UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Yankılar

10 Eki 2012
turgut

kısım bir

Penceresi ışıksızdır; çiçek desenli perdeleri çekilmiş, karanlığa gömülmüştür. Birisini diri diri mezara gömerlerse ne olur? Hav! Günlerdir; değil, haftalardır. Bu kadar zaman karanlık kalması neden? Yalan değil, herkes ışık tutmak istedi, çok denediler; bir türlü beceremediler. Dur! Silahını çıkar vur! Şakaklarına; tek hamle. Yapışkan bir sıvı. Bütün düşler parçalansın. Ben, kendi çarmıhımı taşıyacak kadar güçlü değilim. Bu, çok adaletsiz. Korkuyorum. Yanaklarım üşüyor, üşüyor; uzanıyorum. ‘Sanki şimdi daha mı adaletli?’ diye soruyor birisi. Kim? Bir keçi, flüt çalıyor. Kendimi kendime sarılırken buluyorum.

“Kalk!” diyor birisi. “Kalksana!” Doğruluyorum. Bir fenerin ışığı suratıma çarpıyor. “Ne var?” Yazık! Bu ne kabalık? Kimse yok etrafta. Çıt. Çalılıklara doğru hızlı hızlı yürüyen birisini görüp ardına düşüyorum. Bir anda “Kalk!” diye haykırıyor birisi kulağıma. Hemen arkama dönüyorum, kimse yok. Birisi çalılıklara doğru hızlı hızlı yürüyor. Ansızın duralıyorum. Bir kuvvet, sıkıca tutmuş beni. Elimi gırtlağımdaki o soğuk metale götürüyorum. O ses, “Anladın.” diyor; doğru, anladım. “Git!” diyor sonra. “Dilediğin her yere gidebilirsin ama bir şartımız var.” Çıt. Nedir o? “Prangalar seninle kalacak.” diyorlar. Mecbur, kabul ediyorum. Birisi çalılıklara doğru hızlı hızlı yürüyor.

Hayır, dur! Silahını çıkar vur! Bir çocuk, önüme dikiliyor. Gülüyor. Gülüyor. Kollarından tutuyorum onu, “Hadi gitsene!” diye bağırıyorum. Gülüyor. Sapsarı dişlerini göstere göstere kahkahalar atıyor. “Sus!” diye haykırıyorum. Karşı durunca çenesini kavrayıp elimle ağzını sıkıca kapatarak sıkıyorum. Omuzları usul usul sarsılmaya devam ediyor, gülüyor. “Gülme!” diye bağırıyorum. “Gülmesene ulan!” Gelip geçenler bakıyorlar. Hav! Onu görüyorum bir anda, koşa koşa karşı kaldırıma geçiyor, bana bakıp dilini çıkarıyor. Ağzım güleç bakıyorum suratına. “Babana selam söyle!” diye sesleniyorum.

Kötü. Çok kötü. Bir keçi gelir, keyifsiz çöker karşıma. Benim gibidir. Kim bilir hangi yollardan geçmiştir bu keçi. Hangi insanlarla güreşmiş, yılanlarla cebelleşmiştir. Bu keçi inatçıdır ama güzel şarkı söyler. Oturur, ıslık çalar, oynaşırız. Bakarım, durgundur keçi, gözleri buğuludur, bulanıktır. Bir ara donakalır çimlerin üstünde, yay gibi uzanmış, hareketsiz. Bir tebessümün acı kokusunu duyarım. Kimse gelmez. Beklerim, kimse gelmez. Ona seslenirim. Kimse gelmez. Penceresi ışıksızdır. Penceresi ışıksızdır. Kaçar giderim. Ardıma bile bakmadan giderim. Başaramam; yasaktır, gırtlağıma yapışan bu elden kurtulamam. Bir an duruyorum. Sonra çalılıklara doğru hızlı hızlı yürüyen birisini görüyorum.

Bir gün, kulaklarını sökeceğim insanların; tek tek, kaçışsız. Sonra kalabalık bir caddenin tam ortasına geçip anıra anıra güleceğim. Herkes, ağzını balık gibi bir açıp bir kapatan bu tuhaf adamı görünce şaşıracak, ilgilenecekler benile. Kimse, ne dediğimi işitemediği için, belki deli, belki dâhi sanılacağım; ancak her ne olursa olsun, ağzımı açıp kapadığım, nefretimi kustuğum zamanlar, kimse, ne dediğimi, onlara nasıl çemkirdiğimi anlayamayacak. Bu sefer, zafer benim olacak. Gelin, hadi bakalım. Gelsenize! Bir insan boğulacak şimdi, hadi!

Hayır, dur! Silahını çıkar vur! Gençten bir delikanlı. Ben kadar var? “Ateş var mı bilader?” dedi, çıkarıp uzattım çakmağı. (Olmadı. Ben sigara içmem.) Yan sokağa saptığım gibi köpekler arkamdan havladı, varsın havlasınlar, hızlı hızlı arşınladım sokakları. Kendi köpeğimden başka bütün köpeklerden ürkerim ben, ürkerim ben.

Sokağıma giriyorum; üç müteahhit ama bir imam! Apartmanımın tam karşısı kalabalık; üç müteahhit ama bir imam. Önce başımı kaldırıp dördüncü kata bakıyorum. Penceresi ışıksız, perdeleri çekili. Yaklaşıyorum. Gülüyorum. Yaklaşıyorum. Birisinin kolunu tutup “Bilader.” diyorum. “Ne olmuş?” Yüzüme aval aval bakıyor. Çıkarıp uzatıyor çakmağı. Bir keçi flüt çalıyor. Çıt. Başımı uzatınca bir sedyede yatan üstü örtülü bir cesedin çıplak kolunu görüyorum.

Yüreğim delicesine çarpmaya başlıyor, eve yürüyorum.
Rüyamda, çalılıklara doğru hızlı hızlı yürüyen birisini görüyorum.

kısım iki

Kapının aralığına açık mavi, küçük bir kağıt sıkıştırılmış; çektim, aldım; avcumu sıkıp buruşturdum kağıdı, büzüldü, avcum sırılsıklamdı. Süratle öteki elime aktardı kağıdı, anahtarın ucunu kilide sokup çevirdim, tık dedi, açıldı kapı, içeri girdim.

Her taraf darmadağındı; iskemlenin üstü paçavra dolu, koltuğun derisi sökülmüş. Kağıdı sehpanın üstüne bırakıp banyoya girdim. Biraz su çarptım yüzüme. Soğuktu, irkildim; havluyla kızartana kadar ovaladım yanaklarımı. Kendimi bitkin hissediyorum. Salona dönüp koltuğa oturdum. “Ne oldu?” dedim sessizlikte. “Ne olacak?” Kimse işitmedi. Boşluğa mı bağrındım? “Ne olacak!” Bir kez olsun dönüp bakmamışım karanlığıma, kaçışın imkânsız olduğu o an gelince çaresiz, kalakalmışım. Düşünme. Yeter! Düşünme, dedim sana ulan, düşünme!

“Ne oluyor?” Kalk, diyor birisi; omzumu tutup vücudumu sarsıyor. Ağırlığımı duvara verip doğruluyorum. Köpeğim, Alık, nerede? Alık. Alık! Dışarının gürültüsü usul usul kesiliyor sanki, kesiliyor, sönüyor. Pencerenin önüne atıyorum kendimi. Ellerimle camı tutuyorum, sürtüyorum. Bir an, canhıraş çığlıklarla çatlıyor; sonra duralıyor.

Susuz kaldım; dudaklarım kurudu. Bir şarap verenim çıkmadı. Şu ağzımı ıslatın. Kimse, tek başıma bırakamaz mı beni? Ateşin var mı bilader? Çalılıklara doğru. Çıt.

Yine sokaklara düşmüşüm. Yine pis şehrim. Yine asık suratlar. Birisi adımı çağırıyor. “Levent! Levent!” Kahretsin! Başımı çevirip bakıyorum. Sanki buna hazırmışım gibi. Sanki bunu bekliyormuşum gibi. Bir kez olsun, diyorum dişlerimi gıcırdatarak. Bir kez olsun, ilkten bakmasam. Merhaba. Gülümsüyoruz. Nasılsın? Hep gülümsüyoruz. Elimi uzatıyorum, iyiyim, sen? Yanındakinin elini sıkmıyorum. Sonra donar, kalır. Bir çakı çıkartır, yanına giderim. Kulaklarımı tek tek söküp anıra anıra gülüyorlar. Hoşt, diyorum! Ağzım açılıp kapanıyor. Hangi cümleleri kurduğumu bilmiyorum. Kaçsam, diyorum. Kaçsam. Kaçıyorum. Binalar üstüme üstüme geliyor; insanlar, otomobiller, egzoz dumanları, üstüme üstüme, üstüme üstüme.

Şu kağıt? Nereye koymuştum onu? Koltuğa bakıyorum. Televizyonun üstüne. Sehpada buluyorum onu. Pencerenin yanına gidip sokak lambasından gelen ışığa tutuyorum. “Bir kadın geldi, seni sordu. İçeri girmek istedi, engel olamadım.” Gözlerime vuran iğneler, iğneler, acı, keçi gibi inatçıdır, sokağa girdin mi üçüncü ev, üç müteahhit ama bir imam, bu yazı kimin ki, kendileri başlar söze illa, illa kendileri, ilahi kendileri. “Bütün odaları aradı, dağıttı.” Savulun! Kaderimizin kâtibi gelmiş meğerse, savulun! Kendimi eflâtun duvarlarla çevrili bir odada buluyorum. Kelebek! Kırık kanatlı bir çocuk gülümsüyor. Kara çemberler. Mavi kovuklar. Ak çarşaflar. Boşluğa koşuyorum. Bir çift eldiven uzatıyorlar bana. Eldiveni giyince kara bir cımbız verip toprağı eşelememi istiyorlar, eşeliyorum. Çan sesleri başlıyor, kulaklarım yanıyor, yanıyor. Ellerinde mızraklarla koşan askerler görüyorum. Güneş, gürlüyor, ürkek adımlar atıyorum. Kağıtlar, bütün vücudumu kesmeye başlıyor. Başlangıçta kelime vardı. Kelimeler. Bir tek anlam ifade etmeyen kelimeler. Binlerce anlam ifade eden kelimeler. Hepsinin arasında sıkışmış, kalıyorum. “Aklını toparla! Sus!” Ateşin var mı? Korkuyorum, üşüyorum. Kağıdı tekrar ışığa tutup devamını okuyorum. “Bazı kağıtlarını aldı.” Bazı kağıtlar. Açın şu ampülü! Durun! Açmayın. “Sakin.” Çalışma masamın üstü kağıtla dolu. “Alık, benimle geldi.” Kağıdı küçücük parçalara ayırana kadar yırtıp pencereden aşağı atıyorum, süzülüyorlar.

Yılan çizilmiş bir kağıdın üzerine. Yanına armut; değil, elma. Bir an duraklıyorum. Ah! Kahretsin! Kahretsin! Yüzümün tutuştuğunu hissediyorum. Kapıyı çarpıp çıkmak, yürümek, yürümek, sonsuza kadar yürümek! Bir geminin çıngırağı ötüyor. Devrimciler geliyorlar! Jakobenler; proleterler, küçük burjuvalar! Yakıp yıkıyoruz dört yanı, dünyayı yerinden oynatıyoruz! Şakaklarına, tek hamle! Yılan gibi süzülüyorum. Bir solukta kendimi pencerenin önüne atıp karşı apartmana dikiyorum gözlerimi. Camda kendi yansımamı buluyorum. Orada! Güler, orada! Bu kez, ışıkları açık. Gözlerini fark ediyorum. Yansımamın üstünü örtüyor. Gözlerimiz o cam parçasında üst üste geliyor. Bir geminin çıngırağı ötüyor. Ağzında piposu bir korsan gelip kadehini kaldırıyor. Güler orada! Onu görmenin sevinciyle içime yağmur yağıyor, mis gibi bir çimen kokusu duyuyorum. Yanaklarından tuttuğum gibi öpüyorum Güler’i. Yüzümü avuçlarının içine alıyor, ovalıyor, serinletiyor. Parmaklarını dudaklarıma götürüyorum. Gülüyor. Bu, diyorum kendime. Böyle olmalı. Böyle olmalı. Hikmet’e kızıyorum. Anlıyor. Suratını buruşturuyor. Seni seviyorum, diye haykırıyorum Güler’e. Seni seviyorum! Seni seviyorum! Elini ensesine götürüp hüzünle bakıyor bana. Yeşil kazağını çekiştiriyor, ümitsiz şimdi, ümitsiz, ümitsiz. Kulaklarımı söküp anıra anıra ağlıyorum. ‘Neden kaçtın?’ diyorum. Bir balık gibi bir açıp bir kapatıyorum dudaklarımı. Anlar mı? Anlıyor. Omuzlarını silkip gülümsüyor tekrar. Saatlerin öldüğünü hissediyorum; az sonra beni çekip çıkartacak, raks ede ede, uzaklara götürecek. Bir anda gözlerini yumup perdeleri çekiyor, çiçek desenli perdeleri; ışığı söndürüyor. Perdelerin camımdaki yansımasına evimin önündeki ağacın dalları düşüyor. Çalılıklara doğru hızlı hızlı yürüyen birisini görüyorum. Yeşilden nefret ediyorum. Yüzüm tutuşuyor. Yüzüm tutuşuyor.

O deminki sıkıntı çöktü şimdi içime; duvar pürüzlü, elim nemli, karanlık. Sessizlik çoğalıyor, çoğalıyor, tekrarların tekrarı, çoğalıyor, çoğalıyor. Soluk soluğa kalmışım; koltuğa atıyorum kendimi, titriyorum. Battaniyeme sarınıp geniş bir nefes çekiyorum.

---
Henüz ilk metin denemelerim. Sanırım biraz uzunca oldu. Yorumlarınız ve önerileriniz benim için çok önemli, şimdiden teşekkürler.

Kategori:

Re: Yankılar

Anlatımına sağlık.

Bir kez okudum. Metnin hızına yetişemediğim anlar oldu. Onu yavaşlatmayı deneyerek tekrar okumalıyım.

İlk izlenimlerim, anlatımın etkileyici, kuşatıcı, sürükleyici olduğu.

Tırnak işaretlerinin kullanımı üzerinde düşünmem gereken, yerindeliği ile ilgili kafamda soru işaretlerinin oluştuğu yerler var bence. Daha dikkatli bir düşünmeyle daha anlaşılır bir şeyler söylemeye çalışacağım.(Sonra tabi ki.)

Aklıma şu geldi, sözcüklerle birlikte okuyanın da katıldığı bir koşu-kaçış veya arayış, o ayrı konu-var. Bu nedenle uzun, virgüllü cümleler yerine daha kısa ve hareketi daha çok vurgulayan cümleler kurulsa nasıl olurdu.

Bu bir düşünme önerisi. Dediğim gibi çalışmayı daha eşeleyerek okumak gerektiğini düşünüyorum.

Rendekar'a teşekkürler.

Birkaç sözcük yazım dalgınlığı çarptı gözüme. Daha sonra değinirim. (Çok "sonra" sözcüğü tükettim. "Arkası Yarın" muhabbetine dönüşmeye başladı.)


Re: Yankılar

Etkileyici bir anlatım. Bir o kadar da kapalı, açıklayıcı değil. Bu tarz anlatım biçimlerini bir tercih olarak görüyorum ve nedenini tam olarak anlayamasam da beğeniyorum.
Mehmet Sürücü'nün tabiri ile "kısa ve hareketi vurgulayan cümleler" hikaye içinde çoğalırsa bizim (okuyucu) için de nefes alma araları artacaktır.
Her ne kadar yazarın (anlatıcının) ruh halini anlamamız gerekse de bu tarz yazıların daha çok okuyanın ruh haline göre konu bütünlüğü kazandığını düşünüyorum. Farklı ruh hallerinde tekrar tekrar okunması gerekiyor bence.
Yine de hoşgörünüze sığınarak bir kaç fikir belirtmek isterim.

""
Bir tebessümün acı kokusunu duyarım.

Bu ifadenin zorlama olduğunu düşündüm.
""
Bir gün, kulaklarını sökeceğim insanların; tek tek, kaçışsız. Sonra kalabalık bir caddenin tam ortasına geçip anıra anıra güleceğim. Herkes, ağzını balık gibi bir açıp bir kapatan bu tuhaf adamı görünce şaşıracak, ilgilenecekler benile. Kimse, ne dediğimi işitemediği için, belki deli, belki dâhi sanılacağım; ancak her ne olursa olsun, ağzımı açıp kapadığım, nefretimi kustuğum zamanlar, kimse, ne dediğimi, onlara nasıl çemkirdiğimi anlayamayacak. Bu sefer, zafer benim olacak. Gelin, hadi bakalım. Gelsenize! Bir insan boğulacak şimdi, hadi!

Bu paragrafta genel olarak anlatımı çok beğendim. "Kimse, ne dediğimi işitemediği için," bu kısım fazlalık gibi geldi bana zaten olayı çok açık biçimde ifade ettiğinizi düşünüyorum. Bir de balık ağzı benzetmesi üzerine düşünüyorum. Balık ağzı da herşeyi çok güzel açıklıyor, ama böylesine bir karşı çıkış için, daha keskin bir benzetme bulunabilir mi?
""
Boşluğa mı bağrındım?

Bağrınmak sözcüğü beni rahatsız etti. Bağırmak, haykırmak, çığırmak gibi sözcüklerin yeterli anlamı içerdiklerini düşünüyorum.
Elinize sağlık. Dönüp, dönüp bir daha okuyacağım bir metin.