UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Ay Tabağı - Balerin

28 Şub 2011
aykutdalyan

Kulağıma eğilip fısıldadıkları bitirdikten sonra gülen gözlerle gözlerime baktı. Dudaklarından yayılan tebessüm, tıpkı yaramazlıktan büyük bir keyif alan bir çocuğun ki gibiydi. Elimi tuttu. “Hadi o zaman!” dedi.

Direksiyona geçmişti bile. “Hadi çabuk ol!” diye bağırdı. Şaşkındım. Arabaya binmemle gaza basması bir oldu. Gözümü ondan ayıramıyordum. Arabayı sürerken başını dik tutuyordu. Her an bir sürpriz yapacak gibi bir hali vardı. “Ne o? Tedirgin misin?” “Hayır” dedim. “Tedirgin değilim. Sadece nereye gittiğimizi merak ediyorum.” “Balerine” dedi. “O kim?” “Hamdi Amca!”. “Hamdi Amca kim?” “Çok meraklısın biraz bekle!”

Yol boyu başka bir şey konuşmadık. Saat 23:00 olmak üzereydi. Saate baktığımı farkedip, sert bir ses tonuyla “İşin varsa gelmek zorunda değilsin.” dedi. “Nerden çıkarıyorsun işim olduğunu, kızmana gerek yok.” dedim. “Kızmadım, sana öyle gelmiş. Bir garipsin arabaya bindin bineli. Sadece bir yere gidiyoruz merak etme.” dedi. Sustum. Gözlerimin ucu ile onu izliyordum. Korkmuş muydum? Bilmiyorum. Sadece biraz merak, biraz hayranlık... Hayatımın en ilginç yolculuğuydu. Nereye gittiğini bilmediğim tek ve ilk yolculuk!

Ankara’nın çevre yollarından birine çıktık. Karanlıktı ve gözlerimi ondan alamadığım için nereye gittiğimizin farkında değildim. Etrafa bakınmamdan anlamış olacak “unutulan bir yere” dedi. “Kulağıma fısıldadığın yere mi?” “Evet, oraya.” İyiden iyiye meraklanmaya başlamıştım. Yol boştu. Hızlı ve seri kullanıyordu arabayı. “Gökyüzüne bak” dedi. “Yıldızlar ne kadar parlak. Ay kocaman. Tabak gibi!”

Ana yoldan, patika yola saptık. Bir kır evine ulaştık. Geldiğimiz eve en yakın ev neredeyse bir kilometre öteydi. Soluk hatta silik bir ışıktan çıkardım bu sonucu. Çekinmeden kapıyı çaldı. Az sonra binbir zahmetle açılan kapının arkasından başında şapkası, sırtında kalınca bir gömleğin altında pijamasını giymiş yaşlıca bir ihtiyar çıktı. Karşısında bizleri görünce hiç şaşırmamıştı. Yüzünde en ufak bir mimik olmadan “içeri buyrun” dedi. O, rahat bir şekilde içeri girdi. Tedirgin olduğumu farkedince, “Hadi demekten yoruldum sana, ne oldun anlamadım ki! Yarım saat önce neydin şimdi ne oldun?” İçeride iki kanepe ve bir de koltuk vardı. Dört kişilik bir masanın etrafında dört tane tahta iskemle vardı. Kanepeye otuduk. “Nasılsın, Hamdi Amca?” diyerek ortamı canlandırdı. “Deli Kız!” dedi öksürerek. İskemelelerden birini çekip yan oturdu. Bir sigara yaktı. Bıyıklarının ucunun sararmış olduğunu farkettim çakmağın ışığından. “Seni bilirim ben” dedi sigarasından derin bir nefes çektikten sonra. “Yine dellendin sen. Ne oldu? Kim bu delikanlı?” “arkadaşım, iyi çocuktur da bir haller oldu anlamadım. Düşünen adama döndü birden. Yarım saat önce bir şeyi yoktu.” Yıllardır sigaranın gırtalağında bıraktığı izi her halinden belli eden bir öksürük sonrası “senin yüzünden olmuştur” deyip gülmeye devam etti. “Ee ne istiyorsun?” “Biliyorsun ne istediğimi” dedi. Sonra kendinden emin ayağa kalkarak tek odalı evin mutfak duvarına doğru yürüdü. Gözleri ile rafı taradıktan sonra bir çay tabağı içinden iki tane yuvarlak, pembe renkli, para gibi ama para olmadığına emin olduğum şeylerden aldı. İhtiyar, “Hadi deli kız o zaman” dedi gülerek. İkisi kapıya gelmişler hatta kapıyı açmışlardı. Benim oturduğumu farkedince, “Öldürdün vallahi, kanımı, içimi çektin bıraktın hadiiii!” diye azarladı. Ne olacağını bilememenin verdiği tedirginlikle ayağa kalktım. Hamdi Amca’nın elindeki fenerin ışığında ilerledik. Az önce silik bir ışığını görüp ev zannettiğim yere geldik. Büyük bir hangardı. Gördüğüm ışık ise, kapısındaki bir ampülden başka bir şey değilmiş. Hamdi Amca kapısını açtı. İçeri önden girip düğmelere bastı. Belli ki sigortadan açmıştı. Işıklar yandığında gözerime inanamadım. İçeri bir balerin vardı. Luna park değildi burası! Peki ne işi vardı balerinin burada?

Sorguladığımda da ne yazık ki duruyor, hareket etmiyordum. “Rodin sana bakarak düşünen adamı yapmış, artık eminim. Ne keyif bıraktın ne bişey. Al şunu” diyerek bana evden aldığı pembe şeyi verdi. Bu bir lunapark jetonuydu. Kalın, plastikten yapılmıştı. Üzerine balerin resmi kazınmıştı. Arkasında ise”Karadeniz Lunapark İşletmeleri” yazıyordu. Balerinin eteğindeki koltuklardan birine oturmuştu. Ben hemen onun yanına oturdum. Jetonlarımızı Hamdi Amca’ya verdik. Hamdi Amca bir iskemle buldu ve yine yan oturdu. Sonra bir sigara yakıp düğmeye baştı. Balerin dönmeye başlamıştı. Eteğinde biz vardık. Ben, O’na bakıyordum. Dudaklarındaki haşarı çocuk gülümsemesi ve gözlerindeki keyif beni de mutlu etmişti. “Heeeeeyyyy! Diye bağırdı. “Hamdi Amca, bu balerin ne tarafa dönüyor?” Hamdi Amca iskemle de oturmuş, başı önce, bacak bacak üstüne atmış sigara içerken hiç şeklini bozmadı ve “Dünyanın tersine” dedi.

Hamdi Amca “eee deli kız yeter uykum geldi” diyene kadar döndük. Balerinden indikten sonra aynı yolu takip edip eve geldik. “Hiç içeri girmeyelim biz” dedi. Hamdi Amca, “iyi ya hadi allah rahatlık versin” elini şöyle bir salladı ve biz arabaya bindik. Patika yoldan çıktıktan sonra durdu. Bana baktı. Yüzü asılmış gibiydi. Sessizce “Sen kullan” dedi. Direksiyona geçtim.

“Neden canının sıkıldı” dedim. Başını sağa sola salladı ve “yok, sıkılmadı” dedi. Bir süre sonra, “Hamdi Amca’yı nereden tanıyorsun?” dedim. “Sorma!” dedi. İçindeki fırtınayı içimde hissetmeye başlamıştım. Daha önce kimseye karşı içimde böyle bir his oluşmamıştı. “Ay’a bak” dedi. Yol kenarına çektim arabayı. “Ay’a gitmek istiyorum” dedim. Sustum. Sonra tekrar ona baktım. “Söyle” dedi. Sonra birden kendimi onun dudaklarına bıraktım. O an, arabanın içinde değildik. Bir balerinin eteğinde dünyanın tersine dönüyorduk veya balerin eteğinden bizi aya savurmuştu adeta. İki eliyle sağ elimi tuttu. Arabayı hareket ettirdim. “Ne oluyor?” dedi. “Sus” dedim. “Şu an ruhlarımız sevişiyor.”

Nereye gittiğimizi bilmeden arabayı sürüyordum. Elini tuttuğum anda aldığım sevigiyi anlatabileceğim ne yazık ki kelime yok. O elimden tuttu ben arabayı sürdüm. Gece yarısını geçeli çok olmuştu. Koltukta öne doğru kaydı ve iyice yerleşti. Başını bana doğru çevirdi. Gözlerini kapattı. Ne yapacağıma karar verememiştim. Sıra dışı bir gece yaşarken her normal insanın yapacğı gibi bir otel, ev ya da uyuyabilecek herhangi bir yer bulmayı kendime yakıştıramıyordum. Bu gece olmazdı!

Bir süre daha arabayla dolaştık. Ankara’nın neredeyse her semtinden geçtik. Bir ara gözlerini açtı. “Dur!” dedi. “Şu tarafa git” dediği yöne doğru sürmeye devam ettim. Zaman zaman gözlerini açıyor ve “Git böyle” diyordu. Son gözlerini açtığında da “Tamam burası” dedi. “Park et şöyle” arabadan inip apartmandan içeri girdik. Asansörle yedinci kata çıkarken çantasını karıştırdı. Anahtarlarını buldu. Dairesinin kapısını açtı. Uykulu ama ezberlenmiş adımlarla yatak odasına girdi. Ben bir süre ne yapacağını bilemeden durdum. “Hadiiii, hadiii bir daha sana hadi demek istemiyorum. Gel de uyu başka yer yok evde” yanına gittim. Soyunmuş ve yatağa girmişti. “Sana verecek pijamam yok sen de soyun ve yat” dedi. Soyunup yanına girdim. Sırtını bana yasladı. Yastığına kıvrıldı. Ben başımı onun sırtına dayamıştım. Tenin kokusu ve uyku gözkapkalarımı esir aldı.

Sabah her zaman ki saatimde uyandım. Sırtını bana dönmüş, başını yastığa gömmüş derin bir uyku halindeydi. Sabah yapacağım işler ve verilmiş sözler geldi aklıma. Bir yandan onunla olup hayatı doyasıya yaşamak bir yandan da gerçek dünya ile karşı karşıya kalmıştım. Ne yapacağını bilemez bir halde bir sağa bir sola dönmeye başladım. Zaman zaman ayağa kalkıp evin içinde dolaştım. Sonra tekrar yatağa döndüm. Ne yapacağını bilememenin sızısı düşmüştü içime. Tekrar ayağa kalktım. “Gideceksen durma, uykum var benim.” dedi buz gibi bir sesle. Sesi, beni olduğum yerde kalmamı isteyen bir emir gibi hareketsiz bıraktı. Ne yapacağımı bilemedim. Garip bir duyguydu. Giyindim. Yatağın başına gelip, “ben gidiyorum” dedim. Oralı olmadı. Odadan çıkarken yataktan doğrulmaya başladı. Ayakkabımı giyerken yolcu etmek için yanıma gelmişti. “Hoşçakal!” “Sen de git bakalım” dedi. “Ne demek bu? Akşam geleceğim.” “Gelme. Konuşuruz sonra.”

Dışarı çıktım. Akşam yaşadıklarım ve sabah! Birbirleri ile o kadar tezattı ki. Bir yandan mutluluktan uçuyor, bir yandan da günlük hayatın gerçekleri ile karşı karşıya kalıyordum. Balerinin eteğinde bir aşağı bir yukarı dönerken, yüzlerimizdeki keyif, Hamdi Amca’nın yorgun, mağrur bekleyişi, ay ışığı... Herşey kusursuz hazırlanmıştı sanki. Gece, teni tıpkı bir ay parçası gibiydi. Her kuytusu her kıvırımı her iniş çıkışı ayın yüzeyi gibi uzak, gizemli ve çekiciydi. Her saniyesini tekrar yaşıyordum.

Günün saçmalıkları içinde geçen saatlerden sonra aradım. Açmadı telefonunu. Evine gitmeye karar verdim. Kapıyı çaldım. Açan yoktu. Nereye kaybolmuştu? Bir süre evin etrafında oyalandım. Tekrar kapıyı çaldım. Açan olmadı. Hamdi Amca’ya mı gitmiştir diye düşündüm. Onun yerini anımsamıyordum bile. Geceyi bekledim. Bu arada defalarca telefon ettim. Ulaşamadım. Evine o gün hiç gelmedi. Çaresiz geri döndüm.

Sabah erkenden İstanbul’a doğru yola çıkacaktım. Belki sabaha karşı evine gelmiştir umuduyla, yolculuğa başlamadan önce tekrar evine gidip kapısını çaldım. Bir süre bekleyip tekrar kapıyı çaldım. İçeriden tıkırtılar gelmeye başladı. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. “kim o!” “benim” kapıyı açtı. “Manyak mısın sen? Ne işin var sabah sabah. Saat kaç?” “ Neredeydin dün sen? Meraktan öldüm.” “Merak edeceğine gitmeseydin.” “Gitmem gerekiyordu.” “Neden?” “İşim vardı?” “Beni öylece bıraktın” “Bırakmadım” “Ne istiyorsun?” “İstanbul’a gidiyorum. Gitmeden seni görmek istedim.” “Gördün işte. Hadi iyi yolculuklar.” Öpmek istedim. Yanağını döndü. “Kapıyı kapatırsın” deyip yatak odasına döndü. Kapıdan çıkarken, vestiyerinde bir fular gördüm. Aldım. Kokladım. Tıpkı o kokuyordu. Uzun boyununa doladığı fular sanki tenine karışmış gibiydi. Ondan bir parça alarak kapıyı kapattım.

Yeşilköy Havaalanı herzamanki gibi kalabalıktı. Kapısından çıkar çıkmaz bekleyen taksilerden birine binip Bakırköy’e gittim. İşlerimi hallettikten sonra akşama doğru Taksim’e ulaştım. Dostlar, içki, yemek derken gece yarısında yakın oteldeki odamdaydım. Gün boyu onu hiç aramadım. Zaman zaman cebimdeki fulara dokundum. Onu hissettim. Anlam verememiştim davranışına. Neye kızmıştı? Neden alınmıştı? Otelin yumuşak ve beyaz yastıklarına kafamı gömmüş uyumaya çalışırken fuları elima doladım. Kokusunu içime çekerek sanki yanında uyuduğumu hayal ettim.

Kapım çaldı! Kim olabilirdi ki? Oda servisinden bir şey istememiştim. Sersem ve uykulu bir şekilde kapıyı açtım. Gözlerime inanamıyordum. O gelmişti. “Çok yorgunum” dedi. “Hemen uyumak istiyorum.” “Nereden biliyorsun burada kaldığımı?” “Ne önemi var? Bu sabah yanıma geldiğinde, gelmemi isteyen gözlerini inkar mı edeceksin?” “Hayır.” “Uyuyalım mı?” Bu sefer “hayır” deme sırası bendeydi. “Uykum yok” dedim. “Aklından bile geçirme bu gece seninle olmak istemiyorum zira çok yorgunum ve başım ağrıyor” dedi. “Bütün kadınların klasik yalanları. İstemiyorsanız istemiyorsunuzdur, bahane üretmeye gerek yok. Biz erkeklerde süreki isteyen hallerinde değiliz zaten.” “Neden sürekli gergin sen?” “Gergin falan değilim. Burada olman benim için büyük sürpriz.” “Fularımı almışsın” dedi, yatağın başucuna gittiğinde. “Evet, aldım. Seni almak istedim yanıma.” “Bana doğrudan gel diyebilirdin. Fular hırsızlığına gerek yoktu.” “Hırsızlık mı? Neler söylüyorsun sen?” “Evet, hırsızlık!” pencereye doğru yürüdü. Perdeyi açtı. “Bak gökyüzüne. İstanbul’un ışıkların yıldızları az gösteriyor. Göyüzünü bir de az ışıklı bir yerden izlemelisin. Yıldızlara gereken değeri verecek bir yerden. Oralık ne kadar ışıl olursa olsun bak, aya hükmedemiyorlar. Ay tabak gibi gökyüzünü süslemiş yine.” Diyerek bana eliyle gel işareti yaptı. Pencerenin kenarında yanyana durmuş gökyüzüne bakıyorduk. Taksim’in son gürültücüleri, taksilerin kornaları, bir iki sarhoi bağırtısı, İstanbul gecelerinden nasiplerine bir vücut düşürmek isteyenler, belediyenin temizlik işçileri ve taksim müdavimleri otelin önünden, pencerenin hemen altından geçiyorlardı. Hayat altımızdan akarken o ve ben gökyüzünde tabak gibi ayı izliyorduk. Aynı anda birbirimize omuzlarımızı yasladık. Çok güven veren ikililerin yaşayacağı gibi, aynı anda! Birbirimize baktık. Ay tenimizde yansıyor ve gökyüzünde göremediğimiz yıldızların herbirine tenimizden selamlar götürüyordu. Soluksuz ve doyumsuz...

Sırtını dönüp uykuya dalmak istedi. Sarıldım omuzlarına. Kürek kemiğini öptüm. “İyi uykular, tatlı rüyalar.” Hiç sesini çıkarmadı. Uykuya daldı. Yattığım yerden ayın yavaş yavaş kayboluşunu izliyordum. Gözlerim kapandığında gün ışımak üzereydi. Uykumun arasında, nefesini kulaklarımda bir fısıltıyla hissettim. “Benimle bir masal yaşamaya hazır mısın?” dedi “Hazırım!” dedim. “Hadi masal başlasın artık! Adı ne masalın?” “Ay tabağı. İki gününü yaşadık. Geriye beş günü kaldı.” Hadi deyip elimden tuttu. Yataktan birlikte kalktık. Adeta beni teninde uçurdu ve Hamdi Amca’nın kapısını çaldık. Balerine binmek için pembe jetonlarımızı verdi. Balerin bizi eteğinde dans sallıyordu. “Hamdi Amca, bu balerin ne tarafa dönüyor?” “Dünyanın tersine”
İkiside geceki gibi çok keyifliydi. Sadece uykusunu almış Hamdi Amca balerini durdurmak bilmedi. Başım dönmeye başlamıştı. “Hamdi Amca, başım döndü” diye bağırdım. “yeterli benim için.” “Yine korktu bizim ki” deyip kahkaha attı. “Hamdi Amca, çok kötüyüm.” Dedim. “Durdurma sakın!” diye bağırdı. “Etek senin eteğin değil ki evlat. Bak kızıma dünyayı istediği yöne döndürüyor. Senin dünyan nerede dönüyor” deyip sigaralı gırtlağından bir kahkaha savurdu. İkisi de bana bakıyordu. Biri aşkla, biri şakayla karışık.

Odanın telefonu ile irkildim. Uyandırma servisinden arayan kart bir erkek sesi beni kendime getirdi. Sağ omzumun üzerinde uyuduğumdan omzumu hissedemiyordum. Etrafıma bakındım. “Nerdesin” diye seslendim. Ses veren olmadı. Evinden aldığım fular sağ elimde duruyor ve kokusu ile güne merhaba diyordum. Yataktan doğrulurken “Evet, masala hazırım.” Dedim.

27.02.2011/ANKARA

Kategori:

Re: Ay Tabağı - Balerin

Anladığım kadarıyla, öykünün erkek karakteri, hayatını kendi istekleri doğrultusunda değil, daha çok kurallara bağlı ve belirli bir düzen içinde yaşayan, günlük hayatın içinde sıkışmış biri. Kadın karakter ise aksine, içinden geldiği gibi davranan, ne zaman ne yapacağı belli olmayan bir tip. Öyküde, bu iki karakterin çatışması sonucu erkek karakterin yaşadığı gerilim, yani yazarın deyimiyle, dünyanın döndüğü yönde gitmek veya onu istediği yöne döndürmek konusunda bir seçim yapmak durumunda kalması anlatılmaya çalışılmış. "Anladığım kadarıyla" ve "çalışılmış" sözcüklerini özellikle kullandım. Çünkü anlatılmak istenen gerçekten bu ise, asıl konu çok cılız kalmış, öykü amaca hizmet etmeyen çok fazla ayrıntıyla doldurulmuş ve yine bolca bulunan imla hataları ve anlatım bozuklukları da eklenince, okunması ve ne demek istediğinin anlaşılması güç bir öykü olmuş. Aslında konu güzel ve balerin metaforu da bu konuya yakışmış. Yazım ve anlatımda gerekli düzeltmelerin yapılması, asıl konuya yoğunlaşacak şekilde bir miktar ayıklama ve değişikliğe gidilmesi halinde, daha güzel bir öykü olacağını düşünüyorum.


Re: Ay Tabağı - Balerin

Güzel olmuş bence biraz okunması güç olsa da kent yaşamına ve insanlarına dair göndermeler yüklü her satırında ... Yaşadığımız hayat kimin hayati diye sorduruyor öykü


Re: Ay Tabağı - Balerin

aykutdalyan'ın ellerine sağlık, öykünün özellikle son bölümlerini sevdim. Öyküdeki hareketi...Sadece öykünün dilini sevmedim, çok fazla yazım ve ifade yanlışı var.

""
Az sonra binbir zahmetle açılan kapının arkasından başında şapkası, sırtında kalınca bir gömleğin altında pijamasını giymiş yaşlıca bir ihtiyar çıktı.

Smile

""
Karşısında bizleri görünce hiç şaşırmamıştı.

Ben bu sözcüğün kullanılmasından yana değilim. Biz bir çoğulluk ifade ediyhor zaten, kullanım alanı var ama üzerinde düşünülmeli bence. Belki aykutdalyan da bana hak verecektir.

""
İçeri(de) bir balerin vardı.


Re: Ay Tabağı - Balerin

"Kulağıma eğilip fısıldadıkları bitirdikten sonra gülen gözlerle gözlerime baktı."

"Fısıldadıklarını bitirdikten sonra" ya da "fısıldadıkları bittikten sonra" olmalı. Bir de "eğilmek" fazla durmuş gibi. Cümleden çıkarıldığında anlam değişmediğinden ve kısa öyküde sözcüklerin tasarruflu kullanılmasının daha yerinde olduğundan bu yapılabilir.

"...yaramazlıktan büyük bir keyif alan bir çocuğun ki gibiydi. ",

"-ki", burada bitişik yazılmalı. aitlik anlamı taşıyor çünkü.

"Saat 23:00 olmak üzereydi."

Bu ifade basitleştirilip, "saat on bire geliyordu" veya buna benzer bir şekilde, yazarın tercihine bağlı olarak değiştirilse daha uygun olur. Anlatım konuşma havasında geçerken saatin "23:00" şeklinde söylenmesi yerine oturmuyor.

"Ana yoldan, patika yola saptık."

"Patika", araçlar için uygun olmayan engebeli dar yol ya da keçi yolu gibi anlamlar taşıyor. Kelimenin anlamının içinde "yol" kelimesi olduğundan "patika yol" ifadesinin sadeleşmesi gerekiyor.

"Geldiğimiz eve en yakın ev neredeyse bir kilometre öteydi. "

Aynı kelimenin bir cümlede iki kez kullanılması dikkat çekiyor. İkisinden biri için aynı anlama gelen farklı bir kelime kullanılması daa uygun olur sanırım. "... en yakın yer nerdeyse... " gibi..

"Az sonra binbir zahmetle açılan kapının arkasından başında şapkası, sırtında kalınca bir gömleğin altında pijamasını giymiş yaşlıca bir ihtiyar çıktı."

"bin bir" olarak düzeltilmeli.. Aynı cümlede bir düşüklük söz konusu. "... sırtında kalınca..." kısmından sonrası değiştirilebilir. "bir" cümleden çıkarılıp "gömleğin"deki "n"de bir kenara bırakılınca "altında pijamasıyla yaşlı bir adam/bir ihtiyar çıktı." (Cihan Başbuğ yorumunda yaşlıca ihtiyar ifadesine değinmiş) şeklinde tamamlanabilir ya da başka bir şekilde cümle düzeltilebilir.

"Karşısında bizleri görünce hiç şaşırmamıştı."

"Biz" çoğul anlama sahip olduğundan "-ler" ekinin çıkarılması yerinde olur.

"İçeride iki kanepe ve bir de koltuk vardı. Dört kişilik bir masanın etrafında dört tane tahta iskemle vardı. Kanepeye otuduk. “Nasılsın, Hamdi Amca?” diyerek ortamı canlandırdı..."

Yukarıdaki satırlarla yeni bir paragrafa başlanabilir sanki.

" 'senin yüzünden olmuştur' deyip gülmeye devam etti."

Gülmeye ne zaman başlamıştı?

"Sorguladığımda da ne yazık ki duruyor, hareket etmiyordum."

Yapmak istediği halde yapamıyor, hareket edemiyor anlamının verilmek istendiğini düşündüğümden ("ne yazık ki"den hareketle) cümlenin, "... hareket edemiyordum/yerimden kıpırdayamıyordum" gibi kendine söz geçiremeyen bir anlamla sunulması gerekiyor.

"Hamdi Amca iskemle de oturmuş, başı önce, bacak bacak üstüne atmış sigara içerken..."

"-de" bitişik yazılmalı ve sanırım "başı önde" olmalı. Birkaç cümle öncesinde Hamdi Amca'nın iskemleye oturduğunu öğrendiğimizden bu kısım çıkarılıp tekrar önlendikten sonra duruşu ve yaptıklarıyla ilgili betimleme sürdürülebilir diye düşünüyorum.

"Sabah yapacağım işler ve verilmiş sözler geldi aklıma. "

Paragrafın ilk cümlesinde zaman belirtilmiş. Bu yüzden ikinci cümlede "sabah" sözcüğü çıkarıldığında anlamda bir bozukluk olmuyor.

"Bir yandan onunla olup hayatı doyasıya yaşamak bir yandan da gerçek dünya ile karşı karşıya kalmıştım."

"Onunla olup hayatı doyasıya yaşamak" ya da "gerçek dünya"ya dönmek... "Karşı karşıya kalmak" sıkıntı veren bir durumla yüzleşme durmunu çağrıştırıyor. Hayatı onunla geçirmekse tercih edilir bir durum. İki ifade aynı yüklemle örtüşmüyor.

"Ne yapacağını bilememenin sızısı düşmüştü içime."

Birkaç cümle öncesindeki ne yapacağını bilememek tekrarlanmış.

"Sesi, beni olduğum yerde kalmamı isteyen bir emir gibi hareketsiz bıraktı."

Dağınık bir cümle olmuş, toparlanmalı. "emir" isim yerine "fiil" şekliyle kullanılmalı belki de.

"Belki sabaha karşı evine gelmiştir umuduyla, yolculuğa başlamadan önce tekrar evine gidip kapısını çaldım."

"Belki" ve "umuduyla"; ikisi de gerçekleşmesi bir ihtimal olan anlamında, "-tir" eki de bunu destekliyor. Hafifletilse daha iyi olur sanki.

"İkiside geceki gibi çok keyifliydi. "

"de" bağlacı ayrı yazılmalı.

Son olarak "hoşça kal" ve "fark etmek" ayrı yazılmakta.

Tırnak içindeki konuşmalar büyük harfle başlıyor olmalı. Bazı sözlerin sonunda "dedi, dedim vs." gibi ifadelerden uygun olanlar kullanılmadığında cümleler arasında bir kopukluk oluyor. Bunların sıkça kullanılması da akışı olumsuz etkiler farkındayım ama bir denge kurulmalı.

Yazımda özensizlik büyük dikkat çekiyor. Yazan için öyküyü tamamlamanın heyecanı kimi aksaklıkları görmemeye neden olabiliyor. Tamamlandıktan sonra tekrar tekrar elden geçmeli diye düşünüyorum ve beğeniyle okuduğum öykünüzde kimi düzenlemelere gittiğinizde çok daha iyi bir metin ortaya çıkacağına inanıyorum. Bu sebeple dil konusundaki kimi aksaklıkları örneklerle sunmak istedim. Bir gücenme oluşturmamasını diliyorum.

“Unutulan bir yere” cevabı çok güzeldi, “Dünyanın tersine” aynı şekilde.. Kişiler konusunda ise Emine Özzorlu ile aynı fikirdeyim. Öyküdeki kadın karakter gönlünce yaşamaktan keyif alan, çocuk ruhlu, tezcanlı olmasının yanında gerçekdışı bir izlenim yarattı. Erkek karakteriyle gerçek ve gerçeklere bağlılığı, kadınla ise tam tersini vermek istediğinizi düşünüyorum. Erkeğin rüyasında gördükleri bir yanının Ankara'da kalmışlığını ortaya koyuyor. Fakat yaşam buna izin vermiyor. Kadın gerçekliğinden sıyrılıp tamamiyle imgeye dönüşse nasıl olur acaba? Bilemiyorum...

Paylaşımlarınızın sürmesi dileklerimle..


Re: Ay Tabağı - Balerin

Ben Aykut'un diğer öykülerini de bildiğimden sanırım yazım yanlışlarının başka bir sebepten belki direkt buraya yazılmaktan - wordde yazılıp aktarılmamış olabilir- sonrada kontrolden geçirmediğini düşündürdü. Dilde incelikli olduğunu biliyorum çünkü, bırakalım açıklamasını o yapsın. Ama merak ettim sonunu öykünün sürükledi beni. Taksim hakkındaki tespitleri hoştu, Hamdi Amca biraz daha keskinleştirilse bıyıklarındaki sarılık gibi ipuçlarımız çoğaltılsa ve balerinin renkleri nasıl, o hangar ne kadar kocaman çünkü balerin imgesi önemli öyküde, görsel betimlemeler daha net olsa yani elle tutulur olan kısımları ( nesnel anlamında kullanıyorum) içe dönük koşturmacalı kaçışlı bu sayrıl ilişki başlangıcını bir yerlere oturtmak açısından aşkın deliliği ve dünyanın katı gerçekleri arasındaki ayrım da çalışılınca, çok daha etkileyici olacak bu öykü. Adamın geri döndüğü dünyada sıkıldığını görsek öykü içinde bu kadının aşık olunası deliliğinin çekiciliği ile ilgili uçurumu daha iyi anlamlandırabilir miydik?


Re: Ay Tabağı - Balerin

Aykut'un detay gören bir gözü var; ama bunu söyleyen bir dili yok. İmgesel olarak çok güçlü olmasına karşın çalışılmadığını bağıran, "beni değerlendir" diye yalvaran bir öykü bu. Karakterlere sinmiş "bir başınalık" duygusu ve harekete geçme özlemi öyküde de aynı oranda başgösteriyor bence. Aykut, öykünün elinnden tutup balerine binme cesaretini göstermeli. Smile


Re: Ay Tabağı - Balerin

Barış Acar dedi ki:
Aykut'un detay gören bir gözü var; ama bunu söyleyen bir dili yok. İmgesel olarak çok güçlü olmasına karşın çalışılmadığını bağıran, "beni değerlendir" diye yalvaran bir öykü bu. Karakterlere sinmiş "bir başınalık" duygusu ve harekete geçme özlemi öyküde de aynı oranda başgösteriyor bence. Aykut, öykünün elinnden tutup balerine binme cesaretini göstermeli. Smile

Ben de böyle olduğunu düşünüyorum; aykutdalyan düzenlemesini yaptığında öykünün kendini daha iyi göstereceğine eminim.