Öykü, özellikle son satırlarında Taş Bina'nın ortaya çıkışı ve öykünün anlamına dair yarattığı dönüşle, hoşuma gitti. Genellikle Aslı Erdoğan öykülerinde karşılaştığımız içe dönük anlatım, öyküdeki bu dönüşle başka alanlara kapı aralamış sanki.
Yine de öykünün asıl gücü kadının yaşadığı duyguları tanımlarken, onu dış dünyanın durumları içinde kavgaya sokar ve sınarken gösterdiği başarıdan geliyor. Öykünün hemen başlarında kadının yemeyle kurduğu ilişki bunun en güzel örneği. Yine bununla ilişkili olarak, kadının içindeki boşluk ve bebeğiyle kurduğu bağlantı da öykünün başka yönde gelişebilecek gibi duran bir öğesi. Yazar buna odaklanmak yerine öykünün ana çizgisini başka bir doğrultuda geliştirmiş.
Sokağa çıkmaya hazırlanan kadının yavaş yavaş büründüğü savaş hali çok hoşuma gitti. Burada toplumsal kadın kimliğine dair insanı dehşete düşüren bir anlatım var.
""
Kadın olmak demek, herkesçe onaylanan bir kılığa girmek demekti. (s.38)
Sokakta da bu anlatımın uzantılarını bulmak mümkün:
""
Vitrinlere külyutmaz gözlerle bakan kadınlar devralmıştı sokakları... Gürültülü, öfkeli bir dünyanın mevzilerini belirlemiş pazarlık ustaları. Parmakları hamarat, göğüsleri sutyenlerinin altında dimdikti. Çocuklar doğurur, emzirir, büyütür, evlerinde çeşit çeşit peynir, çerçevelenmiş fotoğraf, çiçekler için porselen vazo bulundurur, garsonlara, kapıcılara, hepsinden çok da öteki kadınlara pençelerini göstermekten çekinmezlerdi. Gerçek trajedileri, kayıpları, gerçek aşağılanmaları sessizce, sır gibi taşır, böylece acılarının boşuna olmadığına inanırlardı. Yenilmişliklerini gizleyen uzun, rengârenk tırnaklarla tutunurlardı hayata, bir ermiş sabrıyla kazırlar, kazırlar, kazırlar, tanrıçaların sabırsızlığıyla parmaklarına bulaşan yıldız tozunu yalarlardı. (s. 47)
Vakit bulduğumda, yazarın "Mucizevi Mandarin" ve "Kırmızı Pelerinli Kent" kitaplarından hareketle burada ele aldığı duyguları ve bunları işleyiş biçimini detaylı olarak irdeleyen geniş kapsamlı bir yazı ekleyeceğim siteye.
Barış Acar tarafından Tem 9th, 2010 günü 9:52 sularında gönderildi.
Öyküdeki kahramanın kendisi ve mekan ile kurduğu ilişkide iç ses dolaylı adım adım ilerleyen betimlemelerden yavaşça okur iç mekandan dış mekana çıkarılıyor.
Kadının içinde yaşayan bebeğin varlığını bu esnada öğreniyoruz. Dış mekana kahraman taşınırken. Karındaki bebek her ne kadar öyküde ki bir varlık olsada sanki kahramanın dış dünya ile kurduğu ilişkide ki çatışmasının da bir eşzamanlı sembolu gibi.
Toplum-birey-kadın çatışmasını hem kendi varolduğu yaşam mekanında (biraz kendini de hatta nesneleştirerek bazı cümlelerde) nesnelere yüklediği anlamlarda sezdim.
"İnsan yalnızlığının tanığı nesnelerin ortak yazgısıyla, hep el altında, hep ulaşılabilir beklemişti"
Kanımca önemli bir cümle bu, sanki öykü kahramanının nesne yoluyla konumlandırılışı gibi.
"Bataklık Tanrıçası" nı betimleyisi çok hoşuma gitti. Düşsel bir kesitti.
Çok detaycı bir yazar genelinde,nesnelerle kurduğu ilişki ve yüklediği anlamlar öyküde kişileşiyor.
Ancak yadırgadığım tek yanı öykü kahramanlarının duygusal savrulmalarını genelde iç-ses dolaylı aktarması aslında bunu yani duyguları mekan/olay/nesne dolaylı yaptığında aslında çok daha etkili yazıyor.
Bu okumalar için emeği geçen arkadaşlara teşekkür ederim.
zeyn tarafından Tem 10th, 2010 günü 22:11 sularında gönderildi.
Ancak yadırgadığım tek yanı öykü kahramanlarının duygusal savrulmalarını genelde iç-ses dolaylı aktarması aslında bunu yani duyguları mekan/olay/nesne dolaylı yaptığında aslında çok daha etkili yazıyor.
Kesinlikle katılıyorum. Ben de aynı sıkıntıyı diyalogsuzluk üzerinden yaşıyorum. Kendini kapattığı dil içinde yapabileceğinin çok azını yazıyor Aslı Erdoğan.
Barış Acar tarafından Tem 10th, 2010 günü 22:13 sularında gönderildi.
Köye giderken kitapçıma uğradım. Nasıl olsuysa gözüme Aslı Erdoğan'ın Taş Bina ve Diğerleri adlı kitabı ilişti. Sevindim tabi ki. Bu; formda okuduğumuz öykülerin, bilgisayardan bağımsız, istediğim bir mekana taşınması demekti benim için. Kaldı ki okuma geleneğim ona daha yatkın. Sonuçta, sıcak bir günde köyün minübüsü hareket ettiğinde, ben birkaç sayfa okumuş, kitabı kapatmak zorunda kalmıştım. Okumak için özel mekanlar, özel bir ruh hali gerektiriyor gibi geldi bana.
Daha sonra günlerce, çeşitli yerlerde (sessiz ve sakin) öyküleri okumayı sürdürdüm. 134 sayfalık kitabı daha bitiremedim. Bazı duygu ve islenimlerimi paylaşmak istiyorum;
-Aslı Erdoğan okumak, ( bu kitap için) sürekli, karamsar, iç burkucu şeylerden konuşan birisini dinlemek gibi bir şey gibi geldi bana. Özellikle güne onu okuyarak başlamak zamanla bende hoş olmayan hisler uyandırmaya başladı. Gece okumak daha uygun gelmeye başladı.
-Karamsarlık tabi ki biraz da kendi algılarıma, ruh halime dönük bir niteleme. belki bir Kafka'nın, bir Oğuz Atay'ın, bir Yusuf Atılgan'ın da hiç de iyimser olmadıkları düşünülebilir... Ama Aslı Erdoğan'ın dili, veya karamsarlığı; sanki konuşmayan, sessiz harflerle, sözcüklerle değil de bağıran, çığlık atan, etkileyen, insanı içine çeken, uluorta, daldın, mutlu, dilinde bir ıslık, yürür giderken, insana çelme takan bir dil, gibi...
Belki dederinlerde, bilinçaltımda,çelme takılmayı isteyen, buna dünden razı bir yanım da var farkedemediğim. Bilemiyorum.
Bu kitapla ilgili epey şeylere takıldım kaldım. Zaman bulabildiğim kadar paylaşmaya çalışacağım.
Mehmet Sürücü tarafından Tem 21st, 2010 günü 18:59 sularında gönderildi.
Köye giderken kitapçıma uğradım. Nasıl olsuysa gözüme Aslı Erdoğan'ın Taş Bina ve Diğerleri adlı kitabı ilişti. Sevindim tabi ki. Bu; formda okuduğumuz öykülerin, bilgisayardan bağımsız, istediğim bir mekana taşınması demekti benim için. Kaldı ki okuma geleneğim ona daha yatkın. Sonuçta, sıcak bir günde köyün minübüsü hareket ettiğinde, ben birkaç sayfa okumuş, kitabı kapatmak zorunda kalmıştım. Okumak için özel mekanlar, özel bir ruh hali gerektiriyor gibi geldi bana.
Bu, tam da Uzun Hikâye'nin yapmayı amaçladığı şey. Bu yüzden dosya paylaşımını burada süreyle sınırlıyoruz. Kolay ulaşılır olması bir şeyin, insanı daha özgür kılmıyor. Aksine herkes kendi izini özgürce sürebilsin diye emek harcamak gerektiğini anımsamak gerekiyor.
Çabanız ve dikkatiniz buna değdiğinin güzel bir örneği.
Barış Acar tarafından Tem 21st, 2010 günü 19:04 sularında gönderildi.
Re: Aslı Erdoğan - Mahpus
Forumda okuyacağımız son Aslı Erdoğan öyküsü...
Re: Aslı Erdoğan - Mahpus
Öykü, özellikle son satırlarında Taş Bina'nın ortaya çıkışı ve öykünün anlamına dair yarattığı dönüşle, hoşuma gitti. Genellikle Aslı Erdoğan öykülerinde karşılaştığımız içe dönük anlatım, öyküdeki bu dönüşle başka alanlara kapı aralamış sanki.
Yine de öykünün asıl gücü kadının yaşadığı duyguları tanımlarken, onu dış dünyanın durumları içinde kavgaya sokar ve sınarken gösterdiği başarıdan geliyor. Öykünün hemen başlarında kadının yemeyle kurduğu ilişki bunun en güzel örneği. Yine bununla ilişkili olarak, kadının içindeki boşluk ve bebeğiyle kurduğu bağlantı da öykünün başka yönde gelişebilecek gibi duran bir öğesi. Yazar buna odaklanmak yerine öykünün ana çizgisini başka bir doğrultuda geliştirmiş.
Sokağa çıkmaya hazırlanan kadının yavaş yavaş büründüğü savaş hali çok hoşuma gitti. Burada toplumsal kadın kimliğine dair insanı dehşete düşüren bir anlatım var.
Sokakta da bu anlatımın uzantılarını bulmak mümkün:
Vakit bulduğumda, yazarın "Mucizevi Mandarin" ve "Kırmızı Pelerinli Kent" kitaplarından hareketle burada ele aldığı duyguları ve bunları işleyiş biçimini detaylı olarak irdeleyen geniş kapsamlı bir yazı ekleyeceğim siteye.
Re: Aslı Erdoğan - Mahpus
Öyküdeki kahramanın kendisi ve mekan ile kurduğu ilişkide iç ses dolaylı adım adım ilerleyen betimlemelerden yavaşça okur iç mekandan dış mekana çıkarılıyor.
Kadının içinde yaşayan bebeğin varlığını bu esnada öğreniyoruz. Dış mekana kahraman taşınırken. Karındaki bebek her ne kadar öyküde ki bir varlık olsada sanki kahramanın dış dünya ile kurduğu ilişkide ki çatışmasının da bir eşzamanlı sembolu gibi.
Toplum-birey-kadın çatışmasını hem kendi varolduğu yaşam mekanında (biraz kendini de hatta nesneleştirerek bazı cümlelerde) nesnelere yüklediği anlamlarda sezdim.
"İnsan yalnızlığının tanığı nesnelerin ortak yazgısıyla, hep el altında, hep ulaşılabilir beklemişti"
Kanımca önemli bir cümle bu, sanki öykü kahramanının nesne yoluyla konumlandırılışı gibi.
"Bataklık Tanrıçası" nı betimleyisi çok hoşuma gitti. Düşsel bir kesitti.
Çok detaycı bir yazar genelinde,nesnelerle kurduğu ilişki ve yüklediği anlamlar öyküde kişileşiyor.
Ancak yadırgadığım tek yanı öykü kahramanlarının duygusal savrulmalarını genelde iç-ses dolaylı aktarması aslında bunu yani duyguları mekan/olay/nesne dolaylı yaptığında aslında çok daha etkili yazıyor.
Bu okumalar için emeği geçen arkadaşlara teşekkür ederim.
Re: Aslı Erdoğan - Mahpus
Kesinlikle katılıyorum. Ben de aynı sıkıntıyı diyalogsuzluk üzerinden yaşıyorum. Kendini kapattığı dil içinde yapabileceğinin çok azını yazıyor Aslı Erdoğan.
Kaçırmış olanlar için...
Bazen tek bir cümle yazabilmek içindir her şey
Bu yılki Sait Faik Hikaye Armağanı'nın sahibi Aslı Erdoğan, ödüle değer görülen kitabı Taş Bina ve Diğerleri'nin öyküsünü anlatıyor.
http://kitapzamani.zaman.com.tr/kitapzamani/newsDetail_getNewsById.action?sectionId=41&newsId=6387
Re: Aslı Erdoğan - Mahpus
Köye giderken kitapçıma uğradım. Nasıl olsuysa gözüme Aslı Erdoğan'ın Taş Bina ve Diğerleri adlı kitabı ilişti. Sevindim tabi ki. Bu; formda okuduğumuz öykülerin, bilgisayardan bağımsız, istediğim bir mekana taşınması demekti benim için. Kaldı ki okuma geleneğim ona daha yatkın. Sonuçta, sıcak bir günde köyün minübüsü hareket ettiğinde, ben birkaç sayfa okumuş, kitabı kapatmak zorunda kalmıştım. Okumak için özel mekanlar, özel bir ruh hali gerektiriyor gibi geldi bana.
Daha sonra günlerce, çeşitli yerlerde (sessiz ve sakin) öyküleri okumayı sürdürdüm. 134 sayfalık kitabı daha bitiremedim. Bazı duygu ve islenimlerimi paylaşmak istiyorum;
-Aslı Erdoğan okumak, ( bu kitap için) sürekli, karamsar, iç burkucu şeylerden konuşan birisini dinlemek gibi bir şey gibi geldi bana. Özellikle güne onu okuyarak başlamak zamanla bende hoş olmayan hisler uyandırmaya başladı. Gece okumak daha uygun gelmeye başladı.
-Karamsarlık tabi ki biraz da kendi algılarıma, ruh halime dönük bir niteleme. belki bir Kafka'nın, bir Oğuz Atay'ın, bir Yusuf Atılgan'ın da hiç de iyimser olmadıkları düşünülebilir... Ama Aslı Erdoğan'ın dili, veya karamsarlığı; sanki konuşmayan, sessiz harflerle, sözcüklerle değil de bağıran, çığlık atan, etkileyen, insanı içine çeken, uluorta, daldın, mutlu, dilinde bir ıslık, yürür giderken, insana çelme takan bir dil, gibi...
Belki dederinlerde, bilinçaltımda,çelme takılmayı isteyen, buna dünden razı bir yanım da var farkedemediğim. Bilemiyorum.
Bu kitapla ilgili epey şeylere takıldım kaldım. Zaman bulabildiğim kadar paylaşmaya çalışacağım.
Re: Aslı Erdoğan - Mahpus
Bu, tam da Uzun Hikâye'nin yapmayı amaçladığı şey. Bu yüzden dosya paylaşımını burada süreyle sınırlıyoruz. Kolay ulaşılır olması bir şeyin, insanı daha özgür kılmıyor. Aksine herkes kendi izini özgürce sürebilsin diye emek harcamak gerektiğini anımsamak gerekiyor.
Çabanız ve dikkatiniz buna değdiğinin güzel bir örneği.