UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Anlam Sorunu ve Sanat Yapıtında "Anlam"

17 May 2009
Barış Acar

Bu upuzun konuya nereden başlasam, onun içinde nasıl ilerlesek diye uzun zamandır düşünmekteyim. Sonunda, bir yerinden başlamanın, forum kullanıcılarının iradesiyle bu araştırmanın derinleşip derinleşmeyeceğini görmenin daha yerinde bir tutum olacağına karar verdim.

Öykü söz konusu olduğunda yaptığımız incelemeler gösterdi ki; yaptığımız değerlendirmelerin pek çoğu yapıtın "anlam" boyutunun saptanması ve yazarın metne yerleştirdiği açık ya da gizli anlamların analizi üzerinden ilerliyor. Dolayısıyla bu da bizi bilgi nesnesi haline getirmeye çalıştığımız alanın kaplam bilgisine sahip olup olmadığımız sorununa getiriyor. Şunu söylemeye çalışıyorum: "Anlam"ın anlamını ne kadar çözebiliyoruz ki, başka bir şeydeki, hele ki bir sanat yapıtındaki "anlam"a ulaşabileceğimizi iddia ediyoruz?

İşte bu başlıkta, felsefe tarihinde önemli olmuş kimi yaklaşımlar üzerinden anlam bilgisine yaklaşabileceğimizi düşünüyorum. Semantik ve Hermeneutik (özellikle de Dilthey ve Gadamer) bu konuda iki önemli çıkış noktası. Bu konulara ilişkin edindiğim bilgileri ve yorumlarımı buradan paylaşmaya çalışacağım.

Gücüm olursa Teo Gürnberg'in Anlam Kavramı Üzerine Bir Deneme kitabından da yararlanmak istiyorum.

"Anlam", "anlama", "anlamlandırma" gibi kavramların farkları; anlamın dil ve dil dışıyla ilişkisi; "yorum"un olanağı üzerine yapacağımız çalışmalar bizi ele aldığımız konularda daha "anlamlı" sonuçlara götürecektir.

Temel kavramsal şema için şu adrese bakılabilir: Felsefe Ekibi - Anlam (Kavramlar)

Kategori:

Re: Anlam Sorunu ve Sanat Yapıtında "Anlam"

Gürnberg'in kitabındaki düşünceleri en yakın zamanda başlıkta okuyacağız arkadaşlar...


Re: Anlam Sorunu ve Sanat Yapıtında "Anlam"

Barış'ın Soysuz Kedi başlığında değindiği "alegori", "sembol" meselesine Murat Belge'nin şu iki hoş yazısıyla katkıda bulunmak istedim:

Alegori

Sembol

Başlık kirliliği yaratmamak için en uygun yer olarak burayı seçtim.


Re: Anlam Sorunu ve Sanat Yapıtında "Anlam"

Yazılar için teşekkürler Abdullah, katkısı oldu.


Re: Anlam Sorunu ve Sanat Yapıtında "Anlam"

""
Yazılar için teşekkürler Abdullah, katkısı oldu.

Ne katkısı oldu; merak ettim doğrusu. :?:


Re: Anlam Sorunu ve Sanat Yapıtında "Anlam"

Şiirde neden alegori sözcüğünün kullanılmadığını düşünüyorum. Ya da ben mi atladım, daha çok simge kullanılmıyor mu?

""
Yani 'sembolizm' de, 'alegori' de, bir şeyin bir başka şeyi temsil etmesi temelinde birleşirler. Ama zaten bu dediğim olmasa edebiyat da olmazdı. Edebiyatın bize 'genel hayat' hakkında bir söz söylemesinin yöntemi budur: Bir şeyin, kendinden başka şeyleri de temsil edebilme potansiyeli.
Ama bu temelden sonra ortaklık biter: Alegori, bilinen bir şifreyle hemen çözeceğimiz bir mesaj verir; sembolün ne dediğini zamanın sonuna kadar tam olarak bilemezsiniz, ancak ona yaklaşabilirsiniz.


Re: Anlam Sorunu ve Sanat Yapıtında "Anlam"

""
Şiirde neden alegori sözcüğünün kullanılmadığını düşünüyorum. Ya da ben mi atladım, daha çok simge kullanılmıyor mu?

Cihan, soru'nu anlayamadım. Biraz daha açıklayabilir misin?


Re: Anlam Sorunu ve Sanat Yapıtında "Anlam"

Sorumun cevabını buldum Abdullah. Simge ve alegori farkını anladım, bunun üzerine düşünmemişim uzun uzadıya onu anladım.


Re: Anlam Sorunu ve Sanat Yapıtında "Anlam"

Anlam ve dil üzerine notlar:

Yapısalcı dil eleştirisinin, yani yapısalcılığın eleştirisinin en önemli sonuçlarından biri de “göstergenin dağıtılmasıdır.” Özellikle derrida nın bu konudaki çalışmaları dilin sanıldığı gibi “gösterilen” ve “gösteren” ikilililerinden oluştuğunu söylemek için bir nedenimiz kalmadığını göstermiştir. dil “gösterenlerin” birbirine sonsuzca eklemlenmesi ile işlevsellik kazanabilmektedir. Bir gösterenin bir gösterilene işaret ediyor olduğu fikri derridanın deyimi ile “bulunuş metafiziğine” bir eğilim olarak okunmalıdır. Bu noktada “metaforik dil” anlayışı üzerine yeniden düşünmek gerekir.
---
“Göstergenin dağılması” metoforik dil denilenin de farklı tasavvur edilmesini gerektirecektir. “Metaforun asılın yerine ikame ediliyor olması” düşüncesi dilsel tahakkümün bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Dilde temsil düşüncesi esasında anlamın merkezileştirilmesi için bir araçtan başka birşey değildir. “Temsil eden” ve “temsil edilen” şeklindeki dual yapıda, “temsil edilenin önceliği” anlamın sabitlenmesi ve hakikat olarak ortaya konulması için kurgusal bir hiyararşiklendirmeden ibarettir.
----
Öyleyse “metaforik dil” artık anlama açılan bir kapı değildir. metaforik dil “metaforların saçılması” bağlamında metinde anlamın tespit edilemezliğidir. Bu; metinde “anlamın yokluğu” değil, “anlamların varlığıdır.”
----
“Yazarın ölümü” üzerine :
Gösterilenin, gösterenlerin kendi aralarındaki oyununa dönüşmesi ile yazarın metin üzerindeki hakimiyeti de bir soruşturmanın konusu haline gelir. “Tanrı anlatıcı” konusunda yazdıklarım da bu bağlamda değerlendirilebilir. “Yazarın ölümü” yazarın yazdığının nedeni olmaktan çıkarılması anlamına gelir. Bunu bir ölçüde psikanaliz ile de ilişkilendirebiliriz. Bilindiği gibi, psikanaliz öznenin edimleri üzerindeki mutlak hakimiyetinin bir ölçüde elinden alınması olarak okunabilir. Bilinçten bilinçdışına havale edilen “belirleyicilik alanı”, “yazarın ölümü “ bağlamında yazarın eseri üzerindeki önselliğinin eleştiriye açılmasıdır.
----
Hermetiğin derin hakikati arayıp bulmaya çalışması gibi, psikanaliz de nesnesi olan “hastada”, onun bilincine yansıyanların gerçek sebebini -özünü- arayıp bulmaya çalışır. Söz konusu hermetik anlayış aslında dilin ele avuca gelmez oynaklığını bir şekilde farkedebilmiştir. Fakat bu anlayışta hala dilsel tahakküm anlayışının varlığını sürdürmesi, dilin ele avuca gelmezliğinin bu anlayışta hacıyatmaz şeklinde tasavvur edilmesine yol açar. Yani o her ne kadar oynak olsa da, bir bütünlüğe, merkezi bir noktaya -hacı yatmazlar gibi- işaret eder. Metnin üst üste bindiği noktalar, bu yorumsamacılarca merkezi bir noktayı imleyen simgeler olarak anlaşılır. Bu “hatalı okuma” dilsel ağın bağlantı noktalarındaki geçişkenliğin, bir sabite/aşkına işaret eden “teleolojik üst üste binmeler” olarak anlanması ile ortaya çıkar. Hegelyan hakikat olarak diyalektik yöntemin teleolojiye bağlaması, dili okuma tarzı bakımından hermetik ile aynı izleği takip eder.
Yine “kutsal metinlere” yönelen yorumsamanın, ondan “derin anlamlar çıkarması”, dilin işlevselliğinin bir sonucudur, fakat bu “dilin işlevsel bir kullanımı” kesinlikle değildir. Her hangi bir metinden “derin olduğu düşünülen” anlamlar çıkarmanın önünde hiçbir engel yoktur, tam tersine önümüze konan her metinde “derin anlamlar bulunabilir”. Bu dilin içsel bir olanağı olarak böyledir. Ki bu durum tam da iletişimimizi işlevsel kılan dilsel fonksiyonlardan kaynaklanır, yani “derin anlamların metinlerden çıkarılabilmesindeki olanaklılık” ile “iletişimin görece sağlanabiliniyor olması” aynı dilsel nitelikler sayesinde gerçekleşebilir. Bu olanak bir “merkezin” değil, “merkez yokluğunun” sonucudur. “Anlamın çoğulluğu” “merkezden” türemez; aksine “anlamın çoğulluğu” “çeşitli merkezlerin” kurulmasına olanak sağlar. İşte bunu es geçen “merkezden türeyen simgeler”/“merkezin yansılamarı olarak simgeler” anlayışındaki metaforik/simgeci anlatım dünyayı bir bulmaca olarak görmeye devam eder ve onu çözmeye çabalar.
----
“Yazarın” metinde birşeyler demek istiyor olduğu düşüncesinin felsefi bağlamda bir varsayım olduğunu kabül etmek gerekir.herşeyden önce bir “yazarın” konuşurken ne dediğini sahiden de bilmesinin imkanı yoktur.bu bağlamda Lacan, psikanalizden getirdiği tüm handikaplarına rağmen "Ne söylediğimi bilmiyorum" dediğinde önemli bir hususa değinmiş olur.
----


Re: Anlam Sorunu ve Sanat Yapıtında "Anlam"

""
dil “gösterenlerin” birbirine sonsuzca eklemlenmesi ile işlevsellik kazanabilmektedir. Bir gösterenin bir gösterilene işaret ediyor olduğu fikri derridanın deyimi ile “bulunuş metafiziğine” bir eğilim olarak okunmalıdır. Bu noktada “metaforik dil” anlayışı üzerine yeniden düşünmek gerekir.

oktay’ın Derrida’ya referansla ele aldığı, dil felsefesinin -giderek bütün felsefi “söylem”in- en önemli sorunlarından biri olan bu konu, doğal olarak, uzunca bir zamandır benim de aklımı kurcalamakta. Yanlış anımsamıyorsam bir yerde, oktay da, bu konudaki tutumunun Wittgeinstein’ın ikinci dönemine, yani Felsefi Soruşturmalar’ı kaleme aldığı ve dili anlam ya da mantıksal şema üzerinden değil, işlev üzerinden değerlendirdiği döneme denk düştüğünü söylemişti. Ben de kendimi bu görüşe fazlasıyla yakın hissediyorum. Hatta bir dönem forumlarda Wittgeinstein’ın “Anlam değil, kullanım olanağı arayın” sözünü imza olarak kullanmıştım.

Yukarıdaki satırlardaki “metaforik dil”i, ben, Derrida’nın -aslında çok daha önceden Todorov’un üstünde durduğu- “gösteren”ler şeklinde vücut bulan ve sürekli birbirini öteleyen anlam fikri yerine, anlam duraklarında konaklayan, sürekli yeni bir “gösterilen”i ima eden metaforlar olarak düşünüyorum. Tedbirli bir dille söyleyecek olursam: Derrida’yı Dilthey’dan çok da koparmadan ele almayı işlevsel buluyorum.

""
Öyleyse “metaforik dil” artık anlama açılan bir kapı değildir. metaforik dil “metaforların saçılması” bağlamında metinde anlamın tespit edilemezliğidir. Bu; metinde “anlamın yokluğu” değil, “anlamların varlığıdır.”

Doğal olarak, benim tutumumun yukarıdaki yaklaşımdan ayrılığı hemen görülebilecektir. “Anlamlar” konusunda değinilen “çokluk” fikrine ilişkin eleştirilerime ise dağınık olarak pek çok metnimde değindim. Henüz bir araya gelecek kadar olgunlaşmadılar belki, ama aşağıdaki alıntı muradımı bir parça anlatabilir.

“Barış Acar” dedi ki:
Dünyanın birbirine uzlaşmaz derecede karşıt ikilikler olarak kurgulanmasını temel alan diyalektik düşünce, doğunun izini sürdüğü tekçi düşünceye bir alternatif olarak ortaya çıkmıştı. Yüzyıllar boyunca Batı düşüncesinin omurgasını oluşturan bu düşünce sistemi, uzlaşım ve çatışmalarla işleyen dinamik bir süreci hareket noktası olarak kabul ediyordu. Öte yandan ise süreç içinde karşıt olarak konumlandırılan unsurların etkileşimi, iletişimi, yani diyalogları idi söz konusu olan.

18. ve 19. yüzyıllarda Aydınlanma eleştirisiyle başlayarak, 20. yüzyılda yapısökümcü teorilere kadar uzanan ve bugün pek çok yazar ve akademisyeni peşinden sürükleyen “çokluk” teorilerinin ıskaladığı nokta tam da budur. Yine de Aydınlanma düşüncesine karşı konumlandırılan eleştirinin tümüyle haksız olduğu söylenemez. İkilikler şeklinde kurgulanan dünya da, aynen tekçi düşüncenin Uzakdoğu kültüründeki anlamını kaybetmesinde olduğu gibi, zaman içinde anlamını kaybederek oldukça statik bir dünya kurgusuna yol açmaya başlamıştır. Bununla birlikte diyalektik mantığının temelinde yatan karşıtlıklar fikrine odaklanarak, farklılık ve yan yanalıkları göstermek adına aslında “iletişim”i bir kenara bırakır “çokluk” düşünürleri. Bu yüzden kullanıcılarının elinde “çokluk”, “aslında dilin iletişimsel olmadığını” öne süren yazarlardan alıntılarla konuşan, yeni nesil pesimist şiirsel bir septisizm, bir tür yeni tekçi düşünceye dönüşüverir.

Nietzsche’nin işaret ettiği -düşüncelerin birbiriyle çelişmesi ya da çatışması yerine yalnızca farklı olmaları anlamında- “çokluk”, yalnızca farklılıkların yan yana durması değil, -Ponty’nin terimcesiyle- birbiriyle geçişlilikler halinde bulunarak “iletişim” kurması, adeta genetikleşmiş bir “symbiosis” halinde bulunmasıdır.


Re: Anlam Sorunu ve Sanat Yapıtında "Anlam"

Barış Acar dedi ki:
Yukarıdaki satırlardaki “metaforik dil”i, ben, Derrida’nın -aslında çok daha önceden Todorov’un üstünde durduğu- “gösteren”ler şeklinde vücut bulan ve sürekli birbirini öteleyen anlam fikri yerine, anlam duraklarında konaklayan, sürekli yeni bir “gösterilen”i ima eden metaforlar olarak düşünüyorum. Tedbirli bir dille söyleyecek olursam: Derrida’yı Dilthey’dan çok da koparmadan ele almayı işlevsel buluyorum.

“Gösterenin” belirli bir “gösterileni” ima ettiği şekilndeki savdan doğan ”özneler arasıcılık” ve doğal olarak “hermenetik” olacaktır.zaten dilthey vurgunuzun sebebi de bu sanırım. En temelde bu durum şundan kaynaklanıyor diye düşünüyorum : “eğer temelde bir gösterilen yok ise,(dil sadece gösterenler arasında iş görüyorsa) bir iletişim nasıl mümkün olabilir..eğer “bilinçli özne” bir şey kastetmiyor ise(bu durumda gösterenin belirli bir gösterilene işareti bir kurguya dönüşür) iletişim nasıl mümkün olabilir” bu noktaların insani düşünce sisteminin kaçak noktaları olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda “düzgülü dil kullanımının” düşünmeye tahakkümü olarak okuyorum bu durumu. dilin gramerik yapısı dahi aktif/pasif mantığı üzerinde işlediği için belirli bir gösterilen zorunluluk olarak kendisine yer buluyor dizgede. Dikkat edilirse, tüm düşünce tarihi boyunca (bazı istisnalar var tabii) tekrar tekrar karşımıza çıkan husus bundan ibarettir. Dil felsefesinin günümüzdeki “kaçınılmaz” yükselişini de buna bağlamalıyız..

Barış Acar dedi ki:
(...)Bununla birlikte diyalektik mantığının temelinde yatan karşıtlıklar fikrine odaklanarak, farklılık ve yan yanalıkları göstermek adına aslında “iletişim”i bir kenara bırakır “çokluk” düşünürleri. Bu yüzden kullanıcılarının elinde “çokluk”, “aslında dilin iletişimsel olmadığını” öne süren yazarlardan alıntılarla konuşan, yeni nesil pesimist şiirsel bir septisizm, bir tür yeni tekçi düşünceye dönüşüverir(...)

Bu yazdığınızı anlayamadım..daha doğrusu “iletişimin bir kenara bırakılması” şeklindeki savınızı yerine oturtamadım.. demek istediğim söz konusu anlayış ne pesimisttir, ne de tekçi... karşı çıkılan nokta bunlarla da pek ilişkili değil.Sorgulama hermetiğin derindeki anlamı bulup çıkarma -sanki derinde bir anlam varmış gibi-, dolayısıyla özneyi sorgulanamaz bir öz ile tasavvur etmeye yönelik tutumuna ilişkindir. Sorgulama öznenin dil üzerindeki hakimiyetini sarsar, yani dil ve özne ilişkisini bir anlamda tersine çevirir. Göstergenin sorgusunu bunlardan ayrı düşünmek, ondan çıkan “temel sonuçları” anlaşılmaz kılacaktır..
Sorgulama gösterenin gösterilene tekabül edip etmediği ile ilgilenmez, çünkü “gösterileni” bir iç rahatlatma, ayakları yere bastırma amacıyla icat edilmiş enstruman olarak görme eğilimindedir.dil metafiziğine bir yönelim olarak “gösterilen” belirmektedir, derrida “yarı kavramları” zaten bu yüzden icat eder. Soz konusu anlayış, iletişimi bir olanak olarak gördüğü için açık bırakır ve tamamen yüzeydeki bir etkinlik olarak tespit eder. İletişim, olabilirliktir sadece ve“önceden verili bir bağlama erişme” şeklinde gerçekleşememektedir. herhangi bir bağlamı, herhangi bir zamanda sabitleyip ele geçirmemiz de imkansız görünüyor.

bu arada todorov ile ilgili türkçe kaynak tavsiyeniz var mı? daha önce hiç duymadım da..


Re: Anlam Sorunu ve Sanat Yapıtında "Anlam"

"Çokluk" fikriyle ilgili eleştirim, daha doğrusu, onu diyalektik -ya da Ponty'nin kastettiği anlamıyla üst-refleksiyonla ele alan diyalektik- aracılığıyla yeniden tanımlama girişimim bu satırlarda henüz oldukça muğlak. O yüzden anlaşılması için biraz zamana ihtiyaç var. Yukarıdaki alıntı da Artist dergisinin Ekim sayısında yer alacak bir yazıdan. Sanırım dergide bir süre bunun üzerinden bir tartışmayı sürdüreceğiz gibi görünüyor.

Rus biçimcilerinden Tzvetan Todorov ise yapısalcılığa en büyük katkıyı yapmış düşünürlerden biri. Türkçe'de bir hayli kitabı var.

Benim özellikle önemsediklerim ise YKY'nin cogito dizisinden yayımlanmış Yazın Kuramı ve Metis Yayınları arasından çıkmış Poetikaya Giriş.

Bu ikincisinde şöyle diyor Todorov:

""
Dilin ve simgesel olanın ‘dışarısı’, ‘dışı’ düşünülemez. Hayat bir yaşam-yazımı, dünya bir toplum-yazımıdır; hiçbir zaman ‘simgesel dışı’ veya ‘dil-öncesi’ bir durumda bulunmayız.

Kaynak: TODOROV, Tzvetan. Poetikaya Giriş, (Çev. Kaya Şahin), İstanbul, Metis Yayınları, 2001: 98.

Ponty'nin üst refleksiyon ve üst-diyalektik (hyper-dialectic) konusundaki tutumu için bkz.:

BARBARAS, Renaud. The Being of Phenomenon – Merleau-Ponty’s Ontology, Çev.: Ted Toadvine, Leonard Lawlor, Bloomington, Indiana Universty Press, 2004.

ve

Ponty - IEP (özellikle "d" bendi.)