UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Bilge Karasu - Dönenen Bir

27 Tem 2010
Enes T

"Dönenen Bir"
Bilge Karasu
Can Öykü Antolojisi
Can Yayınları, 2007, İstanbul
sf. 59-60

Kategori:

Re: Bilge Karasu - Dönenen Bir

Troya'da Ölüm Vardı kitabı birbirine bağlı öykülerden oluşan bir kitap. Necip Tosun yukarıda linkini verdiğim yazısında şöyle demiş:

""
Troya’da Ölüm Vardı (1963), Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı (1970), Göçmüş Kediler Bahçesi (1979), Kısmet Büfesi (1982), Altı Ay Bir Güz (1996) kitaplarıyla yaratıcı, deneysel öykücülüğümüzün en ileri örneklerini veren Karasu’nun ilk öykü kitabı Troya’da Ölüm Vardı,[2] onun en açık, yalın, sade kitabıdır. Kitap ağırlıklı olarak Sarıkum kasabası ve buranın sakinlerinin anlatıldığı seriyal öykülerden oluşur; istasyonda börek, poğaça satan Raşit Usta, kanlı masallar anlatan Dilaver Hanım, Müşfik, Sarıkum istasyon şefinin oğlu Fikret ve Suat, Tijen Hanım, Meryem… Sarıkum etrafında, kasaba yaşamı, bu insanların çevreyi, eşyayı, dünyayı algılamaları öyküleştirilir. Öyküler, yalnızlık, aşk, ölüm üçgeninde döner. Aşk onda serttir, aşkınlıktır. Aşkı beceremeyen erkekler eleştirilir. Aşk, korkusuz insanların işidir. Ayrıca, ötekilik, yabancılık yanında cinsellik de kitabın ana temalarından biridir. Öykülerde herkes mutsuzdur, aşk hep engellerle karşılaşır. Kavuşma hiçbir zaman gerçekleşmez. İhanet ise hemen insanın yanı başındadır. Kitabın imgesel vurgularından biri de yurtsuzluk, bir yere ait olamamadır. Kahramanımız sürekli bir odaya ihtiyaç duyar. Onu tedirgin eden sürekli yeni bir oda bulamamak durumudur. Bütün bir çocukluğunun geçtiği yere sadece kendine yeni bir oda bulamadığı için gelmemektedir. (“Sarıkum’a Giriş”). Evi olduğu hâlde, yeni bir oda görürüm diye bir otel odasında kalır (“Odalardan Biri”), bütün kırılmışlıklardan, yalnızlıklardan sonra tek sığınak bir odadır (“Oda Oda Dünya”).

(Kaynak)


Re: Bilge Karasu - Dönenen Bir

Metne girmeden/ metinle bir hesaplaşmaya girmeden önce metindışından güç almaya devam etmek istiyorum biraz daha.

Semih Gümüş diyor:

""
Oğuz Atay’ın 1971’den hemen sonra herkesin tanımlamakta güçlük çektiği Tutunamayanlar’ı nasıl 1980’den sonra kısa sürede kült bir romana dönüşmüşse, Bilge Karasu da aynı yıllarda, daha doğru anlaşılmıştır... Susanlar’ın hemen ilk metni, 1952’de yayımlanmış ‘Depo’, tipik bir Bilge Karasu metnidir ve bu tür metinleri yüzünden Bilge Karasu, kendisinin çıkmaya hiçbir zaman gönül indirmeyeceği bir sırça köşke onu tam olarak anlayamayanlarca yerleştirilmiştir. ‘Depo’ sözgelimi, neden söz ediyor? Büyük büfenin ardından ara sıra çıkıp odada akıp giden farenin akıbetiyle mi ilgilidir; kendini dışarıdan büsbütün soyutlamış bir belirsiz anlatıcının varoluşsal sıkıntısını mı anlatır; depoda satılmayı, ışığı bekleyen bir eşyayı mı; yoksa insanın, çoğu kez istemediğimiz, onaylamakta güçlük çektiğimiz bir halini mi?..

""
Troya’da Ölüm Vardı’dan Kılavuz’a, yazdıklarından anlaşılabilenlerin hiç kuşku yok ki daha ötesini amaçlamış bir yazar olmasına karşın, pek çok benzeri gibi, tam anlamıyla çözümlenmedi, ama anlaşıldı. Hem edebiyat kültürünün onun varlığını içselleştirme esnekliği çoğaldı, hem de okuma kültürünün düzeyi yükseldikçe yazdıkları daha yakına gelmiş oldu.
Bilge Karasu yazdıklarının okurlarınca anlaşılmasını istiyordu, ama kendisi nasıl çoklarının yürüdüğü yoldan gitmeyi seçmemişse, okurun da aynı yoldan gelmesini bekledi. Dolayısıyla okurları onun yazdıklarının anlambiçimini çözümleyebildiği ölçüde yürür o yolda... Belki zor olan şu: Bilge Karasu’yu sorunsuzca anlayabilmek için okuduğumuz metinlerinin anlam kodlarını çözmek gerekir, bu kodların yarattığı soyut dinamiğin iç yasaları çözüldükçe de anlaşılmayanlar kalmayacaktır. Sonunda yalnızca düz-okuma biçimleriyle yetinemeyiz; yazınsal yapıtın üretme yetisine sahip olduğu anlamların içsel ve dışsal nedenlerini umursayan nitelikli okuma da var ve bu tür okumalar kıyıda kalmış bile olsa, onların varlığıyla okuma kültürü yükselmektedir.

Kaynak


Re: Bilge Karasu - Dönenen Bir

Öykü incelenirken göz önünde bulundurulması gereken bir-iki nokta da Necip Tosun'dan:

""
Ne var ki bu imge yaklaşımı iki yanlı bir zorluğu doğurur: Yazar için yazma, okur için ise okuma zorluğu. Yazar için aşikâr olan bu imgeler metne nasıl aktarılacak, dilin olanaklarıyla nasıl somutlanacak sorusu, okur açısından ise bu aktarım nasıl kavranılacak ve anlamlandırılacak sorusu yanıtlanmalıdır. İşte onun metinlerinde hissettiğimiz “yazma sancısı” bu imge yaklaşımından kaynaklanır. Evet, onun asıl meselesi bir imgenin yazıyla nasıl izah edileceğidir. Bu yüzden yazma sürecinde, yazma sıkıntılarını metne geçirir. Nasıl anlatmalı, nasıl ve nerden başlanmalıdır? Metnin bütününde bu tatminsizliğini sürekli hissettirir.

...
Bilge Karasu yazınsal türleri, biçimleri reddeden yazınsal bir anlayışı benimsemiştir. Öyle ki, son dönemlerde, yazdıklarına “metin” diyerek, türlerden uzak durduğunu açık etmiştir.

Kaynak


Re: Bilge Karasu - Dönenen Bir

Metin zorlayıcı olduğu ölçüde okurunu da etkinleştirir diye düşünüyorum. Yazarın imgeleminin, en doğru dil olanaklarıyla kendi dışındaki alıcıya aktarımı bir yana,o eserle muhatap olan okuyucunun da anlamlandırma mesaisindeki özeni çok önemli. Bu mesai bir başkasının karasularında yüzmekle eşdeğer ölçüde riskli aynı zamanda.
Bilge'liğin Karasu'larında yüzebilmek- eğer ki becerebilirsem-çok zor ve keyifli olacak. Deniyorum Smile


Re: Bilge Karasu - Dönenen Bir

Bir metnin şifresi çözülemeyince yapılacak şeyler listesi içinde ilk sıra dönem belirlenimleridir. Dolayısıyla Karasu'nun öyküsü içinde ilerlemek için, imgeleri simgelere, olay ve durumları aşırıyorumlara bağlamadan önce, öykünün yazıldığı yıllara dönmek, yazarın bu öyküyü kaleme alırken tanıklık ettiği dünya ile empati kurmak öncelikli hal alır.

Bu amaçla ilk yaptığım 50'li yıllara ilişkin görsel malzemeye yüzümü dönmek oldu. O yılların kıyafetleri, dansları, kültürel etkinlikleri vb. Hemen arkasından ulusal ve uluslararası konjonktürde ekonomik, politik gelişmeler... Marshall yardımları, ABD kültür endüstrisinin, özellikle de Hollywood'la dünyayı ele geçirme çabası, savaş sonrası tüketim çılgınlığı, ülkede tek parti iktidarının sona erip dışa açılma adı altında ekonomik ve kültürel erozyona kapı aralayacak uygulamalar bu yıllara damgasını vuran gelişmeler.

Elvis Presley, James Dean, Marilyn Monroe...

Bir gar lokantasında ya da garın yakınında bir gazinoda. Gece ilerliyor. Adamla kadın ayrılacak. Adam kenti terk ediyor. Gidiş o gidiş. Kadın geride kalacak. İçki. Duman. İspanyol paça oyunlar. Bebop caz. Hitchcock'un filmlerini anımsatır bir sahneleme, çan sesleri, arabalarda başlayan ayrılık, müziğin ve içkinin buğulandırdığı bir atmosfer. Bir jonglör mü giriyor sahneye? Barlini'nin sözü geçiyor bir yerde. 1934 yapımı [url=http://en.wikipedia.org/wiki/Grand_Prix_(film)]Grand Prix[/url]'in karakteri, olabilir mi?

Anlatıcıda bir karışıklık yer yer. İzleyen mi, tanık mı o yoksa? Gidecek olmanın somut hüznü ve gitmelerin soyut yalnızlığını aynı anda yaşayan biri. Tren yaklaşıyor git gide. Gitmek ilişkinin bitmesi anlamında ölümle özdeşleşir mi? Ölüme giren bahar mavisi bu soyutluğu anlatan bir imge olabilir mi? Cümleler, duruşlar, kesik kesin anlar akılda kalan. Gidildikten çok sonra belki de.