UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Cam Sessizlik

13 Oca 2009
Barış Acar

Murathan Mungan
Son İstanbul
Metis Yayınları

İndirmek için tıklayın:
Öykü forumdan kaldırılmıştır (Bkz: Forum İşleyişi).

Kategori:

Re: Cam Sessizlik

Aşağıdaki yazı “Dört Kişilik Bahçe” öyküsünün “Cam Sessizlik” bölümünün bir özetini de içermekte ve öyküde karışık bir yapıda tanıtılan kişileri ve ilişkileri ifşa etmektedir.

Murathan Mungan okurken hep kendimle yüzleşmek zorunda kalırım.

Bu yüzleşmeler bazen beni yorar, bazense kendimi herkül kadar güçlü hissetmeme sebep olur.

“Dört Kişilik Bahçe” öyküsünün ilk bölümü olan “Cam Sessizlik” her okuyuşumda kendimi yorgun ve hüzünlü hissetmeme sebep olmuştur.

İstanbul’un köklü bir ailesinin 70-80’li yıllarda yaşadığı ekonomik ve duygusal sıkıntılarına, çöküşlerine, parçalanmalarına genelde Fatma Aliye’nin, zaman zaman da diğer kişilerin gözleriyle tanıklık ederiz. Öykü içinde ilerledikçe Fatma Aliye’nin dünyası sizin de tepenize yıkılır. Yer yer öyküdeki aristokrat hassasiyet insana eğreti bir duygu yaşatsa da Fatma Aliye’nin varoluş sorununun aristokrat kasıntılardan daha başka bir şey olduğunu hissedersiniz.

Öyküde zaman ve kişiler sürekli içi içe geçer, bir duygu küçük bir çağrışımla yerini başka bir öyküye bırakır, herkesin öyküsü ve aslında hesaplaşması birbirine dolana dolana ilerler.

Fatma Aliye; annesi Afife Reşat Hanım ve dedesi Server Nüvit Paşa ile İstanbul’da eski bir yazlık konakta yaşamaktadırlar. Ailenin Beylerbeyi'nde olan bir konakları daha vardır ancak borçlar yüzünden bu konağı Afife Reşat Hanım’ın deyişiyle "elden çıkarmak" zorunda kalmışlardır. Afife Reşat Hanım Arapça yazıyla günlükler tutmakta, evde Paşa babasına bakmakta, Fatma Aliye’nin çalışmadığı günlerde de eski bir emektar olan Peyker kalfaya gitmektedir. Afife Reşat hanımın Reşat adında bir oğlu ve Talia adında bir de kızı vardır.

Öyküde sık sık Fatma Aliye’nin bu iki kardeşiyle hesaplaşmalarına tanık oluruz. Elbette Cam Sessizlik bölümünde bu hesaplaşmalar henüz Fatma Aliye’nin kafasındadır. Öykü içinde ilerleyen bölümlerde bu hesaplaşmanın yüzleşmeye dönüşeceğini sinyallerini verir.

Fatma Aliye Madam Ester’in yanında bir tuhafiyeci dükkanında çalışmaktadır.

Öykü Fatma Aliye’nin bir iki sokak yukarıdaki köşkte oturan Saffet Hamdi beylerdeki yemekten dönüşünde o karanlık sokaklarda korkmadan kendinde bir başkalık hissederek yürüdüğü gece başlar.

Saffet Hamdi bey eski bir komşudur ve karısı Rüveyda hanımla birlikte yaşamaktadır. Saffet Hamdi bey kendisine "Son Osmanlı" adını takmıştır. Osmanlı yemekleri yaptığı ve eşi dostu davet ettiği bir gece Fatma Aliye ut çalarak şarkılar söyler ve tüm davetliler hüzün içinde sarsılır. Buradan da Fatma Aliye’nin yaşadıklarının öznel değil dönemsel bir sorun olduğunu anlarız. Yemeğin olduğu gece İdris beyin (yine bir komşu) büyük kızı yalnızlık için “cehennem kadar soğuk” der bir ara Fatma Aliye’ye. Neredeyse hiç konuşmayan bu kızdan bu sözleri duyduğuna Fatma Aliye çok şaşırır, sık sık bu söz aklına gelir Fatma Aliye’nin. Öyküde neredeyse etkinliği bu kadar olan bu kızın varlığı yine bize Fatma Aliye’lerin hiç de az olmadığının bir kanıtı gibidir. Burada Fatma Aliye’nin olduğu durumdan çok kendini içinde duyumsadığı durumun yaygın olduğuna işaret edildiğini düşünüyorum.

Fatma Aliye’nin duygu dünyasında büyük bir yer işgal eden iki ana eksen daha bulunuyor. Bunlardan biri Peyker kalfanın torunu olan İshak. Diğeri de küpe taktığı için amcası tarafından kulağı kesilen 17 yaşındaki Muti, Müşerref hanımın oğlu Muti.

İshak polis tarafından aranan bir devrimcidir ve haberi olmasa da Fatma Aliye ile İshak’ın yolları Saffet Hamdi beylerdeki gecede kesişir. İshak polislerden kaçmak için konağın limonluk adı verilen depo olarak kullanılan bölümüne saklanır. Fatma Aliye’nin gece vakti korkusuzca yürüdüğüne İshak şahit olmuş ve kaçmak zorunda olan İshak kaçmak zorunda olmayan bu ağır adımlarla yürümekte bir beis görmeyen kadını kıskanmış onu çok takdir etmiştir. Fatma Aliye’nin bekli de ihtiyaç duyduğu tek şey olan takdir edilmektir, ancak kıskanıldığından hiç haberi bile olmayacaktır. Buradaki çelişkinin durumlarımızın daha çok bir duyumsama hali olduğunun altını çizdiğini düşünüyorum.

Sanırım yazmaya ara vermeliyim. Aslında Saffet Hamdi beyin gümüşleri, Afife Reşat hanımın porselenleri, sabun kutuları, gözyaşı şişesi ve Madam Ester’in dükkanında ki kemik düğmeler için de bir şeyler yazmak istiyorum ancak her kelimede yeni bir şeyler hatırlayıp iyice dağılmaktan korkuyorum. Bu sebeple her defasında tek bir şey için bir şeyler yazmak daha doğru olacak gibi…


Re: Cam Sessizlik

Fatma Aliye'nin iş dönüşlerinde itiş kakışın ortasında kalmamak itilip kakılmamak için, otobüs durakları tenhalaşıncaya değin beklediğini anlattığı sahne Elif'in "Son kırıntılar" öyküsündeki düşündürücü şu cümlesini hatırlattı.

""
Çünkü amirinin gözüne girebilmek için çamur atmışsındır mesai arkadaşına. Çünkü otobüse dolmuşa binerken itilip kakılmışsındır, itip kakmışsındır birilerini."

İşte bu birbirinden bağımsız öykücülerin yine birbirinden bağımsız öykülerinin kahramanlarının bu feryatları, insan kalabilmek savaşını her an vermek zorunda kalışımızın birer çığlığı gibi.

Hangimiz tıklşım tıklım bir otobüse binmek zorunda bırakıldığımız için kendisini aşalanmış hissetmez ki.

Belki Fatma Aliye ile Elif'in öyküsündeki kahraman arasındaki temel fark şurada yatıyor. Biri kendini aşağılık durumda görmek istemiyor, bir diğeri ise çoktandır o durumda bırakıldığının yani bir şeylerin, birilerinin bizleri bu hale koymasının bir sistem sorunu olduğunun farkında ya da farkında olmaya daha yakın. Confused


Re: Cam Sessizlik

""
Konakta en çok oturma odasını seviyor Fatma Aliye. Annesi izin verse yatağını bile buraya sererdi; burada tabaklar vardı.....................

Fatma Aliye olduğu yerde hiç mutlu değil, hep başka bir yer hayal ediyor, ve istediği yerlerde olamamasının sorumlusu bu izin vermemeler ona göre ve elbette Reşat ve Talia'nın gidişiyle(kaçışıyla) omuzlarına yüklenen ağır sorumlulukları tek başına göğüslemek zorunda kalışları.

""
"Evlenir evlenmaz kullanacağım bu tabakları." diye düşünüyor......
........Gelinlik başka bir yaşam demekti. Dışarısı demekti.Pencereyi örttü ve sobayı yakmak için salona çıktı.

Evden bir kaçış ve yeni bir yaşam olarak görüyor evliliği Fatma Aliye ve belki de bu düşüncesinde evlenerek evden kaçan Tali'ya karşı duyduğu kıskançlıkla karışık öfkenin de payı var. Bu hesaplaşmaya öykünün "cam mevsimi" adlı bölümünde tanık oluyoruz.

Öykünün gücünü, anlatılan konudan ziyade kişilerin hayatlarındaki saplantıların, ayrıntıların dile getiriliş biçimlerinde olduğunu düşünorum. Öykü içinde öyle kelimeler kullanıyor ki Mungan birden bire dönem ve kişilerin ayrıcalıklarını değişimleri gözler önüne seriyor.

Örneğin;

""
İdris beyin büyük kızı, "cehennem gibi soğuk" demişti, kemik düğmeler avuçlarını dondurduğunda bu sözü yeniden anımsamıştı o gün....

Kemik düğmelerin satıldığı bir dükkanda çalışıyor Fatma Aliye. Ailesinin ait olduğu sınıf için üretilmiş olan pahalı düğmeler bunlar ve şimdi o bu ürünlerin satıldığı bir dükkanda çalışıyor hatta artık bunları alacak müşterilerin de azalmaya başladığı gerçeğiyle yıkılışın devam ettiğini ele veriyor.


Re: Cam Sessizlik

"Cam Sessizlik" öyküsünün kişileri, "Son Istanbul" kitabının son ıstanbulluları. Bir dönemin yaşantısının dışında kalmış, yeni bir zamanın, ilişkiler ağının azınlıkları. Kafaları, yaşantıları karışmış; bu karışıklık içerisinde varkalmaya çalışan birkaç aileden ibaret bu azınlık.

Istanbul'da sıkış(tırıl)mış bu insanların şaşkınlığını, hüznünü, mutsuzluğunu yazar; çeşitli etkenlerle ilişkilendirerek sunar. Kimi zaman Tevfik Fikret'in "Sis" şiirine atıfta bulunarak kentin boğuculuğuna yöneltir bakışları (s.21 ...Fikret'ten bu yana 'sis'lerin boğduğu Istanbul'a ve kimsesiz bahçeye uzun uzun bakıyordu.), kimi zamansa -bana Yakup Kadri'nin "Kiralık Konak" romanını sık sık anımsatan- konak yaşantısının sığınılan, gidilemeyen, tutunulamayan yanına değinir yazar. Bunların yanında küpe taktı diye cezalandırılan yeni kuşağın temsilcisi ile beraber kuşaklar arası gerginliklere, - buna yazar cinsel kimliklerin kutuplaşmasını da ekler, (s.32-33 "Al sana inci küpe yavrum. Al tak bunu! Kesilen kulağının yerine tak! Amcana, babana inat, bütün erkek milletine inat al tak bunu!"- maddi sıkıntılara, yeni yaşam biçiminin tutunulamayan taraflarına, bireylerin varoluş sorunlarına değinerek yelpazeyi olabildiğince geniş tutar.

Ne Yakup Kadri gibi bir dönemin değişmesini konak eğretilemesi ile anlatan ne de tüm suçu kirlenen Istanbul'a yükleyen bir Fikret var karşımızda. Yazarın tutumunu, bireyin açmazlarına "budur" yargısını koyma ereğinden uzak, elden geldiğince bu açmazlara çeşitli pencerelerden bakabilme gayreti diye nitelendirdim.

Son Istanbul'un "udu, rakısı, konağı, kibarlığı" elinde kalmış; dağılan kişilerinin öyküsü "Cam Sessizlik".


Re: Cam Sessizlik

Tüm bu yorumlar ışığında öyküyü bir kez daha okumak fayda sağlayacak... Bende de "Son İstanbulluluk" anlatımını fazla bağırmadan güzelce anlatan bir öykü düşüncesi doğmuştu. Bunu daha net ifadelerle anlatmış olmanız hoş...


Re: Cam Sessizlik

Öyküyle ilgili ilk notlarımı tutmaya başlayayım.

Klasik anlatım öğelerine sahip bir öyküyü okumaya başladığımda ilk yapmak istediğim, nedense, öyküde geçen nesnelerin bir envanterini tutmak oluyor. Bu öykü de bana aynı duyguyu yaşattı. Hemen elime kağıt kalem alıp, hangi nesne öyküye ne zaman girdi ve nasıl çıktı, bir daha göründü mü, yoksa işlevi yalnızca bir kerelik miydi, sorularına cevaplar aramak istiyorum. Bu ve benzer sorular ilk başta Çehovcu bir anlamlandırmayla öyküdeki öğelerin simgesel işlevlerini çözümlemek gibi görünse de, bana daha çok Alain Robbe-Grillet tarzı bir nesne-anlam'ı yakalama çabası gibi geliyor. Yeni roman akımına atıfla anlatmaya çalıştığım şu aslında: Sanki bu nesneler kendilerine ait bir anlam dünyasını öyküye beraberlerinde getiriyorlar. Bir işlev yerine getiren bir aracıdan ya da simgesel değerlerle yüklü birer "unsur" olmaktan çok birere karakter gibi duyma eğilimindeyim onları. İşte, Murathan Mungan'ın "Dört Kişilik Bahçe" öyküsü de benim için bu öykülerden. Limonluk, sedef kakmalı sandalye, ceviz vitrin, ut...

Ama şimdi ilk konuşma heyecanımı yenemeyip, öykü üzerine diğer notlarıma geçeceğim. Belki yukarıda sözünü ettiklerimi daha sonra toparlarım.

Öyküye dair söyleyecek o kadar çok söz var ve bunlar o kadar geniş bir alana yayılıyorlar ki, nereden başlayacağımı kestiremiyorum aslında. Belki bu sıkıntıyı bir yöntem analizi olarak da değerlendirebilirim bu yüzden. Şimdiye dek öyküye yaklaşırken genelde anlam yorumları yaptık. Kişilere ve olaylara dair çözümlemeler ve saptamalar öykünün dünyasına girmemizi sağlamasına sağladı elbet, ama bir yanı da eksik kaldı hep. Şöyle ki; öyküdeki anlamı hemen saptayıp ortaya dökmemize, karakterlerin davranışlarını hemen anlamlandırmamıza karşın öyküdeki yapısal öğeleri çözmeye o kadar çok kalkışmadık. "Öykü ve Kuram" forumuna, "Öykü Dergiciliği" başlığına bununla ilgili bir iki yazı / makale koymaya çalıştım zaman zaman, ama onlar da pek ilgi çekmeyince devamı gelmedi. Oysa bir öykünün anlam dünyasını çözümlemenin belki de en önemli yollarından birisi onu yapısal olarak çözümlemek. Yani öykücünün neden o öğeyi değil de bu öğeyi yeğlediğini ortaya koyabilmek, karakterlerin eylemlerinden önce varlıklarını, birbirlerine karşı ya da birbirlerinin yanında konumlanış sebeplerini anlayabilmek, öykünün zaman-mekân kurgusunu analiz etmek, kurgunun ilerleyişine dikkat çekmek. Bunun hemen ardından da dilsel tercihleri belirleyebilmek. Dilin, sözcük seçiminin, söylemin nerede konumlandırıldığını serimlemek. Kabaca yinelemek gerekirse; bir öykünün analizinde yapısal öğeler (karakterler, zaman, mekân, kurgu), dilsel tercihler (anlatım biçimi, üslup vb.) ve anlam katmanı sıralamasını izlemek bize yeni kapılar aralayacaktır diye düşünüyorum. Umarım yakın zamanda biraz güç bulup bunları "Öykü ve Kuram" başlığı altında daha geniş ve detaylı notlar haline getirebilirim. Şimdilik bu kadar.

Öyküye geri döndükte; "Dört Kişilik Bahçe" her şeyden önce kuşaklar arası geçişin, devamlılığın, kesikliğin öyküsü. Aynı evde yaşayan üç kuşak: Server Nüvit Paşa, onun kızı Afife Reşat Hanım ve Afife Reşat'ın kızı Fatma Aliyenin temsilcisi oldukları kuşaklar. Kabaca Osmanlı'nın son dönemlerinden 70'li yıllara dek uzanan bir tarihsel dilim var önümüzde. Bir de zaman zaman kendisine vurgu yapılan Afife Reşat'ın anneannesi ve torunları düşünülürse bu zaman dilimini daha da genişletmek mümkün. "Cam Sessizlik"i izleyen bölümde Talia'nın kadraja girmesiyle dörtgenin son ayağı da tamamlanıyor, ama bunu şimdilik dışarıda tutalım. Bu üç kuşağı birbirine bağlayan çerçeve öğe konak olarak düşünülebilir. Dünyayı bambaşka kavramalarına karşın hepsi de bu konak tarafından, giderek konağın bahçesi (artık kaybolmuş güzellikleri) tarafından esir alınmışlar. Eşyaları bile isyan ettirebilecek kadar güçlü bir tutsaklık burada söz konusu olan. Ceviz vitrinden çıkmayı ve kullanılmayı arzulayan (çorba sıcaklığını duymak isteyen mermer!) eşyalara karşı, konağa yapışmış ve onun içinde ölmekte olan insanlar. Bu arada sözkonusu ölüm metaforunun en çarpıcı şekilde Nurten'in alıntıladığı otobüs bölümünde saptandığını düşünüyorum. İçinde yaşadıkları toplum (bunu yeni sistem olarak da okuyabiliriz) tarafından dışarı itilen ve bu yüzden gitgide yapayalnız kalan karakterler öykümüzün kişileri.

Yeri gelmişken daha sonra Mungan'ın farklı öykülerinde de gösterebileceğim bir uygulamayı, zaman ve kişiler arasındaki ilişkiyi yeni bir boyutta düşünmemizi sağlayan bir uygulamayı işaret edeyim: Parantez kullanımı. Belki de öykünün en önemli yapısal / dilsel öğesi. Anlatıcı sık sık parantez açarak araya giriyor, öykünün devamına, geçmişine ya da karakterin durumuna ilişkin bilgiler veriyor. Ancak bu kadarla sınırlı kalmıyor. Yapısal olarak hemen farkedilebilecek bu öğeyi biraz daha karmaşıklaştırıyor ve zaman zaman parantezleri karaktelerin iç konuşmalarını aktarmak için kullanıyor. Böylece biz konuşanın kim olduğunu hissetmekte güçlük çekiyoruz. Ansızın anlatıcı karakterlerinden birinin etine bürünüveriyor sanki. İçine cin girmiş gibi onun ağzından konuşup, hop, geriye kaçıyor. Bu yapısal olduğu kadar dilsel olarak da destekleniyor: Şöyle ki; açılan bazı parantezler üst üste iki kez kapatılıyor. Durup dururken bir parantez açılıyor ve sonra kapanmıyor vb. Bunu tashih hatası olarak düşünmek yerine (Mungan'ın diğer öykülerinde karşılaştığım kimi dilbilgisi oyunlarının da verdiği yetkiyle) bilinçli bir tercih olarak görüyorum ben. Peki bu kullanım okuyucuya ne katıyor? Her şeyden önce sürekli bir şimdiki zamanı sağlıyor parantezlerin farklı anlatıcılar için kullanılması ve bu karmaşık iç içe oluşu. Sanki Mungan şunu da istiyor: Bergsoncu bir zaman kuramı gibi birbirinin üzerine katlanmış görüntüler yaratmak. Aynı konakta farklı zaman dilimlerinin yaşanmış ve hatta yaşanıyor olduğunu dilsel boyutta da kurgulamak. Server Nüvit Paşa'yı jöntürklüğü üzerinden torununun devrimci çocuğuna bağlayan görünmez iplikleri böylece görünür hale getirmek istiyor öykücü. Bütün olanlar aynı zamanda oluyor, anılar ve yaşamın iç içe geçmesi bunu sağlıyor. Üzerimize düşen ışık huzmelerinin sonsuza dek evrende yankılanıp durması buna neden oluyor çünkü. Kuşaklar ve sistemler değişse de insanın trajik özü (ölümlülüğünün bilince olması gibi bir kısayol da verebiliriz buna, kader diyerek metafizik bir içerim de yükleyebiliriz, tercihe kalmış) pek bir değişime uğramadan öylece önümüzde duruyor çünkü.

Bunların dışında öyküde kimi sahneler üzerinde durmak ve kimi dilsel öğeler üzerinde de ahkâm kesmek istiyorum. Başka zamana!

Öykü analizinde yapısal ve dilsel öğelerin ardından, tek tek sahneler ve anlamları üzerinde yoğunlaşmanın da çok işlevsel olduğunu düşünüyorum. Bize öyküyü anlatan ustaca yerine yerleştirilmiş pek çok sahne var öyküde. Bir örnekle: Ben Cihan'ın yerinde olsam, Fatma Aliye'nin "bir hüzzamın ortasında" udunun susmasına, daha sonraki bir sahnedeyse kürdili hicazkara geçmesine fena takardım.

NOT: Bu arada öykünün atmosferini anlamamda önemli katkı sunduklarını düşündüğüm Çağdaş ve Gül'e özellikle teşekkür ediyorum. Tevfik Fikret'in evinden boğaza yaptığımız yürüyüş, öyküdeki konağı ve konak yaşantısını gözümde canlandırabilmem için müthiş yararlı oldu.


Re: Cam Sessizlik

Barış, eline sağlık; çok güzel tahlil etmişsin öyküyü. Yapmayı planladığın kimi analizlerini merakla bekliyorum. (Bu arada öyküyü tekrar okuyup yeni bir gözle değerlendirme hevesi uyandırdın.)

Öyküyü ele alış biçimiyle ilgili söylediklerin, uzun zamandan beri benim de aklımda olan meselelerden birini oluşturuyor. Eklemekten vazgeçtiğin yazıları, ilgili başlıklara eklersen bu konuyu açmış oluruz.

""
"Öykü ve Kuram" forumuna, "Öykü Dergiciliği" başlığına bununla ilgili bir iki yazı / makale koymaya çalıştım zaman zaman, ama onlar da pek ilgi çekmeyince devamı gelmedi.


Re: Cam Sessizlik

Teşekkürler Abdullah. Ufaktan hızımı aldım devam edeyim bari. Laughing out loud

Cam öteberinin dillendiği girizgâh kısmında ilk dikkat çeken, sözün doğrudan gelin olma-olmama ikilemiyle açılması. Camları süsleyen altın çizgiler bile gelin tellerine benzetiliyor. Böylece öykünün başkişisi Fatma Aliye'nin ruh durumunun ne kadar hassas, cam kırılgınlığında olduğunu hissedebiliyoruz. Bu bölüme daha yakından bakalım:

""
Kaç kez büyük aynalı ceviz vitrinler, camekânlar (kaç yurtluk) değiştirdik.

Yurtluk, malikâne anlamında (Bkz.: TDK). Dolayısıyla önceki iletimde vurguladığım konağın birleştirici bir unsur, aynı zamanda bir hapishane olması olgusu burada anlatılmış oluyor. Cam eşya için camekânlar malikâne olarak görünüyor. Dolayısıyla biz Fatma Aliye'yi kapatıldığı camekânların içinden, etrafı gelin telleriyle süslü ama hiçbir zaman tenine sıcaklı değmeyecek soğuk bir mermer olarak görüyoruz.

Buradaki mermer vurgusu da camın içerdiği silisyum ve kuvars yapısından kaynaklanıyor. Cam ve mermer aynı cevhere sahip, biri sertliğiyle ünlü diğeri katı görünümünde olmasına karşın aslında akışkan olan bir sıvı.

""
Kaç kuşak gördük biz? Kaç töre tanıdık?

Cam, öykücünün konusunu anlatmak için seçilmiş o kadar güzel bir nesne ki, üzerinde ne kadar durulsa bir yanı eksik kalacak. Sadece birine değineyim: Bize ardındakini ya da içindekini görünür kılmasına karşın onu bize kapatan, dokunmamızı engelleyen bir madde cam. Görmekle dokunmayı kesin olarak birbirinden ayıran... Bu yüzden törelerden bahsediyor Mungan. Töreleri uygulayanlar da bilmiyorlar mı yaptıklarını? Biliyorlar ama yine de yapıyorlar, başka çareleri yok. Ulaşabilecekleri başka yaşama biçimi yok. Dolayısıyla daha sonra Muti'nin kulağının kesilmesinde tanık olduğumuz gibi (Abdullah buna çok yerinde değinmiş.) cam olayların görülür olmasını sağlıyor, ancak onları değiştirmiyor, dokunamıyor olanlara.

Bu bölümde beni en çok etkileyen tamlama "saydam ölüm" oldu sanırım.

""
Ne bir kırık, ne bir çatlak almadan öylece taptaze duran saydam ölümleriz.

Girizgâh kısmından çıkış öykünün en güçlü yerlerinden biri kanımca.

""
Fısıltılarımızı cam kovuklarda boğduramazsın daha fazla. Boğduramazsın.
Daha fazla...

Daha fazla bizi hapsedemezsin, daha fazla bizi öldüremezsin... diye devam edecekken kesiliyor cümle ve Fatma Aliye'nin annesi Afife Reşat Hanım'ın sesini duyuyoruz:

""
Gece geç geldin

Daha en başta boğuluyor yine Fatma Aliye'nin çığlığı. Daha yola çıkmadan "norm"lar onun önünü kesiyor. Bu öykü iyi bitmeyecek...


Re: Cam Sessizlik

BArış Ağabeyin mükemmel çözümlemeleri beni kendime getirdi. Açıkcası öyküyü ilk okumamdan sonra nurten aksakal'ın yazısını okudum ve ardından öyküyü birkez daha okudum. Ve bunun da ardından kitabın tamamını okuyunca birşeyler canlandı kafamda. Özellikle Talia'nın öyküye katıldığı Cam Mevsimi'ni okumadan öykü tam anlamıyla kafamda canlanamadı, öyküyü yaşayamadım. Ben de Barış Ağabeyin tespitindeki gibi M. MUngan'da da bir nesne-insan ilişkisinin yoğunluğuna tanık oldum. Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesinde yaşattığı bu anlatım, Son İstanbul'da da etkili bir şekilde kullanılmış. Konağı bekleyen Fatma Aliye, salt olarak Konağı değil; konaktaki İstanbulluluğu, ud namelerini, çorba içilen tüm o kaselerdeki yaşanmışlığı, yaşayan incelikleri vb sürdürmüş aslında. Yaşamından ödün de verse annesinin, öncekilerinin birikimini yaşatmış. Not: Ud namelerini yaşamak için öyküyü tekrar okuyacağım :oops:


Re: Cam Sessizlik

Limonluğun camlarından birinin daha kırıldığını duyuyor Afife Reşat ve o gecenin sabahında Fatma Aliye'ye bir bakıver diyor ne olmuş diye. Fatma Aliye "bir bir eksiliyoruz" diyor, bir camın daha kırılmış olmasına getirdiği bu yorum iç acıtıcı. Çünkü yok olan her bir nesne terkedip giden bir kişi kadar canını yakıyor olmalı Fatma Aliye'nin. Bu olayda trajik olan bir yan da o gece limonluğun camının kırılması limonluğa saklanan İshak'ın en azından o gece için bulduğu sığnağı terk etmesine sebep oluyor. Belki de o cam kırılmasa, bir gece saklanabilse o limonlukta vurulmayacak İshak, çatışmaya girmeyecek polislerle. Eskiyen eşyalar, canlı tutulmaya çalışılan hayelleri, umutları yerle bir ediyor sanki.


Re: Cam Sessizlik

""
Nurten Aksakal yazdı:
Bu olayda trajik olan bir yan da o gece limonluğun camının kırılması limonluğa saklanan İshak'ın en azından o gece için bulduğu sığnağı terk etmesine sebep oluyor.

Teşekkürler Nurten. Bunu atlamışım. Demek ki kırılan camlardan biri de İshakmış o gece.


Re: Cam Sessizlik

Fatma Aliye'nin camlığına dair bir metafor daha buldum: Evet, cam gibi Fatma Aliye. O kadar narin, kırılgan. Ama kırıldığında her yere batacak sivri uçları olan, acılı olduğu kadar acıtıcı da.


Re: Cam Sessizlik

Dün gece uyku tutmadı. Sabah dörde kadar, elimde kitap evin içinde dolanıp durdum.

Öyküyle ilgili iki duygu arasında sık sık gidip geldim. Evet, bu bir melankoliydi. Bazı imgeleri öylesine zorluyor, bazı olaylar o kadar arka arkaya geliyordu ki buna melankoli demekten başka şansımız yoktu. Öte yandan geçen yıllarda Murathan Mungan'ın Milliyet Sanat'taki bir yazısını okumuştum melankoli üzerine. Melankolinin yaşam için neden ve nasıl gerekli olduğunu anlatan... Şimdi nette aradım izine rastlayamadım. Aslında melankoli üzerine Cogito dergisinin bir özel sayısı vardı (link), burada kavramın ilkçağdaki anlamına gidilerek, "bilginin getirdiği acı" gibi bir anlamı çıkıyordu ortaya. Dürer'in şu resmi örnek olarak gösteriliyordu:

Öykünün bana yaşattığı ikinci duygu, özellikle Cam Mevsimi'nin 3. ve 4. bölümlerinde Afife Reşat'ın evden kaçan kızı Talia ile yüzleşmesi sahnelerindeki güçlü hesaplaşmanın üstesinden gelmekti. Anneyle kızı arasındaki sevgi gereksinimi ve nefret ilişkisinin çok çarpıcı anlatıldığı bu bölümde sık sık Bergman aklıma geldi. Yanlış anımsamıyorsam Persona filminde böyle bir hesaplaşma vardı. Bulabilirsem örneklerini buraya aktarmaya çalışayım.

Durer_Melancolia_1.jpg

Re: Cam Sessizlik

Evet, Persona filminin altyazısından ilgili bölümü buldum, aktarıyorum:

""
Anne olmak istiyordun.
Hamile olduğun kesinleşince korktun.
Sorumluluktan, elinin kolunun|bağlanmasından...
...tiyatroyu terk etmek|zorunda kalmaktan korktun.
Acıdan, ölümden,...
...vücudunun şeklinin |bozulmasından korktun.
Ama rolüne devam ediyordun.
Genç ve mutlu anne|adayı rolü.
Herkes diyecekti ki:...|"O süper....
...Hiç bu kadar güzel olmamıştı."
Bebekten kurtulmayı denedin.
Ama beceremedin.
Geri dönüşü olmadığını |fark ettiğinde...
...bebekten nefret etmeye başladın.
Ve ölü doğmasını istedin.
Bebeğinin ölümünü istedin.
Ölü doğmuş bir bebeğin|olsun istedin.
Doğum uzun ve zordu.
Günlerce acı çektin.
Sonunda bebek forseps|yardımıyla doğdu.
Ağlayan çocuğuna dehşetle|baktın ve mırıldandın:...
"Hemen ölemez misin?|Ölemez misin?"
Ama o yaşadı.
Bebek gece gündüz ağladı.
Korkuyordun ve suçluluk duyuyordun.
Sonunda bir süt anne|çocuğa bakmaya başladı.
Hasta yatağını terk edip,|tiyatroya dönebilecektin.
Ama ızdırabın bitmemişti.
Çocuk garip ve şiddetli bir|sevgiyle annesine bağlıydı.
Umutsuzca direndin. Ona |karşılık veremeyeceğini hissediyordun.
Denedin de denedin...
Ama buluşmalarınız acımasız|ve incelikten yoksun kaldı.
Yapamazsın.
Soğuk ve kayıtsızsın.
Senin gözlerinin içine bakıyor.
Seni seviyor|ve çok da yumuşak.
O her zaman senden sonra.|Sen ise ona vurmak istiyorsun.
Kalın dudakları, çirkin vücudu,|nemli ve yakaran bakışlarıyla...
...onu itici buluyorsun.
Onu itici buluyorsun ve|bu seni korkutuyor.
Hayır!
Ben senin gibi değilim.
Senin gibi hissetmiyorum.


Re: Cam Sessizlik

Barış, yazdıklarını ilgiyle okuyorum. Öykünün çok katmanlı yapısı, ele avuca gelmeyen kimi yönleri kitabın kendisini okumayı zorunlu kılıyor. Bakalım belki de bu başlık geniş bir zaman dilimine yayılarak bizlere yeni okumalar sunacak.

Bu arada ne zamandan beri izlemek istediğim "Persona" filminden bahsetmişsin. Filmi izleme zamanı geldi sanırım.


Re: Cam Sessizlik

""
Nurten Aksakal yazdı:
İshak polis tarafından aranan bir devrimcidir ve haberi olmasa da Fatma Aliye ile İshak’ın yolları Saffet Hamdi beylerdeki gecede kesişir. İshak polislerden kaçmak için konağın limonluk adı verilen depo olarak kullanılan bölümüne saklanır. Fatma Aliye’nin gece vakti korkusuzca yürüdüğüne İshak şahit olmuş ve kaçmak zorunda olan İshak kaçmak zorunda olmayan bu ağır adımlarla yürümekte bir beis görmeyen kadını kıskanmış onu çok takdir etmiştir. Fatma Aliye’nin bekli de ihtiyaç duyduğu tek şey olan takdir edilmektir, ancak kıskanıldığından hiç haberi bile olmayacaktır. Buradaki çelişkinin durumlarımızın daha çok bir duyumsama hali olduğunun altını çizdiğini düşünüyorum.

Buradaki saptama çok can alıcı. Gerçekten de Murathan Mungan'ın öykülerinde bir tiyatrocu titizliğini görebiliriz. Bununla şunu demek istiyorum; Mungan ucu açıkta hiçbir şey bırakmıyor öykü yazarken. Her ipi birbirine sıkı sıkıya bağlıyor. Dikkatli okur için bu tadına doyum olmaz bir keyif sağladığı gibi, gündelik yaşamda gözden kaçan pek çok çelişki ve olanağı da görmemizi sağlıyor.

""
Nurten Aksakal yazdı:
Belki Fatma Aliye ile Elif'in öyküsündeki kahraman arasındaki temel fark şurada yatıyor. Biri kendini aşağılık durumda görmek istemiyor, bir diğeri ise çoktandır o durumda bırakıldığının yani bir şeylerin, birilerinin bizleri bu hale koymasının bir sistem sorunu olduğunun farkında ya da farkında olmaya daha yakın.

Bu saptamada da sınıfsal duruşu çok güzel tahlil ediyor Nurten. Fatma Aliye'ye ilişkin tuttuğum son notlarda onun öykünün sonunda kırılacak ve etrafını da acıtacak bir cam olduğunu söylemiştim. Nurten işte bunu açıklığıyla ortaya koymuş. Bazı insanlar vardır, bilirsiniz. Yalnızca belli bir çevrede ve o çevre için yaşayan. Dünyanın geri kalanı umrundaymış gibi davransa da aslında ne yaparsa yapsın kendisi için ve kendi çevresine yaptığını bildiğiniz. Fatma Aliye bu insanlardan. Dünyanın geri kalanı aslında umrunda değil. Savaşı da, doğumu ve ölümü de bu küçücük çevrede ve onlar için gerçekleşiyor sanki. Bu çevrenin dışında bir dünyanın olabilirliğini hiç düşünmemiş, onu aramak, bulabilmek düşüncesi hep uzak geçmiş ona. Bütün savaşları, mücadeleleri, göze girme ya da gözden düşmeleri kendi küçük çevreleri içindir bazı insanların, bilirsiniz. O dünyanın dışında bir dünyanın döndüğünü bilmezler, bilmek istemezler sanki. Öykünün ilerleyen bölümlerinde Talia'yla olan konuşmalarda iki kardeşin de böylesi, sınıfsal diye de niteleyebileceğim, bir tutum içinde olduğunu görüyoruz. İshak ve Muti'nin dünyası gibi dışa dönük, insanlara açılan bir dünya değil Fatma Aliye ve Talia'nın yaşamları. Bu yüzden korunaklılar, bu yüzden içten içe çürümekteler.

""
Nurten Aksakal yazdı:
Kemik düğmelerin satıldığı bir dükkanda çalışıyor Fatma Aliye. Ailesinin ait olduğu sınıf için üretilmiş olan pahalı düğmeler bunlar ve şimdi o bu ürünlerin satıldığı bir dükkanda çalışıyor hatta artık bunları alacak müşterilerin de azalmaya başladığı gerçeğiyle yıkılışın devam ettiğini ele veriyor.

Kemik düğmeler güzel bir simge. O düğmelerle yaşama bağlanan hayatların ilmeklerinin çözülüşüne tanık oluruz öyküde.

Öyküye ilişkin söylemek istediğim ne çok şey var daha. Ama sözü fazlaca uzatmamış olmak ve konuşacak olanlara söz hakkı tanımak amacıyla bir-iki küçük not daha girip kesiyorum artık yorumlarımı.

Öykünün "Cam Mevsimi" bölümünde en sevdiğim yerlerden biriydi Talia'yla Fatma Aliye'nin bahçe üzerine konuşmaları:

""
"Bir şey söyleyeyim mi sana Talia? Bana kalırsa artık kimse için bahçenin bir anlamı kalmadı. Bu yüzden böyle bakımsız. Konak bile yabancı duruyor bu ıssız bahçeye. Bahçeler eskidenmiş Talia. Bahçeler bir şeyleri anlatmak içinmiş. Oysa bizim anlatacak hiçbir şeyimiz kalmadı..."

Gerçekten de anlatacak bir şeyimizin kalıp kalmadığını ben de merak ediyorum sık sık. Örneğin bu forum bir bahçe olabilir mi? Burada bir bahçedeki gibi anlatılabilir mi? Şehirlerin kalabalığı neyi, ne kadar anlatmak için kurgulanmış; uzun uzun düşünüyorum.

""
"Peyker Kalfa da öyle diyor. Bana koca bulmak için çırpınıp dururken, sağda solda anlatıyormuş, şöyle ut çalar, böyle ut çalar, diye. İnsanlar gülüp geçiyorlarmış tabii. Biliyorsun, şimdiki zamanda ut çalan bir kadından çok bankada çalışan bir kadın tercih ediliyor."

Bu kısmı Nietzscheci bir bakışla kadın sorunu üzerinden düşünmek bana çok eğlenceli geliyor. Çok tartışma götürür bir konu olduğunun bilincinde olarak buraya aktarıyorum: Nietzsche kadının iş yaşamında yer almasının onun aşağılanması olduğunu düşünüyor. Bir yönüyle ataerkil söylemle de birleştirilebilecek, biraz şöyle bir bakış onunkisi; kadın yaşamdır, o yaşamın tahtında oturur ve erkekler de ayak işlerini yapar, bunun aksini iddia eden kadını hor görüyor demektir. Oldukça çapraşık ve çetrefil bir şeyi iki cümleyle özetleyiverince böyle bir şey çıkıyor ortaya; kusurum varsa, affola! Ama Fatma Aliye'nin konuşmasının bana bunu anımsatması garip değil herhalde.

Son olarak, öykünün sonunda, Afife Reşat'ın Ester'le birlikte katıldığı İshak'ın cenazesinde çekilen sol yumruğu havada fotoğraflarının gazetede yer almasına diyecek söz bulamıyorum. Mungan'ın trajikomiği bulmadan üstüne yok doğrusu.


Re: Cam Sessizlik

Son olarak "Cam Mevsim"de bahsi geçen Server Nüvit Paşa ile Nerime Sultan'ın aşk şarkısını buraya ekleyeyim, belki bir gün birimiz meşk etmek ister:

Dinlemek için: Kaçıncı faslı bahar bu solar gider emelim - Canan Sezgin

KACINCI-FASL-I-BAHAR-BU-SOLAR-GIDER-EMELIM_out.jpg

Re: Cam Sessizlik

Arkadaşlar, öyküyü tekrar okuyacağım, zenginleşmiş olarak, çünkü yazdıklarınızı okudum.


Re: Cam Sessizlik

Bir soru: Öyküde İshak sizce kimin kurbanı? Kim kimin yerine kurban ediyor İshak'ı?

Aslında pek çok kurban var öyküde: Afife Reşat, Fatma Aliye, Talia, Muti; hatta Server Nuvit'in biricik aşkı, sedef kakmalı sandalyenin sahibi Neriman Hanım bile kendine göre bir kurban. Daha doğrusu kurban olmayı bekleyen kimseler. Ama onlar bekleyedursun öyküde yalnızca İshak ölüyor, öldürülüyor. İshak (İslamdaki adıyla İbrahim'in oğlu İsmail) bütün bu kendini esirgeyen günahkâr ruhlar için masum kuzu mu?


Re: Cam Sessizlik

Öyküde neden sadece ishak ölüyor? diye sormuş Barış, İshak'ın öyküde ki varlığına ilişkin yazmak istiyordum bu soru bu konu hakkında tekrar düşünmemem sebep oldu. Benim kendimce buna cevabım şu;

öykü kişileri hep geçip gitmiş zamanla ve zamanın yıkıcılığıyla hesaplaşıp duruyorlar. Zaman geçip giderken güzel ve özel olan şeyleri yok ediyor onlara göre.

Server Nüvit Paşa geçmişten kopamıyor, zayıflayan hafızası sanki gerçekleri görmemek için bir olanak ve bu bunamaya sıkısıkıya sarılmış durumda, sedef kakmalı sadelyede oturduğunu hayal ettiği Neriman sultanla, geçmişten bu güne taşıdığı aşkıyla sohbet ediyor ve değişimi reddediyor.

Afife Reşat herkesle mesafeli ve soğuk yaradışlı bir kadın, Çocuklarıyla bile ilişkileri mesafeli olmuş bir kadın. Böyle bir kadın evinde çalışanlarıyla da mesafeli olacaktır elbette. Ancak geçen yıllar içinde Peyker Kalfayla güçlü bir bağ geliştirmiş her daim ona gidiyor, hastalandığında ona yardıma koşuyor, onunla sohbet etmekten onunla birlikte olmaktan keyif alıyor. Afife Reşat ve Peyker kalfa arasında gelişen daha doğrusu bu şekle evrilen ilişki Afife Reşat'ın tıpkı Server Nüvit paşa gibi anılarından uzaklaşmak istememesinin bir göstergesi. Bir zamanlar yaşadığı o "güzel" yılların tanığı olan Peyker Kalfayla yaptığı sohbetler ona yaşadıklarının birer düş değil gerçek olduğunun tek kanıtı gibi.

Fatma Aliye maddi sıkıntılarla baş edebilmenin tek yolunu bir şeyleri satmakta bulabiliyor, yeni birşeyler yapmak bir şeyleri değiştirmek aklının ucana bile gelmiyor, bir işte çalışmak bile onun düşüne bildiği bir şey değil, Madam Ester'in ısrarlarıyla çalışmaya başlıyor, ne İstanbul'un ne de istanbulluların değişmesini anlayamıyor.

Öyküdeki yan karakterler bile örneğin Saffet Hamdi bey ve eşi Rüveyda hanım bile o eski osmanlı geceleri, o eski osmanlı yemekleri, o eski osmanlı ...... diye uzayıp giden listeler içinde yaşamaya devam ediyor.

Bu atmosfer içinde cinsel kimliğiyle bile olsa farklılığı temsil eden Muti kulağı kesilerek cezalandırılıyor.(Muti' nin bu tercihi ve amcasının onun neden kulağını kestiğini ayrıca tartışmalıyız).

Gelelim İshak'a ve öldürülmesine.
İshak tüm bu figürlerin tersine değişim istiyor, hemde köklü bir değişim. Zamanla farklılaşmış sosyal ilşkiler, sosyal konumlar değil onun derdi, her zaman var olan sınıfsal sorunlarda değiştiri dönüştürücü olmak istiyor, olup bitene seyirci kalmak değil olacakları etkilemek ve yaratmak istiyor. Öyküdeki diğer kişilerle İshak arasında ki bu fark onun yaşamına sebep oluyor. Çünkü çoğunluk İshak gibi olanlardan değil İshak lardan korkanlardan oluşuyor.


Re: Cam Sessizlik

Öyküyü ikinci kez okumam gerekiyor. Kaç gündür erteliyorum okumayı; ancak bu, tembelliğimden çok bir türlü elimin kitaba varamamasından kaynaklanıyor. - İçerdiği hüzün ilk okuyuşumda da beni zorlamıştı, bu kez de buna neden bu olsa gerek-
En kısa zamanda bunun üstesinden geleceğim.


Re: Cam Sessizlik

Nurten'e cevapları için teşekkürler. Ama sanırım ben yazarın simgesel olarak neyi kast ettiğinden çok, İshak'ın kurbanı meselinde kurban edilecek oğlan çocuğunun yerini koyunun alması gibi, "Bire bir olarak İshak'ın yerine kurban edildiği kişi ya da kişiler var mı, varsa kim; kurban eden birisi var mı, varsa kim?" sorusunun peşindeyim. Vaktinde gökten inmeyen koyun hangisi? Yani alegoriye vesile olan maddi öğeleri saptamaya çalışıyorum.

Bu arada Cihan'a sorduğum soru hâlâ açıkta duruyor: Neden hüzzam makamı Fatma Aliye'nin makamı olarak tanımlanmış öyküde; giderek öyküde çalınan parçaların makamlarının belirtilmesinin içerikle ilgisi ne?


Re: Cam Sessizlik

Öyküde(sadece cam sessizlik bölümünü kastetmiyorum Dört Kişilik Bahçe'nin tamamı) Afife Reşat'ın en sevdiği çocuğu olması dışında hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimiz Reşat'ın öykünün en önemli düğümü barındırdığını düşünüyorum.

Öyküyü okurken özlemle ve nefretle anılan Reşat'ın geri dönüp dönmeyeceğini sordum kendime.
Bu sorunun cevabının da öyküdeki dişil ve eril karakterler arasındaki gelgitlerde yattığını düşündüm.
Öyküdeki ana figürler dişil, diğer erkek figürler ise eril olmaktan oldukça uzak. Örneğin;

Server Nüvit Paşa; erkek karakter ama, karşısındaki sedef kakmalı sandelyede oturduğuna inandığı Nerime Sultan'dan ibaret dünyasıyla eril değil.

Muti; yarım kalmışlığı ve tercihleriyle, "cezalandırılmayı hakkettiğini" simgeleyen kesik kullağıyla eril değil.

Saffet Hamdi Bey; Server Nüvit Paşa kadar olmasa da yaşlılığı ve melankoliye yatkınlığıyla eril değil.

İshak; Öyküde eril olmaya en yakın kişi, ancak bir hastanede yaşam savaşı verirken eril olmaktan o da gittikçe uzaklaşıyor.

Reşat; Afife Reşlat'ın en sevdiği çocuğu, Fatma Aliye ve Talia'nın ise nefret ettiği erkek kardeş. Herkesi ve her şeyi arkasında bırakarak neden ve nasıl olduğunu bilemediğimiz bir sebepten dolayı evden kaçıyor. Buna rağmen Reşat, öykünün sonuna kadar erilliğini koruyor.

Reşat'ın erilliği öylesine güçlü ki orada değilken bile, ölü ya da diri ortada yokken bile bu üç kadının hayatında ölesiye baskın. Gitmeseydi her şey farklı olurdu diyor Afife Reşat. Bu sözlerine Fatma Aliye çok içerliyor, çünkü yaptığı fedakârlıklar minnetle anılmazken bir de bu sözlerle içlerinde bulundukları durumu iyileştirebilme yeteneğinden yoksun oluşu vurgulanmış oluyor ve bir kez daha Reşat'ın erilliğinin altında eziliyor. Ezdiriliyor.

Galip; Talia'nın evlenmek için uğruna evden kaçtığı kocası. Fatma Aliye'ye neden kocasından ayrıldığını anlatırken Galip'in sevecen ama acılarının derinliğini dahi anlayamayacak kadar sığ olduğunu söylüyor ve kendisine yetemediğini.Böylece Talia, uğruna evden kaçarak Galip'e habersizce verdiği bu erilliği yine habersizce geri almış oluyor.

Talia'nın küçükken erkek gibi olduğunu öğreniyoruz, ağaçlara tırmanan, erkek çocuklarla kavga eden kız çocuğu olduğunu. Erillere has bu özellikleri hiç de erillere uygun olmayan bir sebeple yaptığını da öğreniyoruz annesi Afife Reşat hanımla girdiği o hesaplaşmada. (İnsanın kanını donduran bir sahne/ Barış'ın sözünü ettiği 1978 yılında Ingmar Bergman'nın çektiği Höstsonaten (Son Bahar Sonatı) adlı filmde de bir anne kız hesaplaşmasına tanık oluruz) Değil bir anne-kız iki düşman arasında bile geçebilmesine yüreğimin dayanmayacağı bu bölümü okurken Reşat'ın asla dönmeyeceğini anladım. Çünkü aslında Reşat'ın erilliği kendinden değil Afife Reşat'ın ona bahşettiği bir erk. Dolayısıyla tüm pasif ve kendi kabuğuna çekilmiş geçmişteki anılarla yaşarken bile şu anı ve geleceği etkisi altında tutabilen erk sahibi kişi Afife Reşat'ın ta kendisi. Reşat'ın tüm varoluşu belliki (adı bile) annesine bağımlı ve erilliğini koruyabilmek için dönmemeli.

Murathan Mungan' nın Reşat'ı bu Dört Kişilik Bahçe'den fiilen uzak tutmasının birden çok anlamı olduğunu da düşünüyorum. Ama bana kurduğum bu denklemde güçlü gelen şey, dişil ve eril olmanın kadın ya da erkek olmaktan farklı olduğunu gösterebilmesi.


Re: Cam Sessizlik

Sanırım Nurten dişili ve erili konumlandırırken toplumsal cinsiyete ve erilliğin iktidarla olan ilişkisine vurgu yapıyor; katılmamak elde değil. Çözümlemeler çok güzel. Özellikle Reşat'la Afife Reşat'ın isim olarak bile birbirinin devamı olmasının, erilliğin üretiminin kadın-erkek cinselliğinin ötesinde konumlandığını ima etmesi anlamında çok ciddi bir saptama olduğunu düşünüyorum.


Re: Cam Sessizlik

Cam Sessizlik öyküsünde Hüzzam makamının çok fazla geçmesi tabiki bir rastlantı değil. Hüzzam makamı, Türk Müziğinin hüznü ve aşkı tamsil eden si bemol kararlı bir makamıdır. Bu makamın anlatılmasından çok örneklendirilmesinde fayda görmekteyim. Tipik olduğunu düşündüğüm iki örnek...
Hüzzam Şarkı 1
Hüzzam Şarkı 2(Zeki Müren)


Re: Cam Sessizlik

Cihan dedi ki:
Cam Sessizlik öyküsünde Hüzzam makamının çok fazla geçmesi tabiki bir rastlantı değil. Hüzzam makamı, Türk Müziğinin hüznü ve aşkı tamsil eden si bemol kararlı bir makamıdır. Bu makamın anlatılmasından çok örneklendirilmesinde fayda görmekteyim. Tipik olduğunu düşündüğüm iki örnek...

Cihan sağolsun, makamla ilgili uzun süre yorum bekledikten sonra yukarıdaki açıklamayı girmiş. Örnekler için teşekkürler.

Ek olarak ben kolları sıvayım bir bakayım dedim. Çok da güzel bilgilere ulaştım. Keşke bunların tümünü anlayabilecek donanımda olsam. Önemli bir kısmın altını çizip buraya aktarmak istedim. Sonunda da aktarılan metnin çok daha kapsamlı orijinal kaynağını bulabilirsiniz. Smile

""
Hüzün anlamındadır. Hüzünler coşkularla sevişmeli karekterindedir.

Türk musikisinde eski mürekkep makamdır. 1603 yılında II. Gazi Giray tarafında icat edildiği tahmin edilir. 1400 civarında eser bulunduğu tahmin edilir ve makamlar arasında 5. sırayı teşkil eder.

Çok renkli bir makam hüviyetini gösteren Hüzzam, musikimizde son iki yüzyıl içinde bir hayli işlenmiş ve bu makamdan çok güzel, renkli, sanatlı eserler bestelenmiştir.

Hüzzam inici-çıkıcı bir seyir gösterir. Genelde güçlü olan Nevâ açılarak makama girilir. Segâh ile Gerdâniye arasındaki seyirler, makamın esasındaki seyirleri teşkil eder. Gerdâniye ve Hisar perdeleri de önemli asma karar perdelerini oluşturur. Çargâh perdesinde kısa duruşlar yapılır, bu Çargâhta Nikriz geçkisi şeklinde olur. Nevâ etrafındaki seslerde dolaştıktan, Rast perdesine doğru inildikten sonra tekrar Nevâ gösterilir, Hisar perdesi de bu arada gösterilerek Segâh perdesine doğru seyredilir ve Segâhta karara varılır. Hüzzam, donanımda Segâh, Hisar ve Eviç perdelerinin arıza işaretleri ile gösterilir.

Kaynak

Sanırım sondaki hayli şiirsel bulduğum, ama işlevsel olduğunu da belli eden açıklama, "hüzünler coşkularla sevişmeli" ifadesiyle birleşince Fatma Aliye'nin ruh durumuna tam anlamıyla karşılık düşüyor. Sanki müziğin olduğu gibi Fatma Aliye de hayali bir bahçede gezinerek ömür tüketiyor. Taşmak isteyen, ama sürekli kendi içinde boğulup kalan bir şeyler var ikisinde de.


Re: Cam Sessizlik

bugun yarin cikti alip okuyayim derken bu oykuyu de kacirmisim Sinirli


Re: Cam Sessizlik

Öykü akılda kalıcılığını, tazeliğini yitirmiyor belleklerde. Fatma Aliye karakterinin neden bu adla karşımıza çıktığını pek fazla konuşmadık. Sanırım bu yazı merakımızı giderecektir :
"Erkekler arasında tek başına", Hande Öğüt, Radikal Kitap (Son İstanbul ile ilişkili okunabilir)

Teşekkürler Eren


Re: Cam Sessizlik

Cihan dedi ki:
Öykü akılda kalıcılığını, tazeliğini yitirmiyor belleklerde. Fatma Aliye karakterinin neden bu adla karşımıza çıktığını pek fazla konuşmadık. Sanırım bu yazı merakımızı giderecektir : "Erkekler arasında tek başına", Hande Öğüt, Radikal Kitap (Son İstanbul ile ilişkili okunabilir)

Yazıda Hande Öğüt, Fatma Aliye karakterini ilk Osmanlı kadın yazarlarından Fatma Aliye ile özdeşleştirmiş. Bkz.:
Fatma Aliye Bir Osmanlı Kadın Yazarın Doğuşu - Ahmet Midhat Efendi