UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Nasıl Oluyor?

09 Haz 2013
Mehmet Sürücü

Ben artık ipin ucunu kaçırdım. Ne olup bittiğini değil bunun nasıl olabildiğini anlayamıyorum.

Anlatayım;

İlk şaşkınlığımı kentten, arabalardan, insanlardan sıkılıp, her zamanki gibi köye sığındığımda yaşadım. Birkaç kitap, üç beş öteberimle çaldım baba ocağının kapısını. Sabahları, serinde tarlaya gidip, ot, çalı, kazma, çapa, bir şeyler yapıyorum. Yeşile, doğaya, ormana, bayıra dalıp, içimde bir şeylerin susmasını, dinmesini bekliyorum. O gün de zeytin dibi kazmaktan geldim. Yorgunum. Dışarısı yanıyor. Sıcak. Rum evinden bozma evin girişinde oturuyoruz yazın. Daha geniş, daha serin burası. Tahta divanın üzerinde oturuyor babam. Seksenini geçmiş. Kulakları duymuyor pek. Oturdum yanına. Yorgunum demenin gereği yok, görünüyor. Neye çekileceği belirsiz, anlamlı bir gülümseme var babamın yüzünde. Son yıllarda daha bir haberlere, memlekette, dünyada neler olup bitiyor’a meyletmiş. Masadaki dizüstümü açtım. Bir şey anlatmayan, bir şey istemeyen bir müzik açma niyetindeyim. Nasıl olduysa bir Youtube görüntüsüne takılıp kaldım. Yüzü kırmızı bezle maskelenmiş bir genç, akıcı ve inançlı konuşuyor. Babamın bir süre sonra ilgisi söylediklerine yöneldi. Dizüstüne yaklaştı. Sandalyeye oturdu. Daha iyi duyan kulağını o yana çevirdi. Dinledi, dinledi… Yüzüme baktı, Bu çocuk doğru söylüyor, ben de böyle düşünüyorum, ben de bunları söylemek istiyordum hep. Ama bir türlü hangi lafla, nasıl denir bilemedim, dedi. Şaşırdım. Baba, o çapulcu bir Marksist diyecektim, sustum. Eskiden dediği gibi; Bu anarşik ne diyor, memkeletin anasını belledi bu ve bunun gibiler gibi bir şeyler dememesini beklerdim. Ama hayır, demedi.

Onunla nette tanıştım. Sonra arkadaş, daha sonra dost olduk. Bir fotoğrafını görmüştüm sadece, omuz hizasında çekilmiş. Sanırım ya cep telefonuyla ya da dizüstünün kamerasıyla çekilmiş. Yuvarlak, saçın sakalın iç içe, harmanı bir yüzü vardı. Hafif kilolu gibiydi. Yıllarca haberleştik. Zekiydi, ilgiliydi, dünyada, ülkede ne olup biteni merak edip, ötesinde evren, yıldızlar üzerine bile kafa yordu. Çeşitli nedenlerle telefonla aradım, hiç açmadı telefonu. Sesini duymadım yıllarca. Bilgisayar konusunda uzamandı. Yeri geldiğinde benim ona göre ufak tefek, bilgisayarla ilgili sorunlarıma hep ilaç oldu.

Bütün günü bilgisayarın başında geçiyordu. Onun adına üzdü bu beni hep. Ayda yılda bir, dışarı çıkmak zorunda kaldığı günlerin öncesinde, bunun sıkıntısını, tedirginliğini yaşıyordu. 10 m2’lik bir alanda geçti yılları. Yıllarca yaşadığım yere davet ettim. En sonunda, artık bir gün, defalarca erteleyişten sonra gelmeye karar verdi. Geldi de. Onu köye götürdüm. Niyetim biraz doğayla baş başa bırakmaktı. Yaşadığı şehirdeki yapılar büyüktü, yüksekti, yeşil azdı, yoktu, olanı bile uslu, evcil bir yeşildi.

Pek konuşkan değilimdir. O da çok konuşmuyordu. O gece denizin kıyısına inip, kuma oturup sustuk. Eve dönüp yattık. Gecenin çeşitli zamanlarında tıkırtılarını duydum yattığı odada. Köyde internet yoktu. Bu nedenle bilgisayarda yapacak bir şey bulamadı pek. Öğlenden sonra odasından çıktı. Bir şeyler atıştırdı. Bütün gece kurbağa, böcek seslerinden uyuyamamış. İlk kez duyduğu bu sesler, sanki başka bir âlemdeyim hissi yaşatmış onda, garpisemiş. Sonraki birkaç gün o kadar istediğim halde pek çıkmadı odasından. Papatya, kertenkele, börtü, böcek, suyun altında balık, yukarıda kırlangıç, martı, bulut, devinim içindeyken, biber, patlıcan, sırıkta fasulye tırnak tırnak uzayıp, elma, erik olgunlaşıp kızarırken o; odadaki yer yatağına uzandı. Yattı, uyudu, uyandı, su içti, yattı, kalkıp bir şeyler yedi, yattı. Her gün, Çıkıp şöyle bir dolaşalım mı, dedim. Yüzüme boş boş baktı.

Bir gün artık ısrarlarıma dayanamadı, tamam, bu gün çıkalım tarlaya, bayıra, biraz dolaşalım, dedi. Çıktık. İlk kez toprağın içinden fışkıran bibere, domatese, soğana baktı, dalında bir elma gördü belki de. O kadar ürkek, çekinerek basıyordu ki otlara, çimenlere, garipsedim. Bir çalı duvarından birkaç böğürtlen koparıp verdim. Yedi. Hoşuna gitti tadı. Gelip kendisi toplamak istedi. Mor böğürtlenlere uzattı elini. Bir anda çığlıklarla kendini geriye attı. Yüzü kıpkırmızıydı. Elini uzattığı yere baktım, beyaz, turuncu kanatlı bir kelebek ürkerek havalanmış, uzaklaşıyordu. Kelebekten ürkmüştü.

Daha sonra köyden, o günlerden konuştuğumuzda, onu en çok etkileyen şeyin, insanların karşılaştıklarında birbirine selam vermeleri, birbirinin hatırını sormaları olduğunu anlattı bana.

Aradan yıllar geçti. Birkaç gün önce telefonum çaldı. Açtım, oydu. Şaşırdım. Telefonla arama âdeti yoktu. Sesi heyecanlı geliyordu. Bir kalabalığın uğultusu geliyordu telefondan aynı zamanda. Ara sıra tıkanarak, kesik kesik şunları söyledi;

“Abi Taksimdeyim. Burası çok güzel. Ne çok insan var. Görsen şaşarsın.”

Kategori:

Re: Nasıl Oluyor?

Bir yandan önemli olaylar gerçekleşirken, o olaylar bir yandan da tarihselleşiyor. Taksimdeki direnişle ilişkilenen bu öyküdeki gibi. Ellerine sağlık Mehmet Sürücü.

Öykünün köyde başlayan, çevre ve ev betimlemeleriyle süslenen giriş kısmı çok başarılı geldi bana. Baba karakterinin öyküye,öykünün geçtiği yerdeki (Türkiye diyebiliriz buna)genel geçer, sonradan final bölümümüyle de söz konusu olacak politik bir kesit olduğunu düşündüm. Yani "baba", yazarın öykünün arka planında geniş bir yığını temsil ettiği genel görüşlerle örülü bir karakterdi.

Daha sonra asosyal olarak tanıtılan ama politize ve sosyal birine dönüşen genç ise sanırım, Taksim olaylarının yıktığı gençlik algısının ta kendisi. Bilgisayarlarının başında, son derece bireysel sanılan ve bir anda dinamik bir kitlenin motoru olan gençler.


Re: Nasıl Oluyor?

Bugün "eski tüfek sosyalist-(acaba ben de ne kadar bu tanımın içindeyim?)mekanizması hala çalışan, doktor arkadaşımla beraberdim. Söz Geziye, parka döndü, dolandı. Ne olduğunu boş ver, sende ne duygular uyandırdı, bana bunu diyebilir misin, dedim. Sustu, düşündü. Hafta sonları arkadaşlarımı aramayı severim, ....'yı aradım, yeni girmiş eve, soluk soluğa, ne yapıyorsun dedim, Taksim'den geliyoruz, dedi. Oğlum bu yaşta ne işin var dedim, Güldü, öyle deme dedi, Gençlerin önünde duruyoruz, daha yaşlı bir beden daha yaşlı bir yüz çıksın diye elinde sopayı, copu tutanın karşısına. Hem, unuttun mu, bu bizim hep uyuduğumuzda gördüğümüz rüyalardan birisiydi.

Gerçekten, anlayamadığım çok şey var.

Ayrıca uzun hikaye'nin bu konuda düşüncelerini değil, duygularını merak ediyorum. Paylaşırmasını dilerim.


Re: Nasıl Oluyor?

Öyle sanıyorum ki çoğumuz, olan biteni yakından takip edebilmek adına Uzun Hikâye'yi bırakıp alanlara gitti, ona imkânları yoksa Twitter ve Facebook'un başına çöktü.

Bu "olay"ın bende uyandırdığı duygu "umut" oldu. Öğrenilmiş çaresizliğin böyle yerle bir olmasını beklemiyordum; ama şimdi umudu yaymaktan başka yapılabilecek bir şey görmüyorum.


Re: Nasıl Oluyor?

""
"Öğrenilmiş çaresizliğin böyle yerle bir olmasını beklemiyordum; ama şimdi umudu yaymaktan başka yapılabilecek bir şey görmüyorum."

Dopdolu bir cümle. "Çaresizlik" bendeydi. İçimdeydi. Bana hakim değildi. Ama vardı. yeri geldiğinde(çoğunlukla da geliyordu) halka, insanlara, gençlere umutsuzlukla baktım.

Karamsardım, kötümserdim.

Sonra o eylem bir şeyleri değiştirdi.

O gece iki katı şarap içtim. şaraptan sarhoş olmadım, olanlardan oldum.

Güzeldi. Hala Güzel.


Re: Nasıl Oluyor?

Ben başından beri evimin yakın olmasının da verdiği şansla Taksim ve civarındaydım. İnanın böyle dirençli, istekli ve inançlı bir toplulukla beraber olmanın verdiği tadı çok özlemişim. Yani ilk defa karamsarlığın dışında bir duygu seliyle yaşadım ve bugünlerde de yaşamaktayım.


Re: Nasıl Oluyor?

Hadi, Tayyip'in bıyıklarını referanduma götürelim. Smile


Re: Nasıl Oluyor?

işin aslı şu ki; yurdum liberal tayfası, son 10 yıldır söylemlerde hakim unsur olan halk fetişizminin "beklenmedik" sonuçları ile yavaş yavaş karşılaşmaya başlayınca geziye çıkmak zorunda kaldı.hem de halk fetişizmini kendisine karşı bir sav olarak kullandığı kemalistlerle ittifak kurarak...

türkiye'deki gezi dalgası iki seçenek sunuyor insanlara: liberal kapitalizm ve totaliter/abdestli kapitalizm...yani, o kadar da heyecanlanmaya gerek yok, ama yine de "diren gezi."


Re: Nasıl Oluyor?

gezide arzı endam eden şey liberalizm, orada ortak payda "özgürlük." herkes "farklı farklı" dünya türkiye tahayyülleri ile orada ve zaten tam da bunun için ortak payda özgürlük/liberalizm oluyor.

"yaşam tarzlarından" bir tanesi diğerlerini tehdit etmeye başlayınca ortak payda liberalizm oluveriyor zaten. apolitik gençlik dediğimiz şey kapitalist liberal politikanın -kendisinin ne olduğunun farkında olmayan- tabanından başka bir şey mi?

liberal kapitalizmin bir ortak paydaya dönüşme ihtimali her zaman mevcut çünkü sistemin en büyük dinamiklerinden birisi kimlikçilik. kimliğin pazarlanması sayesinde sistem çalışıyor. sistem özneler üretiyor. üretilen özneler kendi aralarında bir iktidar savaşı veriyorlar ve bazen bunlardan bir tanesi gücü olabildiğince eline geçiriyor, yani diğer uyduruk kimlikler bir başka uyduruk kimlik tarafından silinme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. işte "boyner"leri ancak böyle zamanlarda sahada görebiliyorsunuz.


Re: Nasıl Oluyor?

uzunhikayenin hali şunu dizeyi çağrıştırdı :

"Beni bu güzel havalar mahvetti" Smile


Re: Nasıl Oluyor?

Oktay'ın liberalizm saptamalarına katılıyorum. Boyner vurgusu da bu şemaya cuk diye oturuyor. Yine de gerek entelektüel dünya gerek sol gelenekler açısından düşünmeye değer çok şey var bu eylemler içinde.

Şuradan bir parça tartışılabilir belki: Sokak Facebooklaşınca