Baharın Anlattığıdır
Edip ve Cemal ve Ece ve Rıfat Orhan Turgut ve daha pek çoğu her zaman haberlidir geldiğimden. İlklerde, kapanıp kaldıkları kitapların sayfaları aralarında küçük küçük Ah!’lı soluklar koyverip, belli belirsiz uzayan, koyulup duran sessizliklere gömülürler. Sonra kitaplar durduk yere, unutulup kaldıkları masalarda, sehpalarda, yatak başlarındaki komidinlerde sebepsiz yere açılıp, sanki çiçek kokulu, ılık bir rüzgar çıkmış gibi sayfaları delice, bir o bir bu yana karışmaya, ardından raflardan düşmeye başlar.(Her zaman en erken perdeleri kapalı, ışık almayan, küf kokulu evlere uğrarım.)
Sonra, arada o da sezer bir şeyler. Belki kitaplardaki bu durduk yerdeki nedeni belirsiz hareketlilikten, belki içinde birdenbire yürüyüp büyüyen boşluktan, kısalan, yetmeyen, alınamayan soluklardan.
Her gün budamaya gittiği zeytinliğe kitap da götürmeye başlar. Bir gün birini, diğer gün birini alıp, budanmış zeytin, ot ve toprak kokulu, dizleri aşınmış pantolonunun arka cebine koyup koyup götürür. Açıp iki sayfa okumaya zaman bile bulamayacağını bilir. Ama ne gam. Onları, o sabırsızlıkları günden güne artan, işi, dış kapakları tekmelemeye, yumruklamaya vardıran, sayfaların aralarındakileri, kitaplarla birlikte alıp, koca yongalı, yaşlı bir zeytinin, bazen gencecik, uçarı, neşeli, geveze yapraklı bir defnenin, bazen yeni yeni dal uçlarından yaprak süren cevzin altına öylece atıverir.
Düştükleri yerde uzunca bir sessizlikle kalakalırlar önce. Genişleyen, yoğun, bulaşıcı bir sessizliktir bu. Yanlardan geçen birkaç karınca duraksar, birkaç metre üzerlerinden uçan arının bir kanadı tutukluk yapıp, uçuşu havada dalgalı sendeleyen dairelere dönüşür, dal arasındaki narbülbülünün, isketenin, ispinozun ötüşü kesiliverirken, kavağın dallarına konmuş saksağan, gagasındaki ışıltılı çakıl taşını düşürür, ağaçkakanın aralıksız takırtısı, sağa sola savrulan talaş yonga parçacıklarıyla birlikte katılaşıp, donuverir.
Şair usulca süzülür sayfaların arasından. O, zeytinin üzerinde, incediş testeresiyle dal keserken, belki basılan incecik dal parçasının, kırılırken çıkardığı sessiz çıtırtıdan, adım adım ezilen otlardan anlar farklı bir şeylerin olduğunu. Dalı kesmeyi bırakıp uzun uzun ortalığı dinler. Kulağına gelen her günkü seslerin, sessizliklerin üzerine başka bir şeyler daha varmış gibi gelir. Sonra bir anlığına, yaşlı bir zeytinin gölgesine karışan bir insan gölgesi görür gibi olur.
Ben o kadar eğlenirim ki bu halleriyle. (Ama şaire daha zaman var. O daha koyu bir gölge bile değil.)
Kitaplarda ses seda kesiliverdiğinde, çevresindeki zaman da kapılır buna. Otlar rüzgârda daha yavaş salınıp dururken, türlü börtüböceğin hareketleri yavaşlayıp, birkaç dakikada yürüyüp geçtikleri yerleri, böyle giderse günler aylar sürecek yolculuklara dönüştürür.
Boşluklar, mesafeler sürekli genişler.
Sonra nasılsa, o koyu sessizlik gidip, hareketle birlikte sesler de gelir. Seslerin ardından da zaman...
Şairin gittiğini fark eden harfler birer birer çıkarlar sayfaların arasından. Otlara, toprağa basacak bir çıktısı, kolu bacağı olanlar seke koştura, ayakları olmayanlar döne yuvarlana bizlere karışırken, ince rüzgar yanım boş sayfaları aralayıp, hızlıca, delice çevirip bu toplu firarı kolaylar.
Kapakları, sırtları, yaprak araları (artk onların sayfalarını gerçek rüzgarlar karıştırır çünkü) çeşit çeşit çiçek tozu, poleni, kokusu, sarhoş eden hava zerreciklerinin dokunuşuyla örtülürken, zeytinliğin, kavaklığın yanındaki yamaçlardan, tarlaların, zeytin ağaçlarının aralarından, köpek havlamalarına karışan, kısa, anlaşılmaz sohbet fısıltıları, neşe ve yaşam dolu kahkalar, dizelerle örülü upuzun sessizlikler gelir.(Bir geçmiş günde, Harfler, kitaplardaki satırlar en çok bir gün ses olmayı özlermiş, demişti.)
İşe dalmışken, yerdeki birkaç harf ilişir gözüne. Öylece başıboş, öylece anlamsız, uzanıvermiş. Güneşin ateşiyle dağılmış, yatıyorlardır. O tembelliğin, gevşekliğin uzadıkça uzayacağını, hiç bitmeyeceğini sandıkları bir anda, bir parmak belirir üzerlerinde. Bir parmak, iki parmak derken, parmaklar el olur. Sözcüklere bir iki fiske vurur parmak uçlarıyla. Dağılırlar her bir yana. Sonra görülmez, duyulmaz bir komut almışlar gibi, kaşla göz arasında, geniş bir yaprağın üzerine sıralanıp; bir sözcük olurlar, sözcükler dizeye doğru uzayıp...
O zaman anlar ki şair duramamış kitapta, sayfaların arasında. Buralarda bir yerde. Belki de bu budadığı ağacın dibinde. Daha dikkatle bakınır etrafa. Birkaç yerde dağınık, sahipsiz gölge kırıntıları görür. (Bir keresinde, baharda kırlarda dolaşmaya çıkan şairin gölgesi olur mu, diye düşündüydü.)
Kıyıdaki defnenin altında çıkarılmış bir çift ayakkabı ile yanlarına gelişigüzel fırlatılıp atılmış çorap ilişir gözüne.
- Torbada küçük bir çakı var. İstersen alıp bir dal parçası yontabilirsin. (Şairlerin ufak bir çakıyla dal yontma tutkusunu bilmeyen var mı?)
Biraz puslu, biraz şeffaf bir karaltı keçikılı torbayı açıp, içinden kemik saplı bir çakı çıkarır. Bir kütüğe ilişip, çakıyı açıp,...,
- Bugün şiir yok. Harfler kaçtı.
O ne düşüneceğini bilemiyor. Karmaşık şeyler duydukları. Bana torbadaki su şişesini uzatır mısın? (Şairlerin susuzluklarla, susuz kalmışlarla ilgilendiklerini bilir gibi istiyor suyu) Puslu ve şeffaf karaltı daha belirgin, daha cismani olur. (Bir çakıyı bir gölge bile alıp, onunla saatlerce dal yontabilirken, su şişesini susamış birine uzatmak -birine su vermek değil- daha dünyevi bir şey olmayı gerektirdiğinden.) Ayakuçlarında yükselip, şişeyi uzatır zeytin dallarının arasındakine. Şişe dalların arasında kaybolur. Ardından dolu dolu bir su içimi sesi...
Hazır gelmişken bana biraz yardım edebilir misin? Kaç gündür zeytin budamaktan, ayaklarımda, kolarımda derman kalmadı.
- Ne yapabilirim?
- Yerdeki budanmış dalları toplayıp, alt taraftaki boşluğa yığıp yakabilirsin.
- Neden?
- Çünkü öyle gerekiyor. Kibrit vereyim mi?
Şair zeytinlerin dibindeki iri dalları çekip, birz uzaktaki boşluğa yığar. Bir süre sonra adımları yavaşlar, koları güçten kesilirken, ardındaki ezilmiş otların üzerine iri iri ter damlaları bırakır. Geniş, kıraç düzlükte çıtırtılarla yanan delice, şımarık, şen alevli bir ateş yanar. Yanıbaşındalki ağaç kütüğüne oturup, alavlere diker gözlerini.
Yavaş çalış istersen. Terleyip üşütmeyesin. Öğlen oldu. Bir şeyler atıştıralım istersen.
Taze soğan, zeytin, yoğurt, peynir, birazcık zeytinyağlı taze bakla yemeği. Bir zeytinin dibinde, karşılıklı oturup, karınlarını doyururlar. Şairin arada ağzından dökülen birkaç sözcük dışında konuşmazlar. O sözcüklerden biri; Borazan’dır. Onu da genç söğüdün yeni su yürümüş dallarına bakarken fısıldar. Diğerini anlaşılmaz.
Her yandaki harflerin, sözcüklerin koşuşturmaları, şaklabanlıkları sürer. İkisi de bunu bilmezden, duymazdan gelir.
Bazen yanındaki yoldan biri geçer. Selam verir. Kim var yanında. Kalabalıksınız galiba der. O, bu sorulara, Az önce Hayri Dayı ufak, ince kulaklı eşeği, gözleri sisli köpeğiyle geçtiydi yukarı doğru. Belki de o kendi kendine bu kalabalık sesleri çıkarıyordur der. Ağzı açık, şaşkın şaşkın bakan adamın inanıp inanmadığını düşünmeden testeresini, budama makasını alıp zeytinin gür dalları arasında kaybolur.
Şair yorulmuştur. Gölgeye uzanıp sırtını budaklı zeytinin gövdesine yaslar. Cebinden beyaz bir mendil çıkarıp yüzündeki, alnındaki, boynundaki terleri siler. Bir parça su içer. Uzun bir soluk koyverir. Ayaklarının dibine birer ikişer kesilen dal parçasıkları düşer. Yukarı bakar. Sık dalların arasında kimseyi göremez. İleri geri gidip gelen testerenin parıltısını seçer bir ara. (Belki dallar çok sıktır, budayanı görememiştir. Bir budama testeresinin tek başına zeytin budaması mantıklı değildir. Dalların kendi kendilerine karar verip, budanmışçasına aşağıya düşmeleri de öyle… Her durumda burada bir anlaşılmaz yan var gibi.)
- Bana baharla ilgili bir hikâye, yok yok bir zeytin budama hikâyesi anlatsana.
- Tamam. Ama sonra. Başka bir gün sana budanacak bir daldaki kuş yuvasının hikâyesini anlatırım.
- İn istersen. Biraz da ben budama yapayım?
Re: Baharın Anlattığıdır
bazı seneler bahar daha bir dalı budağı, suyu seliyle, bildirmeden gelir. o zamanlarda insanlar pek anlamaz bunu. işinde gününde, derdinde olmayan dermanındadır çoğusu. ama doğanın vardır bir bildiği ettiği... uzun vadeli olsa... şiir hala kocamış zeytin kütüklerinin dibinde piçler, bizler... bu döküntüler, uzun zamanlardan sonra beni çarpan bir bahar dönemi için, eksik anlatımımın ezginliği ile yazılmaya çalışıldı.yazmayın yaşayın demek kolay. Hiçbir zaman geçilen eşiğin öncesine gelinemiyor. Bahar o, orada, şiiri ve şairiyle.
bilene.