Yazarın atmosfer kurmaktaki başarısına artık söyleyecek bir şey bulamıyorum. Daha ilk bir kaç cümlenin sonunda insanın içine bir alacakaranlık çöküyor. Handiyse birazdan akşam ezanı okunacak ve bütün çocuklar isteksizce evlerine dağılacak. Öyle bir ağırlık...
""
Hemen çekip gitmek, çekip gitmek, çekip gitmek... Kalktım, bir bardak su içtim.
Çekip gitme isteğinin bir bardak suyla köreltilmeye çalışılması ne kadar acı. O su nasıl da boğazına düğümlenir insanın, nasıl da doyurmaz. Dışarıda yağmur yağıyorken bir bardağın içinden su içmek, varolanın, olası veya olanaklı olanın çok sınırlı bir kopyasıyla yetinmeye çalışmak...
""
Kocaman bir çekicin çatıya gümbürtüyle indiğini gördük. Çekicin ucunda bir adam.
Çatıya inen (ve ucunda bir adam olan) bu çekiç bana "İshak"ın bir cümlesini hatırlattı.
""
Tahtakuruları gibi alışkanlıklarının alçak duvarları arasında yaşamayı seven bir yığın insanın çekip iyimser bir çamura batırdığı teraziyi dengede tutmaya çalışıyor.
Artık dengede duramayan bir çatıyı yıkıvermesi Güleç Osman'ın, halılarla gizlenmeye saklanan çatlakların artık saklanamaz olması, anlatıcının içinde bir şeylerin kopması... Anlatıcının, çekicin ucundaki bu adamın peşine düşüp gitmesi boşuna değil.
Bu kısa sayılabilecek öyküde önce çöken alacakaranlığa, sonra yoğun bir sağanağa, sonra da batıdan parlayan turuncu güneşle birlikte ucunu gördüğümüz yeni bir başlangıca tanık oluyoruz. Yoğun, özenli, "güleç" bir öykü.
eren tarafından Şub 16th, 2010 günü 17:53 sularında gönderildi.
Çekip gitme isteğinin bir bardak suyla köreltilmeye çalışılması ne kadar acı. O su nasıl da boğazına düğümlenir insanın, nasıl da doyurmaz. Dışarıda yağmur yağıyorken bir bardağın içinden su içmek, varolanın, olası veya olanaklı olanın çok sınırlı bir kopyasıyla yetinmeye çalışmak...
Ne güzel anlatmış Eren. Kutlar'ın anlattığı dünyada (dünyasında diyebilir miyiz?) insanlar hep bir yerlere sıkışmış durumdalar. Tahtakuruları gibi mekânların içine giriyorlar ve kendilerini yer gibi için için yiyerek tüketiyorlar o mekânı.
Oysa bu öyküde ilk defa farklı bir tonla karşılaşıyoruz: Güleç Osman. Mekânın dışında, hatta üstünde; üstelik elinde bir çekiç (neden "çekiç" diye sormalı mı?) mekânı yağmura, yaşama, dünyaya açıyor. Böylece içerisi yıkanıp gençleşecek; babaanne tenine yağmurun değdiği gençliğine geri dönecek, çocuk kaçıp gidecek. Babanınsa hali içler acısı. Daha sonra yeniden üzerinde durmalı "baba"nın.
Barış Acar tarafından Şub 17th, 2010 günü 12:43 sularında gönderildi.
Onat Kutlar öyküleriyle aramda duygusal bir bağ oluştu. Onun (Barış Acar ve Eren'in de değindiği gibi) dünyasına alıştım. Az sonra gerçek üstü bir cümle gelecek diye okuyorum öykülerini ve geciktirmeden geliyor. Evin sıradan sandığınız bir durumla tasviri yapılırken :
""
Gözlerimi kısıp dışarı bakınca evin büyük bir gemi gibi ağır ağır gittiğini gördüm.
Bunla da kalmıyor, birden evin orta yerinde beliren gökyüzü, onun çocuğun gözündeki dünyası... Öyküde içeridekilerin dışarı çıkmak isteyenlere kötü kötü bakması, izin verilmemesi, dışarıdakine karşı aşırı muhafazakar tutum da -aşırı yorum olacak ama- yazarın dünyayı algılayanların karşılaştırması olsa gerek. Yani dışarıyı özleyen, yaşamak isteyen, yağmuru teninde hissetmek isteyenlerle(babaanne ve çocuk), ondan kaçan yerine bir bardak su sunanların dünyası... Biraz daha uzanırsak aşırı yorum denemelerine ; çocuk saf dünyası ve saflığıyla hayata daha yakın ; anne ve baba ise statükocu tarafta...
Cihan Başbuğ tarafından Şub 17th, 2010 günü 18:07 sularında gönderildi.
Öyküyü bir kez daha okuduğumda özellikle "komşu"yla Güleç Osman arasındaki karşıtlık dikkatimi çekti. Babanın komşuya olan yaranma çabası, komşunun yasa koyucu gibi ev ahalisinin işlerine karışması... Öte yandan "Çevirmen" metninden sonra bu komşu figürüne daha fazla dikkat etmiş de olabilirim.
Bir de, öykünün başında rüzgârın "perdeleri odaya doldurması"yla perdelere "karanlığı doldurması" arka arkaya gelmiş; yeniden okuyunca takıldım.
Barış Acar tarafından Şub 20th, 2010 günü 10:09 sularında gönderildi.
"Sende mi para yokmuş komşu?" dedi komşu. "Bunu sen söyleme bari"
Burada iki şey var söylemek istediğim. Öncelikle Kutlar karakterlerine ilişkin sürekli ipuçları veriyor ya da yakalıyor. Ancak çoğu kez bunları bir yere bağlamıyor, öylece, olduğu gibi bırakıyor. Sanki bu ayrıntılar tek başlarına da çok şey söylüyor işte der gibi. Bu yüzden aklıma bir kez daha "yeni roman" akımı düşüyor. Daha detaylı karşılaştırmalar yapmalı.
İkinci olarak ise "komşu dedi komşu" tekrarı. Kutlar'ın yapıtı öncelikle dilsel bir kurgu olarak gördüğünü rahatlıkla söyleyebilirim. Anlatacağını nasıl anlattığının anlatının özünü beslediğini çok iyi biliyor ve yukarıdaki örnekte küçük bir hamleyle iki dünyayı ansızın birbirine ölesiye yabancı kılabiliyor bu bilinciyle.
""
Eski, çürümüş çatıları yarım saatte dümdüz eder... Hükümet konağının çatısını... Biliyorsun. İşte buydu!
Öyküde başta üzerinde durmamıştım. Sonra çekiç imgesiyle birleştikçe bu vurgunun sebebini sorgulamaya başladım. Genel anlamda sistem sorgulaması olarak mı değerlendirmeli, yoksa özel olarak o döneme özgü bir gelişmeyle paralelliği içinde mi anlamalı çok karar veremedim.
Barış Acar tarafından Şub 20th, 2010 günü 12:25 sularında gönderildi.
Öyküyü iki anlamsal katmana ayırarak okuyabiliriz. İlk bölüme, sonbaharın kendisini iyiden iyiye hissettirmesiyle ev içinde oluşan atmosfer diyebiliriz. Burada yazar, doğa ile olaylar ve kişiler arasında enfes ilgiler kuruyor. Her bir öğe birbirine bağlıymışçasına ilerliyor. Yağmurun, rüzgârın şiddetini artırması öykü kişilerinin biraz daha gerginleşmesine yol açıyor. Bu parallelliği ustaca kuruyor yazar. Arada leitmotive gibi kullanılan, bizi bu bütünlüğün dışına çıkaran saat de olmazsa doğanın devinimiyle içine aldığı kişileri ondan ayıramayacağız. Saati yazar kurmaca sınırlarında olunmanın fark ettiricisi gibi kullanıyor.
İkinci bölümü, Güleç Osman'ın balyoz darbeleriyle müdahil olduğu bölüm diye adlandırabiliriz. Osman -güleç olmanın sıcaklığıyla- bu gergin ortamı sert çekiç darbeleriyle dağıtıyor. Yukarıda Barış'ın "Mekânın dışında, hatta üstünde; üstelik elinde bir çekiç (neden "çekiç" diye sormalı mı?) mekânı yağmura, yaşama, dünyaya açıyor." şeklinde güzel ifade ettiği gibi bir tür kurtarıcı rolüne giriyor.
Bu arada benim de babaanne ile torun arasındaki ilgi dikkatimi çekti. Geçenlerde seyrettiğim Pandora'nın Kutusu filminin etkisiyle olacak bu iki uç kuşağı bir noktada birleştirdiğini düşünüyorum. Ara kuşağa pek de olumlu bakmıyor.
abdullah şahin tarafından Şub 20th, 2010 günü 14:37 sularında gönderildi.
Güleç Osman, çatıyı yapsın diye çağrılmadığı halde orada bitiveriyor. Üstelik henüz başlayacak kışın şiddetiyle iyice derbeder olacak çatıyı yerle bir ediyor yeniden tamir edebilmek için. Öyküde tam da olmak istediği ve olması gereken yerde olan tek kişi bu usta olduğu için adı Güleç Osman olsa gerek.
nurten aksakal tarafından Şub 20th, 2010 günü 21:21 sularında gönderildi.
Evdeki komşunun, çevredeki erkeklere hafif kurlar yapan onları överek etkilemeye çalışan bir kadın olduğunu düşündüm. Ancak Barış komşunun kesinlikle bir erkek olduğunu söylüyor. Belki de haklı. Acaba bu komşunun cinsiyeti öykü için önemli mi?
nurten aksakal tarafından Şub 20th, 2010 günü 22:18 sularında gönderildi.
Evdeki komşunun, çevredeki erkeklere hafif kurlar yapan onları överek etkilemeye çalışan bir kadın olduğunu düşündüm. Ancak Barış komşunun kesinlikle bir erkek olduğunu söylüyor. Belki de haklı. Acaba bu komşunun cinsiyeti öykü için önemli mi?
Önemli mi bilmiyorum ama komşu sakallı bir erkek;
""
Komşu suratını astı, sakalını kaşıyarak,
"Kış erken gelecek" dedi babama.
Enes T tarafından Şub 20th, 2010 günü 22:31 sularında gönderildi.
Hikâye böyle bitiyor. Ama yağmurda dolaşma isteğini bile gerçekleştiremeyen, babası "otur oturduğun yerde" der demez oturan bir çocuğun, ne kadar çekip gitmek isterse istesin, "Ben de arkasından," sözü inandırıcı olmuyor.
Fethi Naci'nin metnini okumadım, ama öykü üstüne birkaç şey söylemek istiyorum.
""
evin büyük bir gemi gibi ağır ağır gittiğini gördüm.
Metnin başında komşunun asık suratıyla karşılaştıktan sonra gerçeküstü bir tonu hikaye yakıştıracağı belli bu motif dahi başıboş bırakılmıyor. Bence bu sürekliliği destekleyen bir özen.
""
Ev başını almış gidiyordu. Tavandan sular akıyor, odadakilerin didişken şaşkın öfekli bakışları; duvarlar, duvarlardaki halılar, halıların altında gizlediğimiz çatlaklar ve gizlediğim nice kirli, eski şeyler; saatler, radyo, gergin kumaşa iğrenç konuşmalardan sinen o sürekli titreme, sedirler, yataklar, yatakların görünmez yerlerine eklenmiş çirkin, pis kalıntılar, her şey, her şey o serin sularda yıkanıyor, arınıyordu.
Çekiç figürüne de gönderme yapabiliriz bu kısımda, zaten yukarıda köhnemişliğin bir şeylere işaret ettiğinden bahsedilmiş. Ben dildeki özene dikkat çekmek istedim. Ayrıca halıların altında gizlenen çatlaklar yine alttan alta bize bile bir şeylerden kurtulma isteği aşılıyor. Yani öykü iç karartmak, bunaltmak için detaylarla donatılmış ki sondaki kırılma noktasını şok havuzu etkisinde yaşayalım. Barış Acar'ın yeni roman'a değinmesinin ardında çocuğun gizlediği nice kirli, eski şeyler'i düşündüm. Bunun gibi devamı getirilmeyen pek çok ayrıntı var. Bir yandan çocuğun da bu yaşam batmışlığı... Ama bunun üstüne gitseydi daha iyi bir öykü olur muydu? Şu ara sırf öyküdeki gerilimi desteklemek için üst üste bindirilen ipuçları üstüne fikir yürütmeye çalışıyorum. Bu kadar kurmalı mı?
Güleç Osman karakteri başlıbaşına olay zaten. Çekici daha da beter:
""
Kocaman bir çekicin çatıya gümbürtüyle indiğini gördük. Çekicin ucunda bir adam. Gür, kahverengi saçlı, kırmızı yanaklı biri.
Bir an Zeus'a rastlamış gibi oldum. Çekiç tek başına var sanki, Güleç Osman onun ucunda duruyor. O, sahibinin elinde değil.
Ayrıca bu neşeli adamın da öyküye tekinsiz bir hava kattığını düşündüm. Umursamazlığı, damdan düşmüşlüğü... Polis geldiğinde sanki çekiciyle olay çıkartacakmış gibi bir gerilim oluşturuyor Onat Kutlar. Western filmlerinde bara girip ahaliyi tahrik eden bir yabancı gibi. Oysa bir kızılderili tiplemesine daha yakın, kanun adamının (şefin) tehditlerini fazla takmadan uzaklaşıyor. Cool bir tavır. Ben çocukluğumda TRT kuşaklarına yetişemediğim için bilmiyorum, fakat çocukların bu filmlerde daha çok kızıldeirlilerle özdeşleştiğine inanırım. Bu kadar sıkıldığı kasaba darlığında ("Hükümet konağının çatısı", bende hala bir Western atmosferi yaratıyor.) peşinden gidebileceği bir bilinmez, ailesinden ya da komşusunun huysuzluğundan daha cazip. Üstelik onlara rağmen. Bu yüzden Fethi Naci'nin yazısını merak ediyorum.
Ayrıca Güleç Osman karakteri mizacıyla da öykünün havasına müthiş bir çatışma unsuru katıyor. Benzer durumlara Nezihe Meriç'in ilk öykülerinde de rastlarız, bana '50 Kuşağı'nın dertli olduğu meselelerden birini irdelemiş gibi geldi Onat Kutlar; bunu da atmosferi ince ince kurup birden onu parçalayacak, neredeyse gerçeküstü bir karşılaşma sağlayarak yapmş.
Ek: Şimdi tekrar düşününce asıl inandırıcı olmayan her şeyi bu kadar ölçüp biçmiş bir yazarın öyküyü bitirmek üzereyken şeytanın bir anlık dürtmesiyle hiç kafasında olmayan bir son yazması olurdu.
doruk cansev tarafından Tem 14th, 2011 günü 22:25 sularında gönderildi.
Ayrıca Güleç Osman karakteri mizacıyla da öykünün havasına müthiş bir çatışma unsuru katıyor. Benzer durumlara Nezihe Meriç'in ilk öykülerinde de rastlarız, bana '50 Kuşağı'nın dertli olduğu meselelerden birini irdelemiş gibi geldi Onat Kutlar; bunu da atmosferi ince ince kurup birden onu parçalayacak, neredeyse gerçeküstü bir karşılaşma sağlayarak yapmş.
Öyküyü yeniden anımsadım ve yine yüzüme bir gülümseme yayıldı. Gerçekten de 50 kuşağının puslu atmosferinde keyifli keyifli sırıtan, oyuncu bir ruh Onat Kutlar.
Barış Acar tarafından Tem 14th, 2011 günü 21:51 sularında gönderildi.
Re: Çatı
Yazarın atmosfer kurmaktaki başarısına artık söyleyecek bir şey bulamıyorum. Daha ilk bir kaç cümlenin sonunda insanın içine bir alacakaranlık çöküyor. Handiyse birazdan akşam ezanı okunacak ve bütün çocuklar isteksizce evlerine dağılacak. Öyle bir ağırlık...
Çekip gitme isteğinin bir bardak suyla köreltilmeye çalışılması ne kadar acı. O su nasıl da boğazına düğümlenir insanın, nasıl da doyurmaz. Dışarıda yağmur yağıyorken bir bardağın içinden su içmek, varolanın, olası veya olanaklı olanın çok sınırlı bir kopyasıyla yetinmeye çalışmak...
Çatıya inen (ve ucunda bir adam olan) bu çekiç bana "İshak"ın bir cümlesini hatırlattı.
Artık dengede duramayan bir çatıyı yıkıvermesi Güleç Osman'ın, halılarla gizlenmeye saklanan çatlakların artık saklanamaz olması, anlatıcının içinde bir şeylerin kopması... Anlatıcının, çekicin ucundaki bu adamın peşine düşüp gitmesi boşuna değil.
Bu kısa sayılabilecek öyküde önce çöken alacakaranlığa, sonra yoğun bir sağanağa, sonra da batıdan parlayan turuncu güneşle birlikte ucunu gördüğümüz yeni bir başlangıca tanık oluyoruz. Yoğun, özenli, "güleç" bir öykü.
Re: Çatı
Unutmadan: dışarı çıkmak isteyen iki kişi var: babaanne ve torunu.
Re: Çatı
Ne güzel anlatmış Eren. Kutlar'ın anlattığı dünyada (dünyasında diyebilir miyiz?) insanlar hep bir yerlere sıkışmış durumdalar. Tahtakuruları gibi mekânların içine giriyorlar ve kendilerini yer gibi için için yiyerek tüketiyorlar o mekânı.
Oysa bu öyküde ilk defa farklı bir tonla karşılaşıyoruz: Güleç Osman. Mekânın dışında, hatta üstünde; üstelik elinde bir çekiç (neden "çekiç" diye sormalı mı?) mekânı yağmura, yaşama, dünyaya açıyor. Böylece içerisi yıkanıp gençleşecek; babaanne tenine yağmurun değdiği gençliğine geri dönecek, çocuk kaçıp gidecek. Babanınsa hali içler acısı. Daha sonra yeniden üzerinde durmalı "baba"nın.
Re: Çatı
Onat Kutlar öyküleriyle aramda duygusal bir bağ oluştu. Onun (Barış Acar ve Eren'in de değindiği gibi) dünyasına alıştım. Az sonra gerçek üstü bir cümle gelecek diye okuyorum öykülerini ve geciktirmeden geliyor. Evin sıradan sandığınız bir durumla tasviri yapılırken :
Bunla da kalmıyor, birden evin orta yerinde beliren gökyüzü, onun çocuğun gözündeki dünyası... Öyküde içeridekilerin dışarı çıkmak isteyenlere kötü kötü bakması, izin verilmemesi, dışarıdakine karşı aşırı muhafazakar tutum da -aşırı yorum olacak ama- yazarın dünyayı algılayanların karşılaştırması olsa gerek. Yani dışarıyı özleyen, yaşamak isteyen, yağmuru teninde hissetmek isteyenlerle(babaanne ve çocuk), ondan kaçan yerine bir bardak su sunanların dünyası... Biraz daha uzanırsak aşırı yorum denemelerine ; çocuk saf dünyası ve saflığıyla hayata daha yakın ; anne ve baba ise statükocu tarafta...
Re: Çatı
Öyküdeki şu ifadeyi çok beğendim.
Re: Çatı
Öyküyü bir kez daha okuduğumda özellikle "komşu"yla Güleç Osman arasındaki karşıtlık dikkatimi çekti. Babanın komşuya olan yaranma çabası, komşunun yasa koyucu gibi ev ahalisinin işlerine karışması... Öte yandan "Çevirmen" metninden sonra bu komşu figürüne daha fazla dikkat etmiş de olabilirim.
Bir de, öykünün başında rüzgârın "perdeleri odaya doldurması"yla perdelere "karanlığı doldurması" arka arkaya gelmiş; yeniden okuyunca takıldım.
Re: Çatı
Dikkat-i nazarımı celbeden bir iki nokta:
Burada iki şey var söylemek istediğim. Öncelikle Kutlar karakterlerine ilişkin sürekli ipuçları veriyor ya da yakalıyor. Ancak çoğu kez bunları bir yere bağlamıyor, öylece, olduğu gibi bırakıyor. Sanki bu ayrıntılar tek başlarına da çok şey söylüyor işte der gibi. Bu yüzden aklıma bir kez daha "yeni roman" akımı düşüyor. Daha detaylı karşılaştırmalar yapmalı.
İkinci olarak ise "komşu dedi komşu" tekrarı. Kutlar'ın yapıtı öncelikle dilsel bir kurgu olarak gördüğünü rahatlıkla söyleyebilirim. Anlatacağını nasıl anlattığının anlatının özünü beslediğini çok iyi biliyor ve yukarıdaki örnekte küçük bir hamleyle iki dünyayı ansızın birbirine ölesiye yabancı kılabiliyor bu bilinciyle.
Öyküde başta üzerinde durmamıştım. Sonra çekiç imgesiyle birleştikçe bu vurgunun sebebini sorgulamaya başladım. Genel anlamda sistem sorgulaması olarak mı değerlendirmeli, yoksa özel olarak o döneme özgü bir gelişmeyle paralelliği içinde mi anlamalı çok karar veremedim.
Re: Çatı
Öyküyü iki anlamsal katmana ayırarak okuyabiliriz. İlk bölüme, sonbaharın kendisini iyiden iyiye hissettirmesiyle ev içinde oluşan atmosfer diyebiliriz. Burada yazar, doğa ile olaylar ve kişiler arasında enfes ilgiler kuruyor. Her bir öğe birbirine bağlıymışçasına ilerliyor. Yağmurun, rüzgârın şiddetini artırması öykü kişilerinin biraz daha gerginleşmesine yol açıyor. Bu parallelliği ustaca kuruyor yazar. Arada leitmotive gibi kullanılan, bizi bu bütünlüğün dışına çıkaran saat de olmazsa doğanın devinimiyle içine aldığı kişileri ondan ayıramayacağız. Saati yazar kurmaca sınırlarında olunmanın fark ettiricisi gibi kullanıyor.
İkinci bölümü, Güleç Osman'ın balyoz darbeleriyle müdahil olduğu bölüm diye adlandırabiliriz. Osman -güleç olmanın sıcaklığıyla- bu gergin ortamı sert çekiç darbeleriyle dağıtıyor. Yukarıda Barış'ın "Mekânın dışında, hatta üstünde; üstelik elinde bir çekiç (neden "çekiç" diye sormalı mı?) mekânı yağmura, yaşama, dünyaya açıyor." şeklinde güzel ifade ettiği gibi bir tür kurtarıcı rolüne giriyor.
Bu arada benim de babaanne ile torun arasındaki ilgi dikkatimi çekti. Geçenlerde seyrettiğim Pandora'nın Kutusu filminin etkisiyle olacak bu iki uç kuşağı bir noktada birleştirdiğini düşünüyorum. Ara kuşağa pek de olumlu bakmıyor.
Re: Çatı
Güleç Osman, çatıyı yapsın diye çağrılmadığı halde orada bitiveriyor. Üstelik henüz başlayacak kışın şiddetiyle iyice derbeder olacak çatıyı yerle bir ediyor yeniden tamir edebilmek için. Öyküde tam da olmak istediği ve olması gereken yerde olan tek kişi bu usta olduğu için adı Güleç Osman olsa gerek.
Re: Çatı
Evdeki komşunun, çevredeki erkeklere hafif kurlar yapan onları överek etkilemeye çalışan bir kadın olduğunu düşündüm. Ancak Barış komşunun kesinlikle bir erkek olduğunu söylüyor. Belki de haklı. Acaba bu komşunun cinsiyeti öykü için önemli mi?
Re: Çatı
Önemli mi bilmiyorum ama komşu sakallı bir erkek;
Re: Çatı
:oops:
Re: Çatı
Bana kalırsa kapalı ve sıkıcı bir evden ayrılma isteğinin yanı sıra, bir şeylere gönderme de var.
Ayrıca komşunun "Abdulhamiiit" diye bağırması da enteresan geldi bana, anlam veremedim... Öykü benim kafama çok oturmadı açıkcası :oops:
Re: Çatı
Re: Çatı
Fethi Naci'nin metnini okumadım, ama öykü üstüne birkaç şey söylemek istiyorum.
Metnin başında komşunun asık suratıyla karşılaştıktan sonra gerçeküstü bir tonu hikaye yakıştıracağı belli bu motif dahi başıboş bırakılmıyor. Bence bu sürekliliği destekleyen bir özen.
Çekiç figürüne de gönderme yapabiliriz bu kısımda, zaten yukarıda köhnemişliğin bir şeylere işaret ettiğinden bahsedilmiş. Ben dildeki özene dikkat çekmek istedim. Ayrıca halıların altında gizlenen çatlaklar yine alttan alta bize bile bir şeylerden kurtulma isteği aşılıyor. Yani öykü iç karartmak, bunaltmak için detaylarla donatılmış ki sondaki kırılma noktasını şok havuzu etkisinde yaşayalım. Barış Acar'ın yeni roman'a değinmesinin ardında çocuğun gizlediği nice kirli, eski şeyler'i düşündüm. Bunun gibi devamı getirilmeyen pek çok ayrıntı var. Bir yandan çocuğun da bu yaşam batmışlığı... Ama bunun üstüne gitseydi daha iyi bir öykü olur muydu? Şu ara sırf öyküdeki gerilimi desteklemek için üst üste bindirilen ipuçları üstüne fikir yürütmeye çalışıyorum. Bu kadar kurmalı mı?
Güleç Osman karakteri başlıbaşına olay zaten. Çekici daha da beter:
Bir an Zeus'a rastlamış gibi oldum. Çekiç tek başına var sanki, Güleç Osman onun ucunda duruyor. O, sahibinin elinde değil.
Ayrıca bu neşeli adamın da öyküye tekinsiz bir hava kattığını düşündüm. Umursamazlığı, damdan düşmüşlüğü... Polis geldiğinde sanki çekiciyle olay çıkartacakmış gibi bir gerilim oluşturuyor Onat Kutlar. Western filmlerinde bara girip ahaliyi tahrik eden bir yabancı gibi. Oysa bir kızılderili tiplemesine daha yakın, kanun adamının (şefin) tehditlerini fazla takmadan uzaklaşıyor. Cool bir tavır. Ben çocukluğumda TRT kuşaklarına yetişemediğim için bilmiyorum, fakat çocukların bu filmlerde daha çok kızıldeirlilerle özdeşleştiğine inanırım. Bu kadar sıkıldığı kasaba darlığında ("Hükümet konağının çatısı", bende hala bir Western atmosferi yaratıyor.) peşinden gidebileceği bir bilinmez, ailesinden ya da komşusunun huysuzluğundan daha cazip. Üstelik onlara rağmen. Bu yüzden Fethi Naci'nin yazısını merak ediyorum.
Ayrıca Güleç Osman karakteri mizacıyla da öykünün havasına müthiş bir çatışma unsuru katıyor. Benzer durumlara Nezihe Meriç'in ilk öykülerinde de rastlarız, bana '50 Kuşağı'nın dertli olduğu meselelerden birini irdelemiş gibi geldi Onat Kutlar; bunu da atmosferi ince ince kurup birden onu parçalayacak, neredeyse gerçeküstü bir karşılaşma sağlayarak yapmş.
Ek: Şimdi tekrar düşününce asıl inandırıcı olmayan her şeyi bu kadar ölçüp biçmiş bir yazarın öyküyü bitirmek üzereyken şeytanın bir anlık dürtmesiyle hiç kafasında olmayan bir son yazması olurdu.
Re: Çatı
Öyküyü yeniden anımsadım ve yine yüzüme bir gülümseme yayıldı. Gerçekten de 50 kuşağının puslu atmosferinde keyifli keyifli sırıtan, oyuncu bir ruh Onat Kutlar.