UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Birinci Kişi Anlatımı

11 Ağu 2012
Mehmet Sürücü

Tanrı anlatıcı yönteminin dışında günümüz en yaygın anlatım şekli, birinci kişi anlatımı. Burada anlatmak istediğimiz bazı şeylerin(kendimizle ilgili-çoğunlukla yaptığımız hareketler) nasıl bir kuralı, yöntemi olmalı? Benim yaptıklarım bir şekilde öykünün bir parçası olmak zorundaysa, anlatım yanlışlarına düşmemek için ne gibi çözümler üretebilirim?

Birinci kişi anlatımı konusunda ne düşünüyorunuz?

""
“...birinci kişi ağzından anlatım, başlangıcından bugüne, bazıları tam anlamıyla çözülmemiş sorunları da taşıyageldi. Ben-anlatıcı, aynı zamanda anlatının kişisi-çoğu kez baş kişisi- olduğu için, kendisini de anlatmak zorunda kalır. Burada hemen bir sorun çıkar. Birinci kişi ağzından, bir başkasının davranışları “geldi, gitti” biçiminde anlatılabilir pekala; ama kendinden söz ederken, “geldim, gittim” biçiminde anlatılır mı?”s.86(1)

""
“Seni ilk gördüğümde burnundan, gözlerinden, gülüşünden etkilenmiştim. Burnun mağrurdu, karakterliydi. Gözlerin siyahtı, bir erkek için fazla güzeldi. Gülüşün sıcaktı. Ve ellerin.. ah o şefkatli ellerin.

Bitkindim. Beremi çıkardım. Ali’nin soluk, yıpranmış kanepesine, omzumun üstüne uzandım.” S.13-14(2)

Burada anlatıcı ilk paragrafta, zihninde oluşturduğu ikinci bir Ali veya bir ayna-yansı Ali’ye, yüzünden ne şekilde etkilendiğini anlatıyor. İkinci paragrafta ise anlatı hedefi farklılaşıyor. Hedef belirsizleşiyor veya okuyucu oluyor. Bu tür şeyler kafa karıştırmıyor mu?

Bu konuda düşüncesi olanlar paylaşırsa çok sevinirim.

Alıntılar;
1-Yazar Olabilir miyim? semih Gümüş.Notos.İstanbul.2012
2-Yeşil Peri Gecesi.Ayfer Tunç.Can yayınları.İstanbul.2010

Kategori:

Re: Birinci Kişi Anlatımı

Bana kalırsa aktardığınız örnekte de sorunsalın temelinde de duygunun aktarımı yatıyor. İlk paragtafta sıfatlara sıkça başvurularak bir etkilenme anlatılırken öteki cümlelerde kamera tarzı bir üçüncü tekil meyli var.

Nurdan Gürbilek Mağdurun Dili isimli yapıtında çok iyi yakalamıştı:

"Yazar ya mesafeli bir tavırla ele alacak bunları; acıyı olgudan, zavallılığı kavramdan ibaret bırakacak; kimseyi tam inandıramayacak, canevinden vuramayacak okuru. Ya da tutunamayanların öyküsünü anlatırken yoğun duygudan yola çıkacak; o zaman da acısını anlattığı insanları gülünç duruma düşürecek."

Yani bir bakış açısı sorunu değil bu, tamamen mesafeyle alakalı.

Başta önerdiğim gibi "duygu"nun yerine tutku (pathos) kavramına başvurmanın da stratejik getirileri olabilir. Duyguların sanki dış dünyadan etkilenmemiş o özerk içsel varoluş yanılgısına kıyasla tutku'nun güdümlü bir enerjisi var sanki. Bu da onu bir noktada daha edilgen, düşkün kılıyor. Pathos, passion, passive sözcüklerini zamanında birbirine bağlamaya çalışmıştım; etimolojik kontrolünü hala yapmadım.


Re: Birinci Kişi Anlatımı

Benim neyi anlatıp, neyi anlatamayacağım empatik bir seçimden öte, insanın olay anında ne şekilde düşündüğüyle ilgili gibi geliyor bana. Biz her zaman cümleler kurarak düşünmüyoruz. görüntülerle, imgelerle, kokularla, tatlarla da bir şekilde zihnimizde bir "pasaj(lar)" oluşturuyoruz. bir de herkes aynı lehçeyle düşünüyor olamaz. Şizofrenik bir beynin düşünürken kullandığı dilin(sözcük-simge ve görüntülerin toplamından söz ediyorum) ile, bir çocuğun, bir yetişkinin, bir sarhoşun farklı farklı olması gerekmiyor mu?


Re: Birinci Kişi Anlatımı

Aşağıdaki adreste konuyla ilgili çeşitli makalelere ulaşılabilir.

http://www.ege-edebiyat.org/wp/?cat=22


Re: Birinci Kişi Anlatımı

Eğe Edebiyat sitesinde yaptığım okumalarda, konuyla ilgili yararlı bilgilere ulaştım. Aşağıdaki alıntılar linkini verdiğim, Bahar Dervişcemaloğlu’nun Gerard Genet’e Göre Anlatı Söylemi adlı makalesinden alıntıdır.
Anlatıda üç tip anlatım konumu söz konusu:

""
Her Şeyi Bilen Yazar-Anlatıcı Konumu: Burada anlatıcı herkesten çok şey bilir,
“Ben” Anlatım Konumu: Burada anlatıcı, karakterlerden biridir,
Kişisel Anlatım Konumu: Burada anlatı, bir karakterin bakış açısından üçüncü şahıs anlatım biçimi kullanılarak aktarılır.

Gérard Genette’ e göre bu bir bakış açısı değil, odaklanma terimi kullanılarak daha iyi tanımlanabilir.

""
Odaklanma;

Sıfır Odaklanma: Anlatıcı, karakterlerden daha çok şey bilir. Kahramanlarla ilgili her şeyi, onların düşüncelerini, hareketlerini… bilir. Buna “her şeyi bilen anlatıcı” diyebiliriz.
İçsel Odaklanma: Anlatıcı, odak noktasındaki karakter kadar bilgi sahibidir. Bunu üçe ayırarak değerlendirmek mümkündür:
a)Sabit Odaklanma: Her şey belirli bir karakterin bakış açısından anlatılır.
b)Değişken Odaklanma: Birden fazla karakterin bakış açısı söz konusudur. Mesela, Madame Bovary’de önce Charles, sonra Emma, daha sonra tekrar Charles’ın bakış açısı devreye girer.
c)Çoklu Odaklanma: Mektuplarla kurulmuş romanlarda görüldüğü gibi, aynı olayın farklı karakterlerin bakış açısından anlatıldığı odaklanma çeşididir.
Dışsal Odaklanma: Anlatıcı, karakterlerden daha az şey bilir. Tıpkı bir kamera merceği gibi karakterlerin eylemlerini takip eder ancak düşüncelerini bilemez. Burada anlatıcı, gözlemlerini nesnel biçimde aktarır.

Bu bakış açısıyla diğeri arasında ne gibi farklılıklar vardır?

Sıfır odaklanma; her şeyi bilen Yazar-Anlatıcı Konumuna denk geliyor. İçsel odaklanma, “Ben” anlatıcı konumunda. İçsel odaklanma; sabit, değişken ve çoklu olarak üçe ayrılmış. Sabitte tek “ben anlatıcı” varken, değişkende, birden fazla “ben” anlatıcı var. anlatı, bu anlatıcıların bileşiminden oluşur. Çoklu odaklanma, yanlış anlamadıysam, olayın, farklı karakterlerin bakış açılarıyla, olayın gerektiğinde dönüşümü, farklılaşmasının söz konusu.


Re: Birinci Kişi Anlatımı

Bazı ayrıntılar öykü için o kadar gereksiz olabiliyor ki, onu söylerseniz her şey çözülecek gibi. Öykü bir yumak olmasa bile ipe atılmış kördüğüm gibi. Bazı şeyleri düğüm bırakabilmek için de okuyucunun boğazında düğümlenecek birkaç ifadeye ihtiyaç var bence. Bu yüzden düşünceden çok duygu, öykünün atmosferi okuyucuyu öykünün içine çeken.

Okuycunun izleyici olması gerektiği (tanrı anlatıcı kullanılabilir) ya da okuyucunun hissetmesi gerektiği (birinci kişi anlatım kullanılabilir) metinler olarak ele almalı belki. Anlatım da bu biçimde şekillenmeli. Burada bahsettiğim yazarın özgürlüğünü kısıtlayıcı, okuyucuya göre yazmak mantığı değil tabi. Makale yazarken kullanacağınız dil bellidir ya ona benziyor işte. Anlatılacak konuya göre...

İzlemek için tanrı anlatıcı, hissetmek için birinci kişi dedim ama eğer içinizde sizden dahi taşan bir duygu varsa ve bunu bir olaya giydirebilecekseniz ikinci kişi anlatım, en etkileyici anlatım şekli olabilir bence. "Sen" diyorsunuz bir kere, direkt iletişime geçiyorsunuz, okuyucu kahraman oluyor.

Tüm bunların dışında bir bütünlük taşıdığı müddetçe anlatım, farklı kişilerin ağzından yapılabilir yine de.

""
“Seni ilk gördüğümde burnundan, gözlerinden, gülüşünden etkilenmiştim. Burnun mağrurdu, karakterliydi. Gözlerin siyahtı, bir erkek için fazla güzeldi. Gülüşün sıcaktı. Ve ellerin.. ah o şefkatli ellerin.

Bitkindim. Beremi çıkardım. Ali’nin soluk, yıpranmış kanepesine, omzumun üstüne uzandım.” S.13-14(2)

Yukarıdaki örnekte şunu görüyoruz, kişinin iç dünyası her zaman kendisiyle ilgili olmaz. Haliyle birinici kişi ağzından konuşamaz. İkinci paragrafa geçtiğimizde üsteki satırların o kişiye ait olduğunu görebiliyoruz. Anlatıcının kim olduğu konusunda okuyucu bir kafa karışıklığı yaşamadığı sürece bir sorunun olmadığını düşünüyorum.


Re: Birinci Kişi Anlatımı

"Anlatıcının kim olduğu konusunda okuyucu bir kafa karışıklığı yaşamadığı sürece..."

Burada anlatıcının sorun olabileceğini sandığım kim olduğundan öte, anlatıcının hedefi, kime seslendiği. "Ben" anlatımıyla, dolaysız olarak okuyucuya seslenilebilir mi? Yoksa bu, anlatının etkisini zayıflatır mı? Bu nedenle, okuyucuya seslenmek yerine neler yapılabilir?


Re: Birinci Kişi Anlatımı

"Tanrı Anlatıcı"yı Ne Yapmalı? yazısında bu sorunun farklı görünümleri üzerinde durmayı denemiştim. Orada kaynak olarak verdiğim Fatih Tepebaşılı'nın makalesi internet üzerinden hâlâ ulaşılabilir durumda (link).

Edebiyatta modernizm ve postmodernizme ilişkin bütün tartışmalar bir şekilde bu konuyla ilintili. Bu yüzden konuyu bu çerçevede geliştirmek faydalı olacaktır sanıyorum.


Re: Birinci Kişi Anlatımı

Bir yazıda aranılan ilk özelliktir açıklık. Herkes anlaşılmak için yalın bir dille yazsın demiyorum elbette. Yalınlık anlaşılırlığı kolaylaştırır yalnız. Yoğun anlatıma sahip yazarların okuyucu kitlesi bellidir sonuçta ve her yazar anlaşılmak için yazar bana kalırsa. Sonuçta kim anlaşılmamak için iletişim kurar ki?

Okumayı seven insanların üzerimde bıraktığı izlenim ve onlarla sohbet ederken gördüğüm şeylerden biri de şu: Okuyan kişi, kendini arıyor bir nevi. Belki de kendine bir dost? Bu yüzden ben anlatıcı, okuyucunun eseri içselleştirmesinde oldukça etkili bence. Tanrı anlatıcı, sapasağlam bir kurgu oluşturma olanağı sunsa da yapıtın duygu yanını köreltiyor.

Tekrar başa dönüyorum, hangi anlatıcıyı kullanacağımız ne anlatacağımıza bağlı daha çok. Hatta ikinci kişili anlatım sorgulayan bir tavır içinde çok güzel kullanılabilir diye düşünüyorum.

""
dökülen dişlerine aldırmadan göbeğini hoplata hoplata gülüyor adam, hiç de güleceğim yoktu, deyip karnını yokluyor.

Şu cümleyi ben anlatıcıyla anlatmak? Dökülen dişlerine aldırmıyor mu sahi? Olayı bambaşka yere götürür. Veya,

""
incitilmekten korkulan olmadım hiçbir zaman.

Bu da birinci kişinin ağzında kalmalı -tabi yine bence. Bu haliyle bir iç hesaplaşmayı da çağrıştırıyor ki kişinin kendini, yaşantısını sorgulaması bir hayli etkileyicidir.

Şöyle bir çalışma yapmanın bize katkısı olur mu, diye sizlere sormak isterim. Birinci kişili anlatıma sahip bir öyküyü, üçüncü kişinin ağzından anlatsak ya da tam tersini yapsak? Bu çalışmanın okuyucuya direkt ulaşmak için neler yapılabileceği üzerinde bir katkısı olur mu dersiniz?


Re: Birinci Kişi Anlatımı

Hangi anlatıcıyı kullanacağımızın ne anlatacağımızla doğrudan ilgisi olduğu çok açık bence de. Ancak bir de nasıl anlatacağımız sorunu var. Metnin "açıklık-kapalılık" tartışmaları da hep bu eksende dönüyor. Ancak önemli olan, bir şeyin açık olmasından ne anlaşıldığı. Pıhtı üzerine sorulan bir soruya şöyle yanıt vermiştim.

Barış Acar dedi ki:
Kendi kendine, kendiliğinden açık bir öykü olamaz. Her öykü öyle ya da böyle kapalı bir evrendir. Keza bir zihinden başka bir zihine doğru bir yolculuk anını işaret eder. Yolun sonunda kimi zaman kapı sonuna dek açılır, kiminde sonsuza kadar açılmayacak şekilde mühürlenir. Sanırım doğru soru şöyle olmalı: Öykü hangi kapıyı, ne zaman açar? Bunun cevabı ise konuşulan dilden geçiyor. Ne zaman ki, okur ve yazar aynı dilden konuşmaya başlıyorlar o zaman bu açıklık kapalılık meselesi ortadan kalkıyor.

Büşra'nın söz ettiği atölye fikri elbette çok güzel. Ancak birkaç kere denendi ve çok başarılı sonuçlar alınmadı. Bunu kolektif bir harekete çevirmeye çalışmaktan çok, bireysel olarak bu çalışmaları üretip paylaşmanın faydasına inanıyorum artık ben.


Re: Birinci Kişi Anlatımı

""
"hangi anlatıcıyı kullanacağımız ne anlatacağımıza bağlı daha çok."

Büşra'nın yerinde tesbitleri var. Anlatıcı seçimi anlatıyı en çok etkileyen kavramlardan birisi.

"Ben" anlatıcı seçiminin bazı kısıtlayıcı yanlarını nasıl aşabiliriz? Düşünelim;

Hareket ve çevre betimlemeleri söz konusu olduğunda, öyküde birden fazla kahraman söz konusu olduğunda, "ben" anlatımı ister istemez bazı sorunlar yaratmayacak mı? Bir öykünün anlatıcı kişisini değiştirmek, cümledeki zaman ve eylem takılarını değiştirmekten ötelere, cümleyi düzeltmeyi bırakıp, yeniden metin kurgulamaya dönüşüyor.

Çünkü "odaklanma" farklılaşıyor.


Re: Birinci Kişi Anlatımı

Barış Acar dedi ki:
Ne zaman ki, okur ve yazar aynı dilden konuşmaya başlıyorlar o zaman bu açıklık kapalılık meselesi ortadan kalkıyor.

Cevap burada,aynı dilden konuşmakta.

Her okurun yazarı, her yazarın okuru farklı. Tesadüfen ya da bir tavsiye üzerine, bize yakın olana bir şekilde ulaşıyoruz. Sonrasında diğerleri, bizim anlamadığımız ya da anlamak istemediğimiz oluyor. İstedikleri kadar açık(?) bir dille yazsalar da anlaşılırlıklarını yitirmiş oluyorlar.


Re: Birinci Kişi Anlatımı

Bu konuda bir örnekleme girişimi Mehmet Sürücü tarafından Anlatıcı Denemeleri başlığında sürdürülmektedir.


Re: Birinci Kişi Anlatımı

Kimi sınırlamaları olmasına rağmen birinci kişi anlatıcı okuyucuya en yakın gelen bakış açısı sanıyorum. Bunun en önemli nedeni okuyucuya bilgilerin birinci elden veriliyor olması. Üstelik öykünün dikkat çekici bir baş kişisi varsa, olayların gelişimini onun bakış açısından okumak son derece keyifli oluyor. Anlatıcının sadece karakterin bildiklerini bilmesi ise bu bakış açısının en önemli sınırlandırmalarından biri. Karakterin çevresindekilerin ne düşündüklerini karakterin kendisi bilemiyor doğal olarak. Bu okuyucuya verilen bilginin de sınırlanması anlamına geliyor. Öte yandan bir başka sınırlama da karakterin özelliklerine ilişkin. Her karakter kendi dünyasıyla birlikte var oluyor. Başka bir deyişle, küçük bir çocuğun –çok özel bir durum yoksa- birdenbire ileri seviyede matematik problemleri üzerine konuşmaya başladığını göremiyoruz. Bu durumda belki bir şeyler eksik kalabilir. Bir de anlatıcının bir insan değil de bir nesne veya hayvan olduğunu düşünelim. Gerçi bazı yazarlar bu sorunun üzerinde pek durmuyor ama yine de tartışılmaya değer olabilir.
İkinci kişi anlatıcısının genel olarak ikna edici olması konusunda bazı sıkıntılarının olduğu söyleniyor. Ancak başarılı bir anlatımla çok etkileyici olabiliyor.
Üçüncü kişi anlatıcısı ise sınırsız bir bilme imkânıyla bazı açılardan daha avantajlı gibi görünebilir. Ancak yine de öykünün ağırlıklı olarak bir kişinin bakış açısıyla sınırlandırıldığı durumlar özdeşleşme (bekleniyorsa tabi) açısından daha avantajlı.


Re: Birinci Kişi Anlatımı

Nursel dedi ki:
Kimi sınırlamaları olmasına rağmen birinci kişi anlatıcı okuyucuya en yakın gelen bakış açısı sanıyorum.

Bunun üzerinde durmak gerektiğini düşünüyorum.

İlk fırsatta...


Re: Birinci Kişi Anlatımı

Birinci tekil şahıs anlatımı... (Tamlamanın kendisi bile bana hep ürkütücü gelmiştir.) Neden bu kadar seviliyor, tercih ediliyor ya da diğer anlatıcılara göre (her zaman olmasa da günümüzde çoğu zaman) çarçabuk benimseniyor. Kuşkusuz bu sorunun cevabı modernite dediğimiz olguyla ve 18. yy.'dan bu yana yaşanagelen öznelik konumlarındaki farklılaşmayla (özne merkezleşmeyle) bağlantısı var. Yine de benim sorunum çok bilmişlik kokan teknik açıklamalar değil.

"Ben" diye başlayan adama neden bu kadar çabuk güveniyoruz. Batı kültüründe bunun karşılığı "itiraf etme" motifi içinde bulunabilir. Hıristiyan kültüründe kendini teşhir etme/ ele verme/ açıklama köklü bir gelenek. (Belki de doğu edebiyatında tanrı anlatıcının daha çok sevilmesinin kökeninde de bu durum bulunabilir.) Öte yandan modern toplumun görece seküler kültüründe ben anlatıcı nasıl çalışıyor, nasıl olup da bu kadar etkili olabiliyor? Bu soruyu cevabı iyi bildiğimden sormuyorum. Aksine yanına yaklaştığım bir takım cevaplar beni tatmin etmediği için bu kadar üzerinde duruyorum. O yüzden sorularla devam etmek niyetindeyim.

Ben'in kendi üzerinde bu kadar egemen olduğunu nereden biliyoruz da onun dediğine koşulsuz şartsız inanıyoruz. Tanrı anlatıcının karakteri üzerindeki hegemonyasıyla ben anlatıcının kendi üzerindeki hegemonyası arasındaki farklılıktan nasıl bu kadar eminiz? (Burada yazarla karakteri arasındaki mesafeyi tümüyle bakış alanı dışında tutuyorum.) Ben anlatıcı gerçekten samimi anlatıcı mı? Yoksa düzenbazın en önde gideni mi? Kendi kendini kurgularken bunu okura yutturmaya çalışan bir sahtekâr mı o? (Tanrı anlatıcı en azından bu sahtekârlıktan uzak durmuyor muydu? Her şeyi bilen anlatıcı olarak o kendisinin kurucu rolünü itiraf da ediyordu aslında.) Ben anlatıcı kendini sinsice gizleyen yeni bir tanrı mı yoksa? Birinci tekil şahıs, düzenbaz bir tanrı olabilir mi?

Bu sorular üzerine yeniden yeniden düşünmneli.


Re: Birinci Kişi Anlatımı

""
"Ben" diye başlayan adama neden bu kadar çabuk güveniyoruz."

""
"Ben anlatıcı gerçekten samimi anlatıcı mı? Yoksa düzenbazın en önde gideni mi? Kendi kendini kurgularken bunu okura yutturmaya çalışan bir sahtekâr mı o?"

""
"Öte yandan modern toplumun görece seküler kültüründe ben anlatıcı nasıl çalışıyor, nasıl olup da bu kadar etkili olabiliyor?"

""
"Tanrı anlatıcının karakteri üzerindeki hegemonyasıyla ben anlatıcının kendi üzerindeki hegemonyası arasındaki farklılıktan nasıl bu kadar eminiz?"

""
"Ben anlatıcı kendini sinsice gizleyen yeni bir tanrı mı yoksa? Birinci tekil şahıs, düzenbaz bir tanrı olabilir mi?"

Kafa karıştırıcı, en azından düşünülmesi gereken önemli sorular.

Günümüzde "Ben" anlatıcının baş tacı edilmesinin nedenlerini sorguluyoruz. Bunun kaynağında, günümüz insanının toplumsal, kitlesel varlığından uzaklaşıp, (kağıttan-camdan veya granit, çelik) duvarlarla çevrelenmiş sanal bir "ben" içerisine hapsolması olabilir mi acaba?

Kalabalık içerisinde, binlerce insanın ortasında, "ben" her zaman biricik ve tek. Herkes özel, farklı, "star" olduğundan emin. "Her Şeyin En İyisini Hakettiğini Düşünen " insanlar bunu nasıl hak ettiğini düşünmeden, kendisini herkesten üste, tanrı makamına oturtabiliyor.

"Ben" in yüceltilmesi. "Ben" diye başlayan söze, anlatıcıya daha fazla güven duyduğumuzu sanmıyorum. Sadece bir özne olarak böyle başlayan sözlerle daha kolay empati kurabiliyoruz. "İnsanı ilgilendiren, insanın başına gelebilecek her şey"in başımıza gelmesi söz konusu.

Bu soruların üzerinde düşünmeye devam edeceğim.


Re: Birinci Kişi Anlatımı

tanrı inancı, özneye olan inancın soyutlanmasıdır. zaten onun için "tanrı öldüğünde" yerini "insan" almaya çalışır. "tanrı anlatıcı" öldüğünde de onun yerini "1. tekil şahıs anlatıcı" alıverir. dolayısıyla 1.tekil şahıs düzenbaz bir tanrıdır, yada tanrı düzenbaz bir 1.tekil şahıstır.ikisi de doğru olurdu ama bu şu anlama gelir : asıl düzenbazlık özneye dairdir. burada temel kurgu öznedir.


Re: Birinci Kişi Anlatımı

Birinci tekil şahıs anlatımının kişisel olarak karakteri daha fazla tanıma şansı verdiğini düşünüyorum. Karakterin birinci elden duygularını, düşüncelerini anlatan bir anlatıcı, başka birisinin hislerini anlatan bir anlatıcıdan daha dolaysız geliyor bana. Daha dolaysız; çünkü birinci elden bir deneyim anlatıyor. Yarattığı doğruluk ve samimiyet hissi de bu dolaysızlıktan geliyor bana kalırsa. Okuyucu, birinci tekil şahıs anlatımıyla kendi deneyimlerini anlatan bir insanla konuşuyor hissine kapılabiliyor. Aynı zamanda kendisini anlatıcının yerine kolaylıkla koyabiliyor. Karakterin zihninde çok fazla zaman harcandığı için empati kurma da kolaylaşıyor. Uzunca bir süre sesini dinlediğiniz birisinin size tanıdık gelme olasılığı daha yüksek.
Birinci tekil şahıs anlatımı perspektif ve algı sınırları olmasına rağmen okuyucunun yoğun olarak kendisini öykünün içinde hissettiği bir anlatım biçimi. Ona olan güvenimiz de bu tanıdıklık hissinden geliyor. Onu, kendi kendini kurgularken bunu okura yutturmaya çalışan bir sahtekar olmasından çok oyuna davet eden bir oyuncu olarak görüyorum. Ben anlatıcı kendini sinsice gizleyen bir tanrı ise de sadece kendisinin tanrısı. Kendisinin dışındaki dünyayı belirme şansı yok çünkü.


Re: Birinci Kişi Anlatımı

Nursel dedi ki:
Birinci tekil şahıs anlatımının kişisel olarak karakteri daha fazla tanıma şansı verdiğini düşünüyorum. Karakterin birinci elden duygularını, düşüncelerini anlatan bir anlatıcı, başka birisinin hislerini anlatan bir anlatıcıdan daha dolaysız geliyor bana.

Acaba gerçekten öyle mi?

Sınayalım. En basitinden.

""
Üzgün görünüyordu.

""
Üzgündüm.

İnsanın kendi üzgünlüğünü söylemesi garip değil mi sizce de? Öyleyse, ilk anlatımın daha samimi durduğunu söyleyemez miyiz?


Re: Birinci Kişi Anlatımı

Nabokov'un Soluk Ateş'ini okuyalı uzun zaman oldu. Olay örgüsünü aktaramam, fakat kısaca kitabın olayı, anlatıcıya olan bütün güveni yıkmaktı. Bir şair için şiirleri ona ait birer belgedir, değil mi ve çevirmen (Kurgunun içindeki bir çevirmenden bahsediyorum, Türkçeye çevireni daha olaya katmadım bile.) bunları okura aktarırken onun üstüne açıklamalar yaptıysa bütün bunları birinci elden tanıklık (Birinci Tekil Şahıs) kabul edebiliriz. Sonuçta katman katman üstüne, samimiyet veya hakikat aslında solmak yerine tam da gözalıcı biçimde parladığı anlarda gözden yiter.

Masumiyet Müzesi'nde de benzer oyunlar olduğunu duymuştum. Kitabı okumadığım için bir şey söyleyemeyeceğim. Sanırım modernist yazarlar hiç değilse intihar ederek edebiyat yapabiliyor hala.

""
Karakterin zihninde çok fazla zaman harcandığı için empati kurma da kolaylaşıyor.

Bu cümlede de biraz düşünebiliriz. Aslında bir anlamda mesafeyi kısaltırken yolu uzatan bir anlayış var burada, saate değil fakat zamana bakarak bunu söylemek mümkün.


Re: Birinci Kişi Anlatımı

doruk cansev dedi ki:
Sanırım modernist yazarlar hiç değilse intihar ederek edebiyat yapabiliyor hala.

Bu çok doğru. Anlatıcının konumunun sorunsallaşması da belki bunun ilk adımı olarak görülebilir. Edebiyatın temsilden, sahicilikten, dilden ayrılması... edebi olmayı bırakması tümden, edebî olmanın geriye kalan tek yolu olabilir.


Re: Birinci Kişi Anlatımı

""
"Edebiyatın temsilden, sahicilikten, dilden ayrılması... edebi olmayı bırakması tümden, edebî olmanın geriye kalan tek yolu olabilir."

Bu cümleler bana, Varlık dergisinin son sayısındaki(Ağustos-2012) "Edebiyat Plastiktir" dosyasındaki bazı Dadaist akımların bu alandaki çalışmalarını düşündürttü. Dergideki dosya ile ilgili paylaşılıp, tartışılmasının yararlı olacağını düşündüğüm konular var. Ama tümünü okumayı bitiremedim. Bu nedenle konuyu daha sonra gündeme getirmek istiyorum.İlgilenenler için, Varlık dergisinin ilgili sayısını okumalarını öneririm.

Hem bizim bir şansımız daha var; Sayın Barış Acar'dan, buradaki (çoğu kafamı karıştıran) yazılardan birisinin yazarı olarak bizlere, edebiyatın ülkemizde pek de yaşamadığı bu tartışmalarla ilgili açıklamalarda bulunmasını rica edebiliriz. Smile

Birinci Kişi Anlatımı konusu düşündüğümden çok farklı, düşündürücü boyutlara sıçradı.

Bu konularda düşünmek gerek bence.


Re: Birinci Kişi Anlatımı

Neden olmasın. Ancak bu başlık için fazla kapsamlı olacağından korkarım. İyisi mi, dosyayı okuyanlarla ayrı bir başlıkta bu konu hakkında dertleşebiliriz. (Bu arada şöyle bir haber verebilirim: Dosyadaki yazılardan birinin daha kapsamlı bir versiyonu önümüzdeki ay Uzun Hikâye'de yayımlanacak.)


Re: Birinci Kişi Anlatımı

Zaten benim düşündüğüm de farklı bir başlıkta konuyu gündeme getirmekti. Konuyla ilgili kapsamlı yazının yayımlanması iyi bir haber.


Re: Birinci Kişi Anlatımı

Birinci tekil şahıs anlatımının her zaman güvenilir olmadığına dair bir inanış var genel olarak. Burada da aynı durumu sezdim. Oysa ben güvenilirlilik sorununun anlatıcı türünden çok yazarın yeteneğine bağlı olarak çözülebileceğine inanıyorum. İnsanın kendi üzgünlüğünü söylemesi kimi durumlarda garip olabileceği gibi kimi durumlarda son derece olağan olabilir. Bir anlatıcıyı sadece kendi deneyimleri içerisinden konuştuğu için güvenilmez veya samimiyetsiz bulmak yeterli gelmiyor bana.


Re: Birinci Kişi Anlatımı

Nursel dedi ki:
Bir anlatıcıyı sadece kendi deneyimleri içerisinden konuştuğu için güvenilmez veya samimiyetsiz bulmak yeterli gelmiyor bana.

Birinci tekil şahsı güvenilmez ya da samimiyetsiz bulmuyorum. Yanlış anlaşılmasın. Sadece tanrı anlatıcıya karşı "daha samimi" bulunduğu söylendiğinde bundan kuşku duymak gerektiğini, bu duygunun tarihsel, hatta politik kökenleri olduğunu öne sürüyorum.


Re: Birinci Kişi Anlatımı

"tanrı anlatıcıya kadar" mı yoksa; "tanrı anlatıcı kadar" mı?


Re: Birinci Kişi Anlatımı

Mehmet Sürücü dedi ki:
"tanrı anlatıcıya kadar" mı yoksa; "tanrı anlatıcı kadar" mı?

...tanrı anlatıcıya karşı...