UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Yazma Uğraşı

03 Haz 2011
elif cinar

Öykü yazmaya delicesine merak sarmış bir arkadaşımın ısrarı üzerine gittim o etkinliğe. Arkadaşım, dünya öykü gününde yapılan etkinliklere katılmak istiyormuş. Öykücülerin okurlarıyla buluştuğu bu etkinliklerde neler yapılıyor haberdar olmak, öyküyle haşır neşir insanlarla tanışmak, onların anlattıklarından faydalanmak, öykünün olduğu her yerde bulunmak istiyormuş. Yalnız, bir sorunu varmış, oralara tek başına gidemiyormuş. Çekinirim bir başıma dedi.
Yapıştı yakama, sen de gel, birlikte gidelim diye tutturdu. 14 Şubat, dünya öykü günüymüş. Olabilir, dedim. 1 Şubat da benim doğum günüm. 5 Şubat, İstanbul’da gemicilerin greve gittiği gün. Boş günümüz mü var bizim. Mesela 9 Şubat var… Son derece gereksiz bulduğu sözlerimi yarıda kesip saçma saçma konuşma nankör, dedi. Senin doğum gününü unuttum mu, saten kumaşlardan yapılmış toka kutusu hediye etmedim mi? Hiç mi hatırım yok, bu etkinliğe benimle gelmeni istiyorum. 14 Şubat, dedim, dünya sevgililer günü olarak ilân edilmiştir. O gün herkes sevgilisinin sevgililer gününü kutlamalıdır. Sevgililer kaçmıyor ya, on beşinde yapsınlar kutlamayı, dedi. Öykücüler, yayıncılar, editörler, kısacası, onun tanışmak istediği herkes o gün, orada olacakmış. Bu etkinlik onlarla tanışmak için bir fırsatmış. Gelmezsen silerim seni defterden, dedi.
Baktım, gözleri çakmak çakmak olmuş, ağladı ağlayacak. Sanki bu etkinliği kaçırırsa hayatı boyunca öykü yazmayı başaramayacak. Peki ama dedim, sen iyi kötü yazıyorsun, ben anlamam öyküden. Biri tutup ne iş yaptığımı sorar, kargo şirketinde kurye olduğumu öğrenince beni etkinlikten kovarsa… Bu, herkese açık bir etkinlikmiş. Amaç, buluşturmakmış, okurla öyküyü, öykücüyü buluşturmak. Niye buluşturuyorlarmış, para mara istemesinler bizden, zira, almadan vermek Allah’a mahsustur, dedim. Olur mu canım, ne parası, ne yapılıyorsa öykü için yapılıyor, dedi.
Birkaç gün sonra iş çıkışı Konur Sokak’taki bir büfenin önünde buluştuk. Arkadaşım konuşulanları not etmek için kendine, yumuşak uçlu bir kurşun kalemle dört ortalı harita metot defteri almış. Etkinlik bulunduğumuz sokakta, bir kitabevinin arka bahçesindeymiş. Arkadaşım bir saniyelik gecikmenin bile büyük bir kayıp olacağını düşündüğünden kitabevine uçarcasına gittik. Etkinliğin yapılacağı arka bahçeye ulaşmak için kitabevinin içinden, kitaplarla dolu rafların arasından geçmek gerekiyordu. Kitaplarla dolu rafların arasından geçerken arkadaşımda yazma hevesinin yanı sıra, okuma hevesi de peyda oldu. Dur, dedi elindeki defteri elime tutuştururken. Hazır gelmişken bir iki kitap alalım. Gecikiriz, diye seslenmeme aldırmadan, sevgilinin kollarına nasıl koşarsa bir âşık, arkadaşım da kendinden geçercesine kitap raflarına koştu. Önce, öykü kitaplarının bulunduğu bölüme yöneldi. Üçer beşer indirdi kitapları raftan. Kuramsal kitapların bulunduğu bölüme geçip indirdiklerini kucağına yığmaya başladı.. Gidip kolundan çekiştirdim. Acele et, kaçıracaksın etkinliği dedim. Dur, şunların parasını ödeyeyim, hemen geçelim bahçeye dedi.
Etkinliğe konuk edilen öykücüleri saymazsak yirmi beş, otuz kadar dinleyici vardı arka bahçede. Öykücüler, birbirine bitiştirilmiş uzunca bir masanın etrafına dizilmişti. Onların karşısında da dinleyicilere ayrılmış masalar vardı. Öndeki masalar dolu olduğu için biz arkalarda bir yere oturduk. Arkadaşım, kitap dolu poşetlerini masanın üzerine bırakır bırakmaz daha sandalyesine yerleşmeden harita metot defterini çekip aldı elimden. Defterin kapağını açıp ilk sayfayı sanki silgi artığı varmış gibi elinin tersiyle hızlı hızlı süpürdü. Hindi gibi boynunu öne uzatıp gözlerini kısarak konuşulanlara kulak kabarttı. Bir öykü okunuyordu ama okuyanın sesi bizim oturduğumuz tarafa ulaşmıyordu. Arkadaşım duyabilmek için sandalyesini öykücülerin bulunduğu tarafa doğru bir iki santim kadar kaydırdı.
Elinde yumuşak uçlu kalemi, yazmaya hazır, sayfaya abandı. Abanmasıyla kalkması bir oldu. Ne dedi, diye sordu bana. Daha bir şey demedi, dedim. Hayır, bir şey dedi, dedi. Ben anlamadım, dedim. Yüzünde bir mahcubiyet duygusu belirdi. Sanki yapılan konuşmadan bulup çıkarması gereken özet bir cümle varmış da o cümleyi yazamadığı için kendini suçlamış gibi geldi bana. Sese alışamadı kulağın dedim. Konuşanın sesine alışınca anlarsın ne dendiğini. Rahatlar gibi oldu. Uzunca bir süre, anlayacağı, anlayıp da not edeceği bir cümle, bir sözcük bekledi. Başını defterinden kaldırıp soran gözlerle bana baktı. Acele etme, sakin ol, dedim. Sesi dinle, sese yoğunlaş... Bunu yaparken de masalara bakmayı ihmal etme. Göz göze geldiklerinle selamlaş. Madem ileride işine yarayacak… Kulağıma eğilip çaprazımızda oturanla zırt pırt göz göze geliyorum ama selamlaşmak istemiyorum, dedi. Niye, dedim. Onun işi gücü şeymiş, dedi. Neymiş, dedim. Canım, anla işte, şeymiş... ‘Şey’le, yüzlerce sıfattan hangisini ima ettiğini anlamadığım arkadaşıma, öykülerini de böyle yazarsan okuyucunun işi var, demedim. Şevkini kırmak istemedim. Madem kimseyle selamlaşmayacaksın, niye geldik ki buraya, eve gidip Haziran Gecesi’ni izleseydik, dedim. Beni duymadı. Elinde kalemi, arkasına yaslanıp başka masalarda oturanlara göz gezdirdi.
Ay, keşke şu ısıtıcılardan birinin yanında olsaydı masamız, burası çok soğuk, dedi bahçenin birkaç yerine yerleştirilmiş ısıtıcılara bakarak. Ama kış ayı da soğuk olur, dedim. Başka bir yer bulamamışlar mı, niye bu kitabevinin arka bahçesini seçmişler ki? Tamam öykü filan ama kıçımız dondu valla dedim. Isıtıcılara bakarak ısınmaya çalışan arkadaşım, yok yok, mekân güzel, dedi. Mumlar, loş ışık, ortam çok romantik. Sandalla gezintiye çıkmışız gibi... Bana Titanic’i hatırlattı dedim. Öndekiler kebap... Bize ne ses geliyor, ne sıcak. Donmuş cesetlerimizi bulacaklar bu mevkide. Ay, ne fitnesin, adamlar, işi gücü bırakıp bizi öyküyle buluşturuyor, sen neler düşünüyorsun, dedi.
Alkış seslerini duyunca öykücünün öyküsünü okuyup bitirdiğini anladık. Arkadaşım yerine oturan öykücüyü coşkuyla alkışlarken, inşallah sıradaki daha gür seslidir diye dua etti. Sıradaki öykücü öyküsünü okumaya başlamadan önce, gelen konukları selamladı, duygu ve düşüncelerini aktardı. Arkadaşım heyecandan olsa gerek konuşmaları anlayamıyordu ama benim anlayabildiğim kısımlar sadece bu, sesin gücünü yitirmediği giriş konuşmaları oldu. Seslerini duyurabilmek için konuşmalarına yüksek sesle başlayan öykücüler, ön konuşmanın ardından öykülerini okumaya geçtiklerinde ses düşüyor, duyulmaz oluyordu. Niye bir mikrofon, hoparlör filan koymamışlarsa dedim. Madem mekân sesin duyulmasına elverişli değil, hiç değilse okunacak metinleri yirmi, otuz, çoğaltıp dağıtsalardı masalara. Arkadaşım bana ters ters baktı. Yumuşak uçlu kalemi elinde, sayfaya abanıp cümleleri yakalamaya koyuldu. Duyabildiklerimi acele acele fısıldadım ona.
Yaz, dedim, yazmayı çok seviyorum, diyor. Edebiyata olan sevgimi söze dökmem çok zor, hatta imkânsız. Yazmak benim için olağan üstü bir şey. Ay, canım yaaa, dedi arkadaşım. Öyküsüz bir hayat düşünemiyorum. Yazmak benim yaşama sevincim, edebiyat olmasa n’apardım bilmiyorum. Arkadaşım söylediklerimi not ederken merakımı yenemedim. Bildiğimiz öyküden bahsediyorlar değil mi, diye sordum. Nasıl yani, öykünün bilmediğimiz olanı da mı çıkmış, dedi. Yani, dedim, hani bugün sevgililer günü ya, gündemi karıştırmış olmasın bunlar. Nasıl yani yaa, ay bırak boş boş konuşmayı, yazar ne diyor, onu söyle, dedi. Ben de söylenenleri aktarmaya devam ettim. Hikâyeler okumalı unutmayın, edebiyatsız kalmayın, diyor. Edebiyatı edebiyat dostlarıyla, edebiyat severlerle buluşturan bu organizasyona teşekkürlerimi sunarım. Arkadaşım hızla yazdı söylediklerimi. Öykücü öyküsünü okumaya geçince ses yavaş yavaş azaldı, duyulmaz oldu. Ses kesildi, dedim, duyulmuyor. Biraz daha oturursak donacağız. Haziran Gecesi’ni kaçırdık ama şimdi çıkarsak Ihlamurlar Altında’ya yetişiriz. Tv. dizilerine meraklı olduğunu bildiğim arkadaşımın bakışlarında, ufacık bir kararsızlık, bir ikilem yoktu. Sonuna kadar orada oturmaya kararlıydı.
Kulağımız öykücünün okuduklarını duyma telaşında, boş gözlerle birbirimize baktık. O yazma şevkiyle böylesine doluyken bir yerlerden hatırladığım bir cümleyi söyleyeyim dedim. “Yazılan, yaşananın bir izdüşümüdür, ondan ipuçları taşır.” Bunlar senin sözlerin olamaz, kimden apardın söyle bakayım, dedi. Sırf, söyleyen ben olduğum için sözlerimin bir tekini bile kaydetmedi önündeki deftere.
Alkış seslerini duyunca, okunan öykünün bittiğini, sıranın bir başkasına geldiğini anladık. Arkadaşım bütün gücüyle ellerini birbirine vurup giden öykücüyü alkışladıktan sonra oturduğu yerde arkaya doğru kaykılıp kolları ve beli için bir iki egzersiz yaptı. Bir kulağı öykücülere bakar vaziyette yeni öykücüyü bekledi. Bu öykücü de diğerleri gibi öyküsünü okumadan önce konukları selamlayıp duygu ve düşüncelerini aktardı. Duyduğum her cümleyi başını deftere gömmüş arkadaşıma anında aktardım. Bu tür etkinliklerin düzenleniyor olmasının olağan üstü güzel bir şey olduğunu düşünüyorum. Yaşam bir öykü olmalı, hayatı öyküye dönüştürmek için öyküler yazmalı, öyküler okumalıyız. Edebiyatsız bir hayat düşünemiyorum. Yazmayı çok ama çok seviyorum. İstiyorum ki edebiyat yaşamın bütününü kaplasın. Okumayan kimse kalmasın. Yetiştirebilsin diye, arkadaşıma, benzer cümleler için, den den koymasını önerdim. O da öyle yaptı.
Bir ara, öykücüleri takdim eden hanım tarafından bir dershane sahibinin aramızda olduğu bildirildi konuklara. O esnada yapılan çay ve kahve servisi küçük bir kargaşaya neden oldu. Adı anılan dershane sahibi öykücülerden biri miydi, adı başka bir nedenle mi anıldı, konuşmanın o kısmını duyamadık. Sonraki öykücü kendinden önceki öykücülerden farklı olarak, konuşmasının bir yerinde, düğün değil, bayram değil, eniştem beni niye öptü, dedi. Bu cümleyi benden yardım almadan arkadaşım kendi duyup yazdı. Sonraki öykücü, konuşmasını, gelecek etkinlik için akustiği iyi olan bir yer bulunmasını önererek tamamladı. Bir diğeri, fonda bir müzik olsaydı daha iyi bir atmosfer sağlanabilirdi, dedi. Duyabildiklerimizin hiçbirini atlamadan olduğu gibi yazdı arkadaşım. Okunan öykülerin hiç değilse birkaç cümlesini yakalayabilmek için sandalyesini ve kulağını çevirip döndürmediği yön kalmadı. Kahrından kalemini geverken bir yandan da sesin kulağına en net gelebileceği uygun açıya bulmak için çırpındı durdu. Nihayet, ne yaparsa yapsın okunan öyküleri duyamayacağına kanaat getirdi ve not alacağım diye debelenmekten vazgeçti.
Arkadaşım, duyamadığımız öykülerin okunduğu bu zaman zarfında önündeki açık sayfaya üst üste kareler çizip küpler yaparak oyalandı. Ben de masalara göz gezdirdim. Masalarda, kitabevinin alışveriş poşetlerini görünce arkadaşıma masamızdaki poşetleri işaret edip rekor bizde, dedim. Kağıt poşetin ağzını araladı. Kitaplara sevgiyle bakıp küp yapmaya devam etti.

Elif Çınar

Kategori:

Re: Yazma Uğraşı

Smile Kendimi bir an için orada ve okunan öyküleri dinleme çabasında olan kişi olarak hissettim. Çok hoş bir yazı ellerinize sağlık. Benim gibi yazma merakı olanlar için merak uyandıran bir yazıydı.


Re: Yazma Uğraşı

arkadaşınızı anlatırken çok iyisiniz birde sizi sizden okumak isterim tebrikler


Re: Yazma Uğraşı

Yukarıdaki iki mesaja bakıyorum. Sonra öyküye dönüp yeniden bakıyorum. Ne kadar zor diyorum, öyküden sonra öykü yazmak. Mehmet Sürücü'nün oktay'ın Konferans öyküsü hakkında "öykü diyebilir miyiz?" sorusuna da "neden demeyelim" demiştim bu yüzden.

---

Elif'in öyküsünü okuduğumda istemsiz bir biçimde gülmekten katılıyorum. Şu satırların gizliden gizliye ders verişine bakın:

""
Yapıştı yakama, sen de gel, birlikte gidelim diye tutturdu. 14 Şubat, dünya öykü günüymüş. Olabilir, dedim. 1 Şubat da benim doğum günüm. 5 Şubat, İstanbul’da gemicilerin greve gittiği gün. Boş günümüz mü var bizim. Mesela 9 Şubat var… Son derece gereksiz bulduğu sözlerimi yarıda kesip saçma saçma konuşma nankör, dedi. Senin doğum gününü unuttum mu, saten kumaşlardan yapılmış toka kutusu hediye etmedim mi?

"Kim kime ne anlatıyor"u güzel özetliyor bu satırlar.

Peki ya şu satırlardaki "aranılan editörler"le "silerim seni defterden"in yakınlığına ne demeli:

""
Öykücüler, yayıncılar, editörler, kısacası, onun tanışmak istediği herkes o gün, orada olacakmış. Bu etkinlik onlarla tanışmak için bir fırsatmış. Gelmezsen silerim seni defterden, dedi.

Aşağıdaki cümle, bu tip etkinliklerdeki niyeti okumak konusunda harika. Hele de anlatıcının bir "kurye" olduğunu düşündüğümüzde.

""
Amaç, buluşturmakmış, okurla öyküyü, öykücüyü buluşturmak. Niye buluşturuyorlarmış, para mara istemesinler bizden, zira, almadan vermek Allah’a mahsustur, dedim.

""
Etkinliğe konuk edilen öykücüleri saymazsak yirmi beş, otuz kadar dinleyici vardı arka bahçede.

Bir de buna kılıf uydurup ne kadar samimi ortam demezler mi? Smile

Elif'in bir karakter görürken, onu inşa ederkenki başarısı tek bir cümlede bile anlaşılabilir. Örnek mi?

""
Defterin kapağını açıp ilk sayfayı sanki silgi artığı varmış gibi elinin tersiyle hızlı hızlı süpürdü.Hindi gibi boynunu öne uzatıp gözlerini kısarak konuşulanlara kulak kabarttı.

Aşağıdaki bölüm beni benden aldı:

""
Tamam öykü filan ama kıçımız dondu valla dedim. Isıtıcılara bakarak ısınmaya çalışan arkadaşım, yok yok, mekân güzel, dedi. Mumlar, loş ışık, ortam çok romantik. Sandalla gezintiye çıkmışız gibi... Bana Titanic’i hatırlattı dedim. Öndekiler kebap... Bize ne ses geliyor, ne sıcak. Donmuş cesetlerimizi bulacaklar bu mevkide.

Ayrıca, öykü okurken sesi kısılan öykücülerle televizyonda bangır bangır ara müzikleriyle bağırıp duran diziler yan yana gelince ne güzel yakışmışlar birbirlerine.

Elif'in öykülerinin en sevdiğim yanı bütün öfkesine rağmen öyküyü büyük bir gönül rahatlığıyla bitirebilmesi. Eleştirisi ortada net bir şekilde dururken bile hasetli değil. Küçük bir tebessümle ağır ağır masasından kalkıp terk ediyor mekânı sanki.

""
Arkadaşım, duyamadığımız öykülerin okunduğu bu zaman zarfında önündeki açık sayfaya üst üste kareler çizip küpler yaparak oyalandı. Ben de masalara göz gezdirdim. Masalarda, kitabevinin alışveriş poşetlerini görünce arkadaşıma masamızdaki poşetleri işaret edip rekor bizde, dedim. Kağıt poşetin ağzını araladı. Kitaplara sevgiyle bakıp küp yapmaya devam etti.

Öykünün kilit tamlaması nedir diye sorsalar kuşkusuz "yumuşak uçlu kalem"i gösterirdim.

O bana bir öyküsünü versin ben şimdiye dek yazdığım tüm satırları tek tek sileyim. Teşekkürler Elif.