UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Ateşböcekleri Yağmurda Sönmez*

12 Oca 2014
Semih Öztürk

Televizyonun sesi her akşam olduğu gibi sonuna kadar açılmış, bizim emektarın akşam mesaisi yine başlamıştı. Benden yaşça büyük olan otuz iki ekranın çilesine acıyor, sabrınaysa hayran kalıyordum. Haberleri sunan adam – bazen kadın olduğu da oluyordu – aileden biriymiş gibi masanın baş köşesindeki yerini alarak ülkede ve dünyada neler olup bittiğini mahalle muhtarı edasıyla izah ediyor, bizi bir şeylere ikna etmeye çalışıyordu. Sanki kendisini görmesek aklımız onda kalacak, başına bir şey mi geldi diyerek telaşa kapılacaktık. Her akşam, hiç aksatmadan geliyordu çünkü.

‘‘Rahat batıyor bunlara rahat! Eskiden olacaktı ki…’’ Dedemin sigara kokan sesi ağırdı, sunucunun sesini bastırmıştı. Eskiden olsa neler olacağını tahmin etmek zor değildi. Ekranda slogan atan yüzü maskeli insanların olduğu görüntü belirince dedemin öfkesi bir kez daha uyanmıştı. ‘’Yakaladığına vereceksin odunu, vereceksin odunu!’’ Annem susuyordu, zaten o hep susar. Dedem, söylediği lafların desteklenmesini istercesine homurdanıyordu. Babamın çıkışı gecikmedi, gündemin sağlamasını bir çırpıda yapmıştı. ‘’Zaten bunların hepsi anarşik komünistler. Varsa yoksa bozgunculuk…’’ Anarşistin bizim evdeki tanımı belliydi. Slogan atıyorsan, yüzünde de maske varsa faturan kesilir. Devletse ekmek gibidir, zerresini ziyan edersen katıksız hainsin. ‘’Sadece anarşistler değil, herkes orada baba. Kimse dinlemiyor ki direnişçileri, yoksa bu kadar büyümeyecekti olaylar…’’ Sürprizi ağzından kaçıran çocukların mahcupluğuna bürünmüştüm. Ama rahatlamıştım da. ‘’Ayakları tutsa bu da direnişçi anarşik olacakmış, baksana.’’ Uyku gibi sessiz söylemişti bu lafı ama duymuştum. Sanki dedemin gözünden düşüp bir kez daha sakat kalmıştım.

Yağmur, herkesi eşitlemek istercesine yağmaya başladı o akşam. Sokaklarda yaşayanlara edilen dualar bazı insanlardan esirgendi. Ben odama giderken dedem gözümün önünde modemin fişini öyle hışımla çekti ki, sanki zehirli bir yılanın kafasını kopartıyormuşçasına öfkeliydi. ‘’Boşuna para ödüyoruz şu zımbırtıya da.’’ Sanki ağzının içi, bana söylemekten kaçındıklarıyla doluydu. ‘’Fren yaparken de dikkat et şununla, parkeleri çiziyor.’’ Cevap vermedim. Akülü sandalyemin hantallığına tutunup odama yollandım. Annem gelip kapının aralığından fısıldadı usulca. ‘’Eşref! Onlar yatınca ben fişi takarım e mi oğlum.’’ Eğer ayaklarım tutsaydı neler yapabileceğimi dedeme göstermek isterdim ve buna en çok annem sevinirdi. Ekmeği fırından ben alırdım mesela. En taze domatesleri de manavdan… Direnişçi olmak için yürümenin şart olmadığını bilmeyen dedem, merhametinden kurallar devşirip beni kendisine benzetmeye çalışıyordu. Şiddetini arttıran yağmur, çinkolarda bando çalmaya başlamış, evdeki ağırlığı yavaş yavaş bastırmıştı.

‘’Yaşamak görevdir…’’ diyordu bir şiir… Sokağa bakıyorum. Uykunun bel kemiğini başka türlü kıramazdım. Uyumak geç kalmak gibi, unutulmak ya da. Kendimi özensizce dizilmiş parke taşlarının yerine koyuyorum. Bazen barikata omuz veriyorum, bazen çelme takıyorum kötü olan her şeye. Ağaç olasım geliyor, dalıma salıncak kurduklarında bir şeye benziyorum ya da gölgeme sırtlarını dayadıklarında. Yağmur bando çalmaya devam ederken annem kapının aralığından fısıldıyor. ‘’Oğlum, taktım fişi yerine. Ben yatıyorum, hadi Allah rahatlık versin.’’ Ekranın ışığı gözlerimi yakıyor, bunca tozun dumanın içinde benim ki ne ki… Yeni haberler hiç iyi değil. Yaralanan ve durumu ciddi olan insanlarla ilgili bilgiler güncellenerek artıyor. Gerekli malzeme listesine her geçen dakika yenileri ekleniyor. İnsanlar tedirgin, insanlar muhtemelen yağmur kadar çok… Karşı apartmanda ışıklar yanıp sönüyor. Sonra bir diğer bloktan sesler yükseliyor. Pencereye yanaşıp perdeyi sonuna kadar aralıyorum. Apartmanlardaki insanların çoğu ışıklarını yakıp söndürüyor. Pencereyi açıyorum, yağmurun sesine eşlik eden tencere ve tava sesleri giderek artıyor. Akülü sandalyemi geri geri getirirken uzunca bir fren yapıyorum. Parke bir miktar çiziliyor, çizilsin. Odamın ışığını yakıp söndürmeye başlıyorum. Bütün mahalle dev ateşböceklerine benziyoruz. Ateşböcekleri yağmurda sönmez, gülümsüyorum.

Semih Öztürk
Haziran 2013, Giresun

*Bağzı Şeylere Öyküler, Aylak Adam Yayınları

Kategori:

Re: Ateşböcekleri Yağmurda Sönmez*

Öykünün son bölümüyle,önceki bölümleri farklı kişilerce yazılmış gibi.Düşünüyorum da sadece final bölümünü okusak,yazarın anlatmak istediği sıradanlık algısını kavrayamaz mıydık?Dedenin konuşmaları,televizyon ile sembolleşen sorgulanmayan bağımlı yaşam kurgusu daha farklı anlatılabilir miydi düşünüyorum.

Elinize sağlık,okumaya ve düşünmeye devam edeceğim öykünüzü.


Re: Ateşböcekleri Yağmurda Sönmez*

Öyküde sanki "insanı üzülmeye-duygularını bir yana doğru yığmaya" sürükleyen bir yan var gibi geldi bana.

Gezi olaylarından sonra apar topar bir öykü kitabı çıkmıştı. Kitabın ardından da içinde bazı "aceleyle", "çalakalem" metinlerin olduğu, edebi değeri gibi tartışmalar.

Duygusal dürtmelerin, parmak basmaların öyküde önemli olduğunu, yerinde kullnılmamasının onu öykü olmaktan çıkardığını düşünüyorum.

Memlekette bazı şeyler bir anda şişip, mit-inanç-taraf haline gelebiliyor. Gezi de çok çabuk bir inanç-din kulvarına girdi. Her yan sis, her yan bulanık.


Re: Ateşböcekleri Yağmurda Sönmez*

Semih Öztürk'ün eline sağlık. Bu derece sıcak, gerilimli bir olayı öykülemek bana hep zor görünür. Öykünün kolayca taraftar bir dile bürünüp öykülükten çıkacağından korkarım. Öykünün taraf olmasında bir sakınca yok elbette, ama öykü dili taraftarlaşınca, iş içinden çıkılmaz bir hâl alabiliyor. "Ateşböcekleri Yaşmurda Sönmez"in bu taraftarlıkla mücadele ettiğini hissediyorum, ama yer yer, özellikle baba ve dedeyi anlatırken, bazı tuzaklara düştüğünü düşündüm. Belki o anda evde baba olmasaydı, gerilim dedeyle torun arasında olsaydı, daha kolay çıkılırdı işin içinden.

Bir de "ben olsaydım nasıl söylerdim"ler var:

""
Televizyonun sesi her akşam olduğu gibi sonuna kadar açılmış, bizim emektarın akşam mesaisi yine başlamıştı.

""
Emektar televizyonun sesi her akşam olduğu gibi sonuna kadar açılmış, mesai başlamıştı.

""
Benden yaşça büyük olan otuz iki ekranın çilesine acıyor, sabrınaysa hayran kalıyordum.

Televizyon otuz yedi ekran olmalı, otuz iki değil.

""
Haberleri sunan adam – bazen kadın olduğu da oluyordu...

""
Haberleri sunan adam – bazen kadın oluyordu...

""
Zaten bunların hepsi anarşik komünistler.

"anarşik komünistler" ifadesi hâlâ gerçek hayatta kullanılıyor mu?

""
Ben odama giderken dedem gözümün önünde modemin fişini öyle hışımla çekti ki, sanki zehirli bir yılanın kafasını kopartıyormuşçasına öfkeliydi.

""
Ben odama giderken dedem gözümün önünde öfkeyle, sanki zehirli bir yılanın kafasını kopartıyormuşçasına modemin fişini çekti.

""
Ağaç olasım geliyor, dalıma salıncak kurduklarında bir şeye benziyorum ya da gölgeme sırtlarını dayadıklarında.

""
Ağaç olasım geliyor, dalıma salıncak kurduklarında ya da gölgeme sırtlarını dayadıklarında bir şeye benziyorum.

""
bunca tozun dumanın içinde benim ki ne ki…

""
bunca tozun dumanın içinde benimki ne ki…

""
Akülü sandalyemi geri geri getirirken uzunca bir fren yapıyorum. Parke bir miktar çiziliyor, çizilsin.

Burada frenin bilerek yapıldığı çok belli olmuyor bana kalırsa. O nedenle ikinci cümle biraz eğreti duruyor gibime geldi. Ben olsam şöyle söylerdim: "Akülü sandalyemi geri geri getirirken uzunca bir fren yapıyorum. Parke çiziliyor."

""
Ateşböcekleri yağmurda sönmez, gülümsüyorum.

Burada sondaki "gülümsüyorum"un gerekli olmadığını düşünüyorum. Öyküden bir şeyi alıp götürüyor sanki.

Semih Öztürk'ün ellerine sağlık.


Re: Ateşböcekleri Yağmurda Sönmez*

Öyküye ilişkin benim en çok sevdiğim şey, öykünün aslında bir Gezi öyküsü olmaması oldu. Gezi'nin sürdüğü mecrayı gözler önüne sermesi bakımından sokaklardan, barikatlardan yazılan öykülerden çok daha canlı buldum Semih'in öyküsünü.

Dede, anne ve çocuk arasında geçen öykü, pekâlâ başbakan, kolluk kuvvetleri ve direnişçi arasında da geçebilirdi. Bire bir olsun olmasın bu tarz bir analojiye gerek duymadan Gezi'nin barikatlarını kurma tarzı öyküye sirayet etmiş. İşte, lastiğin yerde çizdiği sınır.

Bende kalan en büyük soru annenin konumunu çözümlemek üzerine oldu. Evet, böyledir anneler, gider fişi takarlar demek de var; onu çatışmanın sürdüğü sınırda görev yapan devlet memuru olarak görmek de.

Türkiye Ergenlikten Çıkıyor yazımda babanın rolü üzerinde durmuştum Gezi için. Peki annenin rolü neydi; nasıl çeşitlendi? Bu sorulara da yanıtlar aramalı.


Re: Ateşböcekleri Yağmurda Sönmez*

Merhaba.

Öyküm için yapılan eleştiriler beni gerçekten çok mutlu etti. Okuyup zaman ayıran herkese teşekkür ederim. Çıkartılan notlarla ayrıca ilgileneceğim.

Sevgiler.


Re: Ateşböcekleri Yağmurda Sönmez*

Hoşgeldiniz. Sitenin teknik sıkıntılar yaşadığı bir döneme denk geldiniz, umarım kullanımda bir zorluk yaşamazsınız.