Dilâ Hanım
Makedonya 1900
İnkılap Kitabevi Yayınları
İstanbul
1986
s. 37-76
Son indirilme tarihi: 23 Aralık 2008 (Bkz.:Forum İşleyişi).
Makedonya 1900
İnkılap Kitabevi Yayınları
İstanbul
1986
s. 37-76
Son indirilme tarihi: 23 Aralık 2008 (Bkz.:Forum İşleyişi).
Dilâ Hanım
Dila Hanım'da olaylar biraz masalsı yanıyla dikkatimi çekti: Dila Hanım erkek kılığına girmiş can düşmanını ararken aşka düşer. Meğer aşık olduğu adam öldürmek için aradığı adamdır. Bunu ancak onun evine gidince bilir. Onun kendisini sevdiğinden, gördüğünden en ufak bir şüphesi olmamasına karşın gece kapının sürgüsünü çekmez onu bekler. Bir görüşte ne çok sevdiğini de aynı gece iyice görür. Bir yanda yeeeerde konmaması gereken kan, bir yanda aşk: Çaresiszliğe düşer. Rıza Bey de onu ilk görüşte sevmiştir, misafir ettiği günün gecesinde hiç bir şey konuşmamış olduğu halde, onun sevgisinden emin, herkes uyuduktan sonra odasına girer, konuşurlar. Tutku ile bağlanmışlardır artık. Birbiri için ölümü göze alacak kadar.
Öykünün başlarında, Bey'in cenazesinin getirlişi gerçekçi betimlemelerle çok keyifli. Cumalı müthiş bir atmosfer yaratmış kar betimlemeleri ile. Ayrıntı hatırlamıyorum ama nedense cenazenin getirilişi, bana Kuyucaklı Yusuf'u anımsattı.
" Seni görür görmezdavullar zurnalar vurdu yüreğimde" hem niyeti, hem duyguları açıklaması yönüyle çok coşkulu,çok zengin, öyle aklımda kaldı bu cümle.
Birçok öyküsünde olduğu gibi burada da kadını, etkinliği açısından önceleyen bir yaklaşım sergilemiş Cumali. Bütün azametine karşın, Dila Hanım'ın karşısında neredeyse çaresizdir Rıza Bey. Son sözü kadın söylemiştir. Kadın son sözünü neden böyle söylemiştir? Geleneklere mi yenik düşmüştür, kendine mi?
Pırnal ve kenter kelimeleri ile ilk kez bu öyküde karşılaştım. Kenter'in anlamını bulamadım sözlükte.
Dila Hanım'ın filmide yapılmıştı yanılmıyorsam, başrolleri Kadir İnanır ile Türkan Şoray oynuyordu, onun sonunda ikisi de ölüyordu. Ve Dila hanım, buradaki gibi güneş yanığı yüzü ile tüysüz erkekleri anımsatmıyor, güzelliği le göz kamaştırıyordu.
Re: Dilâ Hanım
Öyküyü çok sevdim ben fekat okurken kadın kahraman Türkan Şoray, erkek kahraman Kadir İnanır olmaktan kurtulamadı. Öyle olunca da andığım bu iki oyuncunun tanıdık mimikleri hakim oldu kahramanların davranışlarına.
Öykünün bir yerinde, sadece bey diye anılan biri var ben bunun kim olduğunu anlamadım, sonra da Rıza beyden söz ediyor diye düşündüm. Rıza beyden, zevke sefaya düşkün, elalemin karısını, kızını birkaç haftalığına eve kapatıp keyif çatan biri diye söz ediliyor, başka bir yerinde, yanında çalışan adamlara pek çok iyiliği dokunan, onlara düğün dernek kuran, sağlıklarıyla ilgilenen bir adam olarak. Bir insanda bu özelliklerin ikisi de bir arada olabilir mi diye soruyorum, ne bileyim, olabilir ama, burada oturmamış, aksayan bir şey var. Sonra, eğlence meraklısı bu adam delikanlı kılığında gördüğü, sadece bir kez gördüğü bir kadına aşık oluyor.
Eğer bu özellikleri anlatılan kişi Rıza bey değil, başka bir bey ise bu beyin ne biçim bir bey olduğunu civar köylerin beyleri biliyor olmalı, karışıklığa bu beyin sebep olduğunu aralarında konuşarak halletmek yerine neden çatışmaya giriyorlar diye de düşündüm. Bu işten yakayı o bey nasıl kurtarıyor, kimse ona yanlış iş yaptın diye hesap sormuyor, o eğlence düşkünü, mirasa konan beyin yol açtığı karışıklık yanına kâr kalıyor.
Rıza beye nişan alan iki usta nişancı, bize çok iyiliği dokundu, deyip yapacakları işten vazgeçiyorlar ama eski beylerine, hayatın tehlikede diye bir haber uçurmuyorlar. Bunu söylemenin onların yasalarına(racona) ters olduğuna dair bir açıklama da yapılmıyor.
Sonra, Dilâ hanımdan, iyi bir binici, iyi bir atıcı diye söz ediliyor.
Kocası öldükten sonra daha da geliştiriyor bu yeteneklerini. Neden kendisi gidip avlamıyor avını da kâhyadan istiyor bunu? Ve işi kendi üzerine aldıktan sonra, madem Rıza beyi öldürecek onun iyi bir tarifini(fotoğraf niyetine) alması gerekmez mi? Merdivende karşılaştığı adamı görür görmez o adamın Rıza bey olduğunu anlayacak kadar iyi bir tarif alması gerekmez mi? Kişilik özelliklerini biliyor, öğreniyor ama, fiziksel özelliklerini bilmiyor. Bunları öğrenmeden kimi öldürecek, doğru kişiyi öldürdüğünden nasıl emin olacak?
Bir de, Dilâ hanımın kan davası gütmesini çok sahici bulamadım ben. Rıza beyi öldürmeyi aklına koymasını inandırıcı ve haklı kılacak bir gerekçe olmalıydı. Çünkü bu kararı yaşadığı topluluğun gelenekleri dayatmıyor. Dilâ hanımın üzerinde öyle bir baskı olduğunu görmüyoruz öyküde. Kendisi alıyor bu kararı, kanın peşine düşmeyi o koyuyor kafasına.
Necati Cumalı’nın öykülerinin kadın kahramanlarının (İğneci, Yalnız Kadın öyküleri geldi aklıma) arzuları, duyguları konusunda nasıl atak olduklarını bildiğimden Dilâ hanımın yaptıklarını okuyunca, sabah ola hayrola deyip sevdiği adamla neden koyun koyuna yatmadıysa, dedim kendi kendime.
Re: Dilâ Hanım
Öyküyle ilgili bir iki kelam edeceğim ama önce filmden bahsedeyim.
Dila Hanım'ın filme çekildiğini bilmiyordum. Buradan öğrendim. Orhan Aksoy çekmiş 1977 yılında. Detaylı bilgileri burada: Sinematürk - Dila Hanım
Öte yandan filmin tamamı da izlenebiliyor Google Video'dan: Dila Hanım (Filmin tamamı)
Safa Önal'ın senaryosu orijinalinden bir hayli farklı izlediğim kadarıyla. Öykü 19. yüzyılın sonundan 20. yüzyılın son çeyreğine kaydırılınca tadından çok şey yitirmiş. Ayrıca Erol Taş'ın oynadığı ilk kahya tipik Erol Taş karakterleri gibi safi kötülük olarak çizilmiş. Hikâyeye bir sürü ekleme yapılması da cabası. Hele hele giriş sahnesinin karlar altında bir atmosferden yazın sıcağına kaydırılmasına diyecek bir şey bulamıyorum doğrusu. Anladığım kadarıyla epey meşhur olan Zeybek Sahnesi de çok eğreti durmuş filmde.
Re: Dilâ Hanım
Bugün Türk sineması hakkında şok üstüne şok yaşıyorum: Meğer Atıf Yılmaz'ın Adı Vasfiye filmi de Necati Cumalı'nın beş öyküsü bir araya getirilerek oluşturulmuş. :oops:
Re: Dilâ Hanım
Elif, senin bahsettiğin Manastırlı Bey, yani Rıza Bey'le Arnavut Bey'inin tarlada çatışmasına sebep olan, aynı araziyi iki kere Rıza Bey'e sattığı halde, sınır falan bilmediği için, aynı yeri bu kez de Dila'nın kocası Arnavut Bey'e kiralayan adam. Rıza Bey'in zevke sefaya düşkün olduğunun söylendiği bir yere rastlamadım ben öyküde.