UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Demiryolu Hikâyecileri

01 Mar 2009
Cihan Başbuğ

"Demiryolu Hikâyecileri-Bir Rüya"
Korkuyu Beklerken
Oğuz Atay
İletişim Yay. 2006, İstanbul
sf 185-196

İndirmek için tıklayınız :
Öykü forumdan kaldırılmıştır (Bkz: Forum İşleyişi).

Kategori:

Re: Demiryolu Hikâyecileri

Atay'ın en çok beğendiğim öykülerinin başında geliyor, "Demiryolu Hikâyecileri".

Umarım bol bol üzerine konuşuruz.


Re: Demiryolu Hikâyecileri

Demiryolu Hikayecileri, Abdullah'ın aksine, O. Atay'ın diğerlerine göre sönük olduğunu düşündüğüm bir öyküsü. Tabi bende yarattığı bir his bu şimdilik. Bakalım hakkında yazılanlardan sonra neler çıkacak ortaya? Oğuz Atay gibi bir yazarın bir metnini beğenmedimden çok onun dünyasına giremedim diyebiliyorum.


Re: Demiryolu Hikâyecileri

Daha en başında içimden geçen şu: "Beyaz Mantolu Adam"la "Demiryolu Hikâyecileri" ters yönlerde çalışan öyküler. Beyaz Mantolu Adam, büyük bir karşı duruşu ve susarak da olsa kendini tüm azametiyle ortaya koyuşu temsil ediyor O. Atay öyküleri arasında bana göre. Oysa "Demiryolu Hikâyecileri"nin kahramanlarının zaman içindeki eriyişine, hele de öykünün sonundaki o ünlü cümleye bakacak olursak; tam anlamıyla yıkımı temsil ediyor bu öykü.

"Beyaz Mantolu Adam"ı bitirdiğimde hiç olmadığım kadar uyanık oluyorum; "Demiryolu Hikâyecileri"ni bitirdiğimde ise soluk almak dahi gelmiyor içimden.


Re: Demiryolu Hikâyecileri

Barış Acar dedi ki:
"Beyaz Mantolu Adam"ı bitirdiğimde hiç olmadığım kadar uyanık oluyorum; "Demiryolu Hikâyecileri"ni bitirdiğimde ise soluk almak dahi gelmiyor içimden.

Bu cümle duygularıma tercüman oldu. Ben iki öykü arasında bir kıyas yapmamıştım ama Demiryolu Hikâyecileri'ni okuyunca kötü hissetmiştim kendimi. Eli kolu bağlı bir çaresizlik.
Öykü hakkında yazacak çok şey var ama birden aklıma geldi. Okuduğum öykülerle sınırlandırarak söylüyorum, Atay, kadına dair uzun uzun cümleler kurmadan bir şey deyip geçmiş. Korkuyu Beklerken öyküsünde, arkadaşının üniversideki odasına gittiği bölümde, havadan sudan konuştuktan sonra neyse ki konu kadınlara gelmeden asıl meseleye girdik, gibi bir cümle hatırlıyorum. Bu öyküde de öykü anlatıcısı bir kadından söz ediyor, bir şey diyor ama anlattıklarından kadına dair ne dediğini anlayamıyorum.
Sanki olumsuz bir şey diyor gibi.


Re: Demiryolu Hikâyecileri

Atay, bu öyküsüne "bir varmış, bir yokmuş" diyerek başlasaydı, hiç şaşırmazdım herhalde. Demiryolu Hikâyecileri'nin hemen yanına "bir rüya" ifadesini eklemesi, düşündüğüm masalsı anlatımı daha baştan sezdiriyor. Böylece gerçeklikle olan bağımızı yazar, iyiden iyiye koparıyor. "Bilmediğimiz bir ülkenin şehirlerine uzak bir kasabası" tanımı öyküyü mekândan da soyutlayarak bu anlatımı destekliyor.

O halde gerçeklikten uzak bir atmosferde geçen bu öykü neyi imliyor? Atay, öyküdeki "olay, kişi ve ilişkilerle" nereye varmak istiyor, neyi anlatmayı hedefliyor? Burada Semih Gümüş'ün şu saptamasını alıntılamak istiyorum: "Denebilir ki, "Demiryolu Hikâyecileri" bir durum öyküsüdür. Yaşadığımız ülkeyi, kasabalarını ve bildiğimiz insanları yaşayamayacağımız, bulamayacağız bir coğrafya ve içindeki insanlarla bir "düş-dünya" içinde yeniden kurgulamaktadır Oğuz Atay."

Evet, yazar yeniden kurguluyor içinde bulunduğumuz dünyayı. Özellikle de yazarların arka bahçelerini. Olabildiğince eğretilemelerle dolu, çağrışımları güçlü metaforlar kullanıyor: "İstasyona gelen müşteriler, yiyeceklerle aynı kategoride satışa sunulan öyküler, hasta bir Yahudi, istasyon şefi..." Bunların birçoğu üzerine ayrıntılı konuşmak gerekiyor.

Öncelikle Atay, yazdıklarının satın alındığını ancak pek okunmadığını öykünün çeşitli yerlerine serpiştiriyor:

""
" Allahtan, aldıkları malı doğru dürüst incelemeden, üstelik iki misli para vererek kapışan yataklı vagon yolcuları vardı."

""
" Ayrıca, her gelişlerinde bedava birer hikâye alıyorlardı bizden. Okuduklarını pek sanmıyorum. Herhalde elden düşme satıyorulardı."

""
"Biz onlara satamadığımız hikâyelerimizi veremezdik: Hiçbiri okuyup yazma bilmiyordu."

(s. 188-199)

Bunları yazar(lar)ın pek okunmadığına dair bir serzenişten çok anlaşılıp anlaşılmadığı konusunda bir eleştiri olarak algılıyorum. Yataklı vagon müşterileri aldıklarının ne olduğuna dikkat etmiyorlar, geriye kalanlar okuma yazma bilmiyor, hatta biri öyküleri sigara sarmak için alıyor. Aslında yazdıkları hiçbir öykü asıl hedefine ulaşmıyor.

İstasyonun memurları olmayan yazarlarımız, "Bizi bu kasabaya hangi rüzgâr atmıştı?" diye sorarak sürekli gezdiklerini ima ediyorlar. O dağ başı kasabasında ve muhtemelen ona benzer yerlerde neden öykü yazmak için uğraştıklarını son bölümleri okuyana kadar net bir şekilde görmek zor. Ancak ne zaman ki kasabaya trenler seyrek gelmeye başlıyor, öykülerini okuyacak kimse kalmıyor işte o zaman yazarımız esrik bir duruma giriyor. Ve anlaşılıyor ki asıl mesele birilerine ulaşmak, derdini onlara anlatabilmek.


Re: Demiryolu Hikâyecileri

Dilerim öyküyü bir an önce okuyarak sizlere katılabilirim.


Re: Demiryolu Hikâyecileri

Semih Gümüş şöyle demiş bu güzel öykü için:

""

“Demiryolu Hikâyeciler” bir yalnızlık öyküsüdür. Bireyin yalnızlığı değil bu; bireyin öteki bireyler ya da yaşadığı toplum karşısındaki yalnızlığı da değil… Bunlar da var bu yalnızlığın içinde. Ama onları da aşan saltık bir yalnızlık, birey ve toplum ötesi bir dünya olarak mutlak yalnızlık asıl olan.”

Alıntıladığım bu cümle, yapıtlarının, Atay’ın yaşadığı dönemde okuyucu tarafından anlaşılmadığını söylüyor olmalı. Atay, öyküsünde, sözü edilen bu dünyada bir tek kişiyle bile bir bağ kuramadığından yakınıyor diye düşünüyorum. Beğenilip beğenilmemek, tercih edilip edilmemek, kitaplarının peynir ekmek gibi satması ya da hiç okunmaması değil, anlaşılmamış olmak onun anlatmak isteği.

Yahudinin hastalanmasının, öykülerini yazamayacak kadar güçten düşmesinin ve sonunda ölmesinin milliyetçi, gerici politikaların ne boyutlarda olduğunu göstermek için öyküde yer aldığını ve büyük bir ustalıkla işlendiğini düşündüm.
Öyküde anlam veremediğim kimi yerler var:

""

“Oysa istasyon şefiyle de aramız iyiydi; fakat nedense genellikle bizi uyandırmayı ihmal ediyordu istasyonun bu tek memuru.
Ona da hak veriyorduk bir bakıma: Makasçılık yapıyordu, telgraflara bakıyordu, bütün işaretleri düzenliyordu; trenlere bilet satmak, kapıları açmak, kapamak.. bütün işler tek bir adamın üzerindeydi.”

""

Ben kızıyordum istasyon şefine: Bizi 248. maddenin kapsamına sokarak elimizdn hikayeleri neredeyse zorla almasını biliyordu.

""

Evet genç
kadını seviyordum, sık sık onun kulübesine giderken yahudinin evinin önünden geçmek zorunda kalıyordum ve bu durumdan sıkılıyordum.

Atay'ın, kunduracıyı kullanarak neyi işaret ettiğini anlamadım.


Re: Demiryolu Hikâyecileri

Siyasi tarihe göndermelerle düşünülecek olursa, bu öykünün alegorik olarak pek çok meseleye parmak bastığını ya da değinip geçtiğini söylemek mümkün. Oysa ben onu temel derdi üzerinden anlamamızın daha yerinde olacağını düşünüyorum. Bütün alegorilerinin, simgesel değerlerin ötesinde nedir bu öykünün derdi?

Benim bu soruya verdiğim cevap yine "dil"de çözümleniyor.

Elimizde hikâye anlatan insanlar var; kendi hikâyelerini, bildikleri hikâyeleri ya da uydurdukları hikâyeleri... Sonuçta onları o yapacak olan, yaşamak için anlatmak zorunda oldukları, başka türlü yaşamayı bilmedikleri, başka türlü yaşama katlanamadıkları için anlatmak zorunda oldukları, o kervan geçmez dağ başında oldukları için anlatmak zorunda oldukları, anlatmasalar anlatılmayacak olduğu için sürekli ve kendilerini tüketircesine anlatmaya devam ettikleri, belki birilerine ulaşır diye çırpındıkları, bir süre sonra ise artık ulaşıp ulaşmayacağından öte başka türlü yaşamasını beceremedikleri için yazmaya/ anlatmaya devam ettikleri hikâyeleri yazan hikâyeciler onlar. Kendileri yazı olan hikâyeciler.


Re: Demiryolu Hikâyecileri

Öyküde, trende ( halkın, özellikle köylüler ve yoksulların en fazla kullandığı araç ) sucuk ekmeğe rağmen "öykü" satan ve geçimini bunla sağlayan insanların olması öyküyü farklı kılıyor. Emek yazınla birleşiyor ve herşeye rağmen çıkış noktası yazı olan insanları göstermek istiyor bize Atay. Romancıların sıkça yaptığı gibi idealize ettiği tipler bu insanlar. Aşklarını, geçimlerini, işlerini, günlük yaşamını izlerken onların birer öykücü olduğunu hep görüyoruz.


Re: Demiryolu Hikâyecileri

Öyküyü okuyunca içimin boşaldığını hissettim - ki yıllar önce yaşadığım duygu aynıydı- garip bir hiçlik duygusu, kaybolmuşluk...
Bu duygu üzerinden öyküyü anlamaya çalıştım. Ne demek istiyor yazar, sucuk. v.b satıcıları da, bir yere gidenler de, bir yerden gelenler de, yazanlar da, okuyanlar da hepimiz bir hiçiz mi?
Sonra bu duygudan çıkarak anlamaya çalıştım. Gene sıkışmışlık, yalnızlık ya da hiçlik. Temel meseleyi daha çok siyasi göndermeler olarak gördüm Barış'ın aksine. Daha doğrusu Barış'ın yorumunu okuyuncaya dek bu öykü için dil aklıma gelmemişti.

Atılgan ile Atay'ın yalnızlığını kıyasladım oldukça farklı gibi. Oğuz Atay'ın yalnızlığında bir yazarın,aydının yalnızlığı daha çok öne çıkıyor. Atay'ın öykülerde kadına bakışı ise merak konum olmuştur.


Re: Demiryolu Hikâyecileri

Nurten yazdı :

""
Atılgan ile Atay'ın yalnızlığını kıyasladım oldukça farklı gibi. Oğuz Atay'ın yalnızlığında bir yazarın,aydının yalnızlığı daha çok öne çıkıyor. Atay'ın öykülerde kadına bakışı ise merak konum olmuştur.

Sanırım Atılgan ve Atay kıyaslamasından sonra isimlerde bir karışıklık yaptın, ya da ben öyle hissettim...


Re: Demiryolu Hikâyecileri

Semih Gümüş'ün "Ben Buradayım Sevgili Okuyucum, Sen Neredesin Acaba?" yazısını okurken öyküyü yeniden ve farklı bir boyutta düşünmek imkânını buldum.

Genelde üzerine yorum yapanlar öykünün gerçekliği / gerçekdışılığı ya da bu gerçekdışılığın gerçeği temsil edişi üzerinde durmuşlar. Ben çok önemli görmüyorum bu noktayı. Bana kalırsa, öykü tümüyle farklı farklı okumalara olanak veren bir açık yapıt.

Şöyle okumayı deneyebilirim örneğin:

"Demiryolu Hikâyecileri" aslında tek bir yazarın öyküsüdür. Artık yaşlanmış ve yapayalnız kalmış bir yazarın, anlam veremediği şimdiki zamana karşı geçmişin anıları arasında gezindiği ve okurunu düşlediği bir Kemalettin Tuğcu öyküsü. Evet, yazarın çaresiz çırpınışını, gerçeklik makyajıyla cilalamak yerine böylesi acımasız bir yol da tutturabilirim. İkinci Dünya Savaşını, onun Yahudi katliamlarını, Milli Şef dönemini görmüş, belki de devlet memuriyetinde Anadolu'da kasaba kasaba dolaşmak zorunda kalmış ve sonunda hangi kasabada olduğunu bile unutmuş, yazdıklarını yayımlayacak bir yer bulamayan, onları durmaksızın çevresindeki insanlara okuyan, kendisi gibi küçük ve kimsenin okumadığı öyküler yazan bir iki arkadaşıyla kendine hayali bir dünya kuran, sürekli neden anlaşılmadıkları üzerine yarenlik eden, aşık olan, aşkını kaybeden, sonunda da her şeyini yitirdiği düşüncesiyle çaresizce çığlık atan bir modern çağ karakterinin hikâyesi dinlediğimiz.

Bir yönüyle bu.


Re: Demiryolu Hikâyecileri

Cihan Başbuğ dedi ki:
Nurten yazdı :
""
Atılgan ile Atay'ın yalnızlığını kıyasladım oldukça farklı gibi. Oğuz Atay'ın yalnızlığında bir yazarın,aydının yalnızlığı daha çok öne çıkıyor. Atay'ın öykülerde kadına bakışı ise merak konum olmuştur.

Sanırım Atılgan ve Atay kıyaslamasından sonra isimlerde bir karışıklık yaptın, ya da ben öyle hissettim...

Yok, karışıklık yok Cihan. Merak ettiğim Oğuz Atay.


Re: Demiryolu Hikâyecileri

Öyküyü daha çok siyasi mesajlarıyla okudum, yaratılan ortam ve toplum tanımlanıyor. Toplumda cılızlaştırılan yaratma, üretme yeteeneği. Tren, demiryolu, istasyon, trenin duruş- kalkış saatlari, otorite tarafından fazlaca yapılandırılmış, alanları çizilmiş bir yaşam için güçlü bir metafor. Ve istasyonda yalıtılmış bir şekilde yaşayan yazarların buradan yolculara ulaşma olanakları... Ve yolcuları sucukçular gibi beslemeye dönüştüren döngü... Böyle baktığımda pek siyasi buluyorum.

Bu öykü ayrıca Salkım Hanım'ın Taneleri adlı filmi çağrıştırıyor bana. İstasyon ve tenhalık olduğu için mi?


Re: Demiryolu Hikâyecileri

Murat Gülsoy'un "Demiryolu Hikâyecileri'nin Ubormetengası" yazısını okudum.

Gülsoy öykü üzerinde asıl olarak birkaç nokta üzerinde durmuş; 1) hikâyecilerin istasyon şefiyle ilişkilerindeki durumlarının Oğuz Atay'ın öğretim görevlisi olarak durumuna benzerliği, 2) kapitalist sistemde yazarın serbest pazarda mallarını satmak zorunda kalan bir satıcıya dönüşmesi, 3) sucuk ekmek satıcılar ve yataklı vagondakiler kısmında üzerinde durulan aydın-halk kopukluğu, 4) Oğuz Atay'ın yeni bir edebiyat yaptığının bilinciyle bu bilincin ifşa edilmesi, geçerli kılınması süreci sırasındaki gerilim.

Genel olarak çerçevesi böyle çizilebilecek inceleme, özellikle Yahudinin hastalanmasıyla başlayan bölümün analizinin yapıldığı şu noktada hayatiyet kazanıyor.

""
Dönüşümlerin başlangıcıdır bu bölüm: Genç Yahudi'nin hastalığı ilerlemiştir ve kahramanımız onun yerine de yazmaya başlar! Bu çok tuhaf bir durumu anlatıyor. İlk okuyuşta insanın fark edemediği bir gariplik. Çünkü zaten bir rüya atmosferi içindeyiz, gerçekliğin hafifçe dışında gibiyiz, o nedenle de okuduklarımızı alışık olduğumuz mantık kurallarıyla sorgulamıyoruz: Hikâyelerinin sayısının azalması neden bir sorun olsun ki? Onun yerine kahramanımız kendisi daha fazla yazıp, daha fazla kazanıp genç yahudiye bakabilir ama hayır öyle yapmıyor, genç yahudinin yazacağı hikâyeleri yazıyor, onun yerine geçiyor. Bazen hasta yahudi kendini iyi hissettiği zamanlarda çok kısa hikâyeler yazıyor (yine gözümün önünde Kafka'nm siyah-beyaz görüntüsü) ama -sıkı durun- istasyon şefi bunları az buluyor! Hatta yönetmeliğe göre kulübede kalabilmek için daha çok yazmaları gerektiğini söylüyor. Bununla da kalmayıp üst makamlara şikayet edeceğini söylüyor. İyiden iyiye Kafkaesk bir hikâyenin içindeyiz artık.

Bu bölümde bir kırılmanın başladığını söylemiştim; evet, çünkü iki şey birden oluyor: Bir, anlatıcı genç yahudinin yerine de yazmaya başlıyor; iki, daha önceden sadece onların sanatıyla alay eden ve -belki de güvenlik amacıyla- hikâyeleri arşivleyen istasyon şefi, şimdiki aşamada yazma sürecini denetleyen bir otoriteye evrildi.

Burada, daha önceki iletimde de belirttiğim gibi, yazma ediminin kendisinin, iletişimin bir biçimi olarak -yazınsal da olsa- "dil"in iktidar kurucu, boğucu yönüyle kuşatıldığımızı düşünüyorum.

Bu noktadan sonra Gülsoy'la eleştirilerimiz ortaklaşıyor: Öykünün sonunda anlatıcının "istasyon şefi"yle özdeşleşmesiyle anlatılan hikâyenin tek bir hikâyecinin kurgularına dönüşmesi. Bunu da çok güçlü bir argümanla destekliyor; "veresiyeyi kesmemiş" bakkaldan söz ederek aslında öykünün bir dağbaşında geçmiyor oluşuyla.

""
Kaybolunan yerde yazarımız kendini buluyor. Buradayım diyor. Bu sesi duyduğumuz yerdedir Atay. Duyduğumuz anda biz de orada oluruz. Sonra da hep birlikte sormaya başlarız "Burası neresi," diye?


Re: Demiryolu Hikâyecileri

Yazıyı öykünün kafamda oturması adına çok faydalı buldum. Özellikle o istasyon şefi, sucuk ekmekçi, bakkal ve umursamaz tiplere rağmen öyküyü satabilme çabası; bunu kapitalist sistemin aygıtlarını kullanarak yapmaya çalışması durumu öykünün önemli "anlaşılmazsa olmaz" kısmını oluşturuyor. Öyküyü başta anlaşılır bulamamanın sebebi de bu tespiti kavrayamamam oldu...


Re: Demiryolu Hikâyecileri

""
Bu noktadan sonra Gülsoy'la eleştirilerimiz ortaklaşıyor: Öykünün sonunda anlatıcının "istasyon şefi"yle özdeşleşmesiyle anlatılan hikâyenin tek bir hikâyecinin kurgularına dönüşmesi. Bunu da çok güçlü bir argümanla destekliyor; "veresiyeyi kesmemiş" bakkaldan söz ederek aslında öykünün bir dağbaşında geçmiyor oluşuyla.

Evet, Gülsoy'un bu tanısı bana da çok yerinde geldi. Öyküyü, ilk okuyuşumdan bu yana hep gerçek hayatın izdüşümü gözüyle değerlendirdim. Yazarın yaşadıklarının yeniden düzenlenmiş, sembollerle yansıtılmış anlatımı gibiydi.


Re: Demiryolu Hikâyecileri

Öykünün sonunda "Ben Buradayım Sevgili Okuyucum, Sen Neredesin Acaba?" diye kendisine seslenilen okuyucunun nerede olduğunun aslında öykü içinde ipuçları veriliyor.

Gece gelen ekspres yolcularının zaman zaman sucuk ekmeğe tercih ettikleri öyküler yataklı vagon yolcuları arasından daha çok alıcı buluyor. Maddi olanakları dolayısıyla yemeklerini yemekli vagonlarda yiyen bu yolcular öyküler konusunda daha titizler, dolayısıyla hikayeciler öykülerin ilk kopyaları da onlara ayırıyor. Sanki burada Atay kültür ve sanatla haşır neşir olabilmenin ekonomik duruma da bağlı olabileceğinin altını çiziyor gibi.


Re: Demiryolu Hikâyecileri

Bir önceki mesajımda okuyucular arasındaki sınıf farkına dikkat çekmek isterken Atay'ın sınıflar arasında ayrım yaptığını söylemişim. Bir arkadaşımın uyarısıyla hatamı anladım ve mesajı yeniden düzenledim. Ders aralarında aceleyle yazılmış ve yanlış ifade edilmiş mesajım için özür diliyor :oops: ve arkadaşıma teşekkür ediyorum. Flowers


Re: Demiryolu Hikâyecileri

Sanırım "sınıf ayrımı" yerine "sınıf farkı" terimini tercih etsen daha iyi anlaşılacaksın. Wink