UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Vals

27 Ağu 2011
gönenç kaytaz

Karşımdaki duvarda asılı duran Gustav'ın “öpüş” tablosuna bakıyorum. Eski bir hatıra benim için o. Her baktığımda aynı şeyleri düşünürüm. Kadını ve kadınları. Her seferinde bu tablo bana erkeği itici kıldırıyor. Müzik setime yöneliyorum. Sesini açıyorum. Mozart çalıyor. Bir vals. Dans ediyorum tek başına evimin ortasında. Olduğum yerde dönüyor, bir oraya bir buraya gidiyorum. Bulutların üzerinde olduğumu düşünüyorum. Biraz sonra yerde duran bavulu fark etmeyip takılıp önce masaya çarpıp sonra yere düşüyorum. Masa neredeyse üzerime devrilecekti. Sarhoş gibi kalkıyorum. Kolum ve kalçam ağrımaya başlıyor. Müziği kısıp banyoya giriyorum.

Akşam olmuştu dışarı çıktım. Evimin yakınında olan Beyoğlu'na geldim. Kalabalıktan nefret ediyorum. Bir şeyler almak için eski eşyalar satan yerin altında gün ışığı almayan tarihi bir yere giriyorum. Burasını çok seviyorum her yer eski eşyalar takılarla dolu. O kadar çok farklı eşya var ki oturup izleyesim gelir. Geziniyorum içeride. İlgilenen kıza metal armaları soruyorum. Olmadığını söylüyor.

“Ama daha önce vardı”
“Ne kadar daha önce”
“Mesela iki sene önce” diyorum.
“Hmm, iki sene önce ben burada yoktum. Bir dakika ama...” deyip patronu sandığım adamın yanına gidiyor.

1.70'lerde ki boyu, uzunca dalgalı saçlarını arkadan dağınıkça toplamış, üzerinde kirli beyaz bir elbise ayağında ise eski botlar vardı. Elbisesinin eteği dizlerinde ve yer yer kısalan ve uzun duran bir biçimi vardı. Yanıma doğru gelirken daha dikkatli bakıyorum. fark etmemiştim yüzündeki detayları. Entelektüel bir havası vardı yüzünün ve bakışlarının.
Eski elbiselerle dolu bir yere yürüyoruz. Elbiselerin arasına girip yerden diplerden bir şeyler çıkartmaya çalışıyor. Çıkarttığı kutuya ikimizde eğilip bakıyoruz. İstediğim bunlar değildi. Benden önce doğruluyor. Sonrasında da ben. Karşımdaki yüzün yuvarlak camlı bir gözlük taktığını fark ediyorum. Herkese yakışmadığını düşündüğüm bu tür gözlükleri takan yüze baka kalıyorum.
Aynı şaşkınlıkta o da bana bakıyor.

“Çok güzelsin” diyorum.

Dudak kıvrımları ile hafiften gülümsüyor.

“Sen de çok çirkinsin”

Gülümsüyorum.

Bir şey almadan çıkıyorum eskiciden. Canım bira istiyor. Bir kafe/bara giriyorum. Arkadaşım söylemişti, biranın pahalı olmadığı bir yerdi burası. Üst katta olduğundan insanlara ve semte yukarıdan bakma imkanı da bulabiliyordum. Küçük bir yer ve çok kalabalık değildi neyse ki. Buradan çevreyi izlemek güzel gerçekten. Biramı içerken çıkarttığım not defterime bir kaç şiir karalıyorum. Telefonum çalıyor. Arayan bir kız arkadaşım.

“Alo...”
“Alo, n'aber Akel?”
“iyi, nasılsın Hazal?”
“Fena değil, neredesin?”

Fena değil diyorsa kesin canı sıkkındır.

“Beyoğlu'ndayım yine, dolunay barda”
“Tek misin?”
“Hı hı Evet”
“Yanına geliyorum”
“Tamam bekliyorum”
“Tamam oradayım birazdan,” kapattı telefonu.

Hazal'la geçen sene kısa film eğitiminde tanışmıştık. Bazen çok konuşsa da hayal gücü yüksek biri. Şaşırtır beni kurduğu hayallerle. Hatta öykülerime malzeme yarattığı da olmuştur.

Dediği gibi çok zaman geçmeden geldi.

“N'aber”
“İyi... Çabuk geldin. Buraya yakın bi'yerde miydin?”
“Dedim ya birazdan oradayım diye. Aşağıda cihangirdeydim arkadaşta kaldım akşam, işi varmış çıktı. Senin de buralarda olacağını düşündüm ki doğru düşünmüşüm”
“Ne oldu anlat bakalım,” anlamıştım sıkıntısını yüzü asıktı.
“Geri zekalı kızlar. Siz erkekler nasıl dayanıyorsunuz bunlara ya. En yakın arkadaşım dediğim Burcu eski erkek arkadaşımla birlikteymiş. Öldürebilirim onu!”
“Sakin ol Hazal. Kimse kimseyi öldürmeyecek. Demek ki en iyi arkadaşın değilmiş onu öğrenmiş oldun en azından.”
“Bira söyleyeyim sana”
“Tamam”

Alkolün etkisiyle rahatlarken, daha boş veren bir havaya bürünmüştü Hazal bir kaç saatin sonunda. Hazal güzel kızdı. Ona karşı hislerim olmuştu. Ama şimdi eskisi kadar değilim. Bazen ona bakarken buluyorum kendimi ve güzel olduğunu geçiriyorum içimden. Yine de arkadaş oluşumuz çok daha güzel, böyle kalmasını istiyorum.

Hazal ile konuşurken yan masamızdan bir sesin “merhaba” deyişini duydum. Ona doğru baktığımda hemen tanımıştım kim olduğunu. Bugün eskici dükkanında ki kızdı o. “Aa merhaba nasılsın?” Dedim.

“Fena değil sen nasılsın?”

“Bildiğin gibi uğraşıyoruz işte,” dedim gülümseyerek. Güldü. Tek başınaydı masama davet ettim. “Peki,” deyip çantasını alıp yanımıza oturdu. Bu gün dükkanda gördüğüm gibi güzeldi yine. Gözlüklerini çıkarmış ama aynı suskun içinden konuşan bakışlarıyla bakıyordu. Konuşmalarımıza istemeden kulak misafiri olmuş bizi dinlemiş ne zamandır. Hazal da iyice sarhoş olmuştu.

“Bu arada ben Akel”
“Ben de İdil”

İsmi beni çok uzun yıllar önce ki bir zamana götürdü bir anda. Üniversite yıllarımda insanların anarşist dediği bir parti örgütündeydim. Sıkı bir aktivisttim. Bir adam vardı. Oranın Başkanıydı. Bir de onun kızı vardı, adı İdil. İdil'i kol bileğine sarılı kırmızı bez ile hatırlıyorum. 1 Mayıs günü yürüyüş yaparken bezin sarılı olduğu sol kolunu kaldırır slogan atardı. Yüzü bana hep kedi kadını hatırlatır. İnce çenesi çekik kaşları ile idil hoşuma gidiyordu.

“İsmin çok güzel” dedim.
“Eh işte babam koymuş. Eskilerden bir isim”

Kimden bahsettiğini anlamıştım. Hazal aldığı fazla alkolden olsa gerek kendi kendine cümleler kurmaya başladı artık. İdil ile ona bakıp gülmeye başladık.

“Tek başınaydın?” Dedim İdil'e.
“Evet işten çıkışta bir şeyler içmek istedim sadece”
“Merak eden yok mu peki?”
“Vardır tabi”

Yüzünde ki soğuk kanlı ve olgun ifade, içinde çözümleyen bakışlar İdil'e karşı hislerimi yoğunlaştırmıştı. Hazal mırıldandı, iyi olmadığını söyledi.

“Uyumak istiyorum Akel kalkalım hadi başım çok kötü”

İdil ile karşılaşma fırsatının üzerine Hazal'ın bu durumu çok ters bir zamana gelmişti doğrusu.

“Hadi bakma öyle kalkalım diyorum”

Konuşurken fazla alkolün etkisiyle diksiyonunda kayma vardı. Yüz ifadeleri de aksaktı ve çoğunlukla masaya doğru bakar bir halde idi.

“Anlaşıldı bizim gitmemiz gerekiyor. İdil sen ne yapacaksın?”
“Ben biraz daha durur kalkarım herhalde”
“İstersen bana gel hem bununla tek başıma uğraşmamış olurum,” dedim Hazal'ı işaret ederek.
“Rahatsızlık vermem mi?”
“Saçmalama ne rahatsızlığı hadi kalkalım”

Hazal'ın kolundan tutarak bardan çıktık. Cadde üzerinde yürüyoruz. Dünyanın bütün insanları sanki buradaydı. Yanımda İdil'in olduğuna inanamıyordum. Ona doğru bakıyorum ara sıra. Yüzü yine olgun ve yaptığı işi ciddiyetle yapar gibiydi. Hazal bir şeyler söylemeye çalışır gibi sesler çıkarıyordu. Derken bir anda koca İstiklal caddesinin ortasında kustu. İdil “ayy” diyerek geri çekilirken az kalsın yere düşüyordu ben tutmaya devam etmesem Hazal'ı. Yanımızdan gelen geçenler bize bakıyorlardı.

“Aferin sana Hazal”
“Uyumak istiyorumm. Başım.. ”
“Tamam tamam az kaldı zaten, insan kendini bilip ona göre içer. Sen ne yaptın. Neyse tartışacak zaman değil az kaldı dayan”

İdil'le iki kolundan tutup yürümeye devam ettik. İdil'in yüzündeki, bir şeyi çözümleyen ifade hep hakim. Saat gece 12'yi biraz geçmişti. Eve yaklaştık. Eski bir binanın ikinci katıydı evim. Evin kapısını açıp içeri girdik. Hazalı hemen yatağa yatırdık ve odaya döndük. Hazal derdinden kurtulmamız iyi bir şeydi. İdil duvardaki resimlere ve kitaplarıma bakmaya başladı.

“Kitapların fena sayılmaz” diyerek raftan bir kitap çekti. Elindeki kitap Bukowski'nin 'kadınlar' kitabı.
“Sence bu kitap kadınları ne kadar doğru anlatmış?”
“Bir yönüyle doğru”
“Hangi yönüyle?”

Duvarda asılı duran daha bu sabah ona baktığım tabloyu gösteriyorum.

“Kadınlar kedi gibidir. İhtiyaçlarına göre hareket etmek isterler”
“Kitabın doğru olmayan tarafı ne peki?”

Gülümseyerek, “Her kadın orospu değildir.”

Alaycı bir gülümseme takınarak “Erkekler çok mu iyi sanki!?” diyor.

“Erkekler daha beterdir” diyorum.

Kitabı yerine koyarken, ne içmek istediğini soruyorum.

“Başım biraz kötü votka iyi olur.”

“Tamam sen kitaplara bak ben geliyorum”

Döndüğümde elimde votka ve bira ile oturuyorum koltuğa. İdil ise hala kitaplara bakmaya devam ediyordu. Onu izliyorum. Üzerinde bugün eskici dükkanında gördüğüm elbisesi var. Askılıydı. Ensesinden sırtının üst kısmı ve göğüsüne kadar açık olan dekoltesi vardı. Uzun kumral dalgalı saçları özensiz topuz yapılmış ve çıplak ayakları ile karşımda duruyordu. Biramı açıyorum. Votkasını alıyor ama oturmuyor.

“Edebiyattan çok siyaset ve tarih kitapların var”
“Ailemde siyaset çok tartışılırdı ilgim oradan doğmuş sanırım”

İçeriden yatak odasından gelen bir böğürme sesiyle irkildik. Yatak odasına girdiğimizde Hazal'ın yattığı yerden halıya kusmuş olduğunu gördük. İdil'e

“Sen içeri geç ben halledirim,” dedim

İçeriden bir leğen ıslak bez getirip silmeye başladım. İşim bittiğinde İdil'in bulunduğu odaya geçtim.

“Neyin oluyor senin, bu kadar uğraştığına göre?”
“Arkadaşım. Geçen sene tanıştık. Bazıları biter bazıları devam eder. Devam edenleri de böyle çekersin işte,” dedim gülümseyerek. İçkilerimiz bitmişti, buz dolabına gidip votka şişesi ve birkaç bira ile geri döndüm. Gittikçe sarhoş olduğumuzu fark ediyordum.

“Ben çok iyi dans ederim” dedi İdil. Bir anda kalktı ve müzik setinin yanına gidip vals bir klasik parça koydu, “Russian Waltz.” Odanın ortasında dans etmeye başladı. Onu izliyordum. Gerçekten güzel dans ediyordu. Rüya gibi dönüyordu bulutların üzerinde. Saçlarını açtı. Şimdi daha da çok bir meleğe benziyor. Yarım saattir dans ediyor neredeyse. Müziğin sesini daha yükseğe çıkarttı. Yanıma geldi ve elini uzattı.

“Hadi beraber dans edelim”

Elimdekini masaya bırakıp kalktım. Sarhoştuk ikimiz de. Ellerimizi tuttuk. Yüksek seste çalan müziğe atladık. Olduğumuz yerde dönüyor, bir oraya bir buraya gidiyoruz. Yüzüne bakıyorum. Gözlerini bazen kapıyor bazen açıyor. Gülüşü her yerde. Başını geriye doğru atıyor gökyüzüne bakar gibi. Ne kadar dans ettiğimizi hatırlamıyorum. Bana bakıyor. Gözlerime. Dönmeye devam ediyoruz. Her yer flulaşmış gibi. Bir anda ayağım bu sabah ki bavula takılıyor tekrar. Az kaldı düşüyordum. İdil tuttuğu elleriyle sımsıkı geri çekiyor ve düşmekten kurtuluyorum. Gülmeye başlıyoruz. Gözleri yıldızların ki kadar parlak geliyor gözüme. Bana bakıyor. Kendime doğru çekiyorum yavaşça. Gözlerini kapıyor. Dudaklarım dudaklarında. Odayı saran vals, yıldızlarla donatırken her yeri, olduğumuz yerde yıldızların gözü önünde notaların yumuşaklığına bırakıyoruz kendimizi.

Kategori:

Re: Vals

Öykünün anlatımında kullanılan eylemlerin, zaman kullanımında ya da kip uyumunda bir sorun olduğunu düşünüyorum.

""
Karşımdaki duvarda asılı duran Gustav'ın “öpüş” tablosuna bakıyorum. Eski bir hatıra benim için o. Her baktığımda aynı şeyleri düşünürüm. Kadını ve kadınları. Her seferinde bu tablo bana erkeği itici kıldırıyor

Bu hata o kadar yinelenmiş ki öykünün konusuna odaklanmakta bile zorlandım.

""
Akşam olmuştu dışarı çıktım. Evimin yakınında olan Beyoğlu'na geldim. Kalabalıktan nefret ediyorum.

""
Bir şey almadan çıkıyorum eskiciden. Canım bira istiyor. Bir kafe/bara giriyorum. Arkadaşım söylemişti, biranın pahalı olmadığı bir yerdi burası. Üst katta olduğundan insanlara ve semte yukarıdan bakma imkanı da bulabiliyordum.

Birbiri ardınca geniş zaman, şimdiki zaman, duyulan geçmiş zaman ve diğerleri sıralanıp duruyor. Pek tabi farklı zamanları birbiri ardınca kullanabiliriz ama yazında insan kulağı bir uyum, cümlelerde bir birliktelik arıyor gibi geliyor bana.

Şimdilik öyküyle ilgili değinebileceğim bunlar. öyküde yer almaması gerektiğini düşündüğüm bazı kullanımlar da var. Onları da örnekleyebiliriz. ama daha önemlisi öykünün dilinin üzerinde daha fazla düşünülmesi gerektiğini düşünüyorum.

""
Evimin yakınında olan Beyoğlu'na geldim

""
Canım bira istiyor. Bir kafe/bara giriyorum

""
“Beyoğlu'ndayım yine, dolunay barda”
“Tek misin?”
“Hı hı Evet”
“Yanına geliyorum”
“Tamam bekliyorum”
“Tamam oradayım birazdan,” kapattı telefonu.

Özellikle son diyoloğun öyküde fazla olduğu hissi çok derinleşti. Kahramanın devrimci bir aileden gelmesinin ise daha farklı bir yolla anlatılabileceğini, özellikle kitaplığın önünde geçen kısa bir anlatımda okuyucuların alımlamasına bırakılabileceğini anladım.

Teşekkürler Gönenç Kaytaz


Re: Vals

Cümlelerin zamanları üzerine olan eleştriniz gerçekten çok yapıcı oldu benim için. Kafam da dağınık halde duran problemlerin netleşmesini sağladı. Başka eleştrileriniz varsa bekliyorum. Şimdilik dikkatli okuyuculuğunuz ve ayırdığınız zaman için teşekkür ederim.


Re: Vals

Öykünün aksayan yönlerine odaklanmak için daha geniş bir zamana ihtiyacım var; ancak Klimt'in tablosuna bir kez daha dönüp bakmaktan alamadım kendimi. Öykünün resimle kurmaya çalıştığı ilişkinin muğlak kaldığını düşünüyorum. Resmin kendisi ve karakter arasında uzlaşmaz bir çelişki var sanki. Yazarın yaratmayı hedeflemediği ama öykünün iplerini elinden kaçırmasıyla oluşan bir çelişki. Resim, müzik, dans, politika, kitaplar bir öyküyü elbette zenginleştirebilir ama bu yoğunluk aynı zamanda bir yığılma kaynağı da olabilir. Böylesine durumlarda ya ilmekleri çok sıkı atmak ya da biraz daha sadelik aramak gerekiyor.
Öykünüzü paylaştığınız için teşekkür ederim.


Re: Vals

Çelişkiyi kısaca açarsanız sevinirim


Re: Vals

Söz konusu resimle arasında sıkı bir bağ olduğunu söyleyen bir karakter var karşımızda. Dolayısıyla öykü ilerledikçe bu bağın yansımalarını göreceğimize ilişkin bir beklenti oluşuyor. Ancak yaratılan karakter böylesine bir duyarlılığı yansıtmaktan oldukça uzak düşüyor. Özellikle diyaloglarda kullanılan dilin çelişkinin ana kaynağını oluşturduğunu düşünüyorum.

""
Gözlerini kapıyor. Dudaklarım dudaklarında.

Bu öpüş, o öpüş değil.

Bu arada bazı kaynaklarda resmin adı "öpücük" olarak geçiyor. Hangisi daha doğru acaba?


Re: Vals

Eserin orijinali burada. Orijinal ismi: Der Kuss.

İki şekilde de çevrilebilir sanıyorum.


Re: Vals

""
Söz konusu resimle arasında sıkı bir bağ olduğunu söyleyen bir karakter var karşımızda. Dolayısıyla öykü ilerledikçe bu bağın yansımalarını göreceğimize ilişkin bir beklenti oluşuyor. Ancak yaratılan karakter böylesine bir duyarlılığı yansıtmaktan oldukça uzak düşüyor. Özellikle diyaloglarda kullanılan dilin çelişkinin ana kaynağını oluşturduğunu düşünüyorum.

Alıntı:

Gözlerini kapıyor. Dudaklarım dudaklarında.

"Sizin anladığınız asıl olandır"ı unutmadan, Gustav'ın eseri ile karakterin bağı erkeğin o eserde renksiz ataerkil köşeli tek düze oluşu durumuna karşı Kadının renkli dans edebilen esnekliği ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Bunun dışında özel bir "sıkı"lık bağı benim görememiş olmam ama sizin görmüş olmanız benim eksikliğimdir derim yinede.

Vaktiniz varsa çok kısa, karakterin 'nasıl olur'una dair bir cümle kurarsanız kafamda daha netleşeceğinizi söyleyebilirm. Yine de dikkatli okuyucu olmanız çelişkinin varlığı üzerine yoğunlaşmamı sağladı.


Re: Vals

"Nasıl olur?" sorusunun yanıtı resimde gizli. Siz oraya gönderme yapıyorsunuz çünkü. Ancak yukarıdaki açıklamanızda ise yapmış olduğunuz göndermeyi göremediğinizi dile getiriyorsunuz. Anlaşıldığı üzere durum biraz karışık Smile

""
Gustav'ın eseri ile karakterin bağı erkeğin o eserde renksiz ataerkil köşeli tek düze oluşu durumuna karşı Kadının renkli dans edebilen esnekliği ile ilgili olduğunu düşünüyorum.

Resmin bir okuması bu. Bu gözlüklerle resmi okursam ve ardından öyküye odaklanırsam o zaman şunları soruyorum: Öyküde kadına bu esnekliği veren ve erkeği bu derecede "köşeli" kılan öğeler neler?
Aslında anlatak istediğimi daha açık bir biçimde dile getirmem gerekirse şunu söyleyebilirim. Öykünün iki temel sorunu var.
1) Planlama aşaması biraz hızlı geçilmiş ve bu nedenle karakter yaratma konusunda sıkıntı yaşanmış.
2) Kullanılan dile çok daha fazla özen göstermek gerekiyor.


Re: Vals

Resim ile karakter arasında ki bağın gevşek/çelişik oluşu üzerine düşünmemi sağladınız nursel güler. Bağın sıkılık derecesinin önemi bukadar önümde değildi. Daha doğrusu sıkı bir bağ olması gerektiği meselesinde çelişikliğinde bir önemi olduğunu düşünmüşümdür. Bağ konusunu yeniden ele alacağım ama bundan sonra. Teşekkür ederim