UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Değişim...

03 Eki 2013
mete kaynaroğlu

Sarı bir ışığım ben şimdi... Tam da masanın başında öylece kitap okurken fark ettim bunu. Her şey işte o zaman başladı. Zannettiğiniz gibi bu öylesine ortalığa saçılmış bir ışık değil. Ayrıca, her tarafı da aydınlatmıyor. Hemen karnımın bulunduğu yerde ise patlıcan renginde bir karaltı var. Ellerimle dokunmaya kalktığımda az daha ellerimi kaybediyordum. Kalemi oraya doğru uzattığımda, aniden kalemin kaybolduğunu gördüm. Yutuvermişti. İşte o an, buranın dokunulmaz bir bölge olduğunu ve bu koyu lekenin, önüne gelen her şeyi yutacağını anladım.

Annemi de yutar mıydı acaba?

Sanmıyorum. Sanmıyorum diyorum ama aslında da bilmiyorum belki de yutar... Denemek lazım... Yaşamım, etrafını aydınlatmayan sarı bir ışık olarak devam edecek herhalde? Bu duruma canım sıkılmadı değil. Hem böyle sarı bir ışık ol hem de çevreni aydınlatma. Olacak şey miydi bu? Pencereden dışarıya bakmak istediğimde, kendimi birden caddenin ortasında buldum. Karanlık bir caddeydi. Hem de kapkaranlık... Burada hiçbir ağırlık hissetmeden oradan oraya uçmaya başladım. Bir an kaldırımda oturuyor sonra caddeye tepeden bakabiliyordum. Bu durum hoşuma gitmişti.

Kendimi kuş gibi hissediyordum. Tıpkı bir kuş...

Oturduğum apartmanın önündeyim şimdi. Apartmanın pencereleri karanlık. Bu pencerelerin ardında yaşayanları tek tek tanıyorum. Onlar benim komşularım. Gözlerimin önünden hepsinin yaşamları geçiveriyor. İstediğim anda olayları yavaşlatıyor, bir film gibi izleyebiliyorum geçmişlerini... Ne büyük kolaylık diye düşündüm. Yine de anlamadığım bir şey vardı, sokaklar ve caddeler karanlık olsa bile ben her şeyi çok net olarak görebiliyordum. Şu an bizim apartmanın önünde birikmiş çocukları gördüğüm gibi... Kuş cıvıltıları gibi sesleri var çocukların. Eğleniyor, gülüyor, şakalaşıyorlar. Kendi hallerinde öylece oynuyorlar. Birden yanıldığımı anladım. Bunlar o bildiğimiz oyun oynayacak çocuklardan değildi. Aslında bunlar, masum görünümlü düşman kampın çocuklarıydı. İçimden bir ses bu çocukları sevmemi söylüyordu ama gördüklerim içimdeki sese karşı çıkıyordu. Yüksekçe bir yerden bakarken, çocuklar çok ufak gözüküyorlar ancak yaptıkları işin ağırlığından korkunç bir öfke duymaya başlamıştım. Bu çocuklar laf dinleyen türden değillerdi.

Bir şeyleri parçalıyorlardı...

Bunu o kadar çabuk yapıyorlar ve öylesine kararlılar ki ... “Yapmayın” diyorum. Beni dinlemiyorlar. “Yapmayın, yapmayın, yapmayın annem kızar” diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Bakmıyorlar bile... Dinlemiyorlar, sadece bildiklerini okuyorlar. Ellerine ne geçiriyorlarsa yakmaya, yıkmaya başladılar. Bir ara içlerinden bazıları apartmanın duvarına tırmanmaya başladı... “Niye?” diye soruyorum kendime. Duvarda o kadar hızlı hareket ediyorlar ki, şaşırıyorum. Artık hareketlerindeki çabukluktan endişe duyuyorum. Kendimi birden yeniden evin içinde buldum. Apartmana tırmanan bu çocuklar evime de girebilirler.

Evimi korumam lazım...

Bir başka pencere açılıyor. Birisi, kafasını uzatıp çocuklara bakıp, onlara bağırıyor. “Bağırmayın onlara” diyorum. Beni dinlemiyor. Çocukların üzerine bir şeyler döküyor. Çocuklar bir an duruyor sonra ağızlarından homurtular, çığlıklar yükselerek tırmanmaya devam ediyorlar. Şimdi hepsi birlik olmuş geliyor. Ellerinde de meşale gibi, ateş topları var.

Her şeyi yakacaklar, her şeyi yakacaklar biliyorum.

Karşımda duran karanlığa doğru haykırıyorum. “Durmasını bilmez misiniz siz... Durun işte!”

“Ne var yani dursanız!”

Beni dinlememelerine öyle kızıyorum ki... Kızıyorum, buna çok kızıyorum... Sonra bütün bu olanların ardından her şeyi düzeltmek zorunda kalacağımı anlıyorum. O zaman daha da çok kızıyorum. Kızgınlığımdan olsa gerek, etrafımda dönmeye, karnımdaki karanlık leke de genişlemeye başladı. Çalışma masam bir anda bu karanlık lekenin içinde kayboldu. “Nasıl oluyor bu?” bile diyemedim. Birden yatağım da bu lekenin içinde kayboldu. Buraya bakmaya çalışsam bile beceremiyorum. Bu karanlık leke benden çok uzakta gibi. Yine apartmanın dışındayım. Evim elden gidiyor diye düşündüm bir an. Bu kale de düşüyor. Yığınla çocuk var şimdi apartmanın duvarına tırmanan. Aşağıya inip yeniden tırmanıyorlar. Yan apartmanlardan alev topları atılıyor. Çocukların bazıları yanarak düşüyor ama hepsi yeniden canlanıyor ve önlerine geleni parçalıyorlar. Bu arada park yerindeki arabaların hepsi ateş içinde. Araba lastiklerini yakıp etrafında toplanmış dans ediyorlar.

O an çocuklara doğru seslenen annemi gördüm. “Nereden çıktı şimdi bu?...” Başına bir şey gelecek diye korkmaya başladım. Annem bir eline bayrak almış çocuklara doğru seslenirken : “Varlığımız varlığınıza armağan olsun, varlığımız, varlığınıza armağan olsun.” Diyerek haykırıyordu.

Elindeki bayrağı sallarken, bir diğer elini de havaya tehditkâr bir şekilde kaldırmıştı. Annem beni görmüş müdür ki diye düşünüyorum. Onu yanıma almak için bir şey yapmalıydım. Ona seslendiğimi hatırlıyorum. Bana döndü ve aynı sözleri yeniledi. “Varlığımız varlığınıza armağan olsun” Sonra birden tekrar bana doğru döndü ve beni fark etti... Ardından çocuklara doğru “İşte kurtarıcımız geldi” diye seslendi.

“Ne kurtarıcısı? Tanrım! Annem ne demek istiyor?” Demeye kalmadan çocuklara “Beni takip edin” dedi. Ben annemi kurtarmak için ona öylesine yanaşmıştım ki annem bütün çocukların el ele tutuşup kendisini takip etmesini istedi. Ardından kara lekeye doğru hamle yaparak hepsinin oradan içeriye girmesini sağladı. Bu o kadar hızla olmuştu ki o lekenin içinde kaybolmaları sırasında hiçbir şey yapamamıştım...

Annemi de kaybedecektim. Annemi kaybetmek istemiyordum aslında. Bir anda daha da karanlık olan gökyüzüne doğru yükselmeye başladığımı hissettim. On anda annemin bacaklarından tutabildim. Onu kendime doğru çekmeye başlamıştım ama nafile. Karanlık deliği ilk defa şimdi görebiliyordum. Annemi içinden çekmek için uğraştıkça ona yaklaşıyordum. Onu çekmeye çalıştıkça annem küçülmeye başlıyor karanlık leke de ortasına doğru bir girdap oluşturmuş kendisine doğru gelen her şeyi büyük bir güçle içine çekiyordu. Annem bu girdabın içine doğru metrelerce uzamıştı... Bir anda ellerimden kurtuldu. Onun o karanlık derinliğe doğru benden uzaklaştığını dehşetle takip ettim.

Bir müddet sonra nasıl oldu anlayamadım ama ayaklarımın dibinden küçüklü büyüklü ve çeşit çeşit renkte dairesel ışık huzmeleri karanlığa doğru kaymaya başladı. Hepsi farklı renklerdeydi bazısı sarı, bazısı kırmızı, mavi, yeşil, lacivert, turuncu, mor renklerde. Karanlığın içinde parlayan yıldızlar gibi giderek benden uzaklaşıyorlardı. En son çıkan ışık huzmesi ise hepsinin renklerinden oluşmuştu, geniş ve büyük bir ışık halesiydi... O uzaklaştıkça içimi büyük bir sıkıntı kapladı. Arkasından bakakaldım. İçimden yükselen güçlü bir sesle haykırdım.

Anne… Anneciğim!

Kategori: