UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Aktör

01 Ara 2008
Barış Acar

Susuz Yaz
İstanbul
Çağdaş Yayınları
1995
s. 179-196

Son indirilme tarihi: 16 Aralık 2008
Öykü forumdan kaldırılmıştır. (Bkz.:Forum İşleyişi).

Kategori:

Re: Aktör

Necati Cumalı kasabaya, kahve gösterimlerine kadar düşen, sona yaklaşan bir aktörün öyküsünü başarıyla anlatmış. Sami Paşazade Sezai'nin Tanzimat döneminde yazdığı ama döneminin ilerisinde özellikler gösteren Pandomima öyküsüyle konu bakımından benzeşir "Aktör". Tabi yazılma koşulu, devri, dili itibariyle Cumalı'nın öyküsü daha gerçek...
Necati Cumalı'nın öykülerinde sıkça rastladığımız "izlenim, gözlem" bütünlüğü bu öyküyü de başarılı kılıyor. Aktör'ün kasaba gençleri karşısındaki itibarı; İstanbul piyasasındaki aktörleri, aktristleri kötülemesi, Hitlerin Berlin'i Ruslara teslim etmeden önceki son çırpınışları gibi kulaklarımızda yankılanıyor. Hani o klasik hikayede olduğu gibi; Ruslar Berlin'i ele geçirmek üzereyken, karargaha 100 metre yakındayken Hitler bu gerçeği görmeden, etrafındakilere hala zafer nidalarıyla emirler vermeye devam etmiştir ya, öyküde de Aktör, sanki hemen yarın İstanbul'a dönüp o parlak ışıkların ardında yeni bir filme başlayacakmış gibi bir hava yaratmaya çalışıyor... Hatta yarattığı bu yalan dünyasında kendisi de yaşıyor. Oyunculara verip veriştirmeler, etrafına aktör kaprisleriyle bağırmalar, oyunculuk dersleri...Cahide Sonku'ya tokat atması da hani yanındakilere "yuh" dedirtecek cinsten:

""

- Nasıl? Tokatladınız mı?
- Evet tokatladım, hem de Cahide Sonku, Cahide Sonku'ydu o yıllarda. SAhnelerin gelmiş geçmiş en güzel, en büyük kadın oyuncusuydu...
- Neden tokatladınız?
- Şımarmıştı. Tepemi attırdı. İndirdim elimin tersiyle...

Son olarak da; Aktör'ün bakımsız, köhne hana dönüp gerçeklerle yüzleşmesi ise fena dokunuyor insana...O yüzleşmeyi yapması, zavallılığını birkez daha yaşaması...Cumalı yarattığı tiplerde bu gerçekciliği, tek düze olmamayı fazlasıyla başarıyor. Belki de onu bir adım önde kılan bu...


Re: Aktör

Cihan Başbuğ dedi ki:
Cumalı yarattığı tiplerde bu gerçekciliği, tek düze olmamayı fazlasıyla başarıyor. Belki de onu bir adım önde kılan bu.

Ben de katılıyorum Cihan'ın bu düşüncesine.
Öyküye gelince,
Aktör'ün gençlerin karşısında öyle artistlik yaptığını, kendine bir şeyler ısmarlattırdığını, meslektaşları hakkında atıp tuttuğunu görünce sinir olmuştum ona. Odasında yapayalnız kaldığında öğrendiklerim, müfettişlere sataşmasını öyle anlamlı kıldı ki... "Ne yüzüne değen sıcak bir soluk, ne saçlarına uzanan sıcak bir el var." Ama böyle olmasının nedeni ne?
Gençliğinde arzuladığı şeyi(ünlü olmayı, aranılan, hayran olunan bir oyuncu olmayı) gerçekleştirmek için seçtiği yol, kendisine yapılanlara teslim olarak bunu başaracağını sanması. şimdi olduğu gibi o zamanlarda da kendini kandırıyor.
Aktör’ün kendini tekrarlayan bir yaşam sürdüğünü hemen anlıyoruz. Uzun süre gözlemlemiş kasaba insanlarını. Hemen her kasabada benzer olaylar yaşıyor olmalı ki Aktör, gençlerin duymak istedikleri şeylerin neler olduğunu biliyor, onları nasıl etkileyeceğini de. Sezai’nin’ ticaretle uğraştığını öğrenince yüzünün gülmesi de bundan. Onun kendisini ağırlayacağından emin. Çünkü, her halde, hep böyle oluyor.
Sezai’nin ticaretle uğraştığını öğrendiğinde Aktör’ün yüzü gülünce, ben onun parası olsa da olmasa da insanları sömüren, asalak bir adam olduğunu düşünmüştüm ama parasızken yapıyor bunu. Çünkü kendisi kahveciden parasını alınca, bu defa kendisi ısmarlamak istiyor.
Kendini sarhoşluğa vurması, onu taşıyan gençlere yakınlık göstermesi, handaki odasında duyumsadığı yalnızlık çok gerçekçi, çok etkileyici anlatılmış. Başarısızlığının nedeni de… ama bunlar onun düşünceleri olarak anlatılmasaydı diye düşündüm. Gençlerin hayran olduğu, ya da merak ettiği oyuncular hakkında söylediklerinin aslında kendi yaşadıkları olduğunu öğrendiğimiz otel odasındaki bölümde, sanki Aktör, kendisiyle bir hesaplaşma yaşayamaz, bundan kaçınır, yok sayar gibi geldi bana. Bunu anlatan ya da düşünen Aktör’ün kendisi değil anlatıcı olsaydı diye düşündüm. Her gittiği kasabada odasına dönüp kendisiyle baş başa kaldığında hep bu hesaplaşmayı yaşıyor olamaz, yaşadığının, ne yaptığının bilincine varmışsa, sarhoş da olsa, ki sarhoş olmadığını, sıkıştığında sarhoşluğa sığındığını anlıyoruz, aynı biçimde kandıramaz ne kendini ne de karşısındakileri. O, sanki, söylediği yalanlara kendisi de inanır, tüm bunları yaşayanın kendisi olduğunu kendisinden bile gizler, inkâr eder diye düşündüm.


Re: Aktör

Öykü üzerine söyleyecek çok sözüm olmadığından ne zamandır sessizdim. Öykünün ilk yayımlanışının üstünden 46 yıl geçmiş. Bir dönem Türkiye sinemasında sıkça rastladığımız "aydın bunalımı" edebiyatını/ sinemasını anımsatan (daha doğrusu onları önceleyen) öğeler bende öykünün etkisini azalttı açıkçası. Yani geçen zamanın öykünün değerini biraz düşürdüğü kanısındayım. "İlçenin tek avukatı"yla yeniden karşılaştığımız bu öyküde (gerçi kendisiyle değil sekreteriyle karşılaşıyoruz) aktörün sorgulamasını başlatan şey, İstanbul'da başka oyunlar da izlemiş, kasabalının sınırlı olanaklarının yarattığı kapalı alana sıkışıp kalmamış iki müfettişin oyun sırasında gülmeleri. Kasabalı için tam bir kahraman rolünde olan aktör, ufkunu genişletme olanağı bulmuş insanlar karşısında dünyadaki konumunu sorgulamaya, o güne dek yaşadığı korkunç yabancılaşmayla yüzleşmeye mecbur kalıyor. Cumalı, bir yerde, aslında sahnede değil de yaşamın içinde aktörlük yapmaya çalışan "aktör" üzerinden dünyada kapladığımız alanı da sorgulatıyor bence. "Aktör"ün düpedüz yalan söyleyerek yaptığını başka biçimlerde bizim de yapıp yapmadığımızı düşünmeye itiyor beni bu öykü.


Re: Aktör

Cumalı'nın genel hatlarıyla beğendiğim bu öyküsünde aktörün kendisiyle hesaplaşmaya başladığında öğrendiğim şeyleri sevmedim. Örneğin geçmişinde yaşadığı o bütün acı ve ona göre utandırıcı şeyleri başkalarının başına gelmiş gibi anlatmış olduğnun okuyucuya da bildirildiği yerleri sevmedim. Bu karakter(ler)in hala yaşıyor olduğuna üzülüyorum.


Re: Aktör

Öyküde tuluat tiyatrolarının varlığına dikkat çekmek isterim. Karakteri ya da anlatımı sevip sevmemekten öte bir döneme iyi işaret ediyor Cumalı. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Anadolu'yu gezen ve sanat tiyatrolarının büyük oyunlarını meddahlıkla, komedyayla birleştirerek kahvelerde gösteren bu yapılanmaların, yapılanma içindeki küçük insanların, sinema ile harmanlanma sürecini gösteriyor bir yandan bu öykü. Bu anlamda aslında aktör olmayan Aktör'ün öyküsü daha da hazin bir hale bürünmüyor mu?

Aslında bir iki sorum daha var öyküye ama bu aralar forumda işler kesat ya, sormak içimden gelmiyor. Crying


Re: Aktör

Lütfen ama... Soruları acilen bekliyoruK.


Re: Aktör

Öyküde en çok güldüğüm yer Aktör'ün oyununu oynadıktan sonra (Nis'te balayı vb.'den sonra) kendisini alkışlayan emekçi kalabalığı oldu. Masal dinlemiş gibi çocukluklarına dönmüşlerdi diyor yazar.

""
Sanat! Ne sanıyorsunuz siz sanatı? Sanat büyük iştir! Güç iştir. Çok büyük, çok güç iştir.

Bu kısım tümüyle Faust'un giriş kısmından ya da Thomas Mann'ın Tonio Kruger'inden esinlenilmiş gibi geldi bana. Her iki kitapta da sanat üzerine böyle bir tirad yer alır. Faust'taki yorum Cumalı'nınkine daha yakın. Çünkü Dr. Faust'un asistanı olan alık bir tipe söyletiliyor benzer laflar orada. Kruger'de ise romanın başkişisi, geçirdiği dönüşümün ve acının etkisiyle sanattan bir hastalık gibi söz ederek konuşuyor. Cumalı her iki yoruma da aşina olmalı diye düşünüyorum.

""
Sonradan gelen iki genç, eve uğramak zorunda olduklarını söyleyerek kahvenin önünde onlardan ayrıldı. Gerçekte ise lokantaya gelebilecek paraları yoktu.

Cumalı'nın gücünü samimiyetten alan satırları bunlar. Hepimiz de ne çok kaldık bu durumda. Yoksunluk öyle içimize işlemiş ki, bugün olsa yine biz Aktörden ayrılan grupta olurduk diye düşünüyorum.

Daha önceki iletimde Reşat Nuri'nin kasaba anlatımlarıyla bağlantı kurmuştum. Tuluat tiyatrolarını anlatıyordu Reşat Nuri de. Bir şey daha aklıma geldi. Yine "Anadolu Notları"nda şehre gelen misafirlerin hanlardan bozma otellerde kaldığından da bahsediyordu. Reşat Nuri'nin Anadolu Notları'nı 1930'larda Cumalı'nın ise bu öyküyü 1980'de yazdığı düşünülürse oturup ağlayası geliyor gerçekten insanın.

""
...yağmur sularının biriktiği makadam döşeli yol...

Makadam: Kırılmış taş döşenip silindir geçirilerek yapılan yol. (Bkz.: TDK)

""
Cihan yazdı:
Sami Paşazade Sezai'nin Tanzimat döneminde yazdığı ama döneminin ilerisinde özellikler gösteren Pandomima öyküsüyle konu bakımından benzeşir "Aktör". Tabi yazılma koşulu, devri, dili itibariyle Cumalı'nın öyküsü daha gerçek...

Karşılaştırmak istedim ama "Pandomima" linki çalışmıyor maalesef.

""
Elif yazdı:
Gençlerin hayran olduğu, ya da merak ettiği oyuncular hakkında söylediklerinin aslında kendi yaşadıkları olduğunu öğrendiğimiz otel odasındaki bölümde, sanki Aktör, kendisiyle bir hesaplaşma yaşayamaz, bundan kaçınır, yok sayar gibi geldi bana. Bunu anlatan ya da düşünen Aktör’ün kendisi değil anlatıcı olsaydı diye düşündüm. Her gittiği kasabada odasına dönüp kendisiyle baş başa kaldığında hep bu hesaplaşmayı yaşıyor olamaz, yaşadığının, ne yaptığının bilincine varmışsa, sarhoş da olsa, ki sarhoş olmadığını, sıkıştığında sarhoşluğa sığındığını anlıyoruz, aynı biçimde kandıramaz ne kendini ne de karşısındakileri. O, sanki, söylediği yalanlara kendisi de inanır, tüm bunları yaşayanın kendisi olduğunu kendisinden bile gizler, inkâr eder diye düşündüm.

Bu saptamaya katılıyorum. Aktör'ün tutumu Woody Allen'ın Mach Point'indeki gibi gerçeklerle yüzleşmeyi reddeden bir yapıda olmalı diye düşünüyorum ben de. Bir kere, daha en başlarda bu çatışmayı yaşamış olmalı. Ancak, tabii ki, çaresizlik iblisinin insanı nerede ne şekilde yakalayacağını kestirmek de güç. Öyküde bardağı taşıran damla olarak banka müfettişleri gösterilebilir. Bu karşılaşma Aktör'ü yıkmış görünüyor. Ayrıca bankacı olmaları da manidar. Sonuçta onu dışarı iten sistemin çarklarının dönmesini sağlayanlar onlar onun gözünde.

""
Eren yazdı:
Öykü üzerine söyleyecek çok sözüm olmadığından ne zamandır sessizdim. Öykünün ilk yayımlanışının üstünden 46 yıl geçmiş.

28-29 yıl olacak...

""
Eren yazdı:
...o güne dek yaşadığı korkunç yabancılaşmayla yüzleşmeye mecbur kalıyor.

Burada "korkunç yabancılaşma"nın altını çizmek istiyorum. Evet, bu bir yabancılaşma öyküsü. Kendi yaşadıklarını başkaları yaşamış gibi duyuyor çünkü Aktör. Bu saptamasıyla Eren öykünün can damarını yakalıyor bence. Aktör aksi halde yaşamını sürdüremez. Aslında oyuncu oluşu da bu durumla örtüşen bir ironi taşıyor. İşi oyunculuk yapmak olan ve bu konuda "başarısız" olmuş Aktör, yaşadığı şeyleri başkaları yaşamış "gibi davranarak" en önemli oyununu oynuyor. Cumalı yaman bir dilemma yakalamış, Çok tüketilmiş bir konu üzerinden de olsa gerçekle metaforlar aracılığıyla güzel yüzleşmiş.

Son olarak gelelim benim "tiyatrocuya güvenmem kardeşim" yaklaşımıma. İşte bir örnek daha. Aktörün sarhoşken bile kendi hareketlerini izlemesi ve ona göre davranması tüylerimi diken diken etti yine benim. "Ben tiyatoracıdan korkarım." Smile


Re: Aktör

linki tekrar yazıyorum:
Sami Paşazade Sezai - Pandomima