalık seyirci kalabalığı"


Re: Ensar ile Civan

Elif Çınar yazdı:

""
Diyelim ki Ensar bunu göze alamadı. Birbirine böylesine tutkuyla bağlı, yalnızlıklarını kendi yalnızlıklarıyla paylaşan, köyün ışıklarına bakıp birbirlerinin ışıklarını, pencerelerini arayan, birbirlerini görebilmek umuduyla ırmak kıyısında saatlerce dolanan, ırmağa aynı saatte indiklerinde, yüreklerinde delice bir sevinç, uçarı bir yemin, ergenliğin gür coşkusu olan bu iki genç, cirit oynanacağı gün, çadırlar kurulup, büyük ateşler yakılıncaya, geniş kazanlar kaynatılıncaya kadar, yani henüz oyuna başlanmasına bol bol zaman varken nasıl olur da birbirlerini bulmazlar. O kalabalıkta birbirlerini bulmaları mümkün değil mi? Hiç değilse, bulmak için arayamazlar mı?

Burayı da masal gerçekliğiyle düşünmek gerekmez mi? Masalla öykü arasındaki fark da bu olsu gerek. Ayrıca tabuların, geleneklerin ördüğü bir bölge de bireyler; hele de Ensar ve Civan gibi çemberin dışındaki bireylerin her hareketi gözlendiği için rahat olamazlar diye düşünüyorum...
Elif Çınar yazdı:
""
Anlatıcının sorduğu bu soruya ben de bir yanıt bulamadım:
“…bu iki çocuğun ne işleri var ırmağın iki kıyısında?”

Bu soru bence o bölgenin Ensar ile Civan'a yönelttiği bir soru. Yani yazar; törelere, geleneğe göre yaşayan yığının gözüyle sormuş sorusunu...


Re: Ensar ile Civan

Bu aşkı, dostluğu sorgulamamız için sormuş sorusunu.


Re: Ensar ile Civan

Cihan Başbuğ dedi ki:
Ayrıca tabuların, geleneklerin ördüğü bir bölge de bireyler; hele de Ensar ve Civan gibi çemberin dışındaki bireylerin her hareketi gözlendiği için rahat olamazlar diye düşünüyorum...

öyküden:
"O yazı birlikte geçirdik. Irmağın seyredliği zamanlar birlikte yüzdük, ava çıktık, odun kestik... kan kardeşi olduk, lorke oynadık... " Gizli, gözden ırak yaptıkları tek şey: "cigara içtik kuytuda."


Re: Ensar ile Civan

""
""
"O yazı birlikte geçirdik. Irmağın seyredliği zamanlar birlikte yüzdük, ava çıktık, odun kestik... kan kardeşi olduk, lorke oynadık... " Gizli, gözden ırak yaptıkları tek şey: "cigara içtik kuytuda."

Belki de Cihan, yapıp ettikleri işlerin gözden uzak olmasını değil bu işlerin birlikte yapılmasının sebeplerini belki de birbirlerine karşı duydukları yasak duyguların varlığının gizlenmesini kastetmiş olabilir?


Re: Ensar ile Civan

nurten aksakal dedi ki:
yapıp ettikleri işlerin gözden uzak olmasını değil bu işlerin birlikte yapılmasının sebeplerini belki de birbirlerine karşı duydukları yasak duyguların varlığının gizlenmesini kastetmiş olabilir

Nurten'in bu cümlesinin öykü bağlamında ne anlama geldiğini anlamadım.
Cihan, Ensar ile Civan'ın gelenekler nedeniyle ya da her haraketleri gözlendiği için rahat edememiş olabileceklerini söylemiş. Ben alıntıladığım cümlelerle onların gözlerden ırak olmak gibi bir dertlerinin olmadığını gözden ırak olmayı yeğledikleri anların sadece sigara içtikleri anlar olduğunu söyledim.


Re: Ensar ile Civan

Göz önünde sadece dar paylkaşımlar yaşayıp da gerçekte rahat olamadıklarını düşünüyorum. Yani tezimde ısrarlıyım... Laughing out loud


Re: Ensar ile Civan

Cihan Başbuğ dedi ki:
Göz önünde sadece dar paylkaşımlar yaşayıp da gerçekte rahat olamadıklarını düşünüyorum.

Ben doğrudan öyküden alıntı yapıyorum. Cihan'ın tezini çürütmeye çalışırken, alıntı yaptığım cümlede bir şey dikkatimi çekti. Ensar'la Civan arasındaki dostlukta herhangi iki delikanlının yaşadıklarından farklı bir şey var gibi. Öykünün kimi yerlerinde (iki yerde geçiyor ama şimdi bulamadım) "ona dokunanamıştım" cümlesi geçiyor. Ama beri yandan birlikte yapılanlar sayılıp dökülürken "kızlara nâme yazdık" ayrıntısı gözüme takılıyor. Onlar birbirlerine aşık iseler niye kızlara nâme yazıyorlar diye düşündüm. Sonra kankardeş olduk cümlesi de aralarındaki ilişkinin aşk mı, dostluk ilişkisi mi olduğu konusunda bir karışıklık yaratıyor. Cihan'ın dar paylaşımlar yorumu için paylaşımların anlatıldığı cümleyi yeniden alıntılıyorum:
"Irmağın seyreldiği zamanlar birlikte yüzdük, ava çıktık, odun kestik. Ziyarete gidip adak adadık, dilek diledik, kan kardeşi olduk, lorke oynadık, kızlara nâme yazdık; birbirimize renkli poşiler, kara ageller armağan ettik, cigara içtik kuytuda, gümüş bir tabaka aldım, ona sarı kehribardan saçağı gümüş simli bir tesbih aldı bana. Bir ağızlık aldı bana, bir çakmak aldım ona; tüfenklerimizin üzerine adlarımızı kazıdık. Gözü kara olalım diye alıcı kuş teliğiyle gözlerimize çekilen sürmeyi birbirimizin elinde tazeledik."


Re: Ensar ile Civan

evet Elif'im sanırım öyküde ki benzer ifadeler bu iki arkadaş/dost ya da bu ilişki biçiminin adı her ne ise onların da adlandırmakta zorlandığı bir şey olabilir: Ben acaba Cihan buna mı vurgu yapmak istyemiş olabilir diye düşünmüştüm.


Re: Ensar ile Civan

Evet ben de tam bunu kastettim. Elif'in de üzerinde durduğu gibi bir aşk var ortada ama adı konulamamış; ya da bizim tam olarak duymayıp sezmemiz istenmiş.


Re: Ensar ile Civan

Ensar ile Civan karşılaştıklarında Civan Ensar'a eliyle gel işareti yapıyor ve Ensar şöyle anlatıyor olayı

""
Ne de olsa onlar iki kişiydiler

Çünkü Civan köpeğiyle beraber.

Bu detay iki sebepten dolayı çok hoşuma gidiyor. Birincisi; topluluk olanın birey olana karşı üstünlüğünün günlük hayatta ve oyunlarımızda bile kendini gösterdiğine iyi bir örnek iki kişi olan Civan'ın Ensar'a "gel" demesi.İkincisi; bu karşılaşmada bulunan köpeğin hikayenin kaderini belirleyecek olayın sorumlusu olarak orada da boy göstermesi. Böylece Murathan Mungan çemberi tamamlamış oluyor.