UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Cemil Kavukçu'yla Söyleşi

07 Oca 2011
Cihan Başbuğ

1981’de “Pazar Güneşi” ile başlayan; taşraya ve taşra yaşamına onun gözünden bakma şansına erişebildiğimiz bir yazar Cemil Kavukçu. Tabii bunda İnegöl’de doğmasının, uzun bir dönem buradan, buradaki ilişkilerden sıyrılamayan ve hep sıyrılmak isteyen bir yazarın uğraşısının verdiği enerji de var. H.E. Bates, Gogol’le ilgili olarak “Gogol, tüm diğer büyük yazarlar gibi evinin –annesinin Dikanka’daki çiftliği– arka kapısından dışarı bakmış ve kendi içinde çok canlı, güç çatışmaları olan bir yaşam görmüştü. Bu nedenle de daha uzaklara bakmasına gerek kalmamıştı.” der. Sait Faik Abasıyanık’ın “Bir Bahçe”sindeki gibi bakılır yaşama Cemil Kavukçu’nun öykülerinde. Anlar, anların insanlarda yaşattıklarının öyküleri ve bu öykülerde kişiler hep yaşar. Bir tekneden yaşamına baktığınız kaptan, bir başka düğünde, “Abla”nın motorsikletli sevgilisiyle yan yana geliverir ya da bir “Rüya” içinde canlanıverir ailenin tüm üyeleri, geçmişlerine tanık olduğumuz ve gelecekleri hakkında kafa yorduğumuz herkes… Sahi midir onlar? Yoksa sarmal bir örgüyle ete kemiğe bürünmüş olarak karşımıza çıkan Nam Kadir, “yazılmasından rahatsızlık duyan Abla”, hatta sık dinlenen “Samanyolu” şarkısı; belki de rüyadır, Başkalarının Rüyaları

Öncelikle “Uzun Hikâye” adına bu söyleşiyi yapmaktan kıvanç duyduğumu belirtmek istiyorum. Bu, benim ilk söyleşi deneyimim olacak. İlk sorumu Uzun Hikâye ile de ilişkili olduğu için, internette süren öykü yayıncılığıyla ya da çabaları üzerinden yöneltmek istiyorum.

Neredeyse gazete takibinin tamamıyla internete taşındığı, e-kitap kullanımının hızla yaygınlaştığı bir dönemdeyiz. İnternet üzerinde süren eleştiriler, yayımcılık, ya da tartışma odaklı forumları takip ediyor musunuz?

Otuz yıllık öykü serüvenimi çok güzel özetlemiş ve değerlendirmişsiniz. Teşekkür ederim. Önceleri internet üzerinden yapılan yayınlarla pek ilgilenmiyordum. Ama son birkaç yıldır haberdar olduğum siteleri izliyorum. Dergi edebiyatçılığımızın kan kaybettiğini, dergilerin birer birer kapandığını ve bu alanın hızla internet ortamına kaydığını görüyorum. Gündem sürekli sıcak tutuluyor. Güncel haberden yoruma, söyleşilere, öyküden eleştiriye çok canlı bir ortam var. Edebiyatımızın nabzı artık bu sitelerde atıyor.

Resimli Hikâyeler’den beri öykü dergilerinin öykücülüğümüzün gelişmesinde önemli bir rolü var. Ancak az önce sözünü ettiğimiz yıllardaki hareketlilikten sonra öykü dergiciliği bir tıkanıklık döneminde gibi görünüyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yeni bir canlılık yine öykü dergilerinden gelebilir mi?

Öykü dergilerinin bir tıkanıklığa girmesi, son beş-altı yıldır öykücülüğümüzdeki durgunlukla ilgili. Seksenli yıllardaki sessizliği yok belki öykücülüğümüzün ama, doksanlı yılların ortalarında başlayıp on yıla yakın süren coşkusu da yok. Bu, daha önceki dönemlerde de olduğu gibi, kendi yatağına çekilip yeni bir sıçrama için güç toplama sessizliği. Öykücülüğümüzün şahlandığı doksanlı yılların ortalarında bir arz-talep sonucu peş peşe öykü dergileri yayınlanmaya başladı. Adam Öykü, Düşler Öyküler, İmge Öykü bir gereksinime yanıt veren dergilerdi. Aynı biçimde, Ankara’da başlayıp kısa sürede birçok ilde gerçekleştirilen Öykü Günleri de bunun bir sonucudur. Ne yazık ki bunun öncüsü Ankara’da son üç yıldır öykü günleri yapılamıyor.
Bir canlanma olacak kuşkusuz, bunun kıpırtıları var. Ancak bir iki yıl içinde bunun olacağını sanmıyorum.

Antik dönemlerdeki –lir çalan ozan- ya da ortaçağlardaki -trubadur- öykü anlatıcısıyla bugünkü öykücü arasında bir devamlılık görüyor musunuz?

Sonuçta kuşaktan kuşağa aktarılan bir kültürel miras var. Sözlü edebiyattan günümüze uzanan öykü, aşamalar kat ederek bir sentezin sonucunda bugünkü noktaya ulaşmıştır. Öykü git gide gelişen ve geliştikçe sınırlarını zorlayan bir tür. Artık anlatılabilen ya da özetlenebilen değil, okunarak tadına varılabilen bir öykü dünyasındayız. Öykünün bugün bile gelişimini tamamladığı söylenemez. Sınırlarını zorlamaya devam ediyor.

Tarihsel gelişim ve süreklilik anlamında Türk öykücülüğü dünya öykücülüğüyle kıyaslandığında nasıl bir yerde?

Bence çok iyi bir yerde ama çeviri sorunu nedeniyle öykücülüğümüz yeterince bilinmiyor. Avrupa’da öykü iyice gücünü yitirmiş durumda. On yıl önce İngiltere’de öykünün öldüğü konuşuluyordu. Fransa’da yayımlanan tek bir öykü dergisi yok. Almanya, İtalya, İspanya, Kuzey Avrupa ülkelerinde de durum farklı değil. Öykü, Latin Amerika, Balkanlar, Türkiye ve Ortadoğu ülkelerinde güçlenerek varlığını sürdürüyor.

“Kıpkısa öykü”, öykü geleneğinde nispeten yeni, ya da kuramsal olarak daha yeni temellendirilen bir tür. Sizin kıpkısa öyküye bakış açınız nedir? Onu nasıl tanımlıyorsunuz? Yayımlanan eserlerinizde yer almasa da çalışmalarınızda bu türü kullandığınız oluyor mu?

Öykü, sözcük ekonomisine dayanan bir yazınsal tür. Bu özelliği ve önceden kurgulanmadan yazılabilmesiyle şiire çok yakın. Ancak şiirsellikten de uzak durması gerekiyor. Bütün bunlar “kısa,kısa öykü” (ya da sizin deyiminizle “kıpkısa öykü”) açılımını da kaçınılmaz kılıyor. Evet, bir manifestosu yok ve kuramsal olarak da henüz temellendirilmemiş. Bu nedenle de sapla saman birbirine karışabiliyor. Adam Öykü’nün bu konuda özel bir sayısı vardı. Oradaki metinlerin bir bölümünün bu tanıma girmediği, öyküye çok uzak kaldığı ve bir boşluktan yararlandığını düşündüm. Ama Borges ve Casares’in “kısa ve olağanüstü öyküler” derlemesinde yer alan Guatemalalı Augusto Monterroso’nun tek cümlelik öyküsü inanılmaz.
Öykü şöyle. “Uyandığımda dinazorlar hâlâ oradaydı.”
Benim şu ana dek bu tür bir çalışmam, denemem olmadı.

Modern edebiyatın en kritik yönü anlatıcı türlerindeki değişim olarak görünüyor. Tanrı anlatıcının konumunun tartışmaya açılmasıyla başlayan bu süreçte öykünün etkisi var mı sizce? Değişen tam olarak ne?

Bu konudaki tartışmaları bilmiyorum. Aslında ne bu tür tartışmalar ilgimi çekiyor ne de öykünün kuramı. Bilge Karasu gibi ben de öykünün kendisini arıyorum ve onu bulmamın tek yolununun yazmak olduğunu biliyorum.

Türkiye’de özellikle 90’lı yılların sonunda ortaya çıkan “genç öykücü” tartışmalarının bu çerçevede bir karşılığı var mıydı sizce? Bu tartışmalar bir dönüşüm isteğini mi ifade ediyordu ya da böyle bir dönüşüme karşılık gelebildi mi?

Bunda, seksenli yılların başında başlayıp on beş yıla yakın süren öykcülüğümüzdeki durgunluğun payı var. Sözünü ettiğiniz dönemdeki “genç öykücü” yakıştırmasının, yazarın yaşıyla ilgili olmayıp öyküsünün dinamiklerine yönelik bir değerlendirme olduğunu düşünüyorum. İlk kitabım yayımlandığında 32 yaşındaydım. Sait Faik ödülünü aldığımda ise 43 yaşındaydım. Bunun gençlikle ne ilgisi var? Sizin de belirttiğiniz gibi bu bir dönüşüm isteğinden kaynaklanıyor.

Sayın Kavukçu bu kısa ama yol açıcı söyleşi için teşekkür etmek isterim. Öykülerinizi ilk okuyuşumdaki etkisini hala hatırlarım; bir yere ait olma, içine girebilme hissi verdiler bana. Mahallemden, çevremden karakterler kadar yakındılar. Bu hissi az yazarda tattım.

İlerleyen günlerde forumumuzda da öyküleriniz üzerine konuşmak, dilimiz döndüğünce tartışmak istiyoruz. Umarım bize katılırsınız.

Uzun Hikâye adına, Cihan Başbuğ.

Kategori:

Re: Cemil Kavukçu Söyleşisi

"Bulmak"la, "bilmek" birbirinden çok farklı şeyler. Daha yakın zamana kadar Cemil Kavukçu adlı bir yazarın var olduğunu, sağdan-soldan okuduğum yorumlara göre de iyi bir öykücü olduğunu biliyordum. Sonra bir nedenle elime önce "Pazar Güneşi" ardından da "Mimoza'da Elli Gram" adlı kitapları geçti. Bir solukta okudum. Kimi öyküleri belediye otobüsünde, kimilerini limanın poyraza en açık yerinde titreye titreye, kimisini de nerede olduğumu unutarak okudum. Yazarlar vardır, iyi, çok iyi yazarlardır, ama diliyle, anlattıklarıyla size uymazlar bir türlü. Bu öylesine bir şey değildi. Tam zıddı bir şey de değildi. Farklı bir şeydi.

Şimdi onun benim yazarlarımdan birisi olduğunu "biliyorum"
Teşekkürler Cihan Başbuğ. Bu esinlendirici söyleşi çok uygun bir zaman rastladı.


Re: Cemil Kavukçu Söyleşisi

Öncelikle Cihan Başbuğ'a gerçekleştirdiği söyleşi için teşekkür ederim. Yazarların yazınsal ürünleri dışında seslerini duymak, onlardan sürekli ve farklı alanlarda tepki almak, yazın dünyalarının bambaşka yönlerini gözlemleyebilmek adına bize müthiş katkılar sunuyor. Bu söyleşilerin devamının geleceğini bildiğim için de ayrıca sevinçliyim.

Cemil Kavukçu'nun öykü dünyasının ürünleri, 21. yüzyılın kaotik atmosferinin içinde bize yaşama dair umutlu bir an sunan ender örnekler gibi görünmüştür hep. Söyleşide de aynı etkiyi görüyorum. Sakince ve bütünlüğüyle bir dünya görüyor ve onu hissettirmek istiyor bizlere. "Öykünün kendisini arıyorum ve onu bulmamın tek yolununun yazmak olduğunu biliyorum." sözünü böyle anlıyorum ben.

Teşekkürler Cemil Kavukçu.


Re: Cemil Kavukçu Söyleşisi

Çok keyifli bir söyleşi olmuş. Cihan arkadaşın ellerine sağlık.Özellikle merak ettiğim noktalar dillendirilmiş.
Cemil Kavukçu,"Genç öykücü" kullanımının karşılığını da çok net açıklamış:
"Sözünü ettiğiniz dönemdeki “genç öykücü” yakıştırmasının, yazarın yaşıyla ilgili olmayıp öyküsünün dinamiklerine yönelik bir değerlendirme olduğunu düşünüyorum. İlk kitabım yayımlandığında 32 yaşındaydım. Sait Faik ödülünü aldığımda ise 43 yaşındaydım. Bunun gençlikle ne ilgisi var? Sizin de belirttiğiniz gibi bu bir dönüşüm isteğinden kaynaklanıyor."


Re: Cemil Kavukçu Söyleşisi

Evet, kısa ama yerinde bir söyleşi oldu bence de. Sürprizler devam edecek Smile


Re: Cemil Kavukçu Söyleşisi

melike şenyüksel dedi ki:
Çok keyifli bir söyleşi olmuş. Cihan arkadaşın ellerine sağlık.Özellikle merak ettiğim noktalar dillendirilmiş.
Cemil Kavukçu,"Genç öykücü" kullanımının karşılığını da çok net açıklamış:
"Sözünü ettiğiniz dönemdeki “genç öykücü” yakıştırmasının, yazarın yaşıyla ilgili olmayıp öyküsünün dinamiklerine yönelik bir değerlendirme olduğunu düşünüyorum. İlk kitabım yayımlandığında 32 yaşındaydım. Sait Faik ödülünü aldığımda ise 43 yaşındaydım. Bunun gençlikle ne ilgisi var? Sizin de belirttiğiniz gibi bu bir dönüşüm isteğinden kaynaklanıyor."

O dönemin tartışmaları içinde varlığı ve duruşuyla en güzel cevabı oluşturanlardan biriydi Cemil Kavukçu. Genç öykü tartışması geniş bir çerçeveye yayılmasına karşın sonuçları itibariyle yeni bir şeyler getirdi mi epey tartışmalı.


Re: Cemil Kavukçu Söyleşisi

""
"Almanya, İtalya, İspanya, Kuzey Avrupa ülkelerinde de durum farklı değil. Öykü, Latin Amerika, Balkanlar, Türkiye ve Ortadoğu ülkelerinde güçlenerek varlığını sürdürüyor."

Bunun doğrlulğunu kabul edersek, nedeni hakkında ne söyleyebiliriz acaba. Gelişmiş veya gelişmekte olan(basmakalıp tanımlar olduğunu kabul ediyorum) ülke olmanın edebiyata ne gibi etileri olabilir?


Re: Cemil Kavukçu Söyleşisi

Mehmet Sürücü dedi ki:
""
"Almanya, İtalya, İspanya, Kuzey Avrupa ülkelerinde de durum farklı değil. Öykü, Latin Amerika, Balkanlar, Türkiye ve Ortadoğu ülkelerinde güçlenerek varlığını sürdürüyor."

Bunun doğrlulğunu kabul edersek, nedeni hakkında ne söyleyebiliriz acaba. Gelişmiş veya gelişmekte olan(basmakalıp tanımlar olduğunu kabul ediyorum) ülke olmanın edebiyata ne gibi etileri olabilir?

Ülkeler bazında bir istatistiğe rastlamadım şimdiye dek. Bununla birlikte, şu kesinlikle tahmin edilebilir geliyor bana, öykü, makro türler, iktidarla dolu ve baskın söylemler yerine alternatif kimlikler, sınıfsal duruşlar ve yeni arayışlara yakın duruyor. Bu yüzden -bir zamanlarki adlandırmasıyla- üçüncü dünya ülkelerinde yaygınlaşması anlaşılabilir geliyor bana.


Re: Cemil Kavukçu Söyleşisi

Edebiyatta bir "öncü", "önde olma" durumundan söz edilebilir mi? Yani dünya üzerindeki bazı yerlerin, "demokrasinin, özgür düşüncenin en yerleşmiş yerleri(?)" olduğunu düşünür gibi, edebiyat akımlarında da, bir "sonradan haberdar olma" "geriden izleme " durumundan söz edilebilir mi? Daha önce "dünya edebiyatı" kavramında buna yakın olgulardan söz ettik. Aklıma takılan sorular bu paralelde düşünülebilir mi bilmiyorum.


Re: Cemil Kavukçu Söyleşisi

Eline sağlık Cihan. Bir söyleşi serisi yapmak çok güzel bir düşünce. Devamını da heyecanla bekliyoruz.


Re: Cemil Kavukçu'yla Söyleşi

Benden duymuş olmayın ama yakın zamanda Cemil Kavukçu'nun öykülerini okuyup, hakkında konuşma şansımız olacak. Öyle değil mi Barış Acar, Mehmet Sürücü?