UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Davul

24 May 2012
Mehmet Sürücü

Köydeyim.

Üst kattaki odamda yatağa uzanmış bir şeyler okuyorum. Zaman geceyarısına yakın. Bir zaman sonra insan, gecenin içinden, etraftan gelen seslere alışıyor. Derenin akışını, çerçevesi çürümüş penceredeki hafif rüzgarın ıslığını, yan viranelikteki incir ağacının yaprak hışırtılarını duymaz oluyorum.

Arada bir davula benzettiğim bir sesle dikkatim dağılıyor. Davul olamayacağını söylüyor “sırtını mantığa dayandıran yan”’ım. Hak veriyorum, ramazana daha aylar var, köyde bildiğim kadarıyla bugün, bu gece kutlanan bir düğün de yok.

Derenin ötesinden geliyor davul sesi. Gece yarılarını geçe çalan davulu, arada bir tok gümbürtüye karışan sarhoş nağralarını da merak edip, dışarı çıkıyorum.

Bütün gün yağan yağmurun sokak aralarında biriktirdiği gölcüklere basmamaya çalışarak dere kıyısına iniyorum. Uzaktaki davul, sarhoş nağraları ve köpek ulumalarını hafifçe bastırmaya çalışan suyun akışını dinliyorum bir zaman. Kurbağaların sesleri daha ortalıkta yok. Onların duyulmasına bir aydan fazla bir zaman var. Ama köy yerinde sesler hiç bitmiyor ki.

Köpek ulumaları davulun sesiyle çekişir, söyleşir gibi, kesik ve ısrarlı.

Gecenin karanlığında, uzaktaki küçük tepenin arasından gelen ışık, aynı zamanda davulun da çaldığı yer. Tepede görünüp kaybolan ışıltıya bakıp, sabahtan akşama tarlada, ormanda, ovada, yakalarda çalışan insanların saatlerce susmayan davul sesinden rahatsız olduklarnı düşünüyorum.

Kahvelerin olduğu mahalleye gidiyorum. Hepsi kapanmış. Kapılarının yanlarında, birbirinin üzerine ters çevrilmiş plastik sandalyelerle, merdivenin dibine bırakılmış, siyah poşetlerin içerisindeki, hatları seçilen boş bira şişeleri var. Kapısı kilitli kahvehanenin içerisindeki soluk ampulün ışığı, altı kapanmış çay kazanının galvenizli sacında yansıyor. Aşağıdaki emektar iskelenin yanlarında, denizin acelesiz dalgalarının hışırtıları...

Sokaklarda kimse yok.

Köpeklerin ulumaları, düzensiz davul seslerine karışıyor.

Sokak aralarından, seslerin geldiği yere doğru yürüyorum.

Evlerde ışıklar sönmüş. Kısık gece lambalarının ölgün, sarımsı kalıntıları yansıyor su birikintilerinden.

Tekrar dere kıyısına iniyorum.

Seslerin geldiği yere, gecenin bu saatinde yürüyüp, yürüyemeyeceğimi düşünüyorum. Niyetim, gençlere, (Nedense önce aklıma gelen genç oldukları. Köy yerinde bunu yapacak pek başka insanın olmaması gerekir, diye düşünüyorum) bu saatte, sabahtan akşama kadar çalışmak zorunda olan insanları rahatsız ettiklerini, eğlenmek isteklerini anlayışla karşıladığımı ama en azından davulun sesini susturmaları gerektiğini söylemek.

Sonra kortejin tepeden hareket ettiğini, köye doğru yola çıktığını fark ediyorum.

Geçebilecekleri başka bir yer olmayan, derenin alt yanındaki büyük köprüye yürüyorum.

Tepeden aşağıya yavaş yavaş inen sesler, ışıklar önümden geçmek zorunda.

Bekliyorum.

Demir parmaklıklı köprünün kenarında dikilirken, onlardan yaşlı olduğumu, sarhoş da olsalar bana ters bir şeyler söylemeyeceklerini düşünüyorum.

Yavaş yavaş, çalan davulları, köpek ulumalarına karışan delikanlı nağralarıyla önümden bir yarım harmandalı oynayarak geçiyorlar. Oyunun kıvraklığına uyan bedenleri, önümden geçerken tanıdık bir oyundışılığa sapıyor. Bana selam veriyorlar kendi beden dillerince.

Tepeden beridir yanan ışığın bir motorsiklete ait olduğunu önümden geçmeden, onbeş-yirmi metre önce fark ediyorum.

Yavaşlıyor. Önümde duraklayıp;

“İyi akşamlar abi”, diyor. “Gençler yarından sonra askere gidecek. Bu gece onların eğlence gecesi. Gördüğün de ramazan davulu.”

İzlemesi güç bir el, bir çemberin üzerine gerilmiş bir derinin üzerine tahta bir tokmağı vurup duruyor.

Evlerde ışıklar sönmüş. Kısık gece lambalarının ölgün, sarımsı kalıntıları yansıyor su birikintilerinden.

Ne söyleyebilirdim ki!

Hiç.

O davul sokakların arasında, geç vakitlere kadar çaldı.

Sonra davulun sesi kesildi.

O sönük, yanmayan lambalar yine yanmadan babaları, yapıldığı beridir yağ nedir bilmeyen menteşeli kapılarını tanıdık sızlanmalarıyla açıp, sokak aralarında birkaç gün sonra uzaklara gidecek oğullarını aramaya çıktılar. O, benim romantik sokak yansımalarını düşürdüğüm su birikintilerine küfür ederek bastılar. Davulun seslerine bülbül kesilen köpekler, öfkeli, kırık, acılı babanın ayak seslerinde ulumalarını sustular. Babalar, sarhoş, yorgun, tükenmiş, sızmış oğullarını; diplerine çiçeklerini dökmüş akasyaların altından, (o kutsal davulu saygıyla diğer omuzuna yükleyerek) kenarına dalga vuran iskelenin dibindeki nemli kumsaldan, kurbağa hayaletlerinin dolaştığı dere kenarından sırtlayıp, usulca kızarmış gözlü anaların kucaklarına bıraktılar.

19.05.2012

Kategori:

Re: Davul

öykülerin yayınlan bilgileride başa yada sona not edilirse makbul olur vesselam


Re: Davul

mikbalp dedi ki:
öykülerin yayınlan bilgileride başa yada sona not edilirse makbul olur vesselam

Ne söylemek istediğinizi tam olarak anlayamadım.