UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Dimma

19 Eyl 2008
kadiryüksel

Bu kez deprem öyküsü değil... Eskilerden bir öykü...

KADİR YÜKSEL

DİMMA

Sarı Vosvos’umuzun farları Çekos’u aydınlattığında kanlı ellerini fark etmemiştik. Yıllardır sökülmeyi bekleyen kırık dökük iskelenin yanı başındaki balıkçı kahvesinin duvarına sırtını dayayıp diz çökmüş denizi seyrediyordu. Hiç istifini bozmadı, başını çevirip bakmadı bile. Elimizde bira torbalarıyla sarışından indik.
- Mazot getirdik!
Başını çevirdi. Ayağa kalkmadı. Yalçın Abi’nin uzattığı birayı alırken elindeki kanı gördük. Biranın kapağını dişleriyle açtı. Tükürdü.
- Isıtmışsınız, üstüne mi oturdunuz şişelerin?
- Eline ne oldu Çekos, kanıyor?
- Dimma’nın... İnanmıyordunuz. İçerde. Bu gece geldi. Onun kanı... Bu gece... Gelecek demiştim size. Sigaranız var mı?
Yakıp uzattım. Denize döndürdü yüzünü.
- İçerde. Gözlerinizle görün. Bu sefer de dalga geçin de düdükleyeyim beyninizi.
Yavaşça açıyor kapıyı Yalçın Abi. Pis bir koku yayılmış kahveye. Bu kesif koku... Kirden siyahlaşmış kadın pardösüsünü görüyoruz kapının yanındaki ilk masanın üstünde. Aceleyle çıkarılıp atılıverilmiş. Bir kolu ters yüz, yırtık astarı yere değiyor... Bu pardösü de... Bu koku...
Ocağın arkasında, dipte bacaklar. Kirli, iğrenç... Bacakların ucunda kan birikintisi... Pıhtılaşmak üzere. Tezgahta koca bir ekmek bıçağı, kıpkırmızı. Çöküyorum olduğum yere. Midem bulanıyor. Yalçın Abi yaklaşıyor kirli bacaklara. Pıhtılaşmak üzere olan kan birikintisine basıyor ayakkabısının ucuyla, kaldırıyor ayağını. Kapının önüne zor atıyorum kendimi. Kusuyorum. Yalçın Abi’nin eli omzumda.
- O, diyor, Kesik.
Birası mukavvanın üstünde kaldı. O kesif koku... Öğürüyorum. Dönüp bakmıyor Çekos. Gözü hep denizde, uzak ışıltılarda.
- Nasıl, inandınız mı şimdi? Dimma’yı gördünüz mü? Kendisi istedi, yalvardı... Sevdim onu, okşadım, saçlarını taradım, kokladım... Kendisi istedi...

***

Hafakanlar basmıştı gene. Buzdolabını yere boşalttım, yok. Yok, ulan. İnsan, ilaç olsun diye, bir iki duble bir şey saklamaz mı? Bir şişe birayı atmaz mı zulaya? Yerimde duramıyorum. Terliyorum ki, sorma. Çıktım kahveden. Bir gıdım esmiyor, anasını... İskelenin kenarına çöktüm. Deniz çarşaf. Karıncaların su içmesi için. Uzaklar, karşı kıyılar ışıl ışıl... Işıl ışıl ya, ben zindanım. Ulan, neremden çıkıyor bu kadar ter. Çöp gibi adamız. İki soğuk bira atıversem, hafakan mafakan kalmayacak. Ama şehre inmeyi gözüm yemiyor. İskelenin kenarından eğiliyorum suya. Daldırıyorum kafamı. Bir iki sallıyorum suyun içinde. Sıcak, ulan, su. Uzakların ışıkları oynaşıyor gözümde. Ayaklarımı suya uzatıp oturuyorum çakıltaşlarının üzerine. Böyle oturur, soframızı kurardık Salim Usta’yla. Rakı gırla... Şarkılar... Var mıydı, Salim Usta’nın üstüne balıkçı? Bu körfezin tarihi yazmamıştır Salim Usta gibisini. “Güzel gün görmedi avare gönlüm, neler çekti neler biçare gönlüm” Hüzzam... Her gece söyletirdi bu şarkıyı bana. Denize âşık adam. Şu ilerdeki küçücük barakaydı bütün varlığı. Bu iskele yedi onu, bu kırık dökük iskelenin paslı demir kazıkları... Kimseler kalmadı sonra. Bir ben işte... Numunelik... Kavuşmasaydı Allahına, gene bırakmazdı barakasını. Taksiratı affolsun... Es, be oğlum, es be, rüzgâr mısın? Geldiği kadar kolay gidiverse, hafakan dediğin... Geldi mi çöker, anasını...
Denizden iskeleye tırmanan karaltıyı gördüğümde vakit çoktan gece yarısını geçmişti. İskelenin ucuna oturdu karaltı. Ulan, dedim içimden, bu boklu körfezde, ne cesaret, herife bak. Beline kadar inen saçlarını savurmaya, elleriyle taramaya başlayınca anladım, herif değil, kadın olduğunu. Yüzünü değil ama, sağa sola sallanırken göğüslerini gördüm. Çırılçıplak. Tamam, dedim, döndü benim orospu. Dönmez mi? Nereye gidecek? Uzaklarda ne yapar yalnız başına? Döndü, işte. Kahveye doğru yürür şimdi. Birdenbire çıkarım karşısına. Ne yapar? Ne yapacak, atılır boynuma. Çekos’um, der. Sensiz yapamadım, der. Hiç değişmemişsin, der. Ya da kellik iyice yakışmış sana, der. Seni çok özledim... Al beni koynuna, affet... Çoktaan...
Teni sararmış, dedim içimden. Sapsarı... Bacağını çıkardı sudan. Pul puldu belinden aşağısı. Altın sarısı. Ama kalın... Balık kuyruğu muydu? Kafayı üşüttüğümü sandım. Balık kuyruğuydu ya... Bacağı balık kuyruğuydu. İnanamadım. İyice baktım. Denizkızı bu. Terler boşandı, soğuk, buz... Çöktüm olduğum yere. Dua düşündüm, okuyayım bir iki tane. Yok, anasını... Şahadet kelimesi bile gelmiyor dilimin ucuna. Ulan, dedim, Salim Usta gönderdi bunu, kavuşacaksın Allahına bu akşam. Sıkı dur, oğlum Çekos.
Ulan, dedim sonra, ister misin, benim karı denizkızı olsun. Denizlerde dolaşa dolaşa, n’apsın garip. Utancından belki de... İnsan içine çıkamayacağından... Yüzünü bir görebilsem.
Sessizce yanaştım iskelenin kıyısına. Pişt, dedim. Pişt, pişt... Dönmedi yüzünü. Atladı suya. Koştum iskelenin ucuna. Boşuna... İskeledeki ıslaklıktan başka bir şey bırakmadı ardında. Yüzünü görmek için neler vermezdim, anasını... Göstermedi...
Dimma koydum adını. Dimma... Nasıl? Dimma... Onun ismini de hatırlatsın diye... İnanmıyorsunuz, değil mi?
Gene gelecek. Göreceksiniz gene gelecek. Pişt, piştleri duymaya, bana yüzünü göstermeye gelecek. Yüzüme bakamıyor. Utanıyor. Oysa çoktaan... Gelecek. Çoktan affettiğimi söyleyeceğim. Bana bakacak... Dimma...

***

- Bir mükellefin ıvır zıvır işleriyle uğraşıyordum, sabah sabah. Sinirlerim tepeme çıkmıştı. Herif, laf anlamıyor. Baktım, olacak gibi değil, şefe gönderdim. İçimden küfürler savura savura masama giderken dairenin kapısında Çekos’u gördüm. Elimdeki dosyaları masama bırakıp kapıya çıktım. Hayrola, Çekos, dedim, hangi rüzgar attı seni buraya? Pek uğramazdı bizim daireye, kırk yılda bir... Bu gece biraları alın gelin, dedi. Dimma mı gelecek, dedim. Evet, dedi. Haber mi yolladı balıkadamlarla, dedim. Açtı gözlerini, kocaman. Parladı. Doğru konuş, lan, diye bir bağırdı! Omuzumdan itti. Sendeledim. Arkadaşlar yanıma koştular. Sakin ol, Çekos, dedim, şaka yaptım, özür dilerim. Başlatacaksınız şakanızdan! Susmuyor. Bir şey yok, dedim arkadaşlara. Dairedeki herkes işi gücü bırakmış bize bakıyordu. Çekos’un koluna girip merdivenlerden indirdim. Ulan, bir de dalga geçmeyin be, dedi. Göreceksiniz, dedi, bu akşam gelin. Bir sigaramı aldı, gitti.

***

- Adam iyice üşüttü. Gidiyoruz bakalım... Görelim şu Dimma’sını delinin... Bize bir orospuyu yutturmaya kalkacak Dimma diye.
- Yahu, Yalçın Abi, Çekos’u kandırıp bir huzurevine yerleştirsek. Yakında iskeleyi sökecekler. Kahveyi de yıkarlar.
- Mümkün değil. Kandıramayız. Kahve yıkılırken içine girer oturur. Ölür de ayrılmaz. Kesik Zehra’nın birasını hazırla, yaklaştık.
Sahile giden yolun son dönemecinde bir köprü altından geçilir. O köprü altının kaldırımında yaşar Kesik Zehra. Büyükçe bir çöp bidonunun yanı başında mukavvaları üst üste koyarak yaptığı yatağındadır hep. Çok eskilerde şarkıcılık yaparmış gazinolarda, pavyonlarda. Yalçın Abi’nin babasıyla da... Şehir küçük, herkesin dilinde... Bir gün, nedendir kimse bilmez, kendi kendine konuşmaya, durup durup ağlamaya başlamış çarşının kaldırımlarında. Uğradı bu, demişler. Gelene geçene sataşmış. Çıngar çıkarmış. Dövmüşler. Çarşı esnafının gayretleriyle hocalara okutulmuş. Akıllanmamış. Hastaneye götürmüşler, İstanbul’a. Yatmış birkaç yıl. Taburcu etmişler sonra. Akıllanmamış akıllanmasına, ama çıngar da çıkarmamış bir daha. Ayrı hikâye. Bu köprü altına yerleşmiş. Gelip geçen arabaları durdurup sigara ister. Bazen de midesi kaldıranlar, üç beş kuruş verip, karanlık bir köşede... Öyle pis kokar ki, bütün köprü altına sinmiştir kokusu. Kesif... Sidik kokusuyla karışık... Üzerindeki pardösü kirden siyahlaşmıştır. Ayakları çıplaktır yaz kış. Kirli, iğrenç... Çekos’a gittiğimiz gecelerde, mukavva yatağın kenarına gelip camı hafifçe aralar bir şişe bira uzatırız Kesik Zehra’ya. Tanır bizim Vosvos’u. Uzaktan görünce hazırlığını yapar, sevinir.
- Kesik yok, Abi.
- Kim bilir kim kandırmıştır kadıncağızı. Ulan, ne imansızlar var şu dünyada.
- Bu saatte hep buralarda olurdu. Hayret!
Mukavva yatağın yanında sarışını durduruyor Yalçın Abi. Kapıyı açar açmaz burnumun direği kırılıyor. Birayı mukavva yatağın üstüne bırakıp çabucak giriyorum arabanın içine. Bu kesif koku...
- Tamamdır, Abi, çabuk gazla, kusabilirim.
- Ulan, ne nane adamsın!

***

Öyle her zaman kahveyi bırakıp açılmam denize. Ama o gün hava bir güzel, bir sıcak ki sorma... Denizin ortası serindir, püfür püfür eser. Kahveye de ne gelen var, ne giden. Öğle saati kim uğrar. Akşamüstü gelirler. Çok çok birkaç kişi, öyle dolup taşmaz... Güneşin körfezde batışını seyrederler. Kahve içerler, bol köpüklü. Herifler manitalarıyla, elele dizdize... Sarılırlar... Bazen kaçamak öpüşürler, anasını... İşi bilen delikanlılar fal bakmaya girişirler...
Atladım tekneye. Akşam yemeğine balık kızartırız. İyi istavrit var, dediydi Salim Usta. Canım çekti işte. Bilsem... Olacağa çare yok. Açıldım. Hava güzeldi güzel olmasına ama uzakta, karşı kıyıların orada... Bulutlar... Olta iyi, bereketli. Çok dibe atmıyorum, mezgitle uğraşamam. Salim Usta’nın pat patını gördüm. Dönüyor. Keyfim kaçtı. Çektim oltayı. İki istavrit daha. Çıkardım iğnelerini. Yanaştı Salim Usta. Dön, dedi, kabaracak birazdan. Şansa bak, dedim, kırk yılın başı, anasını... Döndüm. Salim Usta bu, görülmüş şey mi şaştığı. Bilsem döner miydim? Kabarırsa kabarsın, alabora etsin... Kıyıya yanaşırken kabarmaya başladı deniz. İyice ağırlaştı kürekler. Daha sıkı sarıldım. Güçlendi dalgalar. Zor çektim kıyıya tekneyi.
Döner miydim? Hadi döndüm, girer miydim kahveden içeri? Bilsem... Hadi girdim... Benim karı... Kıvranıyordu herifin altında. Seslerini duydum önce. Karımın inlemeleri. Batıyordu, ulan. Batıyordu inlemeler... Ta şurama, şurama... Ocağın arkasındaydılar, dipte. Yer mi yok, ulan. Ekmek teknemi mi buldunuz yiyişecek? Ayakları tezgahın dışına taşıyordu ikisinin de. Karımın küçücük ayakları...
İlk oracıkta bastı hafakanlar. Seslenemedim. Çöreklendi. Boğazıma yapıştı. Bir koca soluk dolaştı ciğerlerimde. Metrelerce derine dalmışım gibi şiştim. Öksürük. Bir öksürük ki ardından, sorma. Birden karıştı tezgahın arkası. Herif telaşla kaptı pantolonunu. Öksürük tutmasa... Boğazım... Ter boşandı. Yığıldım yere. Karayağız, esmer bir delikanlıydı. Kaçtı. Doğruldum. Peşinden... Yetişebilir miyim? Herif tazı gibi. Öksürük ciğerlerimi söküp atacak. Fazla koşamadım. Çöktüm. Körük gibiyim. Kayboldu gitti herif. Hay, anasını avradını...
Benim karı, giymiş entarisini, çıkmış iskelenin ucuna. Bir delilik eder şimdi bu. Dur, dedim, dur. Dinlemedi. Attı kendini suya. Dur, orospu, dur. Koştum. Yetişmek için... Salim Usta çıktı iskelenin ucuna, atladı. Dalga fena vuruyor. Kabardıkça kabarmış. Nefes nefese vardım iskeleye. Salim Usta çıktı bir, nefes aldı, daldı gene. Çok sürmedi, iskelenin yanından çıktı. Çakıllara oturdu kaldı.
- Yok, dedi, yok Çekos. Dalga güçlü. Savurmuş bir tarafa.
Bacağı kanıyordu. Kötü kesilmiş...
- Atlarken... Demir kazığa...
Döner, dedim. Döner... Dönmez mi? Dönmedi. Bulamadık. Ne yapar denizde? Uzaklarda?.. Nereye gider? Dönecek... Dönecek, anasını...

Kategori:

Re: Dimma

Elinize saglik. Guzel bir oyku daha okuttunuz bize. Bir yandan Necati Cumali'nin birbirinden canli oykulerini okurken insan etrafini iyi oykulerle sarilmis hissediyor.

Arabayla giderlerken Kesik Zehra'nin yasadigi kopru altinda durmalari ve orada bize anlatilanlar cinayetin butun gizini cozuyor. O bolumu okurken daha ileride zaten cozulmus giz uzerine baska seylerin de soylenip soylenmeyecegini merak ettim. Neyse ki soylenmiyordu. Yazarin okura guvenmesi hosuma gitti.

Oykunun hangi yilda yazildigini bilmiyoruz. Hic olmazsa onu bilsek?

Bir de Dimma adinin onceki kadinin adi dusunulerek konmus oldugunu dusununce, onceki kadinin adini cikarmaya calistim, ama basaramadim. Didem, Sema, Dilan, Diana, Dilemma? Dusune dusune kayisi kopartacagim ben de Smile


Re: Dimma

Sayın Eren,

Öyküyle ilgili düşüncleriniz için teşekkür ederim.

Öykü dediğim gibi eskilerden. Beş yıl öncesine ait. Bir süre ara vermiştim yazmaya...

Daha yenileri de var elbette... olacak da... çalışmam gerek, daha çok çalışmam...

Bu forumdaki eleştirileri de dikkate alarak... hepsini...

Dimma'ya gelince... o da bende kalsın... kayısı kopartacağım diyorsunuz, yanlış okumadıysam... afiyet olsun...

Selamlar...

Kadir Yüksel


Re: Dimma

kadiryüksel dedi ki:
kayısı kopartacağım diyorsunuz, yanlış okumadıysam... afiyet olsun...

Smile Bilgisayarimin klavyesinde Turkce karakterler olmadigindan ne yazik ki boyle yanlis anlasilmalara canak tutuyor. Aslinda soylemeye calistigim: "kayışı kopartacağım düşünmekten" gibi bir seydi. Ah! Keske kayisiyi dalindan kopartip yiyebilecek olsaydim Smile


Re: Dimma

sağır duymaz uydurur... benimki de "kör göremez uydurur"a dönüştü...

özür dilerim... aman kayışı kopartmayın...

Saygılar...

Kadir


Re: Dimma

Öncelikle ellerinize sağlık,
Söylenecek pek çok güzel şey var öykünüz için.
ancak ben onları geçiyorum ve aklıma takılan bir iki şeyi söylemek istiyorum.

Olay günü biraların hemen ısınmış olmasından dolayı havanın pek bir sıcak olduğunu düşünüyorum ancak bu durumda kesik zehra'nın neden paltosuyla kahveye gelmiş olabileceğini bilmiyorum.

Çekos'un Dimma'nın denizden gelmesini beklediğini biliyoruz, Çekos belki de bir deniz kızına dönüşmüştür diye düşündüğü karısını, iskeleden çıkıp gelecek diye beklemesi ve o gece kesik Zehra'yı öldürmesi bana; iskelede saçlarını tarayan ve Dimma diye ad koyduğu kişinin yani o gece karanlıkta denize giren kadının Kesik Zehra olabileceğini düşündürdü. Ama eğer bu kurduğum denklem doğrusu ise yani Kesik Zehra denizde yıkanıyorsa Zehra'nın, en azından kusturacak kadar kötü kokmaması gerekmez mi?

Elbette gece yarısı sahilde yıkanan hiç kimse olmamış sadece Çekos hayel görmüşte olabilir. Ama o zamanda neden karısı gittikten çok sonra hayal görmeye başlamış buna sebep olacak bir olay bulamıyorum anlatılanlar içinde. En azından orada gerçekten biri olmalı ve hayal gücünü kullanarak onu başka bir şekilde görebilmeli istediğib gibi canlandırabilmeli kafasında.Dolayısıyla denizde karanlıktaki kadının Zehra olması gerektiğini düşünüyorum öykü bütünlüğü ve zincirin tamamlanabilmesi için.

Balığa çıktığı gün kahvede karısını yakaladığı gün yani; kahve tenha da olduğu için bu durumunulu orta gerçekleşmesini anladım

""
. Kahveye de ne gelen var, ne giden. Öğle saati kim uğrar.
sanırım bu cümlede buna bir hazırlık niteliğindeydi. Ancak kadın kendini iskeleden attığında Salim abi hemen oracıkta bitiverdi hele ki Çekos'dan önce denizden dönmüştü.
""
Ekmek teknemi mi buldunuz yiyişecek? Ayakları tezgahın dışına taşıyordu ikisinin de. Karımın küçücük ayakları...

karısını sanki önce Salim abisi fark etmezmiydi? Ya da karısı salim abinin döndüğünü duymazmıydı. Çünkü Salim abinin patpatı var ve kadın atladığında kendini isleden atacak kadar yakın.

Yukarıdaki kafa karışıklığımın öyküyü beğenmediğim anlamına gelmesini istemem. Öyküyü okurken kafamda beliren sorulara yanıt arıyorum ve öykünüzü beğendiğimi de tekrar belirteyim.


Re: Dimma

Sayın Nurten Aksakal,

Tabii ki öncelikle teşekkür ediyorum.

Sonra:
1-Elbette hava sıcak... Kesik Zehra'nın anlatıldığı bir bölüm var öyküde... Zehra delidir ve köprü altında yaşar... yaz kış paltosuyla birlikte... pislik içinde...

2-Kurduğunuz denklem benim denklemim değil... benim kurduğum denkleminse ipuçları var öyküde... karısı gittikten çok sonra hayal görmeye başladığını söylemiyorum ki... aksine çok uzun süredir dimma hayalini gördüğünü söylüyorum. dimma hayaliyle eşinin dostunun başının etini yediğini çağrıştıran bölümler var... sorunuzu tam anlayamadım... bir mükellefin ıvır zıvır işleri... diye başlayan bir bölüm var... daha başta "inanmıyordunuz değil mi" diyor... ayrıca halüsinasyon göremez mi? bilmem...

3-Salim abi Çekos'un kahvesinde yaşamıyor ki... her balıkçının barınağı vardır böyle yerlerde... kendi barınağına girmiş olamaz mı? ayrıca balıktan dönüyor adam... belki ağlarını toparlayacak... teknesini toparlayacaktır... Orada bitivermesine gelince... bağırış, çağırış, gürültü... bir kadın iskelenin ucuna çıkıp atlıyor... allah aşkına siz bitivermez misiniz orada... ben etraftaysam hemen koşarım...

Selamlar...


Re: Dimma

hımmmm... düşündürdü , küçük lokma gibi pıt, kılçıksız balık gibi lup olmadı ... boğazıma battı kılçık, döndüm kılçığın nerde battığını okudum, yutkununca geçti, nurtenciğimin soruları gibiydi kılçıklar hani cıkarmazsan her yutkunduğunda batacak... güzel demlenmiş kısa film kurgulu satır aralı...hımmm kaleme kağıda özendirdi... ne güzel olmuş buralarda yelken açısınız... rüzgarınız bol ola... kesif kokulu Zehra.... insana bir an acaba dedirtiyor denizkızını mı kesti... hem tarantino denli göz önünde değil hemde yeterince gerilimli ve kanlı...


Re: Dimma

Hani başka zaman olsa, Kesik Zehra hakkında ileri geri konuşurduk. Necati Cumalı'nın öykülerini okuduğumuz bir zaman denk gelmesi ne güzel bir tesadüf. Değiştirmiş Cumalı öyküleri bizi(beni). Hatta Cumalı'nın öykülerinden sonra, kız, ne vardı denize atacak kendini, olmuş bir kere, kocan seviyor seni, vardır elbet bir nedeni, açıklaması filan diyesi geliyor insanın. Kadir Yüksel'in ellerine sağlık. Eren'in dediği gibi güzel öyküler okumak iyi geliyor insana.
Eren demişken. "Kayısı koparma" meselesi çok güldürdü beni.Good
Eren, Kadir'e, ne demek istediğini anlatırken yazmış doğru karakterleri, demek ki yazılabiliyor. Zorlanır mı, klavyesinde bir engel mi var? Hep yazsa...
Bi de, Kadir, ya da öyküsünü paylaşan diğer arkadaşlar, öykü hakkında yorumlar yapıldığında öyküye dair açıklamalar içeren cevaplar yazmasa, sorulan sorular çünkü doğrudan yazara sorulmuyor. Nurten'in sorularını yanıtlamış Kadir. Nurten o soruları sanıyorum ki, bizlere bir şeyleri düşündürmek için ya da başka bir sebeple soruyor. Öyküyü tartışabilelim diye. Yazarın kendisi öykü hakkında bir şeyler açıklamasa. Çünkü o zaten biliyor. Bize bir şey kalmıyor. Armut piş ağzıma düş tembelliğine alışırsak, Cümalı'yı mezarından kaldırmak zorunda kalırız valla.
Bi de bi de, Kadir, Necati Cumalı öyküleri hakkında ne düşünoyor, var mıdır foruma gönderilen öyküler hakkında bir fikri, bizlerle paylaşmak istemez mi?


Re: Dimma

elif cinar dedi ki:
Eren demişken. "Kayısı koparma" meselesi çok güldürdü beni.Good
Eren, Kadir'e, ne demek istediğini anlatırken yazmış doğru karakterleri, demek ki yazılabiliyor. Zorlanır mı, klavyesinde bir engel mi var? Hep yazsa...

Ne yazik ki klavyemde Turkce karakterlerim yok. O nedenle kayisi koparmayla ilgili yazdigim yanittaki Turkce karakterleri bir yerlerden kopyalayip yapistirarak kotarabildim o uc kelimeyi. O kadar da kolay olmadi yani Smile Yine de bu turden yanlis anlasilmalara engel olmak icin elimden geleni yapmaya calisiyorum tabii. Bu gozden kacmis Smile
elif cinar dedi ki:
Bi de, Kadir, ya da öyküsünü paylaşan diğer arkadaşlar, öykü hakkında yorumlar yapıldığında öyküye dair açıklamalar içeren cevaplar yazmasa...

Bu konuda Elif'e katiliyorum. Oykuyle ilgili sorulari yanitlamak, oyle saniyorum ki, oykunun yazarina da zor geliyordur zaten. O nedenle o sorulari butunuyle gormezden gelmesinin (eger cok icinden cikilmaz bir yanlis anlama yoksa ortada) nezaketsizlik olacagini dusunmuyorum. Nurten'in sorularini belki ikinci okuyusundan sonra kendisi, belki de baska bir forum kullanicisi yanitlamaya calisabilir. Biz de yazarin yardimi olmadan oykunun icine daha cok girme sansina kavusuruz Smile


Re: Dimma

Sayın Elif Çınar ve Eren,

Beni çok rahatlattınız, teşekkür ederim. Çünkü gerçekten zor oluyor o yanıtları vermek... Yazarına sorulmuş gibi algıladım ve yanıtlamazsam nezaketsizlik olarak anlaşılacağını düşündüm. Çirozluğuma veriniz...

Necati Cumalı en sevdiğim öykücülerden biridir ve üstüne üstlük kendisiyle hemşeri sayılırız, çünkü biz de balkan göçmeniyiz. Bizim göçtüğümüz yer Kosova, Filorina'yla, manastır'la çok yakın... Be de babamdan, dedelerimden, ninelerimden, halalarımdan kısaca bütün aile büyüklerimden o yörelere ilişkin yaşadıklarını derliyorum, teybe konuşturuyoum onları... Neyse bu işin başka yanı... Necati Cumalı'yla ilgili bölümü okumaya çalıştım elden geldiğince... okumaya da devam ediyorum... Bir Orhan Kemal çalışmam vardı onu ekledim. Cumalı'ya ilişkin notlarım da var... belki uygun bir zamanda eklemede bulunacağım... bir de boş zamanlarımda mali müşavirlik yapmam gerekiyor, üzgünüm...

Selamlar...


Re: Dimma

Her öykünün kendi başlığı var. O başlık altına öyküye dair düşüncelerimizi yazıyoruz. Topluca yazmak zor olur. Okunan her öykü için kendi başlığının altına yazmak daha kolay ve karışıklığın önüne geçiyor. Forumda ödevler var yapılması gereken, okunması gereken Cumalı öyküleri var sırada, yapılması gereken işler... Ama yazıyoruz.


Re: Dimma

bazen yazarken yanlış anlamalara neden olabilecek cümleler kuruyoruz... aceleden... dönüp kontrol etmeden de gönderiyoruz.
bir önceki mesajımdaki "üzgünüm" sözcüğü muhasebecilik yapmak zorunda olmamın üzüntüsü için kullanılmıştır... yanlış anlaşılmasını istemem... sevmediğim bir işi yapmak zorunda olmamın sıkıntısı...
yoksa ödevden kaçmak için bahane olarak kullanılmadı... elbet hepimiz pek çok şeyi yapıyoruz ve yazmaya uğraşıyoruz.

selamlar...


Re: Dimma

Dimma'yı henüz okuyabildim. Kadir Yüksel'in ellerine sağlık su gibi bir öykü olmuş yazdığı. Denizdeki ışıltılarıyla, kesif kokularıyla...

Belki daha sonra bir kez daha okuduğumda farklı ayrıntılara dikkat edeceğim ama bu ilk okumada bende en çok etki uyandıran şey, öykünün karakterlere ağırlık veren bir öykü olmaktan çok, atmosfere dayalı bir öykü olmasıydı. Oysa ne çok karakter vardı kısacık öyküde.

Sarışın Vosvos, kahve, Zehra'nın barınağı, iskele, hatta Çekos'un oturup demlendiği sahil bile gözümün önünde canlandı. Karakterler ya da kişiler bu dokunun birer parçası olarak, ondan koparak şekillendiler; bu hoşuma gitti.

Yalnızca Çekos'un karısını yabancıladım öyküde. Sanki yazar herkesi atmosferin içinden bir yerden özenle doğurmuş ama kadını bile isteye atlamış gibi geldi bana; ondan söz etmek istememiş. Dediğim gibi belki ikinci okumamda nedenini anlayacağım bunun.

Oturup kadının öyküsünü yazasım geldi.

Teşekkürler Kadir Yüksel.