UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Das Weisse Band (Beyaz Bant) - Michael Haneke

01 Haz 2010
Barış Acar

Beyaz Bant'ı izlemeyi uzun zamandır erteliyordum. Nihayet dün akşam filmi izleyebildim. Öncelikle bir Haneke hayranı olarak, anlatımında ulaştığı sadelik yüzünden usta yönetmeni bir kez daha tebrik etmeli. Yönetmenin önceki filmlerinde de sessiz ama derinden anlatılan "şiddet" Beyaz Bant'ın da ana izleği. Ancak bu kez anlatımını öyle yalınlaştırmış ki yönetmen, tek bir sahnede bile şiddet öğesine yer vermemiş. Dayaklar kadraj dışında atılıyor, çocuklar bizim göremediğimiz bir yerde dövülüyorlar, ölenler nasıl ölüyor göremiyoruz, cinsel şiddet bizim tanık olarak çağrılmadığımız yerlerde gerçekleşiyor. Film boyunca izleyici sadece bu ve benzeri şiddet olaylarının sonuçlarına aşina.

Özellikle yaşlı çiftçinin karısının ölüsü başında oturduğu sahnede, odanın girişinde duran kameranın hiç kıpırdamadan, ne ölüyü ne adamın yüzünü göstermeden, sadece odayı ve adamın sırtını çekmesi beni çok etkiledi. (Benzer karelemeyi Funny Games gibi filmlerinde de kullanmıştı.)

Görüntülerdeki portreleme girişimi de bir başka güçlü etkiydi. Haneke, neredeyse filmdeki bütün karakterleri sahnenin ortasına yerleştirip göğüs hizasından çekmiş. Bergman'ın ekranı kaplayan yüzleri kadar büyümemişler belki, ama yine de oldukça etkileyici bir yabancılık duygusu yaşatıyorlar insana. Bergman deyince, bir de manzara sekanslarına dikkat çekmekte fayda var. Haneke'nin şimdiye dek çok tercih etmediği başaklarla dolu ovalardan gökyüzü görüntüleri, karla örtülmüş kent manzaraları insanlardaki ıssızlık ve tekinsizlik duygusunu -Bergmancı bir tarzda- pekiştirmek için kullanılmışlar.

Filmin ana gövdesini oluşturan "çocuk" temasına ise -filmi izlemeyenleri dikkate alarak- değinmek istemiyorum. Belki filme ilişkin yorumlarla bu konuya dönebiliriz. Ancak Haneke'nin Sineklerin Tanrısı'na doğru gidiyormuş gibi görünürken birden yön değiştirip konuyu savaşa bağlamasına bayıldım doğrusu. Alkış

İzlemek isteyenler için Beyaz Bant'ın tanıtım filmi:

Kategori:

Re: Das Weisse Band (White Ribbon - Beyaz Bant) - Michael Ha

Kimse söz almadığına göre, ahkâma devam etmekte bir mazur görülmeyecektir herhalde.

Filmin odak noktasındaymış gibi görünen "çocuk acımasızlığı" ya da "şiddeti"nin Haneke için aslında bir vesile olduğunu düşünüyorum. "Öyleyse büyüklerin şiddetinin bir parçası onlar" diyeceğim de sanılmasın. Anlatıcının kayıtsızlığı dahil, filmdeki hiçbir şiddet müstakil değil. Çünkü şiddet kişilerin bulduğu, yaptığı ya da devam ettirdiği bir şey değil. Dolayısıyla, dinsel doktirinlerin aksine, hiçbiri bu konuda "suçlu" görülemezler.

"O zaman bunca şiddet nereden çıkıyor?" denecek olursa, cevabım basit: Şiddet, kurumların getirisinin/ kurum olmanın doğasının bir parçası. Bireyler, kurumların biçimlendirdiği adamlar olarak, bundan paylarını alıyorlar sadece. Ülke, kasaba, iktidar biçimleri, ahlâk yasaları şiddeti doğuran etmenler. Filmde de bu ince ince işlenmiş. Ülkenin savaşa girme hali, kasabanın kendi içine kapalı ekonomisi, derebeyinin çapraşık ritüelleri, kilisenin bitmek bilmeyen nasihatleri... insanları şiddete yönlendiriyor. Kaçınılmaz bir yazgı olarak. Anlamaksızın...

Afişteki çocuğun, tüm acımasızlığına ve çaresizliğine karşın gözünden dökülen soğuk/ hissiz gözyaşı damlasının böyle bir anlamı var bende. Mastürbasyon yaptığı için onu azarlayan tanrı/baba yok, çocuk yok, yalnızca gözyaşı var bu sahnede. "Yanlış yaşam doğru yaşanmaz" diyen Adorno'yu doğrularcasına, bu karanlık atmosferde, yalnızca "şiddet" baki olan.


Re: Das Weisse Band (White Ribbon - Beyaz Bant) - Michael Ha

Charles Bukowski “Kitlelerin Dehası” şiirinde “Ortalama insanda / Herhangi bir günde herhangi bir orduya / yetecek kadar ihanet, nefret, şiddet ve saçmalık vardır” diyormuş.

http://www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&hn=85618


Re: Das Weisse Band (White Ribbon - Beyaz Bant) - Michael Ha

""
Ortalama insan

Güzel söylemiş. Zaten derdimiz de bu yukarıdaki tanım. "Ortalama insan" bir özne değil "kurum adamı"dır.


Re: Das Weisse Band (White Ribbon - Beyaz Bant) - Michael Ha

""
Bir insanın şiddeti içselleştirmesi için şiddete maruz kalması gerekmez. Şefkat mahrumiyeti şiddet doğurmaya yeter de artar.


Re: Das Weisse Band (White Ribbon - Beyaz Bant) - Michael Ha

Cihan Başbuğ dedi ki:
""
Bir insanın şiddeti içselleştirmesi için şiddete maruz kalması gerekmez. Şefkat mahrumiyeti şiddet doğurmaya yeter de artar.

Sorun tamamen burada değilmi zaten. Herkezin bir biri ile rakip olduğu sistemde, bencillik, bireysellik insanları insalcıl duygulardan uzaklaştırıyor. Şiddet toplumun her yerinde çünkü insanlar doğduğundan bu yana yaşamak için birilerini ezmek zorunda.


Re: Das Weisse Band (White Ribbon - Beyaz Bant) - Michael Ha

Şiddet

""
"O zaman bunca şiddet nereden çıkıyor?" denecek olursa, cevabım basit: Şiddet, kurumların getirisinin/ kurum olmanın doğasının bir parçası.

Şiddet konusunda değinmek istediğim birkaç şey var; bunu da aşağıdaki linkte, Beykent Üniversitesi Rektör Yardımcısı, Prof. Dr. Ünal Oskay’la yapılan bir konuşmadan alıntılarla yapmaya çalışacağım.

http://www.turkdunya.de/forum/rf42_t75314_kucuk-insan-siddetle-tutunuyor-hayata.html

“Doğanın yapısında şiddet”

""
“Şiddeti doğayla, doğanın acımasızlığıyla açıklamaya çalışanlar doğru düşünmüyorlar. Bunun en saçma yanı insanı doğaya eklenmiş, sosyal boyutunu görmeyen, toplumsal ilişkilerin üretimlerine kör bir yaklaşım oluşudur. İnsan doğanın dolaysız ilişiği değil, onu diğerlerinden farklı yapan sosyal üretimidir.”

İnsanın doğasının hep bir karanlık yönünün olduğunu düşünmüşümdür. Bunun; onun evrimsel gelişiminde, yaşama tutunma, türünü sürdürme güdüsünün bir sonucu olduğuna inanıyorum. Bu tür bir şiddetin yönü ve hedefi tüm doğal engel ve düşman olarak görülen varlıklardır. Buna kısaca “doğayla mücadele” diyebiliriz. Tehlike ortadan kalktığında düşmanca tepki uygulaması olan şiddet gösterme gereği de ortadan kalkar. Demek ki günümüzdeki şiddet tek bu nedenlerle, insanın doğal yapısındaki şiddetten kaynaklanmıyor. Farklı bir yapısı, daha fazla bileşenleri var.

""
“Toplumsal ilişkilerin düzeyi değiştikçe şiddetin düzeyi ve yapısı da değişiyor. Eskiden işlevli olan açık şiddet o dönemin toplumsal yapısı ve kültürel kodlarıyla iktidar sahiplerinin ihtiyaçlarına denk düşüyordu. Bugün gelinen noktada gündelik hayatın yapısı ve mantığı açık şiddeti anlamsız ve gereksiz yapmıştır. Şehrin mimari yapısından, çarşının- pazarın işleyişine, yarışmacı-kıskandırmacı mantığı ve kültürü açık şiddete gerek kalmadan şiddeti üretiyor.”

“Toplumsal ilişkilerin düzeyinin değişimi”
Aynı zamanda toplumsal-kültürel bir evrim de geçiren insan akıl almaz bir toplumsal değişime uğradı. İlerleme ve değişim çoğunlukla insanın önünde gider oldu. Tüm insanlıkça sindirilemeyen, özümsenemeyen bir uygarlığın koşturmacasına, yarışına dönüştü. Aşama aşama insan, ilkel toplumdaki “kişi” “ben” tanımından, gelişmiş toplumun onu ne yerine koyduğu pek de açık olmayan, durumu, varlığı ve konumuyla örtüşmeyen, birçok yanlış sıfatların ifade edemediği karşılığı oldu.

İnsanın toplumdan ve kendinden kopuşu başladı. “öteki” “yabancı” kavramları içten içe kendisini tanımlar oldu.

""
“Şiddet, insanı insanın uzağına itiyor. İnsan insanın düşmanına dönüşüyor. Şiddet hayatın bütün parçalarına yerleşiyor. İnsan insanı sevmezse, şiddet bizi kuşatan bir atmosfere dönüşüyor.”

Özel alanlarının ve varlığının dönüşümü ona kopuşun ötesinde bir sıkışmışlık duygusunu vermesi kadar doğal ne olabilir. Toplumsal-gündelik yaşamın kuru, sevgisiz, mantıklı, yoran bir yapısı oldu her zaman. Paylaşım dengesizlikleri, ekonomik sıkıntıların kıvrandırdığı yaşamların kaynağı oldu. Mağarada, o gün vurulan avı paylaşan insan, bir yanda aklının alamayacağı bir varlığı olan bir azınlıkla, bazılarının açlıktan ölmenin bile eşiğine gelmiş, sıkıntılar ve yokluklar içerisindeki bir çoğunluğun evrimsel son basamağına gelmiş insana dönüştü.

""
“Özel mülkiyetin toplumsal yansımaları, uygarlaşma ve yönetenlerin bir çok açıdan farklılaşması çerçevesinde geriye doğru insanlık tarihine baktığımızda küçük insanın, küçük insana uyguladığı şiddeti görürüz. Şiddet sadece yukardan, otoritelerden aşağıdakine doğru bir seyir izlemez. Aşağıda küçük insan yukardakini taklit ederek şiddetle tutunuyor hayata...”

“küçük insanın, küçük insana uyguladığı şiddet”
Wilhem Reich, “Dinle Küçük Adam” adlı eserinde “sıradan adam çağı” kavramından söz ediliyor. Küçük, sıradan insanlar. Bu insan; boş bir gündelik hayatının, iş yaşamının olduğunu düşünüp, kendini herkesin kölesi olarak görür. Komşusu, yanında birilerinin yaşadığı konusunda çok fazla bir duygusu ve düşüncesi yoktur. Kendini saygın olarak görmez, ezik ve yaralıdır. Doğrulara daha zor, yanlışlara daha kolay inanır. Mutluluğun filmlerde, kitaplarda, idealize edilmiş yaşam tanımlarında var olduğunu düşünür. Bu yüzden mutluluğunu, karanlık bir gecede, bir hırsız gibi çalması gerektiğine inanır. Öncesinde kendisini de içeren belirgin ayırımlarının, gerçekliğin renklerinin yavaş yavaş silikleştiğini görür. Sessizce bağırır, doğaya dönüşü özler, ötekinden nefret eder, yaşamdan korkar, kimliğinden kuşkulu, düşüncelerinden emin değildir. Kendisine uygulanan, görünenden öte, gizli, örtük bir şiddetin varlığını bilir. Kendini vurup kırmaya dönüşen, şiddet karşıtı gösteriler yapanlarla yan yana buluverir. Tüm bunlar ona kendinden güçsüze karşı, kendinden küçüğe karşı dizginlemeye çalıştığı, başaramadığı bir öfkeyi doğurur. Sonuç günlük yaşamın tüm her şeyine sinen örtük veya açık bir şiddetin uygulanmasıdır.

""
“Çünkü küçük insan yukarısı diyebileceğimiz üst yapı kurum ve kuralların, toplumsal yapı piramidinin tepesinden gelen bir varoluş ve hayat tarzını kabul ediyor. Sömürülüyor, eziliyor, onurunu kaybediyor. Çalışırken eşitsizliği, işsizken anlamsızlığı yaşıyor. Bu kuşatılmışlık içinde gücünün yeteceği, ulaşılabilir, nesneleştirilebilir bir kendisi gibiyi husumet duyabileceği, karşıtı olarak seçiyor. Adeta vücudunda biriken ve her gün tekrar tazelenen şiddeti statta maç izlerken yanı başındakinin kanını akıtarak kendi varlığını hissediyor. Yada kendi durumundan ve yanındaki insandan kaçarak husumetinin kaynağı toplumsal yapının açık şiddet aygıtlarına yanaşıyor. Zabıta oluyor; işportacıyı dövüyor, polis oluyor mitingde işçiyi, memuru, öğrenciyi, köylüyü dövüyor. Faşizmin gelmesine gerek yok zaten gündelik hayatın içinde her anında var. Yönetenler için ideal toplum kıpırtısı, hareketsiz, güdülebilecek olandır. Küçük insanların birbirine uyguladığı şiddet; o şiddet sayesinde ayakta durabilen sistemle örtüşüyor. Bu şiddet ortamı otoritenin uyguladığı şiddeti meşrulaştırıyor. Yargısız infaz diyoruz, ne yargısızı, adam yargılıyor ama kendi yasaları öldürmeye izin vermeyince başka birimlerle yapıyor.”

""
“Adorno bu bağlamda diyor ki: "Baskı belli bir yoğunlukta, sürekli olursa mazlumun tek kurtuluşu zalime, cellada aşık olmak olur". Küçük insanın hali bu. Onu; Efendisi "gibi" olana aşık yapan küçük insan kendisi gibi olana şiddet uyguluyor.”

Sanırım bu konuda söylenecek daha çok şeyler var.


Re: Das Weisse Band (White Ribbon - Beyaz Bant) - Michael Ha

Mehmet Sürücü dedi ki:
İnsanın doğasının hep bir karanlık yönünün olduğunu düşünmüşümdür. Bunun; onun evrimsel gelişiminde, yaşama tutunma, türünü sürdürme güdüsünün bir sonucu olduğuna inanıyorum. Bu tür bir şiddetin yönü ve hedefi tüm doğal engel ve düşman olarak görülen varlıklardır. Buna kısaca “doğayla mücadele” diyebiliriz. Tehlike ortadan kalktığında düşmanca tepki uygulaması olan şiddet gösterme gereği de ortadan kalkar. Demek ki günümüzdeki şiddet tek bu nedenlerle, insanın doğal yapısındaki şiddetten kaynaklanmıyor. Farklı bir yapısı, daha fazla bileşenleri var.

Nietszche'nin metinleri (özellikle de "güç istenci" üzerine odaklanan aforizmaları) bu tür imgelerin anlatımıyla doludur. Ancak doğada var olan ya da doğaya karşı olan (her nasıl adlandırırsak adlandıralım temelinde "doğa" olan) edimler şiddet olabilir mi? Sanmıyorum. Kartalla tavşan arasındaki, koyunla ot arasındaki denklem şiddeti içermiyor.

Mehmet Sürücü de bu sorunun üzerine gitmiş gördüğüm kadarıyla. Eco'nun falan metinlerinde bu durumun göz ardı edilmesinden kaynaklanan "faşizmi içselleştirme", onu finans kapitalle bağımdan kopartarak insan doğasının bir parçası olarak algılama diyebileceğimiz bir yön de var. O yüzden bıçak üstünde bir konu.

Haneke'nin duruşunun bu noktada değerli olduğunu düşünüyorum. Suçu insan doğasına ya da basitçe sistemsel arızalara atmak yerine, tüm bir kurumsal yapılanmanın şiddetin kendisi olduğunu ima ediyor bize.


Re: Das Weisse Band (Beyaz Bant) - Michael Haneke

Filmi ancak izleyebildim. Barış'ın yorumları filmde kafama takılan, anlamakta zorlandığım pek çok noktaya ışık tutuyor.

""
Suçu insan doğasına ya da basitçe sistemsel arızalara atmak yerine, tüm bir kurumsal yapılanmanın şiddetin kendisi olduğunu ima ediyor bize.

Barış'ın şu yorumunu örneklemek adına birkaç şey söyleyebilirim belki. Devlet, kilise, baba (aile) şiddet uygulama tekelini ellerinde bulunduruyor. Şiddet bu yollardan hayatımıza girerken meşruiyetini sorgulamayı hep engelliyor. Martin'in (afişteki çocuk) yüksek bir köprünün korkuluğunda yürümesini bu meşruiyetin sorgulanması olarak görüyorum biraz da. "Tanrıya, beni öldürmesi için bir şans verdim. Böyle bir şey yapmadı. Demek ki benden memnun."

Çocuklar, suç işledikleri zaman ceza çekiyorlar. Eve geç gelmek, mastürbasyon yapmak, Baron'un çocuğunun flütünü almak... Bu "suç"ların hepsi cezalandırılıyor. Şiddetin hep bir nedeni varmış gibi görünüyor. Oysa Baron'un oğlunun ya da özürlü Karli'nin neden cezalandırıldığını bilmiyoruz. Onların birbirinden ayırt edilmesi bayağı güç olan diğer çocuklardan (yaş gruplarına göre ayrılmış çocuk sürülerinden) farklı olduğunu gözlemleyebiliyoruz, ama bunu meşru bir "neden" olarak görmüyoruz. Tam da biz bunları düşünürken, bütün dünyayı sarsan Birinci Dünya Savaşı'nın "nedeninin" Franz Ferdinand'ın öldürülmesi olduğunu hatırlatıyor bize Haneke. Şiddeti uygulayanın hep kendine göre -meşru- bir "nedeni" varsa, şiddetten kurtulmak pek de mümkün görünmüyor. Her şey dönüp dolaşıp Barış'ın işaret ettiği kurumsallığa dayanıyor sanırım.


Re: Das Weisse Band (Beyaz Bant) - Michael Haneke

Doktorun atla eve gelirken birileri tarafından ağaca gerilmiş bir telle cezalandırılması(belki de doğrudan doktor değildi hedef, tel bağlandıktan sonra geçen her hangi biri de olabilirdi tuzağa düşen)nın nedenini merak ettim. Yani, neden doktor, sözü edilen kurumların bir temsilcisi, mesela, bir rahip değil de, bir doktor cezalandırıldı, şiddete maruz kaldı?


Re: Das Weisse Band (Beyaz Bant) - Michael Haneke

Çocukların "cezalandırma"yı kurumları cezalandırma güdüsüyle yaptıklarını sanmıyorum. Ama doktorun cezalandırılması için de bir neden yok mu? Kendi kızına tacizde bulunuyor olması bir neden olabilir pekâlâ. Üstelik doktor kazayı geçirdiği sırada kızının camdan izliyor olması, olay olur olmaz yanına koşması da belki kızın bu kazanın olmasını beklediğini düşündürtmüyor mu?

Bir de tabii çocukların şiddet uyguladıklarına karşı gösterdikleri yakın ilgi var...