UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Beyoğlu'nun Umursamaz Sesleri

15 Mar 2011
gönenç kaytaz

“-Yüzyıllar önceydi” dedi içinden, yalnız başına boyunu hafif yere doğru eğik ve elleri cebinde yürürken İstiklal caddesinde. Öfkeli rüzgar ve hafif yağmur sahneyi gizemli yaparken o göz ucuyla ve çekingen bakışlarla sessizce yüzyıllar öncesinin provasını yapıyordu içinden. Duygulandı, soğuk havaya uygun bir yüz, utangaç bakışlar ve güvensiz adımlar. Daha biraz önce metrodaydı. Tutunduğu yerden camda kendini gördüğünde kusurlarını acımasızca cama dökmüş ve kendini yerden yere vurmuştu. Rüzgar ve hafif yağmur soğuk havayla yüzünde gezinirken o yalnızlığını düşünüyor biryandan da sigara alacağı büfeyi kaçırmamak için aklına düştükçe uzun ve kalabalık caddeye dikkat ediyordu. Bir ara “-yürüyüşüm ne kadar da ona benziyor” dedi. Hüzünlüydü mutsuz ve soğuk bir yüzü vardı, bakışları alttan ve yıllarca hor görülmüş bir sokak çocuğunkine benziyordu. Kendisi ile ilgili uzun zamandır gri resimler çiziyor saçını ve sakalını da kesmiyordu. Temizlenmeyi severdi ama dışarıdan bakıldığında kirli gözükürdü. Hatta bir keresinde arkadaşları ona, sokaklarda kalan insanlara benziyorsun demişlerdi. Ama ilginçtir ki arkadaşlarının bu sözleri onun canını sıkmamıştı hatta hoşuna bile gitmişti belki de. Güzele dair ne varsa dışarıda değil içeride olmalıydı onun için.
Kalabalık sisinin arasından yürümeye devam ederken aklına eski sevdiği botları geldi. “-Ne de güzel dururdu ayağında” dedi içinden. Çok severdi onun botlarını çok samimi gelirdi, sarılıp uyuyabilirdi bile belki de. Hüzünlü olan her şey güzeldir onun için. Nesneler ya da canlılar fark etmez. Yeterki hüzünlü ve içten baksınlar gerisi o kadar da önemli değildi.
Hava kararmaya başlıyordu yağmurun ıslattığı yorgun cadde ıpıslaktı. O yürüyor üşüdüğünü hissediyordu. Büfeden sigarasını alıp devam etti yoluna. Etraftaki dükkan ve mağazalar caddenin tüm griliğine rağmen sanki farkında değilmişçesine mutlu görünüyorlardı. “-Nekadar da savunmasız her yer” dedi içinden. Korkutuyordu kalabalıklar ve yoğunluk onu. Hiç bir yere saklanamayacağını sıcak vücudun soğuk suya girme anını sürekli yaşayacağını düşündü. Yürürken kendine baktı bir camda “-nefret ediyorum” dedi. İnsanlara bakmamaya çalışıyor, genellikle caddeye yapılara köşelere ve bina girişlerine bakıyordu. Sonra bir ara caddeye uzandı bakışları ve birden duraksadı. Yürümeye devam etmekle etmemek arasına düştü. Bakmaya devam ediyordu, hava kararmış cadde lambaları ve dükkan ışıkları bir şiir gibiydiler. Elleri cebinde yüzü düşünceliydi ara caddeye tekrar baktı ve içinden geçeni yapmaya kara verdi. Ara caddeye girdiğinde ağlamak istiyordu rüzgar şimdi daha da delirmiş gibiydi, sanki dünyanın merkezine gelmiş ve rüzgar her yere buradan akıyormuş bu ara cadde rüzgarın ilk çıktığı yermiş gibi yürümeyi bile etkileyecek güce erişmişti. Otelin kapısına yaklaştığında binayı yukardan aşağı zorlukla izledi. Rüzgarın sesi yüksekti. Binaya baktı, renkliydi ama eski bir binaydı, Beyoğlu'nun en eski oteli olmalıydı. Çocuk yuvasını andırıyordu dışarıdan girişi. İçinden “-eskisi kadar neşe ve hüzün taşıyor hala” dedi. Kapıdan içeri girdiğinde hemen kısa dar koridorun solunda basit dar bir masa ve eski bilgisayarı olan resepsiyona doğru yürüdü.
-Merhaba – dedi.
Resepsiyon görevlisi kız da güler yüzle cevap verdi,
-Merhaba, buyurun!
Tanımıştı resepsiyondaki kızı. Yüzyıllar önce tanışmışlardı. Kız o günde yine burada böyle otururken önceki gece içkiyi kaçırdığını anlatmış başının ağrıdığını ve hala kendine gelemediğini söylemişti. İnce ve düz yüzü ne çirkin ne de güzeldi. Sanki burnu gözleri kaşları yeterince olgunlaşmamıştı. Özensiz kumral saçları, yağlı cildi göze çarpacak kadar küçük göğüsleri ve rahat konuşması, insanın aklına samimi dostluklar ve ilişkiler kuran bir yapısı olduğunu düşürüyordu.
-Boş odanız var mı? – dedi.
-Evet, var – dedi kız nazik bir tınıyla. - 16 numaramız yeni temizlendi.
-Peki o zaman.
-Kiralayacak mısınız?
-Evet lütfen!
Kız bilgisayara işlemleri girerken o etrafa, hemen arkasındaki aynaya koridorun sonundaki yukarı çıkan merdivenlere ve yere bakıyordu. Her karede sevginin yüzyıllık izlerini arıyordu.
Anahtarı uzatarak,
-Buyurun anahtarınız. - dedi kız gülümseyerek.
-Teşekkür ederim.
-İyi uykular.
Merdivenleri çıkarken binanın eskiliği üzerine yapılan rengarenk pastel renkli boyalarla boyanmış duvarlar ve merdivenler o kadar samimiydi ki, rüyalar kadar yakındı. Merdivenlerin her basamağı, korkuluklar, odaların eski tahta kapıları, duvarlar hepsi her yer farklı farklı renkte idi. Odasının kapısına geldiğinde anahtarı deliğe sokarken hafif korku sardı içini. Kapıyı yavaşça araladı karanlıktı içerisi, hemen kapının yanındaki eski elektrik düğmesine uzandı eli. Tek ampul olan oda lambasını açtığında yüzüne en güzel oyundan bir drama sahnesi çarpmıştı adeta. Kalbinin atışları yükselmişti, sonra nedense şaşkınlık almıştı yüzünü. Kapıyı kapattığında içine çekti o tanıdık yüzyıllık kokuyu, dokunmaya başladı. Her sahne önemliydi, her detayı izlemeye koyuldu. Eski bir binaya ait eski bir odaydı, duvarları yamuk ve yer yer dökülmüş olan odanın boyasının alt yarısı pastel bir lacivertti üst yarısı ise açık sarı idi. Bir taraftaki duvarda elle çizilmiş çıplak kadın resmi her zaman onu hafif utandırmıştı. Pencere dibine yaslanmış yatağa uzandığında ışığı kapatmıştı. Her şey sessizdi kulakları çınlatan bir sessizlikti bu. Beyoğlu’nun sesleri ve rüzgar çok uzaktan rüya gibi dokunuyordu sadece odaya. Ay ışığı eski sürgülü pencereden içeri süzülürken başucuna, o gözyaşlarını dökmeye başladı. Eski odayı izledi, uzunca baktı, hafifte olsa gözüküyordu odanın içi karanlıkta. Sağında o resimli sessiz duvar, solunda ise ufacık bir alana sıkıştırılmış klozet banyo ve lavoba vardı yarısına kadar açık küçük ve dar girişi olan basit akordeon kapısıyla. Bu yeri bu odayı çok seviyorlardı. Geleceği yakınlaştırmaktı bu oda onlar için. Yalnız başlarına yaşayacaklardı, yarının provasıydı burası. Kaçacaklardı buralardan endişe ve sevinçleriyle. Elleri birbirine tutunmuş tepelerinde güneş yükselirken ılık bir rüzgarı okşayarak koşarken görürlerdi hayallerinde hep kendilerini. Öfkeli fırtınayı yağmuru ve karanlığı geride bu şehirle birlikte bırakacaklardı. “Alın çöplüğünüz de sizin olsun” diye bağıracaklardı gülümseyerek. Ama şimdi ise kaybettiği sadece yükselen güneş ülkesi değildi, sıcacık ellerdi. Elleri üşüyordu, ellerine baktı karanlık odada, soğuktu ve gözleri ıslak. Rüzgarın sesi pencereden soğuk bir uyku gibi girerken o gözlerini sildi. Boğulmuştu, aklına sigarası geldi eli çantasına uzandı içinden yeni aldığı sigarasını ve bitmekte olan çakmağını çıkardı. Paketten çıkarırken sigarasını biraz olsun dinlenmek istedi. Ağzındaki sigarasını yaktığında çektiği derin ilk nefes onu göz kamaştıran, güneşli, ılık rüzgarı mis gibi çiçek ve toprak kokan yemyeşil uzunca bir çayıra götürdü. Islak yüzü gülümsedi bir an için. Gözleri tekrar doldu. Derin bir nefes daha çekti sigarasından.
Eski perde öylesine asılı duruyordu pencerede. Odada her şey üzgün ve yorgun haldeydi. Bir an için merdivenlerden sesler geldi. Gülen konuşmalar ayak seslerine karışırken her şey uzaktan geliyordu odaya. Korktuğunu hissetti, nedense biran için yorganın altı geçti aklından. Bir çocuk gibi hissetmişti kendini. Sesler yukarı çıktı azaldı ve sonrada kayboldu. Sessizlikle ve karanlıkla baş başaydı yine. Soğuktu, dışarıda öfkeli rüzgar yağmuru da peşine takmış dolaşırken o doğruldu ve pencereye baktı, bu pencereyi de sevmişlerdi sürgülü ve eskiydi yukarıya doğru açılırdı. Bir keresinde güvercin konmuştu pencereye, sevinmiş gizlice perdenin arkasından izlemişlerdi meraklı gözlerle, mutlulardı. Şimdi ise o karanlıkta yalnız başına pencereyi izliyordu. Elleri pencereye gitti. Sürgülü pencereyi açtığında ele geçirmeye çalıştığı birileri varmış edasıyla içeri giren soğuk rüzgar oyunu bitirircesine dolarken odaya, buz gibi yüzü ve yaşlı gözleriyle eski pencereden aşağı baktı. Korku sardı içini. Mırıldanarak “-sevgi” dedi, yüzüne vuran soğuk rüzgara ve sokak lambalarına aldırmadan Beyoğlu’nda bir odanın penceresinde. “-Sevgi böyle öldürülür” dedi ve itti kendini..
Unutulmuş sigarası yalnız başına boş odada sönmek üzereyken pencere kenarında, uzaktan dokunan Beyoğlu’nun umursamaz sesleriyle üşüyen eski karanlık oda şimdi yalnız kalmış yaşlı bir ağaç edasıyla kapatır son sahnede gözlerini tüm dünyaya.

Kategori:

Re: Beyoğlu'nun Umursamaz Sesleri

""
“-Yüzyıllar önceydi” dedi içinden, yalnız başına boyunu hafif yere doğru eğik ve elleri cebinde yürürken İstiklal caddesinde. Öfkeli rüzgar ve hafif yağmur sahneyi gizemli yaparken o göz ucuyla ve çekingen bakışlarla sessizce yüzyıllar öncesinin provasını yapıyordu içinden. Duygulandı, soğuk havaya uygun bir yüz, utangaç bakışlar ve güvensiz adımlar. Daha biraz önce metrodaydı. Tutunduğu yerden camda kendini gördüğünde kusurlarını acımasızca cama dökmüş ve kendini yerden yere vurmuştu.

"Tanrı Anlatıcı"yı Ne Yapmalı?