UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Atılmış

22 Tem 2008
Barış Acar

Bütün Öyküleri
YKY
2000
s. 61-63

Öykünün indirilebileceği son tarih: 12 Ağustos 2008 (Öykü tüm kullanıcılar tarafından indirilmediği için son indirilme tarihi değiştirilmiştir.)

İndirmek için tıklayın:
Bu oyku forumdan kaldirilmistir (Bkz: Forum İşleyişi).

Kategori:

Re: Atılmış

""

Kokmus sensin. Ayaklarin kokuyordur senin. "Vay kaltak, nereden biliyorsun ayaklarimin koktugunu?"

Yusuf Atilgan bu ayak kokusundan cok cekmis herhalde Huh!

Bu kisacik oykuyu ta universite yillarindan, Oykuden Bir Bilet: Gidis-Donus'un ekinde yayinlandigi ve bizim narincir'le birlikte okumaya karar verdigimiz zamandan animsiyorum. Begenmis, bir seyler de karalamak istemistik ustune. Ama sonra araya bir seyler girdi ve o is kaldi. O zamandan yere kalin kalin basan ev sahibesini hatirliyorum. Isten yeni atilmis, bunu bir turlu icine sindirememis bir iscinin boynu onunde gecirdigi birkac dakikasina, belki de bir saatine taniklik ediyoruz. Yazar, onun bunalimini, surekli birilerinin ayaklarina takilan gozlerini, yere kalin kalin, guvenle basan ayaklar karsisinda hissettigi ezikligi oldukca basariyla yansitmis bence.

Fakat, o irak kasabanin neresi oldugunu, simdi denize tas atarken neden orayi animsadigini, oranin ona baska neleri animsattigini bilmiyoruz. Bunu pek sezemiyoruz da. Bu hatira mutlu, guzel bir hatira mi, yoksa aci, uzucu bir hatira mi? Belki de kasabadan kopup gelmis (goc) bu gencin (nedense genc oldugunu dusunuyorum) orada hissettigi guveni, huzuru burada hissetmedigini, yere kalin kalin basan madamin kirasini vermediginin ertesi gunu onu evden atabilecegini dusunmeliyiz? Koylerinden, kasabalarindan, kumeslerinden kurtulmak isteyen baska oyku kahramanlarinin dusledigi yasami yasiyor belki de kahramanimiz (Ben). O yuzden haberdar oluyoruz o kasabadan. Acik secik bir gondermeden cok bir bulmacayi andiriyor bu kasaba hikayesi.

Sonra atilan her tasi "cup" diye icine alan, ama bunun farkinda bile olmayan durgun denizle isten atilan Ben'i ses bile cikarmadan icine alan ugultulu sehir arasindaki benzerlik cekiyor ilgimi. Ben'in varligi hicbir seyi degistirmiyor mu koca sehirde gercekten? Galiba oyle. Ama yanikligin yikik duvarinin ustunde gordugu kizin attigi taslarin da butun bu "atma"larla bir iliskisi olmali.

Hep insanlarin ayaklarina bakmasi (yere kalin kalin basan madam, caddedeki insanlarin hepsinin iki ayakli olusu, sonra kanepede oturan adamin tek bacaginin olmamasi), basinin onune dusuk olmasindan mi? Eziklikten mi, yoksa baska bir sey de var mi?

Peki elmayi calip da yememesi neden? O elmadan bekledigini bulamamis gibidir. Caddede ona gormeden bakan "normal" insanlar gibi olmadigindan mi manavdan onlar gibi alisveris yapamamistir?

""

Yandaki kanepede oturan bir adam bana bakiyordu: beni goruyormus, ben oradaymisim gibi. Tek ayakliydi bu adam, bir bacagi tahtaydi.

Onu ancak tek bacakli biri mi gorebilir. Neden? O da "normal" olmadigi icin mi?
""

Alti sekse biri, birakacaktim.

Gercekten birakacak miydi?


Re: Atılmış

İsminden de anlaşılacağı üzre, öykü, atılmışlığı mesele etmiş kendine. Önemli olan neden atıldığım değildi, atıldığımdı, diye düşünen işten atılmış biri var. Denize atılmış taşlar var sonra. Kentin göbeğinden atılmış, kıyıda kulübede yaşayan güzelce ve de kokmuş bir kız var. İkisinin de birbirlerini birbirlerinden atmışlıkları var para yüzünden dalaşarak. Kokmuş kızın işten atılmışa taş atmışlığı var. Dumanın teneke borudan atılmışlığı var ya da teneke borunun dumanı atmışlığı. Elmanın atılmışlığı var. Tüm bunlar ne anlama geliyor, yazar ne demek istiyor bilemem. Anlatılanlara inandım ve de anlatılanları sevdim.


Re: Atılmış

""
Benim en sevdiğim Atılgan öyküsüdür "Atılmış". Bir Bilet'in, öykünün gündemini tutmak gibi ulvi bir misyonla başladığımız, "Öykü Bülteni"nde yer vermiştik diye anımsıyorum. Bütün Öyküleri'nin YKY'den toplu olarak yayımladığı yıl olan 2000'de miydi?

Kendi kendime konuşma ediminden sonra sanırım öyküye girebilirim. :roll:

Atılmış, yazar bizi köyden kente çıkardığı için çığlıklar atarak sevinesim geldiği bir öykü. Nitekim Atılgan'ın asıl gücünün burada kendini gösterdiğini, uzun zaman köyden bildiren üslupla, dönemin belirtisi olacak şekilde üzerinde hissettiği garip bir baskıyla yazdığını düşünüyorum. Köy yaşantısının da büyük etkisi var bunda kuşkusuz, ama o bir köy yazarı değil. Bir Fakir Baykurt gibi kavraması olanaksız o yüzden köylüyü. Sanırım böyle bir karşılaştırma da "Öyküde Köylülük Temi İçin İki Örnek" başlığı altında epey verimli sonuçlar verir! Tabi biri, "Ben bunu yazarım arkadaş!" derse.

Aylak Adam'la çok ortak yönü var gibi geliyor bu öykünün bana. Anayurt Oteli nasıl Evdeki öyküsü gibiyse, Aylak Adam da bir Atılmış karakteri gibi.

Sanırım bunca yıldan sonra bu öykünün hakkından sadece satır aralarına girerek, sözcük sözcük metnin içinde gezinerek gelebileceğim. O yüzden metin elimin altında sayısal ortamda kelime işlemciyle müdahale edebileceğim şekilde varken deneyeceğim düşüncelerimi yazmayı. Tüh!


Re: Atılmış

Düşüncelerimi metne ekleyeceğim demiştim. Aşağıda:

""

Çoktandır deniz üstünde taş sektiriyordum. (Buradaki ifade bana çok güçlü bir soyutlamaymış gibi geliyor. Anlatıcının yalnızca o sırada yapmakta olduğu işi değil, yaşam içindeki durumunu da bir çırpıda özetleyiveriyor. Deniz üstünde taş sektirir gibi ereksiz, rastlantısal, geldiği gibi yaşamak…) Yuvarlaklar üç kere sekiyordu, yassılar beş kere en çok. Altı sekse biri, bırakacaktım. (Tüm insani edimlerimizde olduğu gibi ne kadar rastlantısal da olsa bir takım çerçeveler çiziyoruz yaşantımıza. Eren sormuş, yeri gelmişken cevaplayayım: Hayır, altı sekse bırakılmayacak taş sektirme.) Kolum ağrımıştı. İyi geliyordu ama düşündürmüyordu. (Bu cümleyi dilbilgisi anlamında biraz sorunlu buluyorum. Karşıt olan şeyler değil “ama”nın iki yanında konumlandırılanlar. Yazar bunu düşünmüş ve özellikle yapmış olmalı, ne ki ben düşünemedim onun gibi.) O ırak kasabanın gölündeki gibi, denizin böyle gölleştiğini hiç görmemiştim. Çarşaf gibiydi, kırışıksız. (Geçmişe yapılan bu vurgu daha sonra da karşımıza çıkacak. Üzerine düşünmeli.)

İlerde bir kayık vardı. Kayıktaki adam balık avlıyor olmalı diyordum. Kıpırtısız öyle duruyordu. İlkten dönsün diye beklemiştim. Bayılırım balık tavasına. Adam kıyıya çıkınca konuşacaktık. İşsiz olduğumu öğrenince yanına alacaktı beni. Birlikte avlanacaktık. (Buradaki kurgusallık karaktere bir anda ısınıvermemizi sağlıyor diye düşünüyorum.) Bir cıgara yaktım. Arkamdan şehrin uğultusu geliyordu. Kimseler yoktu kıyıda benden başka. Birden kayıktaki adamın hiç dönmeyeceğini düşündüm. Kızdım. "Hey!" diye bağırdım. Duymadı. "Sağır köpoğlu." (Albert Camus’nün Yabancı’sını çağrıştıran bir anlatı. Meursault’nun Arap’ı öldürmesi sahnesini duyumsattı bana. Adam kıyıya çıksa onu öldürecek gibi…) Bir sağır daha tanımıştım ben eskiden. Biri konuştu mu elini kulağına atardı. Ama nerede? O ırak kasabada mı? Unutmuşum. (Büyük oranda özyaşamöyküsel bir gönderme barındıran bir ima taşıyor kasaba.) Vargücümle bir taş savurdum kayıktan yana. Az öteye düştü. Ne uzaktaymış kayık. Deniz yuttuğu taşın farkında bile değildi. "Cup" dedi yalnız. (Bu kısım da Sartre’ın Bulantısı’nı anımsattı. Roquentin'in dünyayı deneyimlemek için her şeye hayretle bakan bakışı gibi) Hepsi bu. Bir el yapıştı yüreğime, sıktı.

Altı gün mü, yedi gün mü oluyor aylaktım. Yirmi beş lirayı veren adam yere yere bakmıştı. Sormadım. Önemli olan neden atıldığım değildi, atıldığımdı. (Ölümcül bir saptama. İstenirse üzerine bir sınıf bilinci bile inşa edilebilir. Bizde hep gerekçeler önemli sanılır ya da öyle görünsün istenir patronlar tarafından. Bir suç geliştirmek ve onu kişide bulmak. Oysa sistemin kendisidir “atılmayı” üreten ve gerekçelerden çok sonuçlar vardır bu ilişkide gerçekte.) Adamın yere bakışında avutucu bir şey vardı. İki gün yattım, tam iki gün iliğim kemiğim bayram etti. Paranın yirmi lirasını madama vermiştim. Kalın kalın basıyordu yere, odanın tahtaları gıcırdıyordu.

"Hi, hi" dedi biri arkamda. Altı kere sekecek gibi görünen bir yassı çakılı atıyordum tam. (Hadi oradan, altı kere sekmezdi bir kere o taş!) Döndüm. Bir kızdı bu. Eski bir entari vardı sırtında kirli.

— Gel sen de at, dedim. Bak deniz göl gibi.
— Gelirim ama parayı peşin alırım. (Bu kez cinsellik temasına daha güzel bir dönüş yapıyor bence Atılgan. Köyü ve köylüyü anlatan öykülerde çok zorluk çekerken burada gayet açık bir biçimde gerçekleşiyor cinselliğe yapılan vurgu.)

Güzelceydi kız. Yanıklığın yıkık, alçak bir duvarı üstündeydi. Oturmuş büyücek, kara ayaklarını sallıyordu.

— Taş atana para vermiyorlar burada, dedim, bedava bu iş. ( Laughing out loud )
— Züğürt, sen de! dedi. Kızdım.
— Hadi oradan kokmuş! dedim.
— Kokmuş sensin. Ayakların kokuyordur senin. "Vay kaltak, nereden biliyorsun ayaklarımın koktuğunu?"
( Laughing out loud )
— Sen git de yıkan, dedim. Para almak istiyorsan önce yıkan, öyle gel. Ta buradan duyuluyor kokun, leş gibi.

Uzun uzun sövdü. Duvarın ötesine atladı. Başladı iri iri taşlar atmaya. Ne de denk atıyordu. Eğile sıçraya savuşturdum taşları. (Balıkçıyı taşlarken şimdi kendisinin taşlanması çok hoşuma gitti. Büyük olasılıkla kendi atılmışlığını kadına yöneltip onu tersleyerek –“atarak” yanından- rahat hissetmek istedi kendini. Ama gel gör ki, bu kez az önce attığı taşlar kendi başını yaracak gibi de oldu.) Sonra yanıklığın içine yürüdü. Dönüp dönüp bakıyordu giderken. Tahta bir kulübeye girdi. Kulübenin üstü kapkara tenekeydi.

Duvardan atladım. Yola doğru yürüdüm. Yanıklığın öte yanından geçiyordu yol. Kulübe elli adım uzaktaydı. Gölgesinde bir küçük çocuk oynuyordu. Uzun uzun bakıştık. İlkten o çevirsin gözlerini diye bekledim. Çevirmedi. Teneke damdaki borudan duman tütüyordu. İçim kazındı. Yürüdüm. (Kentli bunalmış insanın - Meursault’nun- absürd, amaçsız, anında gelişen hareketlerini çok güzel anlatıyor Atılgan. Varoluşçu edebiyatın içe çevrili gözleri çok ustaca aktarılıyor.)

Cadde kalabalık gibi geldi bana. İnsanların birbirine benzerlikleri, tümünün iki ayaklı oluşu şaşılacak şeydi. (Gerçekten de şaşılacak şey. Örneğin bir ahtapotun gözlerinden bakacak olursak, ne zavallı bir şey olarak görünür dünya. Yalnızca iki bacakları olduğu için adam akıllı hareket edemeyen, çırpınıp duran yaratıklar toplamı.) Hasır sepetinde üç ekmekle bir kadın geçti. Manavın önünde iki kişi vardı. Durdum. Uzandım küfelerin birinden bir elma aldı. (Üç ekmek, iki kişi ve bir elma. Sayılara yeniden dönüyor anlatıcı. Bunaldığı yerde, sıkıştığında dünyayı anlamlandırmaya ihtiyaç duyduğunda pozitivizmin güvenli sularına sığınıyor. Pozitivist aklın hiçbir şey söylemeden konuşan, bir açıklama yapmaktan özenle uzak durarak evreni denklemlere boğmak isteyen korkak doğası Atılgan’ın karakteri için müthiş bir analiz imkânı sağlıyor.) "Kaça bunun kilosu?" diyecektim. Elimdeki en irisiydi. Kimsenin bana baktığı yoktu. Elmayı cebime attım, yürüdüm. (Oysa “insan” dışına çıkmak istiyor bu belirlenimlerin. Ölçülebilir gerçeklikler onun doğasını tarif etmeye yetmiyor. –Bunu daha fazla uzatmayacağım, keza bilimlerin doğası, insan doğası gibi iki çetrefil probleme girmiş bulunuyorum daha şimdiden. Belki başka yerde.) Beş adım sonra arkamdan kısık bir ses "Aşırdı" dedi. Döndüm:

— Kim o aşırdı diyen? diye bağırdım.

Üçü birden dönüp baktılar. Gene birden çevirdiler başlarını: beni görmemişler gibi, ben orada yokmuşum gibi. (Zan altında kalmak, dayak yemek, hapsedilmek pahasına zorluyor insanları karakterimiz. Kendini var etmek için ötekinin zulmünü bile arzuluyor.) Kentin göbeğine doğru yürüdüm. Her yanım insan doluydu. Kasten bakmıyorlardı cebime, yoksa görürlerdi: şişkindi, kütük gibiydi, aklım hep ondaydı; yiyecektim. (Bu anlatım çok güçlü geliyor bana, ama neden olduğunu açıklayamıyorum. Daha çok psişik analize imkân tanıyan güçlü jestler içeriyor karakterin tavırları.)

Odam uzaktı. Bir park çıktı önüme. Elmayı çıkardım. Sanki küfeden aldığım değildi bu, kırmızılı yeşilli iri bir elmaydı. (Ustaca kurulmuş bir ruhsal durum. Halbuki alırken de iri demişti aşırdığı elma için. Şimdi de iri diyor. Ama nedense daha farklı buluyor bunu aşırdığından. Herakleitos’un içinde iki kez yıkanılmayan nehri gibi, oluş her an değişen benler ve nesneler yaratır. Dolayısıyla “hep akar ve hiçbir zaman hiçbir yerde durmaz.”a getirir Atılgan’ın karakteri durumu.) Karşıdaki otların içine fırlattım. İçimde teneke borudan çıkan dumanı gördüğümdeki aynı kazıntı vardı. Yandaki kanepede oturan bir adam bana bakıyordu: beni görüyormuş, ben oradaymışım gibi. Tek ayaklıydı bu adam, bir bacağı tahtaydı. Bir cıgara yaktım. Umutluydum. Yeni bir işe girecektim. Bu sabah "Yarın uğra" demişti birisi. (Umudun tek bacaklı adamla yeşermesi başlangıçta kötü bir benzetme ya da rahatsız edici bir üstünlük duygusuyla yorumlanabilir. Ancak ben öyle düşünmüyorum. Daha çok, iki bacaklı adamlara karşı bir tek bacaklı görmesi mutlandırıyor kahramanımızı. “Demek ki, ille de böyle olmak zorunda değil”e olanak tanıyor. “Her şey yeni bir şekilde kurgulanabilir, yeniden düşünülebilir”e getiriyor.)

Belki bu dağınık notları ileride derli toplu hale getirebilirim.


Re: Atılmış

""
Kolum ağrımıştı. İyi geliyordu ama düşündürmüyordu. (Bu cümleyi dilbilgisi anlamında biraz sorunlu buluyorum. Karşıt olan şeyler değil “ama”nın iki yanında konumlandırılanlar. Yazar bunu düşünmüş ve özellikle yapmış olmalı, ne ki ben düşünemedim onun gibi.)

Oradaki "ama" bana önceki cümleyle var olan bir karşıtlığı belirtiyor gibi geliyor. Belki şöyle de söylenebilir: "Kolum ağrımıştı ama iyi geliyordu taş atmak. Düşündürmüyordu." En azından ben ilk okuduğumda (ve son okuduğumda) böyle anlamıştım.


Re: Atılmış

Baris'in paylastigi Yusuf Atilgan'a Armagan kitabindan Hikmet Dizdaroglu'nun yorumunun bir parcasi:

""
Atilmis'in adini bilmedigimiz kahramani, manavdan asirdigi elmayi bir turlu yiyemez, icinden bir ses "asirdi!" diye haykirir, bu sesin baskisi onu bunaltir, sonunda elmayi firlatip atar.

Ben Dizdaroglu'nun Atilgan'la ilgili diger pek cok yorumuna katilmadigim gibi buna da katilmiyorum. O elmanin atilmasinin nedeni bir vicdan azabi degil bence. Hatta bunun acikca anlasilabilecek bir nedeni oldugundan bile kuskum var.

Hikmet Dizdaroglu, "Bodur Minareden Ote", Yusuf Atilgan'a Armagan, 1992, Istanbul: Iletisim Yayinlari, s.175


Re: Atılmış

Baris'in aktardigi Yusuf Atilgan'a Armagan kitabinda Mustafa Ones'in yaptigi degerlendirmeden:

""
Ikinci oyku "Atilmis"ta, her sabah ise yetisme telassiyla evden cikip hava kararirken yorgun argin dondugunden cevredeki hicbir seye dogru durust basma (vurgu bana ait, e.) firsati bulamamis kisinin, birgun isinden cikarilip da aylak dolasmak zorunda birakildiginda, dogaya, insana deggin bircok ayrintiyi ilk kez goruyormuscasina ilgiyle izleyisine deginilmekte. s.362

Mustafa Ones, "Bodur Minareden Ote", Yusuf Atilgan'a Armagan, 1992, Istanbul: Iletisim Yayinlari, s.357-363

Burada Ones'in bilerek mi "basma" dedigini yoksa bunun benim kafami karistiran bir baski hatasindan mi ibaret oldugunu merak ediyorum dogrusu. Oyku boyunca ayaklara yapilan vurguya, soz gelimi ev sahibesinin yere saglam basan ayaklarina, ya da insanlarin bacak sayisina bir gonderme mi var, yoksa ben asiri yorumun kiskirtici sularinda mi yuzuyorum?


Re: Atılmış

""
— Sen git de yıkan, dedim. Para almak istiyorsan önce yıkan, öyle gel. Ta buradan duyuluyor kokun, leş gibi.
atılmış kendini nasıl da buyurgan buluyor kızın karşısında. Dişine göre mi yoksa üstün mü sayıyor kendini.
yoksa kız pek öyle çekici mi değil ki kokusunu duyuyor oracıkta?


Re: Atılmış

işsizliğini sakince yaşamasına hayranlıkla bakıyorum atılmışın. ama bunun yanında kızıyorum da ona.
durumunu çaresizlik değil de aylaklık olarak betimlemesi ve öyle de tasvir etmesi birilerine bağımlı değil ve birileri de ona bağımlı değil diye düşündürüyor. hani kente çalışmak için gelen yalnız başına bir odacıkta yaşayan, ardında karısını çocuk çoluğunu bırakmak zorunda kalan biri değil ve bu aylak adama bu sebeple çaldığı elma için kızıyorum.


Re: Atılmış

Aslında şu aralar Aylak Adam'ı okuyan ya da henüz Aylak Adam anıları taze olan biri bu öyküyle bağlar kursa ne güzel olacak!


Re: Atılmış

bencede bu çok iyi bir fikir. çünkü atılmış öyküsünü okurken atılmışın elma çalması ve kızın ayaklarını sallayarak duvarın üstünde oturması öyle bildik tanıdık geldi ki acaba aylak adam da mı bu sahneler vardı diye düşündüm ama üşengeçliğimden açıp bakamadım.


Re: Atılmış

kolum ağrımıştı.iyi geliyordu ama düşündürmüyordu.
Ben noktasız virgülsüz yazan biri olarak direkt hissettim ama neden o da seçmiş bilemiyorum. Kolumu ağrıtıyordu bu taş sektirmek işi ama iyi geliyordu en azından düşündürmüyordum ...
Sonrasında da şöyle okudum. İyi geliyordu ama ağrısından düşündürtmüyordu başkaca şeyleri .
-Hay gözünü sevdiğimin noktası virgülü meğer ne zormuşum ben okuyucuma !!!!