UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Zamanın Ağızları

25 Şub 2011
Mehmet Sürücü

Eduardo Galeano, Uruguay’lı yazar. Çok önceleri Kucaklaşmanın Kitabı adlı eserini okumuş, kısa kısa metinlerinin etkileyiciliğine şaşıp kalmıştım. Dün kitapçıya uğradım. Defalarca artık kitap almamaya yemin etmiş, defalarca da bu yemini bozmuştum. Yine aynı şey oldu. Kitapları didiklerken “Zamanın Ağızları” geçti elime. Her zaman yaptığım gibi, rastgele bir sayfasını açıp, bir parça okudum. Birkaç kez daha tekrarlandı bu. Sonra cebimdeki son birkaç lirayı oraya bırakıp, aptalca bir sırıtmayla acele acele çıktım. Aşağıda alıntıladığım parçalar ilk iki metin.

""
Söyleyen Zaman
Zamandanız hepimiz.
Bizler onun ayakları ve ağızlarıyız.
Zamanın ayakları ayaklarımızda yürüyor.
Artık biliyoruz ki, kısa ya da uzun vadede, zamanın rüzgârları ayak izlerini silecek.
Hiçin güzergâhı mı, hiç kimsenin adımları mı? Zamanın ağızları anlatıyor yolculuğu.
s.7

""
Yolculuk
Barselona’da bir hastanede yeni doğanların bakımıyla ilgilenen Oriol Vall, insanın ilk hareketinin kucaklaşma olduğunu söylüyor. Dünyaya geldikten sonra, günlerin başlangıcında, bebeler birisini arar gibi ellerini uzatıyorlar.

Artık epey yaşamış olanlarla ilgilenen başka doktorlar, ihtiyarların da günlerinin sonunda kollarını kaldırmaya çalışarak öldüğünü söylüyorlar.

İşte böyle, konu hakkında ne kadar çok kafa yorarsak yoralım, ne kadar söz sarfedersek edelim, durum bu. Böyle, bu kadar basit ve her şeyi açıklıyor. Fazla söze gerek yok; iki kanat çırpışı arasında gerçekleşiyor yolculuk. S.8

Zaman ve insan konusunda kitaplarca söylenebilecek şeyleri bu kadar kısaltarak nasıl anlatabildiğini düşündüm bir süre. Çocuklukla yaşlılığın şaşırtıcı bir şekilde birbiriyle ne kadar benzeştiklerini düşündüm. Daha önce bir yazarımızın son günleriyle ilgili okuduğum bir metin geldi aklıma. Son günlerinde normal yemekleri yiyememesinin, çorba, sütün içinde erimiş bisküvilerin, bir süre sonra tuvalete gidemeyip, altının bağlanmasının çocukluktaki hallerimizle ne kadar örtüştüklerini düşündüm. Kendi üzerine kapanan bir çember gibi gördüm insanın yaşamını.

GALEANO, Eduardo. Zamanın Ağızları, (Çev.Bülent Kale), İstanbul: Çitlembik Yay, 2004.

Kategori:

Re: Zamanın Ağızları

Kitaptan bir parça daha eklemeden yapamadım;

""
Ahlak ve Gelenekler
Onu yatağa bağlı olarak bir odaya kapattılar.
Her gün bir adam giriyordu, hep aynı adam.
Tutsak, birkaç ayın sonunda hamile kaldı.
O zaman kızı adamla evlenmeye mecbur ettiler.
Gardiyanlar polis değildi, asker de değildi. Onlar, okuldaki kız arkadaşlarından biriyle öpüşüp koklaşırken görülen, neredeyse çocuk olan bu kızın annesi ve babasıydı.
Zimbabve'de, 1994'ün sonlarında, Bev Clark kendi hikayesini dinledi.

Ne kadar şaşırtıcı, sarsıcı bir öykü değil mi?


Re: Zamanın Ağızları

Çitlembik Yayınları, sitesinde, yazının girişinde kullandığınız çizimlerin Alfredo Mires Ortiz'den alındığını belirtmiş. Ortiz'le ilgili çok fazla kaynağa ulaşamadım. Sanatçının diğer çalışmalarından örneklere ancak şu İspanyolca siteden ulaşabildim.


Re: Zamanın Ağızları

Afrika sanatı etkileyici. Ondan, bir zaman Picasso'nun da etkilendiğini okumuştum bir yerlerde. Bu kadar basite indirgenmiş çizimlerin bu kadar etikileyici olmalarının nedeni nedir acaba?


Re: Zamanın Ağızları

Mehmet Sürücü dedi ki:
Afrika sanatı etkileyici. Ondan, bir zaman Picasso'nun da etkilendiğini okumuştum bir yerlerde. Bu kadar basite indirgenmiş çizimlerin bu kadar etikileyici olmalarının nedeni nedir acaba?

Picasso, Matisse'in Avrupa'ya getirdiği maskları görerek, hayran olmuştur Afrika sanatına. Neden bu kadar etkilenmiştir? Akılla yaratılmış, buna karşın sınıfsal ayrılıklar, savaşlar ve yıkımlarla bezenmiş olan 20. yüzyıl insanına Afrika sanatı, içgüdülerin akıldan daha fazla insani olanak yaratabileceğini göstermiştir.


Re: Zamanın Ağızları

""
Kurallar

Chema topla oynuyordu, top Chema’yla oynuyordu, top bir renk dünyasıydı ve dünya, özgür ve çılgın, uçuyordu, havada dalgalanıyor, nerede isterse orada zıplıyor, sıçraya sıçraya, buraya düşüyor, oraya fırlıyordu, ama annesi geldi ve durmasını emretti.

Maya Lopez topu yakaladı ve sakladı. Chema’nın mobilyalar için, ev için, mahalle için, Meksiko Kenti için tehlikeli olduğunu söyledi ve onu ayakkabılarını giymeye, uslu uslu oturmaya ve okul için ödevlerini yapmaya mecbur etti.

-Kural kuraldır, dedi.

Chema başını kaldırdı:

-Benim de kurallarım var, dedi ve ona göre iyi bir annenin çocuğunun kurallarına itaat etmesi gerektiğini söyledi:

-Canım ne isterse oynayayım, çıplak ayak gezmeme karışma, beni okula ya da ona benzer bir yere gönderme, erkenden yatmaya zorlama, her gün ev değiştirelim.

Ve tavana bakarak, sanki hiçbir şey istemiyormuş gibi, bir şey istemeyen biri gibi ekledi:

-Sevgilim ol. S.59

Kuralları her zaman güçlü olanın koymasını düşünüyorum.

Anne-Baba olmanın nasıl bu gerçeğin ötesinde yapılabileceğini, yaşanabileceğini düşünüyorum.

Yılda bir bayramlarının olmasının, bir iktidar koltuğuna bir çocuğu oturtmanın ne ifade ettiğini-etmediğini, erkenden, filizlenmeden kurallarla yitirilen saflıkları, masumlukları, hayalleri, çocuk olmayı, büyüklere rağmen çocuk olmanın zorluklarını düşünüyorum.

Çocuklarının isteklerine karşılık, aklılarına gelen ilk sözcüğün “Hayır” olduğu büyükleri, yaşamın ağırlığıyla çökmüş omuzların üzerindeki kafanın, hayal ve oyun dünyasında kaybolan, mutlu, küçük yaratıklara duydukları anlaşılmaz yadsımayı, kızgınlığı, onları dönüştürme çabalarını düşünüyorum.

Kaybeden birileri oluyor her zaman. Çıplak, toprağa basan ayaklar örtülüyor, rengârenk, gökkuşağı gibi toplar karanlık bodrumlara sürgüne, çocuklar kapıların ardına, ders çalışmaya gidiyor. Neşe, sevinç, mutluluk, özgürlük uzaklardan bir yerden bakakalıyor.

İçi boşalıyor “Sevgilim” sözcüğünün.

Aklımızın, duygularımızın labirentlerinde bir soru dolanıp duruyor;

“Neden bu kadar mutsuz bu insanlar?”


Re: Zamanın Ağızları

"Ve tavana bakarak, sanki hiçbir şey istemiyormuş gibi, bir şey istemeyen biri gibi ekledi:

-Sevgilim ol."
bu kadar yalın bir anlatım sözcüklerle bezeli ağdalı dillerden , renkli simalar, haberdar etmeyen haberler, binbir düzmece kurgulu diziler, taraf olamayıp arada sıkışmalar, zoraki yaşamlar, mecburen ekmek parası derdine bugün de sabah oldu lanet olsun diye gidilen işler arasında modernitenin kendinden uzaklaştırdığı bireyin kalbine fısıldıyor belki de ondan bu kadar güçlü. Apaçık çırılçıplak olarak istenen bu şeyde, bir oğlan çocuğunun (oidupus'a gönderme var mı ki? diye soruveren bilmiş beynime kızıyorum çocuğun masum isteğinde freudien bir didikleme yapma arzusu taşımasına, bilinç kirlenmesine kıllanıyorum) topunu elinden alıp kurallar koyan annesine dünyaya getiren sevgili varlığa, ne barışçıl ne umut vadeden sevgi dolu bir teklif bu.
Her gün ev değiştirelim, yalınayak gezmeme izin ver ve sevgilim ol... daha ötesi mi var?
Duruyorum çocuğunun sevgilisi olan anneler onları hep özgür bir ruh olarak algılayan ve yanlarında bir dost bir melek gibi yürüyüp; ne çok koruyup kollayarak, gerçek sivri köşeli hayattan koruyup sonra hiç annenin dünyası gibi olmayan fanusun dışındaki dünyaya atan ne de kısıtlamalarla bir disiplin dünyasında sert keskin gerçeklerin acıtıcılığını sürekli tehdit unsuru olarak sunup kısıtlama ve kurallarına bir sebep yaratan;sadece yoldaş sevgili olan anneler mi acaba? Dost olan yandaş suç ortağı ve sevgili olan... Annemizdir hikayemizi ilk söyleyen diye bir dize düşüyor dilime.


Re: Zamanın Ağızları

2011 yılı şubat ayında en son, kitaptan bir alıntı yapmışım.

aralarda kitaba tekrar döndüğüm zamanlar da oldu. Ama uzun bir süredir Zamanın Ağızları'ndan uzak kaldım.

Bu alıntı, bu uzak kalmamı affetirmek için. Kime? Ne farkeder?

""
Tohumlar
Brezilya’da köylüler sordu. İnsansız bu kadar toprak varken, neden topraksız bu kadar insan var? Onlara kurşunlarla cevap verildi.

Ama korku onlara miras kalan tek şeydi ve onu da kaybettiler. Sormaya, toprakları işgal etmeye ve çalışmak istemek suçunu işlemeye devam ettiler.

Milyonlarcaydılar ve sormaya devam ettiler. Sordular; Neden kimyasal işkencenin toprağı telef etmesine izin veriliyor? Bir de; Eğer tohumlar tohum olmayı bırakırsa bize ne olacak?

2001 yılı başlarında, topraksız köylüler, Rio Grande do Sul’da Monsanto şirketine ait, genetik olarak oynanmış tohumların üretildiği bir araştırma çiftliğini işgal ettiler. Tek bir suni soya bitkisi bile bırakmadılar.

Plantasyonun adı Bana Dokunma idi.s.117

Burada bana en çok şu soru dokundu;

""

İnsansız bu kadar toprak varken, neden topraksız bu kadar insan var?

İnsan olmak bazen bana acı veriyor. Bu soruyu da o acının bir parçası olarak görüyorum.