UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Unutkanlık

09 Eki 2012
Mehmet Sürücü

Aşağıdaki metni farklı kişilerin katkısıyla devam ettirebilir miyiz?

Deneysel bir öykü ortaya çıkarmaya çalışmanın tam sırasıdır bence.

"Bazı sabahlar yüzünde nereden iliştiği belirsiz, eğreti bir gülümsemeyle evden çıkardı. Nedense bir süredir hep geceleri yağan yağmurun ıslattığı sokaklarda, çirkin köpeklerin tasmalarını asık suratlı, kuru kemikli uzun insanların çekiştirdiği parklarda, kırmızı yüzlü sarhoşların şaraba batırdığı ekmek kırıntılarını martılara attığı rıhtım kenarlarında, günlerdir hiçbir trenin geçmediği tren rayları boyunca üzerinde unuttuğu o gülümsemeyle dolaşır dururdu.

Başka bir gün de yüzünde başka bir şey unutur, bilmeden gün boyu karşılaştığı tanıdıkları, arkadaşları, üzerindeki bu şeyi kendilerine alınıp bazen ona daha sevecen, yakın davranır, bazen de eni konu surat asıp onu onu görmezden gelirlerdi. O, böyle zamanlarda bu yaptıklarına bir anlam veremez, insan işte, bir anı birini tutmuyor, neylersin deyip, yürüyüp giderdi."

Kategori:

Re: Unutkanlık

""
Ben herkesin bir süre kendince bir şeyler karalamasını öneriyorum.

Evet, ben de katılıyorum size. Bir müddet bu biçimde devam edelim o zaman. Daha sonra üzerinde tartışmaya devam edebiliriz.


Re: Unutkanlık

Rendekar dedi ki:
Çok kısa bir zaman zarfında ufak ama sanırım yetersiz bir örneğe dönüştürdüm metnin bir kısmını. Bunun üzerinde, biraz biçem konusunda tartışıp kafa yoralım. Hangi yolun karakteri anlatmada daha iyi olduğuna karar verip öyle devam edelim çalışmamıza.

""
Sigara mı içmişim ben gene? Sigarasını küllüğe bastırdı, gerindi. Bir ağırlık çökmüştü üstüne; bitkindi, şakaklarına bir sancı saplanmıştı. Yataktan çıktı. Bir hırka attı sırtına; ağır aksak koridora çıkıp tuvalete girdi. Saat dokuzdu. Bugün de işe geç kalacaktı. Gitmesem? Bir gün daha izin versem kendime? Ceza keseceklerse kessinler, umrumda değil.

Hâlbuki dün, her gün kalktığım saatte kalkmış; gözlerimi dışarı dikerek sigara içmiştim. Su birikintileri vardı sokakta. Sıkıntılı, kasvetli bir gün olacaktı. Yüzüme su çarptım. Birkaç bozuklukla yarım paket sigarayı cebime tıkıştırdım. Nereden geldiyse, kapının eşiğinde, uzun bir çekecekle şekli bozulmuş ayakkabılarımı giymeye çalışırken ışıyıverdi içimde o duygu. Bir an duraladım. Oyuna gelmeyelim yeniden. Bir şey mi oldu, bir şey mi geldi aklıma? Beyefendi, pardon. Nedir bu yüzünüzün hâli? Sokağa böyle çıkmaya utanmıyor musunuz? Yok, utanmıyorum.

Hem neden utanacakmışım? Mutfağa girdi. Dün olması gerekirdi bu sıkıntının, şimdi değil. Çay koyup sofrayı hazırladı. Odasına gidip üstünü değiştirmeye başladı. Servis durağına doğru gideceğim yerde, tam tersi tarafa dönüp yürümüştüm. Bugün de mi öyle olacak? Evet. Yağmurun ıslattığı sokaklarda, insanlar işe gidiyor, dükkanlarının kepenklerini açıyor, emekliler uzun tüylü, sevimli köpeklerini dolaştırıyorlardı parklarda. Rıhtım kenarlarında, istasyon taraflarında raylar boyunca, bu nedensiz duyguyla dolaştım durdum. Yürüdükçe içimdeki sevinç kırıntısı büyüdü, yayıldı. Hâlbuki bulutlu, kasvetli havalar, yağmurun yağışı, kasabanın ıssız, kenar yerleri, rıhtımlar, tren istasyonları bana hep hüzün ve sıkıntı verirdi.

İnsanlar ne kadar karmaşık, anlaşılmaz. Ben, işe bir gün gidemedim diye maaş katı cezası alıyorum; tanıdık, tanımadıklarda tuhaf yüzler, davranışlar. Gidemedim işte. Bugün de gidemeyeceğim. Ne yapayım? Kırk derece ateşte olanı hasta kabul ediyoruz da, beni etmeyecek miyiz? Hastaydım o gün. Bugün de hastayım. Garip bir hastalık. Nedir bilsem. İnsanı güçsüz bırakıp, ateşler içerisinde yatırana hastalık diyorsunuz da, benim gibi hayatı boyunca içinde bir damla mutluluk, sevgi, sevinç kırıntısı dolaşmamış birisinin balon gibi sevgiyle, sevinçle, mutlulukla şişmesini neden hastalık kabul etmiyorsunuz? Bugün de o balon patladı, beyefendi. Dün suratınıza bakıp gülmüştüm. Bugün suratınıza bakıp ağlayacağım. Var mı bir itirazınız?

Asıldığı duvarın neminden, sırları dökülmeye yüz tutmuş ahşap çerçeveli aynaya baktı. Demlediği çayın mutfakta dolaşan kokusundan arta kalan tebessümü, çekip almak ister gibi elini dudaklarında ve çenesinde gezdirdi. İşte, anlamsız ve ifadesiz bir yüz. Çıkayım artık.

"Ben bu metni sevdim. Bunun üzerinden gideceğim. Ama en son haline nasıl karar verdiğimizi de bilmek isterim. Benim eklediğim son paragrafıda ekleyerek olması gerektiğinekarar verdiğimiz en son halini görebilirsek daha net ilerleriz devamında."


Re: Unutkanlık

Sigarasını küllüğe bastırdı, gerindi. Bir ağırlık çökmüştü üzerine; bitkindi, şakaklarına bir sancı saplanmıştı. Yataktan çıktı. Bir hırka aldı sırtına. Ağır aksak, koridora çıkıp tuvalete girdi. Saat kaç? Bugün de işe geç kalacaktı. Saat dokuzdu. Gitmesem dünkü gibi? Bir gün daha izin versem kendime? Maaşımı keseceklerse kessinler, umrumda değil.

Dün de her gün kalktığı saatte kalkmış; gözlerimi dışarı dikerek sigara içmiştim. Su birikintileri vardı sokakta. Sıkıntılı, kasvetli bir gün olacaktı, havadan belliydi. Yüzüme su çarptım. Birkaç bozuklukla yarım paket sigarayı cebime tıkıştırdım. Nereden geldiyse, kapının eşiğinde, her günkü uzun bir çekecekle şekli bozulmuş ayakkabılarımı giymeye çalışırken ışıyıverdi içimde o duygu. Bir an duraladım. Oyuna gelmeyelim yeniden. Bir şey mi oldu, bir şey mi geldi aklıma? Beyefendi, pardon. Nedir bu yüzünüzün hâli? Sokağa böyle çıkmaya utanmıyor musunuz? Yok, utanmıyorum. Hem neden utanacakmışım?

Mutfağa girdi. Dün olması gerekirdi bu sıkıntının, şimdi değil. Çay koyup sofrayı hazırladı. Odasına gidip üstünü değiştirmeye başladı. Ne kadar tuhaftı dün her şey. Servis durağına doğru gideceği yerde, tam tersi tarafa dönüp yürümüştü. Yağmurun ıslattığı sokaklarda, insanlar işe gidiyordu. Dükkan sahipleri kepenklerini açıyor, parkta emekliler uzun tüylü, sevimli köpeklerini dolaştırıyorlardı. Rıhtım kenarlarında, istasyon taraflarında raylar boyunca, bu nedensiz duyguyla dolaştım durdum. Yürüdükçe içimdeki sevinç kırıntısı büyüdü, yayıldı. Hâlbuki bulutlu, kasvetli havalar, yağmurun yağışı, kasabanın ıssız, kenar yerleri, rıhtımlar, tren istasyonları bana hep hüzün ve sıkıntı verirdi. Bugün de mi öyle olacak? Evet.

İnsanlar ne kadar karmaşık, anlaşılmaz. Ben, işe bir gün gidemedim diye maaş katı cezası alıyorum; tanıdık, tanımadıklarda tuhaf yüzler, davranışlar. Gidemedim işte. Bugün de gidemeyeceğim. Ne yapayım? Kırk derece ateşte olanı hasta kabul ediyoruz da, beni etmeyecek miyiz? Hastaydım o gün. Bugün de hastayım. Garip bir hastalık. Nedir bilsem. İnsanı güçsüz bırakıp, ateşler içerisinde yatırana hastalık diyorsunuz da, benim gibi hayatı boyunca içinde bir damla mutluluk, sevgi, sevinç kırıntısı dolaşmamış birisinin balon gibi sevgiyle, sevinçle, mutlulukla şişmesini neden hastalık kabul etmiyorsunuz? Bugün de o balon patladı, beyefendi. Dün suratınıza bakıp gülmüştüm. Bugün suratınıza bakıp ağlayacağım. Var mı bir itirazınız?

Asıldığı duvarın neminden, sırları dökülmeye yüz tutmuş ahşap çerçeveli aynaya baktı. Demlediği çayın mutfakta dolaşan kokusundan arta kalan tebessümü, çekip almak ister gibi elini dudaklarında ve çenesinde gezdirdi. İşte, anlamsız ve ifadesiz bir yüz. Çıkayım artık.

Bir akşam, dingin bir halde, pencereden sokağı izlerken, ansızın "Bu bakışların bir anlamı olmalı" diye bağırdı, yalnızlığıyla konuşur gibi. Sesi, odanın sessizliğini yırtarak duvarlarda yankılandı. Düşüncelerine somutluk kazandıran sesini duyduğunda, tanıyamadı. En son, ne zaman biriyle konuştuğunu bulmaya çalıştı. Sonra nefesiyle buğulanan cama dönerek, camdaki akse gözlerini dikip yardım ister gibi mırıldandı: "Senin bir düşüncen var mı?

İnsanların bu tavırlarının onu pek etkilediği de söylenemezdi. Kış güneşi misali, görünüp kaybolduklarında onlar hakkındaki düşündükleri de kayboluverirdi. Yalnızken mutluydu, ona dokunmasınlar yeterdi.

Yüzünde unuttuğu gülümsemelerle, hüzünlerle, acılarla dolaşmasının kendisine bir zararı yoktu. Ama bu unutuşlar, başkalarının işine burnunu sokmayı iş edinenlerde merak uyandırıyordu.

Birkaç kez, beklemediği bir yerde, yüzü bir aynanın üzerine düştüğünde, yüzündeki bu yersiz, bilinmedik, eski, uzak zamanların ifadelerini, ifade bile denemeyecek kırıntıları görmüş, çok şaşırmıştı. Bir an sanki birisi yüzünü çalmış, bir şey yüzünü işgal etmiş gibi gelmişti.

İnsan yüzü bir kum havuzu gibi olsaydı, elini üzerinde gezdirdiğinde ufak tefek çıkıntılar düzeliverseydi. Ama değil ki. Ne yapılsa bazı yerleri silinmeden, iliştirilmiş anlamlarla kalabiliyordu. Sırf bu yüzden sabahları aynanın karşına geçer, üzernide unutulmuş, silinmemiş, düzlenmemiş bir duygunun kalıntısı var mı diye yüzünü, giysilerini, saçlarını uzun uzun incelerdi.

İstemese de bir gün hayatında hiç olmadığı kişilerin, yaşamadığı duyguların ifedelerinin taşıyıcısına dönüşeceğinden korkuyordu.

Bu kadar dikkat etmesine rağmen, hayatında hiç olmadığı ve olamayacağı kahramanlara büründüğü, mutlu rüyalarından arta kalan bir tebessümü yada her sabah tek bir bardağa çay koymanın verdiği hüzünlü yüz ifadesini, sokak kapısında kendisini beklerken bulurdu.

Ayaklarına dolaşan sadık bir köpeğin sevgi gösterisine, farkında olmadan başını okşayarak karşılık verir gibi kendisini bekleyen bu yüzlerden birini takınırdı.

İfadelerine sadıktı. Tebessümle selam verdiği, rafları boşalmış bir mahalle bakkalının, ardından savurduğu küfür, onu hüzünlendiremediği gibi çaldıkları şekerleri paylaşan
çocukların mutluluğu da onu gülümsetemezdi.

Asıldığı duvarın neminden, sırları dökülmeye yüz tutmuş ahşap çerçeveli aynaya baktı. Demlediği çayın mutfakta dolaşan kokusundan arta kalan tebessümü, çekip almak ister gibi elini dudaklarında ve çenesinde gezdirdi. İşte, anlamsız ve ifadesiz bir yüz. Çıkabilir artık.

Ev sahibinin irili ufaklı taşlardan yaptığı, bahçe içindeki patikadan sokak kapısına doğru yürüdü. Bahçe duvarına meydan okuyan çınar ağacından salınarak düşen, kurumuş yaprakların ayakları altında çıkardığı sesi duydu. Kapıda bekleyen hüzünlü bir ifadeyi farkında olmadan yanına alarak, kapıyı sertçe kapadı.

Camları siyah bir bankanın önünden geçerken gördü yüzündeki hüznü. Ne çöpten ekmek toplayan bir çocuğa fırıncının sıcak ekmek verdiğini görmek, nede uzun zamandır konuşmaya cesaret edemediği kadınla aynı köşede karşılaşıvermek bu yüz ifadesini değiştirememişti.


Re: Unutkanlık

Koyulaştırılmış bölümlerde en son tartışılan doğrultuda üzerinde çalışıldı.


Re: Unutkanlık

""
Birkaç bozuklukla yarım paket sigarayı cebime tıkıştırdım

Bu cümlede ve bağlacı daha düzgün olur diye düşünüyorum.

Öykü, bir romanın girişi şeklinde sürüyor... Anlatımı çok beğendim, birlikteliğin getirdiği bir çeşitlilik neler katabiliyor öyküye değil mi? Bu başlığı büyük bir zevkle okuduğumu da belirtmek isterim.