UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Bir Film Setinden Notlar: Göl

09 Şub 2015
Mehmet Sürücü

Bir boşluğunu yakalıyorum yoğunlukların. Kendimi sokağa atıyorum.

Arastadan geçip, kenar mahaleye yürüyorum. Arkamda tenekecilerin, sobacıların çekiç sesleri, türlü zanatkarın dükkanından sokaklara dökülen alet-edavat takırtısı... Kesik camlardan sokağa uzanan soba borularından ince grimsi dumanlar tütüyor. Dükkanların içerisinde ince bıyıklı gür sakallı adamlar çaylara yarım şeker katıp, uzun uzun karıştırıyorlar. Kasabanın dibine inen dik yamaçların tepeleri bemlibeyaz kar. Sokak birkaç usul-aksak yürüyen ihtiyarın ayaklarına amade. Yolun kenarında kararmış kar birikintileri.

Sıkıldım belki aynı olanlardan. Emin değilim. Ama bir parça yürümek, hele de daha sessiz, vitrinlerin, renkli camların aydınlatmalarının olmadığı sokaklarda olmak bana daha iyi gelecek biliyorum. Ortalardan, paltoma sarınıp, kapüşonumu örtüp, kenarlara kaçıyorum. Küçük de olsa sokakların, kaldırımların, virtinlerin sustuğu sessiz yanlar arıyorum. İç cebimde yürüdükçe ısınır diye korktuğum votka şişesi, yan cebimde az kabakçekirdeği, leblebi, kapak uçları kırık bir kitap var.

Gün ikindiyi ekti, kararmakta hava. Az önce yandı sokak lambaları. Küs, kırgın sarımsı bir ışık çarptı yerlere. Daha da iyi hissettim. Çaktırmadan birkaç yudum çektim votkadan. Bir parmağı havada, kavuklu-sakallı komik adam beni uyarıyor gibi geldi, iplemedim, yürüdüm.

Beton korumalar içerisine alınmış, uysallaştırılmış bir dere çıktı önüme. Daha kenar yerlere gidersem kaybolabilirim korkusu peydahlandı içimde. -Keşke kaybolsam- Bu zamanda, bunca insanın arasında kaybolabilir mi insan? Cesaret olur mu insanda kaybolmaya? Anarşik soruları bir yana tekmeleyip, dereyi izliyorum; dere usul, dere sakin, dere beton arası. Kenarlarında çimler ağaçlar, tuhaf heykeller. Etrafta hiç kimseler.

Aynı tabela yine kenarda; Gülmece Parkı. İyi, diyorum. Bundan iyi bir ad olamaz kasabanın kıyısındaki bir park için, yürüyorum.

Park adım başı fıkralarından esinlenerek yapılmış heykellerle dolu. Girişinde dev bir bakır kazan var. Kuru bir ağacın dalına oturtulmuş baltalı, kavuklu, sakallı bir ihtiyar, iç içe doğuran kazanlar, kuyudan kovayı çeken birisi, ince, yapraksız ağaçlar.

Dereye yakın bankta oturan birisi var. Yaşlı, yorgun, bıkkın. Yüzü, uzak dur benden, yaklaşma, sitttir git diyor. Dayanılır değil, oturdum yanına. Selam verdim. Aldı selamımı yarım ağız-çeyrek beden. Diğer yana döndü. Ne demeye oturdun, uzayıp gideydin ya dercesine.

Biraz votka, biraz kapak uçları kırık bir kitap karışımı oturdum. Döndü bana hazret. Gözlerinde ateşler, hangi dünyadan geldin sorusu. Hava serin, dere neredeyse kurumuş bu kış günü, park gülün diyor ama gülen kimse yok dedim. Lan! De get, der gibi baktı. Sen de nereden çıktın?

Tanımıyordum. Kim olduğunu bilmiyordum. Beni tanımıyordu, kimim, neyin necisiyim bilmiyordu. Boş verdik. Daldık koyu muhabbete. Oradan, buradan, geçim sıkıntısı, ev bark derdi, evlat isyanı, ekmeğin kıymanın fiyatı, yalan-dolan, azalan dostluk-insanlık, yağmurlar, yağışlar, kuraklık. Pek uzak yerlerde değil duyarlı olduklarımız. Çözüm yollarımız farklı, oluversin, deneriz, uzlaşırız.

Anlattı;

Seneler önce bir gavur gelmiş de buralara. Ne bileyim kimse, derviş midir ajan mı? Kalmış günlerce, Pazar yerinin artıntıları arasında, tenha sokak aralarında, kışın viraneliklerde yatmış kalkmış. Kör Halil’i kaldırımdan karşıya geçirmiş, pepe Aram’a dil olmuş. Arastada eski, partal ayakkabiları denemiş, cami şadırvanlarında abdest almış, bitli pireli otellerde aylarca aç sefil konaklamış. Kendini bildirmiş, tanıtmış insanlara. Yadırgatmamış kendini. Onlardan olmaya çabalamış, olmuş da elinden geldiğince. Susarmış hep. Kahve köşelerinde, bir sokak dibinde. Kimseye ulaşmadan, kimseye bulaşmadan yaşamış senelerce. Kıyıda köşede olmayı, insanlara pek de bulaşmamayı seçmiş. Gün olmuş, bir yar dibine gönlü ulu bir kestane fidanı dikip uzaklaşmış oradan, gün olmuş günlerce bir akım suyu iki adım öteye ulaştırmaya aylarca zamanını vermiş. Uzak durmaya çalışmış insanlardan. Aynı yolda, sapaksızken selam vermemiş insanlara. Uzak olmaya-durmaya çabalamış. Kimseye bir akıl, bir fikir vermeye kalkmamış. O kaçtıkça insanlar üzerine üzerine ulamış. İnsanlar onu susmalarından alıp konuşturmaya çalşmış, direnmiş o; susmaya. Yettiğince gücü. Bıçağın soğuk kesen yüzünün gerçeği, hayatın, dünyanın istesek de kabullenemediğimiz doğrusudur, demiş, kimseden bir lokma kabul etmemiş. Zamanla sokak aralarında, berber, kasap, terzi dükkanlarında onun söylediği iddalı sözler söylenmiş. İnsanlar onun ağzıyla demeyi adet edinmiş.. Bu göl kurursa eğer, bu kasaba da yok olur gider, demiş. İşte o günleri yaşıyoruz. Göl kurudu da geçtiğimiz senelerde, o muhterem Hoca yoğurdu göle değil, aha bu gördüğün kuru, boklu dereye çaldı. Neden biz bilmiyoruz da gavur biliyor. Bizim nemiz eksik?

Geç oldu, gitmeli.

Nerelisin, kimlerdensin muhterem? Gecenin bu vakti ne (bok) ararsın buralarda? Yok dayı eyvallah! Buralardan değilim. Buralarda ne aradığım daha karmaşık-çorba, yanıtsız bir yanıt. Bilmesi-dizimi zor. En iyisi sen şu votkadan bir gırtlak darbesi al, sonra uzatırız uzayableceği.

Haşa! Mekruh, haram bize uzak artık. Ama doğru daha yakın. Sen bak dalgana.

Kalkıyorum, izin istiyorum.

Karanlık, ışık ve ıssızlık yanyana yürüdüğüm kaldırımda.

Şişedeki birkaç yudumu içiyorum. Boşunu koyuyorum haki heykellerin birinin dibine.

Yürüyorum.

Sokakların birisi kaldığım otele götürecektir beni, ona bakıyorum kenardan içe.

Acelem yok.

Sabaha daha var.

Kategori:

Re: Bir Film Setinden Notlar: Göl

Özlediğim bir anlatım Mehmet Sürücü'nün anlatımı. Başlarda bazı yazım yanlışları, ifade aksaklıkları olmuş.

""
Arstadan geçip, kenar mahaleye yürüyorum.

Arsa olacak sanırım.

""
iş-alet-edavat takırtısı...

Bu ifadeyi de çok beğenmedim, yanlış olduğunu söylemiyorum; sadece kulağı tırmalıyor sanırım.

Öyküden anladığım kadarıyla bir serinin ilk ya da bir bölümü. Devamı da gelecektir.