UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

20 Kas 2008
abdullah şahin

Bu aralar Sait Faik ve Yaşar Kemal okuyorum sık sık. Ustaların eserlerinde yer verdikleri "deyişler, deyimler, sözcükler" bunları sizlerle paylaşma isteği uyandırdı bende. Tabii başlık bu yazarlarla sınırlı kalmayacak. Onlardan hareketle bakalım nereler varacağız?

Başlığın ilk örneği Sait Faik'in "Semaver" adlı kitabında yer alan "Garson" öyküsünden. Eşinin mesleğini beğenmeyen kadının kocasını topa tutmasını Sait Faik şöyle ifadeleştirir: "Müşteriler gittikten sonra kadın ağzını açardı. Daha doğrusu açardı ağzını..."

Kategori:

Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

abdullah şahin dedi ki:
Başlığın ilk örneği Sait Faik'in "Semaver" adlı kitabında yer alan "Garson" öyküsünden. Eşinin mesleğini beğenmeyen kadının kocasını topa tutmasını Sait Faik şöyle ifadeleştirir: "Müşteriler gittikten sonra kadın ağzını açardı. Daha doğrusu açardı ağzını..."

Abdullah ne iyi ettin de hatirlattin! Semaver'i okuyali yillar olmasina ragmen bu cumleleri cok iyi animsiyorum. O zaman benim de dikkatimi cekmisti bu yalin ve etkileyici anlatim. Ama o zaman duygularimi paylasabilecegim bir Uzun Hikaye yoktu tabii Tongue


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

ne zamandır benim de aklımda yaşça büyük insanlardan duyup da not etmediğim, ilginç ve kullanışlı deyişleri kayda geçirmeye başlamak vardı.
bunları günlük hayatlarında kulllanan insanlar azaldıkça "eskicilik/antikacılık" tarzı bir önem arz ediyor bu konu bence artık.

örneğin, "gıcılamaz kağnı" lafını duydum geçenlerde.
sanırım "pek bi iş beceremeyen insan" anlamı var. "boş tenekenin çok ses çıkarması" gibi bir yan anlamı da olabilir.

bir de "istiareye yatmak" lafını duydum. "rüyaya yatmak" gibi bir şey sanırım. "yaratıcı bir şeyler bulmak için inzivaya çekilmek" anlamında...

şimdilik aklıma gelenler bunlar.

umarım başlığı doğru anlayıp yazmışımdır bunları.

görüşmek üzere,
çağdaş


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

Eren, senin hasretini sık sık gidermeye çalışırım. Bakarsın ileride bu durumu ilerletiriz. Islık

Yaşar Kemal'in, "Çakırcalı Efe" adlı romanını okudum bugün. Romanda bir sözcük dikkatimi çekti: Kızan. Yazar, eserinde "asi, eşkiya, haydut" demekten kaçınarak, yerel bir sözcük olan "kızan" sözcüğünü yakıştırıyor. İlk kez bu romanda karşılaştığım bu sözcüğün anlamına TDK'nin sözlüğünde baktım. Orada "silahlı köy delikanlısı" diye açıklamışlar. Bana bu açıklama yalınkat geldi. Sözcükte bu anlamın dışında başka bir anlam daha saklı diye düşünürken aklıma, sözcüğün anlamının gerilerinde yattığını düşündüğüm şu karşılık geldi: Halk otoriteyle ters düştüğünde onun imdadına yetişen bu kişiler, kendisine ve halkına zulmeden egemenlere kızar. Sonuçta onu kızdıran kişidir günahı ilk işleyen. O, masumdur; durup dururken karşı taraf onu tahrik etmiştir. Ve sözcüğün kurduğu ilişki biçiminde masumiyeti kendiliğinden ortaya çıkar.

Siz ne dersiniz?


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

Abdullah'in akil yurutmesi hayli ilginc. Bunu dusunurken sunu soyleyeyim: ben de simdiye kadar okuduklarimdan "kizan"in "delikanli" gibi bir anlamini cikarmistim; evlenme yasina gelmis genc erkek anlaminda. Arastiralim bakalim.


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

nisanyansozluk.com'a gore "kizan"in etimolojisi acik degilmis (link). Eksi Sozluk'te de sozcugun degisik anlamlarina yer verilmis (link). Abdullah'in arastirdigi anlama en yakin olani "efelerin yardimcilarina verilen isim" olsa gerek. Smile


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

""
bir de "istiareye yatmak" lafını duydum. "rüyaya yatmak" gibi bir şey sanırım. "yaratıcı bir şeyler bulmak için inzivaya çekilmek" anlamında...

"İstiareye yatmak" İslam inanışında bir olayın sonucunun olumlu mu olumsuz mu olacağını kestiremediğin zamanlarda, belli dinî ritüelleri yaptıktan sonra uyuyup rüyada göreceğin iyi ya da kötü durumlara göre o konuyla ilgili karar alma hâlidir. Sanırım renklerle sembolize edilmiş çıkarımlar vardı. Hatırladığım kadarıyla yeşil, beyaz iyiye siyah renk ise kötüye yoruluyordu.

""
örneğin, "gıcılamaz kağnı" lafını duydum geçenlerde.
sanırım "pek bi iş beceremeyen insan" anlamı var. "boş tenekenin çok ses çıkarması" gibi bir yan anlamı da olabilir.

Ben de senin yorumuna katılıyorum. Ancak varsa deyimin anlamını bilen birileri, yorumlarını bizden esirgemesinler.


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

Bizim oralarda çok kullanılır "kızan".

""
Zeybeklik kurumu üç birimden oluşmaktadır. Efe, Zeybek, Kızan
Efe, zeybeklerin başıdır. Zeybekler, kızanlardan sorumlu kolbeyidirler. Kızanlar ise efenin buyruğundaki askerlerdir.
...
KIZAN

Kızanlar efenin maiyetindeki askerlerlerdir.Kızan kelime anlamı olarak; Batı Anadolu’nun bazı yörelerinde "Çocuk" anlamında kullanılan bir sözcüktür.
Kızanların; Mintanlarının kolları uzundur. Giyimleri sade, cepkenleri sırma işlemelidir. Başlarının ortası traş edilir. Uzun namlulu silah olarak da "Martin" kullanırlardı. Efenin izni olmadan evlenemezlerdi.

Aşağıdaki kaynakta daha çok bilgi var Zeybeklik konusunda.

Kaynak


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

Trakya yöresinde "çocuk" sözcüğünün bire bir karşılığıdır bu sözcük. Azeri Lehçesindeki "bala", Karadeniz bölgesindeki "uşak", Orta Anadolu'daki "bebe", Güneydoğudaki "kırık", Çorum'daki "Göbel", Malatya-Elazığ taraflarındaki "Çağa" sözcüğü gibi.
Bir Anı: İlk atamam Ankara Polatlı'nın bir köyüne çıkmıştı. Köye gittim, Muhtarla tanıştım. Az sonra da oğlu geldi. "Bu da benim bebe" deyince, "maşallah" dedim. Ne yapayım, hiç o kadar büyük bir bebe görmemiştim.30 yaşında sakallı bir adam. Smile Hala da kaba gelir bana bu söyleyiş.


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

Emin Özdemir'in "dilimizin yüz akı" diye nitelendirdiği Yaşar Kemal'in biçemi üzerine kaleme aldığı bu güzel yazı, buraya yaraşır diye düşünüyorum.

""
Yaşar Kemal’in Dil Toprağı
Emin Özdemir

Yaşar Kemal’e seslenen bir şiirinde şöyle diyor Ceyhun Atuf Kansu:

Yaşar Kemal yaylaların sözlüğü
....
Ki sen doğadansın çiçekçedir anadilin
....
Kalkıp bir gün Binboğa’nın dağlarından
Türkçeyi bir çam ağacı gibi taşıyan değil misin
Başkalarının yaz ateşine, sevinin nar ağacına.
Ya bir kekikli kaya değil midir
Ardında tüter Dadaloğlu’nun barutu
Karışır sendeki özlemlerin yarpuz kokusuna.

Gerçekten de “doğadan”dır Yaşar Kemal. Öykülerindeki, romanlarındaki dilin toprağını, doğadan devşirdiği öğeler oluşturuyor. O, salt yaylaların değil, ovaların, dağların, koyakların, düzlüklerin, büklerin, bataklıkların, sazlıkların sözlüğüdür. Ezberinde, bir başka deyişle yüreğindedir doğa. Hayvanlar, bitkiler, renkler, kokular, kısacası tüm canlı ve cansız varlıklar, Yaşar Kemal’in dil toprağında yer alır.

Doğa, Yaşar Kemal’in sözvarlığını kuran, oluşturan bir etken değildir yalnızca. Sözvarlığının yanı sıra, anlatım örüntüsünü de büyük ölçüde etkiler. Doğayı kurdu kuşu, börtü böceği, bitkisi çiçeği, hayvanı insanıyla dilde sergileme isteği, iki yönden baskı altında tutar Yaşar Kemal’i. Bir yandan görme, işitme, tatma, koklama, dokunma duyularını tüm gücüyle kullanarak ayrıntıları seçmeye zorlar. “Yeşil”e, yeşil demekle yetinmez. Nasıl bir yeşil? “Zehir yeşili” mi, “çimen yeşili” mi, “şimşek yeşili” mi, “yosun yeşili” mi... olduğunu belirtir. Bu tutum, ayrıntı seçme ustası kılar Yaşar Kemal’i.
Ayrıntıcı oluş, dilin söz dağarcığını da sürekli bir kirizmadan geçirmeye zorlar Yaşar Kemal’i. Yansıtmak istediğine uygun sözcüğü sözcükleri bulmaya iter. Sözcüklerin ardına düşer. Bir tartımdan geçirir onları. Yansıtmak istediği ayrıntıyla seçtiği sözcüğün örtüşmesine özen gösterir. Böylece onun sözcük haritası alabildiğine genişler. Genel dilin sözlüğünden içeri girmemiş nice söz değeri, Yaşar Kemal’in dil toprağında boy atar, gelişir.
Varlıkların, durumların, olay ve olguların kendiliğindenliğini oluşturan ayrıntıları seçme, bunları doğal gerçeklikle kurmacasal gerçekliğin emiştirimi içinde verme, Yaşar Kemal’in biçemini belirleyen özelliklerden biridir. Bu yönüyle Türkçenin somutlama gücünü, anlatım olanaklarını alabildiğine işletir. Nasıl yapar bunu? Soruyu yanıtlamadan önce Türkçenin somutlama gücü üzerine duralım biraz.

Somutlama Türkçenin doğasında, sözvarlığının yapısında vardır. Bu da doğaya dönük bir dil olmasından gelir. En soyut kavramlar bile somut kavramlara aktarılarak, onların yardımıyla anlatılır. Bu bağlamda somutlama, benzetme, örnekseme, eğretileme, anlam aktarımı gibi söz sanatlarıyla soyut kavramların algılanıp kavranabilirliğini artırma yoludur. Başta deyimlerimiz olmak üzere, halk dilinin söz değerleri, adlandırılarak söyleyeyim, atasözleri, yakarışlar, ilençler, kalıp sözler, bitki adları, renk adları dilimizin bu yönünü örneklendirecek özellikler içermektedir.
Varlıkları, nesneleri, kavramları eksiksiz, çarpıcı ve etkili bir biçimde anlatma, iletme gereksiniminin ürünüdür somutlama. Gerçekte tüm benzetmeler, eğretilemeler, örnekseme ve anlam aktarımı da böyle bir gereksinimi karşılamak için yaratılmış söz sanatlarıdır. Bir küçük örnek vereyim, Latince adıyla citrus decumana denilen, turunçgillerden, sıcak bölgelerde yetişen bir meyve ağacının kanarya sarısı renginde, tadı acımsı meyvesini greypfrut diye adlandırmış birçok dil. Türkçedeyse bu meyve, biçimsel özellikleri, görünümü yönünden kızmemesi ya da altıntop diye adlandırılmıştır. Bunun gibi dokunulduğunda yaprakları pörsüyüp içine çekilen bir tür bitkiye bu özelliğinden ötürü küstümotu ya da küseğen denilmiştir Türkçede.
İnsana özgü özellikleri doğaya, doğaya özgü özellikleri de insana aktarma, somutlamanın, değişmece ve eğretilemenin ana yollarından biridir. İşte Yaşar Kemal Türkçenin bu yönünü en iyi algılayan, geliştirip zenginleştiren bir büyük romancımızdır. Öyle ki, onun dil toprağında somutlama yönsemesinin ürünü olan deyimler, başlı başına bir katman oluşturur. Ortak dilin malı olmuş, sözlüğün kapısından içeri girebilmiş deyimlerle yöresel olanlar anlatımın dokusu içinde eritilerek verilir: Acından ölmek, ağıt yakmak, ağzı ayrık kalmak, aklına tıp etmek, Aladağ’dan serin, ala keçi can derdinde, kasap yağ derdinde, başı göğe değmek, başı kayısı olmak, başına çökmek, beli bıkını kırılmak, canı cesedinden üzülmek, cartlağı çekmek, car ummak, cin ifrit olmak, çıt çıkarmamak, çokur çokur olmak, damlacık getirmek, deste çekmek, don değiştirmek, dört göz olmak, dur durak bilmemek, dünyaya direk çakmak, eli ayağı boşanmak, eli ayağı kesilmek, eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek, gelha etmek, götünden korkmak, gözden ırmak, gözleyi gözleyi gözü dört olmak, hörtüklerden gitmek, ıncığını cıncığını çıkarmak...

Deyimlerin yanı sıra atasözleri de, hem genel, hem yöresel, Yaşar Kemal’in dil toprağında önemli bir yer tutar. Ali Püsküllüoğlu bu toprağı bir taramadan geçirerek onun sözlüğünü hazırlamış, bunları örneklere bağlayarak saptamıştır. Kimi örneklerini buraya aktardığım deyimlerle birlikte şu türden atasözleri de madde başlarında yer alır:
“Aba altında er yatar”, “Asıl azmaz, yol tezikmez”, “Etme bulursun, yatma ölürsün”, “Göl yerinden su eksik olmaz”, “Göt öpmekle dudak kirlenmez”, “Irak yerin davulu koygun öter”, “İte dalanmaktansa çalıyı dolanmak yeğdir”, “İt itin kuyruğunu ısırmaz”, “İyilik yazıda kalmaz”, “Kaba ağacın gürlemesi dalı iledir”, “Kancıkla çıkma yola, başına getirir belâ”, “Sidiğine basan uyuz olur”, “Yel kayadan ne anlar?”, “Yiğidin anası çabuk ağlar”.
Yaşar Kemal’in dil toprağı sözcüğün gerçek anlamıyla halkçı bir yapı taşır. Yazınımızda, Milli Edebiyat döneminden bu yana halkın söz değerlerinden yararlanma, halkçı ve ulusal bir yazın oluşturma tartışılagelmiştir hep. Nedir yazınsal bağlamda halkçı ve ulusal olmak? Kestirmeden söyleyeyim: Halktan aldığını işleyip zenginleştirerek halka sunmaktır. Bu açıdan bakılırsa Yaşar Kemal, halkçılığın ve ulusallığın doruğunda soluyan bir büyük sanatçımızdır.
Yaşar Kemal’in halktan alıp işleyerek yine halka verdiği öğelerin başında yerel sözcükler, başka tür bir yaşam biçiminin içinden süzülüp gelen söz değerleri gelir: Akarak (su yolu), belek (kundak), boydak (bir başına), cokuşmak (üşüşmek), efilti (esinti), ipilti (parıltı), koygun (yoğun), pampal (gelincik)... gibi.
Yerel ya da başka bir ekin alanıyla ilgili bu sözcükler anlatımın akışını, anlaşılırlığını engeller mi? Şöyle yanıtlanıyor bu soru:
“Yaşar Kemal’de okuyucuyu yadırgatacak sözcüklere sık sık rastlarız. Okuyucunun yadırgaması bu sözcüklerin anlamını kesinlik ve açıklıkla kavrayamamasından kaynaklanır. Kavrasa bile, sözcüğün kendi dil alanı dışında kaldığını, başka bir ekin alanından geldiğini hemen sezinler. Ne ki, bu sözcüklerin anlam bulanıklığı tümcenin anlamını kavramayı engellemez. Demek istediğim, hiçbir tümce, herhangi bir düzeydeki yadırgatıcı bir sözcük yüzünden, yazının orta yerinde çözümleyecek bir kördüğüme dönüşmez. Tümcenin akışı, kara sinek gibi duran bir sözcüğünün yerine bildik bir eşanlamlı sözcüğü oturtmamıza olanak verecek kıvamdadır. Yazarın ne demek istediğini sözün gelişinden çıkarırız; ... o sözün yadırgansın diye oraya konduğunu biliriz. Bir örnek vereyim: Türkmen atlıları anlatılırken: “Üzengileri som gümüş, eyerleri, kantarmaları savatlı, bellemeleri klaptan işleme...” gibisinden bir tümce, kantarma, belleme, klaptan işleme gibi yadırgatıcıların yanı sıra üzengi, eyer, som gümüş gibi “sürükleyiciler” ile beslenmiştir. Bu sürükleyiciler olmasa, anlamını bilmediğimiz öteki sözcükler bir duvar gibi karşımıza dikilir. Demek ki sürükleyicilerin görevi, neden sözedildiğini (burada atların koşum takımı) belirtmek, çıkaramadığımız sözcüklerin de hangi alana bağlı olduklarını ortaya koymak.” (Çağdaş Eleştiri, sayı: 1, Mart 1982)

Yaşar Kemal’in dil toprağında ikilemeler de bir bölge oluşturur başlı başına. İkileme sadece bir pekiştirme, betimleme öğesi değildir onda. Anlatımda akışkanlığı sağlayan yollardan biridir:
“Geceye, yağmurun içinde bir hoş belli belirsiz kuşlar düştüler. Leke leke, top top uçuştular. Kuşlar, pare pare gökten iniyor, geceye, toprağa sarı, pul pul dökülüyorlardı”. (Demirciler Çarşısı Cinayeti, s. 6)
Yaşar Kemal’in ayrıntı seçmede usta, seçtiği ayrıntıları yansıtmada Türkçenin somutlama gücünden bütün yönleriyle yararlanmasını bilen bir büyük yazar olduğunu söyledim yukarıda. Anlatımındaki şiirselliği, anlatım biçimleri içinde betimlemeye ağırlık verişini de onun bu yönüyle açıklayabiliriz yine. Çünkü şiirsellik, imgelerle düşünmeyi gerektirir. Yaşar Kemal’in romanları, öyküleri bir imgeler, eğretileme ve değişmeceler ormanı gibidir:
“Bahar, Çukurovaya çiçeklerle, tomurcuklarla kır laleleri, gelinciklerle geldiği kadar, arılarla da gelir. Bal arıları, yumak yumak dallarda oğullar verir, salkım saçak dolaşırlarken kovanların, kayaların yöresinde, yaban arıları, sarıcalar, boncuklular, eşek arıları, karaca arıları da, kimi altın damlası, kimi şimşek gümüşü aklığı, kimi çelik mavisi, kimi meneviş yeşilinde balkıyarak, dünyayı vızıltılara boğarak, derinden uğuldayarak peteklerde birikişir, kimi de gökyüzünde savrulurlardı, ordan oraya cavarak, dağılıp toparlanarak, bir dalga gibi eserek. “(Kimsecik 1, s. 143)
Yalın bir tanımla betimleme, sözcüklerle resim çizmedir. Bu bağlamda bir betimleme, duyular aracılığıyla seçilmiş bir imge ya da imgeler örüntüsü olarak düşünülebilir. Bu kısa alıntı bu yönden de ilginç. Ayrıca Yaşar Kemal’in adlandırma, niteleme, ayırma ve gösterme gücünü de örneklendirir. Şu da var. Buradaki her ayrıntı işlevseldir. Çünkü nesnelerle, varlıklarla okur arasındaki uzaklığı kapamaya yarar.
Renklerle seslerle ilgili belirleyici, ayırıcı özellikleri nasıl ustaca bulup ortaya koyuyorsa Yaşar Kemal, aynı şeyi kokular için de yapıyor:
“Ortalık yanık, göğnümüş ekin sapı, ağır bataklık, acı, keskin pıtrak karışımı bir kokuyla kokuyordu.” (Demirciler Çarşısı Cinayeti, s. 21) Romanın 23. sayfasında “... taze büyülü köpürmüş bir kan kokusu; 25’te “yanmış ekmek kokusu”; 27’de “... taze, nemli bataklık kokusu, keskin, kekremsi, acı, sert bir ağaç kokusu”; 33’te “acı pıtrak, toz, ekin sapı, sığırkuyruğu, bataklık kokusu”... gibi.
Yaşar Kemal’in Kale Kapısı romanında doğa öğesini değerlendirirken şöyle diyor Fethi Naci bir yerde: “Yaşar Kemal, doğanın içine birer anten gibi germiştir beş duyusunu: Renkler, sesler, kokular... Hiçbir romanda Kale Kapısı’ndaki kadar bitki ve çiçek adı yoktur. Ya kokular! Egzoz kokusu değil, kömür kokusu değil, lağım kokusu değil, kısaca kent kokusu değil. Doğanın kokusu. “(Bir Hikayeci: Sait Faik, Bir Romancı: Yaşar Kemal, s. 160) Bu sözlerin ardından da romandaki kokuların bir dökümlemesini yapıyor.

Ayrıntılama, adlandırma, eğretilere, imgelere dönüştürme Yaşar Kemal’in biçemini yönlendiren öğeler arasında sayılabilir. Bunlara simgelemeyi de katabiliriz. Çünkü biçem, yalın ve sınırlı bir tanımlı dili kullanmadaki tutumudur yazarın. Başka bir deyişle sözcüklere özel anlamlar yükleyerek simgeleme yoluna gitmiştir. Nitekim onun bu yönü üzerinde durulurken Çağdaş Eleştiri’nin andığım sayısında şöyle deniyor:
“Sarı ile ak, Demirciler Çarşısı Cinayeti’nin çatısını oluşturan karşıtlığı renk düzeyinde simgeliyor. Sarı, soysuzlaşmanın, inançsızlığın, hastalığın rengi. ‘Bunlar hasta insanlar’ diyor Yaşar Kemal konuşmasının bir yerinde. Derviş Bey de, Mustafa Bey de sarıdalar. Ama katıksızlığı, gerçekçiliği, bozulmamışlığı simgeleyen o Türkmen beyleri, onlar ak. Akların en akı da, ülkü diye bellediği Sultan Ağa; sarı yağmurun sarıya bulayıp yozlaştırmak istediği Devriş Bey’in de sarılıktan arındırıp ak çarşaflara sardığı o ak dişli, ak bulutlu Sultan Ağa.”
Tümce düzeni yönünden de anlatılamaz zenginlikler içerir Yaşar Kemal’in anlatım örüntüsü. Kuralcı dilbilgisinde saptanan geleneksel tümce kalıplarının dışına çıkar. Yepyeni tümce kalıpları kurar, oluşturur. Anlatımın akışına, anlatılan nesne ya da öznenin durumuna göre yapar bunu. Sözgelimi şu türden sayıp dökmeli, sıralı tümceler devinimin ağır bastığı yerlerde çıkar karşımıza:
“Atlar kişnedi, horozlar öttü, toprak sarsıldı, ovadaki her canlı sonuna kadar bağırdı, kurt kuş, yılan çiyan, börtü böcek.” (Demirciler Çarşısı Cinayeti, s. 20)
Tümce içinde tümce kurarak yeni yapılar üretir Yaşar Kemal. Eksiltili, tek sözcüklü tümcelerin yerini elli altmış sözcüklü tümceler alır. Bir soruyu yanıtlarken şöyle açıklar nedenini:
“...ne haltedeyim duran bir dağın karşısında. Dağın gölgesini bulutunu nasıl keseyim ben? Nasıl keseyim de nokta koyayım? Anlattığın şeyin devinimi senin cümleni de yaratır.” (Çağdaş Eleştiri, sayı: 1, Mart 1982)
Yaşar Kemal’in anlatımını besleyen, tümce örüntüsünü etkileyen etkenlerden biri de folklor ürünlerinin onun dil toprağındaki izleridir. Bu izler, bir dize, kalıplaşmış bir söz, benzetmeler vb. anlatımın akışı içinde gösterir kendini. Kimi örneklere bağlayayım bunu: Çukurova yöresinde baharı anlatan, kalıplaşmış bir söz: “Dağa çıktım, dağlar nennileniyordu.” Bir de bakıyorsunuz bu söz Yaşar Kemal’in son romanı Kanın Sesi’nde çıkıyor karşınıza:
“...toprağa yapışmış sarı çiğdemler, çalı diplerinde boynu bükük mor menekşeler, sümbüller, kırmızı gözlü nergisler, oradan oraya akan yılanlar, inceden bir uğultu, çiçeklere çokuşmuş arılar... Doğa, kayalar, elenmiş bulgur gibi toprak, yumuşak, ılık efileyen ince bir yel... Dağlar nennileniyordu.” (s. 218)
Yaşar Kemal’in anlatım örüntüsündeki bu folklor tadını Cevdet Kudret de saptamıştır kimi yönleriyle:
“Göç başladı gürül gürül Türkmen Göçü... Çukurova bayramlığın giyerken. Yani soyunmuş ağaçlar, soyunmuş toprak, soyunmuş dünya donanırken... Al yeşil göç kalkardı gürül gürül. Alırdık göçü, aşardık dağları, Konardık Binboğanın yaylasına (İnce Memed 1, s. 294)

Çukurova bayramlığın giyerken
Çıplaklığın üzerinden soyarken
Şubat ayı kış yelini kovarken
Cennet demek sana yakışır dağlar
(Karacaoğlan)

İyi cins atın tanımı:
“Sağrısı toparlak değil, uzun olacak... Kulakları kalem... Beli incecikti... Yalısı sağa yatmıştı. Koştuğu zaman dürülür, kaval gibi olurdu. (İnce Memed 1, s. 438)

Altın beli kısa boynu uzunu
...
Atın höyük sağrı kalkan döşlüsü
Kalem kulaklısı çekiç başlısı
...
At koşu tutmasın çıktığı zaman
Yalı kaval gibi yıktığı zaman
(Dadaloğlu)

(Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman 3, 405-406)

Halk dilinin verimlerini kendi söylemi içinde eritme Yaşar Kemal’in özgünlüğünü belirleyen yönlerinden biridir. Kişilerin yakarılarında, ilençlerinde, küfürlerinde, iç konuşmalarında bütün renkliliği ve zenginliğiyle yansır bu yön. Örneğin bizim folklor geleneğimizde doğa kişileştirilir hep. İnsanımız ağaçla, kuşla, yıldızla, dağla, kayayla konuşur. Bunu Yaşar Kemal’in Ortadirek’inde ve Ölmez Otu’nda Meryemce’nin otla, ağaçla, yıldızla, horozla konuşmasında buluruz.

Yaşar Kemal’in Türkçeyi sürekli bir kirizmadan geçirdiğini söyledim. Sözcük düzleminde olsun, tümce ve anlatım düzleminde olsun Türkçenin soluğunu genişletmiş bir büyük yazarımızdır. Dilimizin yüz akıdır o.
Yaşar Kemal Günleri, 21-22 Mayıs 1993, Edebiyatçılar Derneği, s. 24-28.

Kaynak: http://www.yasarkemal.net


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

yukarıdaki mesaj çok uzundu. okuyamadım. ama yaşar kemalin bir "balkımak" sözcüğü vardı romanlarından hatırladığım. Hangi romanıydı bilmiyorum ama okumuştum bir zamanlar.


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

"Balk" parıltı, ışıltı anlamındadır. "Balkımak" ise "ışıldamak, parlamak anlamındadır. Bu sözcüğü yazar, hemen her romanında sık sık kullanır.


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

Toprağı Bol Olmak Deyimi...

""
İlk çağ inançlarına göre, insanlar öldükleri vakit birtakım eşyaları ile birlikte gömülürlerdi. Tanrılarına sunmak ve öte dünyada kullanmak üzere mezarlara birlikte götürdükleri bu eşyalar genellikle kıymetli maden ve taşlardan mamul kap kacak ile takılardan oluşurdu. Türk Beyleri de İslamiyetten önceki zamanlarda korugan dedikleri mezarlarına altın, gümüş ve mücevherleriyle birlikte gömülürler, sonra da üzerine toprak yığdırtarak höyük yapılmasını vasiyet ederlerdi. Eski medeniyetlerin beşiği olan Ortadoğu ve Anadolu'da, pek çok ünlü hükümdara ait bu tür mezar ve höyükler hala bulunmaktadır.

Altın ve hazine her zaman insanoğlunun ihtiraslarını kamçılamış, nerede ve ne kadar kutsal olursa olsun elde edilmek için insanı kanunsuz yollara sevk etmiştir. Höyüklerdeki hazineler de zamanla yağmalayanmaya başlanınca ölenin ruhunun muazzep edildiği düşüncesiyle üzerine toprak yığılır ve gittikçe daha büyük höyükler yapılır olmuş. O kadar ki ölenin yakınları ve cenaze merasimine katılanların birer küfe toprak getirip mezarın üstüne atmaları gelenek halini almış. Öyle ya, mezarın üzerinde toprak ne kadar bol olursa, düşmanlar ve art niyetliler tarafından açılması ve hazinenin yağmalanması, o kadar engellenmiş olurdu. Bu durumda toprağı bol olan kişi de öte dünyada rahat edecek, en azından kulanmaya eşyası ve tanrılara sunmaya hediyesi bulunacaktır. Bugün dilimizde yaşayan "toprağı bol olmak" deyimi, aslında ölen kişi hakkında iyi dilek ifade eder. Türklerin İslam dairesine girdikten sonra yavaş yavaş terk ettikleri höyük geleneği, "toprağı bol olmak" deyiminin de gayrimüslimler hakkında kullanılmasına yol açmıştır.
...

İskender PALA

Kaynak


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

Cihan notlar için teşekkürler ancak kaynak da belirtirsen, yaptığımız alıntılar takip edileblir hale gelir.

Buna şu yüzden özen gösteriyoruz:

""

6.
Gerekli olan durumlarda forum başlıkları altına aktarılan alıntı metinlerde (bu metinler Internet kaynaklı olsun ya da olmasın) kaynak göstermek bilginin takip edilebilirliği ve sorgulanabilirliği açısından azami önem taşımaktadır. Bu yüzden yapılan alıntılarda kaynak gösterilmemesi kullanıcı ve onun sözleri adına güvenilirliği tartışmalı duruma getirecektir. Yapılabildiği yerlede link verilerek bilgiye ulaşımın doğrudanlaştırılması diğer kullanıcılar açısından büyük kolaylık sağlayacaktır. Bu noktaya dikkat edilmeli ve "bilgi hırsızlığı" olabilecek durumlar için gerekli özen gösterilmelidir.
Notlar


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

Bu deyimi her ne hikmetse hep İslamî çağrışımlarla düşünmüşümdür. İslam öncesi bir dönemden günümüze taşındığı aklıma gelmezdi.


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

abdullah şahin dedi ki:
Bu deyimi her ne hikmetse hep İslamî çağrışımlarla düşünmüşümdür. İslam öncesi bir dönemden günümüze taşındığı aklıma gelmezdi.
Ben de tersine, "nur içinde yatsın" ya da "Allah rahmet eylesin" gibi İslam'a gönderme yapan deyişlerden "tanrı"ya gönderme yapmadığı için farklı olduğunu düşünmüşümdür. İşin ruhanî bir boyutu varmış, ama İslam'la ilgili olmadığı sezgim doğruymuş demek ki (tabii hikâyenin doğru olduğunu varsayarsak).


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

Bir de "tavsamak" sözcüğü var, yerel bir kullanım mı acaba?


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

nurtenöztürk dedi ki:
Bir de "tavsamak" sözcüğü var, yerel bir kullanım mı acaba?

Ben sık sık kullanırım bu sözcüğü. Bir şeyler sürekli tavsıyor demek ki Smile

TDK sözlüğü (link):
Bir iş, bir durum vb. gücünü, hızını kaybetmek, yavaşlamak, gevşemek:
"Bütün galeyanı, bu taş gibi karşısında oturan, her an fırlayacak adam önünde tavsadı."- N. Hikmet.

Sözlerin Soyağacı (link):
tavını yitirmek, canlılığını kaybetmek, gevşemek
tav demirin sıcak ve yumuşak hali, canlılık, kuvvet


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

Eren,
Tavsamak sözcüğünü, yerel kullanımı (Kars) olan bir sözcük gibi düşünüyormuşum, sen kullanınca dikkatimi çekti. O nedenle de buraya taşımak istedim. bu arada da daha önce hiç üzerinde düşünmediğim bir yanını farkettim.
Bu sözcük biraz kendi içinde çelişkili gibi geliyor:
.İstek ve yöneliş bildiren -se- ekiyle. Bu açıklamaya göre, tav'a gelme isteği barındıran bir anlamı olması gerekmiyor mu?
Oysa anlamı:Bir iş, bir durum vb. gücünü, hızını kaybetmek, yavaşlamak, gevşemek. Biraz ters gibi.


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

Ayrıca linkler için teşekkürler. Senin kullandığın yeri link verecektim ama site içi link vermeyi yapamadım. Deneme sayfasında kullanmıştın, umarım çok ihtiyaç duymazsın bundan kelli. Smile


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

Yeni bir kelime öğrendim, belki bilenler vardır ama ben yeni öğrendim bu nedenle paylaşmak istedim. Müptedi kelimesi "yeni başlayan, acemi" anlamına gelen bir kelime imiş. Arapça'dan dilimize giren bir kelime imiş. Bilmeyenlere duyrulur Laughing out loud (İşte yeni öğrendim...)

Kaynak: http://tdk.org.tr/TR/SozBul.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF05A79F75456518CA


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

"muptela"ligin ilk adimi gibi geliyor kulaga. Laughing out loud

fazla dozuna "muptezo" diyebilir miyiz bilmem Huh!

burdaki bilgisayarlarda turkce karakter kullanamiyorum, kusura bakmayin.


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

sevcan dedi ki:
Yeni bir kelime öğrendim, belki bilenler vardır ama ben yeni öğrendim bu nedenle paylaşmak istedim. Müptedi kelimesi "yeni başlayan, acemi" anlamına gelen bir kelime imiş. Arapça'dan dilimize giren bir kelime imiş. Bilmeyenlere duyrulur Laughing out loud (İşte yeni öğrendim...)

Kaynak: http://tdk.org.tr/TR/SozBul.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF05A79F75456518CA


"ilkel" anlamında kullanılan "iptidai" kelimesiyle aynı kökten geliyor olmalı, diye düşünmüştüm. Daha sonra Sözlerin Soyağacı'nda "iptida"nın anlamını gördüm: temel, bağlangıç. TDK sözlüğünde de aynı anlamla açıklanmış (link). Bütün bunların kökeni de "bidayet" imiş: yenilik yapma, icat etme. Arapça, İbranice ve Aramcada bu kökün kullanıldığı kelimeler aynı anlamda kullanılıyormuş, yine Nişanyan'a göre. Ayrıca bidat: yenilik icat anlamında bir sözcük, yine aynı kökten. Müptela (ya da mübtela) ile ilişkisine şimdilik Çağdaş'ın kulağından başka bir delil yok Laughing out loud Ama araştırmalar sürüyormuş Tongue


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

""
Bize de mi Lo Lo?
Adamın birisi sıkışmış ve tefeciden borç para almış. Ancak borcunu vaktinde ödeyemediği için insafsız tefeci tarafından mahkemeye verilmiş. Adam, mahkemede kendisini savunmak için bir avukat tutmuş.

Avukat:

"Ben seni kurtarırım, sen mahkemede kadı ne sorarsa dilsiz taklidi yaparak "lo lo" de. Sakın ağzını açıp konuşma" diye talimat vermiş.

Mahkeme günü adam, kadının bütün sorduklarına "lo lo lo" demiş ve avukat:

"Benim müvekkilim dilsizdir, böyle bir borcu yoktur, haksız bir borç ile zavallıyı mağdur etmek istiyorlar." şeklindeki müdafaalarla adamı kurtarmış.

Ertesi gün vekalet ücretini almaya gelen avukata, adam yine dilsiz taklidi yaparak "lo lo" deyince, avukat kızmış:

"Yahu herkese lo lo; bize de mi lo lo?"

***

Bu deyim, "herkesi aldatabilirsin, ancak biz işin aslını biliyoruz." anlamında kullanılır.


kaynak: Kelimelerin Soyağacı.com


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

Kelimelerin Soyağacı benim de takip ettiğim bloglardan. Bu türden hikâyelerde kaynak belirtmedikleri için açıkçası pek de güvenemiyorum açıklamalara. Öte yandan orada zaten görmüş olduklarımı bir de burada görmek bana biraz tuhaf geliyor açıkçası. Halen internette bulunan bir içeriği buraya kopyalamak yerine linkini vermek sizce de daha makul değil mi? Bunun güzel bir örneğini Barış Takip Ettiğimiz Bloglar başlığında yürütüyor. Hoşuna giden yazıları o başlık altından link vererek diğer kullanıcıların beğenisine sunuyor. Kopyala-yapıştır konusunda biraz daha dikkatli olmamız gerektiğini düşünüyorum.

Cihan şimdi "bize de mi lo lo," diyecek, ama ne yapalım...


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

eren:

""
Cihan şimdi "bize de mi lo lo," diyecek, ama ne yapalım...
Laughing out loud
Çok hoş!


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

Sait Faik'in Serseri Çocukla Köpek öyküsünden bir bölüm:

""
Köpeği omzuna almış gidiyordu. Köpek de, sokak çocuğu da pis değildi. Kirliydiler.

Kaynak: ABASIYANIK Sait Faik, Seçme Hikayeler, Doğan Kardeş-YKY, İst,2009, sf 80


Re: Yalın Deyişler, Pek Bilinmeyen Sözcükler

'Köpeği omzuna almış gidiyordu. Köpek de, sokak çocuğu da pis değildi. Kirliydiler.'

Tam Sait Faik'e yaraşır ince bir ayrım
Good