UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Eksik Yaz

18 Nis 2013
Mehmet Sürücü

Kahvehanenin asmalı çardağı altında, duvara dayanan sandalyelerde toplu uyuklamalar, ortalıkta dolanan kediler, tavuklar, çıplak ayaklardaki denizin tuzu, kum taneleri, tarlalarda, hendeklerde, tozlu yol kenarlarında hızla sekerken, bir çalılığın ardında kaybolmadan bir an durup, insanın gözlerine konuşurcasına bakan boz gelincikler, çatlarcasına cırıldayan ağustosböcekleri, pencere diplerinde fesleğen, karanfil, şebboy, bayırda kekik, ormanda ıhlamur kokusu, duvar aralarında, taş aralarında hareketsiz gezinen, ufacık kertenkelelerdir yaz.

Bazen de; saçak altlarında yuva yapmış kırlangıçlar, sokak aralarında, közlenmiş biber kokusu, serin gölgeliklerde beyaz başörtülü, siyah feraceli kadınların, akşam yemekliği taze fasulye ayıklayıp, gömlek, çorap yamaması, Siyah çekirdekli, içi sarı karpuz, gecenin bir vakti, kurbağa seslerine karışan köpek havlamaları, tahta basamaklı çınar ağacından, genç müezzinin okuduğu titrek ikindi ezanını, ağarmış sakallı, gözleri ya uzağı, ya yakını, ya da hiçbirini seçemeyen yaşlıların, Maşallah! Ne ses var. Allah kabul etsinleri.

Uzun yaz günlerinin ikindilerinde, beygire sarılı, küfe dolusu soğanla geçerim kahvenin önünden. O; soluk ikindi güneşinin gezindiği tahta sedirde, başı hafifçe bastonu kavrayan damarlı, buruşuk ellerine yaslı uyuklarken, içimde nedensiz bir şeyler dalgalanır. Beygirin nal seslerine uyanacağı gelir aklıma, çekinirim. Yükü boşaltıp geri dönerken, o güneşe verdiği yanını değiştirmiş, diğer yanını dönmüş olur. Isınmaz bir türlü sırtı, elleri, ayakları, kireçlenmiş eklemleri. Tam önündeyken, başlayan ezanından mıdır, beygirin nal sesinden mi bilmem, gözlerini aralar. Yüzüme tanımadan bakar. Bir anlık o sağken gördüğüm, bildiğim esintiler dallanır yüzünün derin kırışıklıklarında. Geçmiş zamana sızdığı yerlerden ana döner. Bakışı değişir.

Bazen terden sırılsıklam, yorgun beygirle geçerim kahvenin önündeki taşlık yoldan. Bilirim, daha uzaktan, görmese de tanır beygirin nal seslerini. Tanıdığından küs gibi çevirir başını başka tarafa. Birkaç yaşlıyla, o gün geçen zamanın konuştuklarından çoğunu susmuşlardır. Birini daha katmaktadırlar geçmişe.

Sedirde kendi gibilerin oturmalarının daha çok uzanmaya döndüğü saatlerde, o, bir daha ince bir çocuk sesinin, Dede ninem yemeğe çağırıyor demeyeceğini bilmenin hüznüyle karıştırır çayını. O, kaynamış ıhlamur rengi denizin uzaklarına bakarken, hiç kapanmayan bir makas gibi, göğü kesip biçen kırlangıçlar uçuşur, çay bardağının ince kıvrımına mor bir bulutun aksi düşer, kumrunun çatı arasında uçarken düşürdüğü tüy döne döne yere, mor soğan kabuklarının üzerine iner.

Önünden geçerken, kahveci Emin ağaya bazen günlerdir yağmur yağmadığını, bazen yakadaki zeytinlerin altının kuruyup, yapraklarından suyun çekildiğini anlatan iki ucu eksik, yarım cümlesi ilişir kulağıma. Bana sanki yağmuru ben yağdırmamışım, kavuran lodosu estirip, zeytinin gövdesinden suyu ben çekmişim gibi diker gözlerini. Kimi, Çok yüklemişin yine, öldürecen beygiri, kimi gün; Yeter artık, bırak da hayvancağız biraz dinlensin. Bu kadar yorma, semerinin arasına aba koy. Sırtına vuruyor semer, der, başını denizden yana uzaklara döndürür.

Birazdan, ben geçip gittikten sonra, gittikçe soluklaşan güneş sedirden, tahta sandalyelerden, kumlardan, bacaların, çatıların batıya bakan yüzlerinden çekilip, yerini saydam, ılık geceye bırakırken, o; kimseye bir şey demeden boş bardağın kenarına bir kaç bozukluğu çay parası iliştirecek, ardında Emin ağanın radyosundan dökülen mahurdan bir gazel bırakıp kalkacak, o büyük, boş eve isteksiz adımlarla yürüyecek.

Kategori: