UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Ağlayan Devenin Öyküsü

07 Ağu 2011
gokseltuzun

Öyle filmler vardır ki; zaten ismini okuyunca onun güzel olduğunu anlarsınız.
İşte Ağlayan Devenin Öyküsü de onlardan biri.

Baştan söyleyeyim, filmi izleyip de beğenmeyen olursa intihar etmesi için elimden gelen tüm desteği ona verebilirim, gerekirse cinayet süsü verip cinayeti bile kabullenebilirim.
Kısaca Ağlayan Devenin Öyküsü öyle bir şey ki; beğenmeme şansınız yok.

Filmi izlemeden önce, şöyle bir ilerletip bakayım dedim, ilk gördüğüm fotoğraf (fotoğraf diyorum çünkü filmde öyle kareler var ki, hepsi de harika birer fotoğraf gibi. saniyede 25 kare fotodan hesaplarsak, baya bir harika fotoğraf varmış filmde:)

2005 yılında Oskara da aday olan bu belgesel Moğol Byambasuren Davaa ile İtalyan Luigi Falorni adlı iki öğrencinin bitirme projesiymiş.

Film dedelerimizden Janchiv’in bize anlattığı bir geyik ve deve öyküsü ile başlıyor.
“Bir zamanlar develerin boynuzları varmış…” diye aktarıyor bize Janchiv dede.
“ bir gün geyik gelip deveden boynuzlarını ödünç istemiş ve bir daha da geri getirmemiş geyik devenin boynuzunu.”

İşte bu yüzdenmiş o gördüğümüz develerin o uçsuz bucaksız çöllerde taaa ilerilere doğru bakması.
O günden beri geyiği beklermiş deve boynuzunu getirmesi için.

Hani filmin adından bahsetmiştim ya yukarıda filmin ilk karesi de önemlidir. Eğer gece geç saatlerde açmışsanız filmi ve uyumakla filmi izlemek arasında kaldıysanız ilk kareler belirler ne yapacağınızı eğer filmin ilk sahneleri sizlere “tamam, budur.” dedirtebiliyorsa izlersiniz.

(sabahın beşinde uyumayıp bu belgeseli izlememde bu hikaye de etkili olan unsurlardan)

Ben bu deve- geyik olayını Doğu-Batı arasındaki olaya benzettim.

Deve İslam’ın yayılmaya başladığı yer olan Arabistan ve çevre topraklarının vazgeçilmez unsurlarından. Şimdi 4çarpı4’ler olsa da deve hâlâ vazgeçilmez unsur bu bölgelerde, hiç şüphesiz.

Geyikse; Hristiyanlık için kutsal olan Noel’in temsilcilerinden Aziz Nikolas’ın binek aracı.

Bu hikaye nedense bana, misyonerler tarafından kandırılan Afrikalıların, İngilizler tarafından kandırılan Arapların hikayesini aklıma getirdi.

İlk dönemlerinde müthiş bir bilime sahip olan ve zamanla zevk ve sefaya dalan İslam dünyası ile Haçlı Savaşları’nda aldığı boynuzu hâlâ geri getirmeyen Batı dünyasının hikayesi –belki hikayeyi anlatanın da yazanın da aklında hiç olmasa da- benim aklıma gelen ilk şey bu ilişki oldu.

İşte bugün de gözlerini ufka dikmiş bir doğu dünyası, batıdaki her gelişmeye müthiş bir hayretle bakmakta ve her şeyin kendi boynuzu sayesinde olduğuna inanan deve gibi bununla teselli bulmakta ve bir gün boynuzunun geri geleceği günü beklemekte.

Filme geri dönelim; film, benim gibi şehirde yaşayıp da “arada bir buralardan kaçmak gerek lan.” Düşüncesine sahip insanları daha da tetikler nitelikte.
(hele hele küçüklüğünde elinde leptopuyla dağda çet yapan çoban olma hayalleri kuran ben için daha da can alıcı oldu bu film)

Film boyunca ailenin o tertemiz doğa ile iç içe olan yaşantısına imrenseniz de bir buçuk saatin sonunda “orada da bir yere kadar yaşar adam sıkılır lan.” düşüncesi vazgeçiriyor adamı.

Develerin doğurma mevsiminde çekilen belgeseli izlerken yalnızca televizyonlarda Tunus’u Arabistan’ı tanıtırken gördüğümüz develer hakkında ne kadar da çok şey bilmediğimizi öğretiyor bizlere.

Son yavruyu doğuran Anne İngen doğumu zor ve sıkıntı içerisinde gerçekleştirdiği için doğan yavruyu kabullenmek istemiyor.
Eee bir devenin bedeli de malum.
Aile zaten uzun süredir bu dönemi bekliyor.
Ama deve de beslenmezse ölecek.

Burada devreye giren Janchiv amcamızın “Keman gerek müzik gerek.” tarzındaki sözleri
“hadi lan ne alaka, Allah Allah kemanla devenin ne ilgisi var ki?” gibisinden şeyler söyletse de sizlere filmin sonunda Amcamızın haklılığını anlıyorsunuz.

Keman çalan birini bulmak için ailenin küçük çocukları Dude ve Ugna şehir merkezine gidiyor.
Şehir merkezi dediysek Taksim Meydan’ı beklemeyin bizim herhangi bir Anadolu köyüne denk gelebilecek bir yer, burası.

Çocuklar şehirde dolaşırken ailenin en küçük üyelerinden Ugna şehirde televizyonu görüyor.
Çadırlarına döndüğünde evdekilere bir televizyon istediğini söylese de ailenin büyüklerini tivinin o berbatlığı o ıssız bucaksız Gobi Çölü’nde keşfetmiş olacaklar ki
“bütün gününü neden o cam duvarın önünde harcayasın ki ?” gibisinden mükemmel bir bilinçsiz televizyon izleyicisi tanımı yapıyor.

Ancak her ne kadar itiraz edilse de filmin sonunda koskoca uydu antenleri ve 37 ekran televizyonlarıyla çocuğun isteğinin üstün geldiğini görüyorsunuz.

Beni meraklandıransa; acaba film boyunca ailenin çadırında televizyon var mıydı?
Ya da gerçekten yoktu da film bitince film ekibi tarafından mı alındı acaba?

Zaten yazıdan da anlayacağınız gibi bir belgesel; bir film demem bu kafamdaki soru işaretinden kaynaklanmakta.

Filmin son sahnesi ise gerçekten harika onu da burada anlatmayayım. Duygusal insanların gelin kızımızın anne deveyi okşayıp da “koooss kooos” diye söylediği şarkının ardından devenin yavruyu sahiplenmesiyle gözünden gelen göz yaşlarıyla birlikte ağlayacaklarına eminim.

Bu arada film ( tamamen belgesel olduğuna bir türlü ikna olamadım) filmin yönetmenliğini de yapan ve kendisi de Moğol olan Byambasuren Davaa’nın hikayesiymiş.

“ulan bunu çekmeyi nasıl düşünmüş bu adamlar?” sorusuna cevabı Davaa veriyor zaten, imkanınız olur da Moğolistan’nın çöllerine giderseniz bir gün buradaki sahnelerle zaten karşılaşırmışsınız.

Sözün kısası; Ağlayan Devenin Öyküsü hakkında bu kadar yazı yazmaya gerek yoktu ama yazdım.
Zaten ismini okuyunca insan harika bir şey olduğunu anlıyor.

iyi seyirler.

Kategori:

Re: Ağlayan Devenin Öyküsü

O zaman, "okuyunca harika bir şey olduğu anlaşılacak" yeni bir başlık öneriyorum:
"Gazı Gelmiş Yazarın Hezeyanları"


Re: Ağlayan Devenin Öyküsü

Barış Acar dedi ki:
O zaman, "okuyunca harika bir şey olduğu anlaşılacak" yeni bir başlık öneriyorum:
"Gazı Gelmiş Yazarın Hezeyanları"

barış böyle iletiler yazmazdı, hatta bu türden iletileri okurken söylenenlere katılsa bile "yüzünü buruştururdu" ama...


Re: Ağlayan Devenin Öyküsü

Hıncım "dil"edir.


Re: Ağlayan Devenin Öyküsü

"Her ne çekti isem dilimden çektim,
Ey dilim sen bana yaramıyorsun..."

Aşık Mahzuni Şerif