UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Ursula K. Le Guin - Omelas'ı Bırakıp Gidenler

09 Kas 2010
Mehmet Sürücü

Ursula K. Le Guin,
"Omelas'ı Bırakıp Gidenler",
Gülün Günlüğü
(Çev.: Ümit Altuğ),
İstanbul: Ayrıntı Yayınları,
s. 09-15.

Kitap için aktif bağlantı

Öykü forumdan kaldırılmıştır (Bkz: Forum İşleyişi).

Kategori:

Re: Ursula Le Guin - Omelas'ı Bırakıp Gidenler

Le Guin’in Omelas’ı Bırakıp Gidenler adlı öyküyü yazışının çıkış noktası ile ilgili bir açıklaması var alıntı yaptığım kitapta. Aşağıya ekliyorum.

""
Omelas’ı Bırakıp Gidenler
(William James’in Bir Teması Üzerine Çeşitlemeler)

Bu psikomitosun temel fikri, günah keçisi teması, Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’inde geçer. Buna karşın neden William James’in adını andığımı sordu bazıları , biraz kuşkuyla. Doğrusu Dostoyevski’yi çok sevmeme rağmen yirmi beş yaşımdan beri tekrar okuyamamıştım. Bu fikri kullanmış olduğunu unutuvermişim. Ama William James’in “Ahlak Felsefecisi ve Ahlaki yaşam’ında karşıma çıkınca birden tanıdık geldi. William James sorunu şöyle koyuyordu:

“Ya da öyle bir dünya varsayalım ki Fourierlerin, Ballamylerin, Morrislerin ütopyalarını solda sıfır bırakıyor olsun ve milyonlarca insan sürekli mutlu yaşasın, ama bir şartla; uzaklarda bir yerde bir yitik ruh tek başına eziyet çekmek zorunda olsun. Bir an için içimizden bize sunulan mutluluğa yapışmak gelse bile yine ilk kapılacağımız özgül ve bağımsız duygu, bile isteye böylesi bir pazarlık yaparak elde edilen mutluluğun ne kadar çirkin bir şey olduğudur.”

Amerikan vicdanının ikilemi bundan daha iyi ifade edilemezdi. Dostoyevski büyük bir sanatçı ve radikaldi, ama ilk zamanlardaki toplumsal radikalizmi tersine döndü, onu azılı bir gerici haline getirdi. Öylesine munis, öylesine safdilce efendi görünen – bakın, nasıl “biz” diyor tüm okuyucularını kendisi gibi soylu görerek”- Amerikalı James ise hakikatten radikal bir düşünürdü, öyle kaldı ve hala öyledir. “Yitik ruh” pasajından hemen sonra şöyle devam ediyor:

“Tüm yüce, etkileyici idealler devrimcidir. Kendilerini, geçmiş deneyimlerin etkileri olarak değil de daha çok gelecek deneyimlerin olası nedenleri, çevre koşullarının ve bunların şimdiye kadar bize verdiği derslerin, ayak uydurması gereken etkenler olarak sunarlar.”

Bu iki cümle bu öyküye, bilim-kurguya ve geleceğe dair tüm düşüncelere doğrudan uygulanabilir. “gelecekteki deneyimlerin olası nedenleri” olarak idealler; çok ince ve hayranlık uyandıran bir söz bu.

Elbette oturup hadi şimdi şu “yitik ruh” üzerine bir öykü yazayım diye başlamadım. Bu işler bu kadar basit olmaz genellikle. Oturup bir öykü yazmaya başladım, çünkü içimden öyle geliyordu. Kafamda “Omelas” sözcüğünden başka bir şey yoktu. Bir karayolu levhasından geliyordu bu: Salem’in (Oregon) tersten okunuşu. Karayolu levhalarını tersten okumaz mısınız siz de? RUD, ŞAVAY, TAKKİD, Ocsicnarf Nas. Salem eşittir Schelmo, eşittir barış. Melas. O Melas. Omelas Homme helas. “Bu fikirleri nereden buluyorsunuz bayan Le Guin?” Dostoyevski’yi unutarak ve karayolu işaretlerini tersten okuyarak tabii ki. Başka nasıl olabilir?
Sayfa:7-8

Ursula Le Guin,
"Omelas'ı Bırakıp Gidenler",

Gülün Günlüğü
(Çev.: Ümit Altuğ),
İstanbul: Ayrıntı Yayınları,


Re: Ursula Le Guin - Omelas'ı Bırakıp Gidenler

Öyküyle ilgili düşüncelerimi de en kısa zamanda eklemeye çalışacağım.


Re: Ursula Le Guin - Omelas'ı Bırakıp Gidenler

""
“Oysa bizler, neşe sözcüklerini pek söylemiyoruz artık. Tüm tebessümler miyadını doldurdu.”
S:10

Omelas; yönetilen, yöneten ilişkilerinin olmadığı veya asgari düzeye indirgenmiş, çok az sayıda toplumsal kural ve yasanın olduğu, borsanın, reklamların, gizli polisin, bombaların, din adamlarının ve askerlerin olmadığı, bir yerdir. Tüm bunlara karşın halkı basit insanlar değildir. Burada cinsellikler en saf, doğal haliyle, hep birlikte yaşanılır, bu haz dolu ayinlerden doğan çocuklar hep birlikte büyütülür. İnsanlar hiçbir zaman suçluluk duygusu nedir bilmezler.

""
“Sorun şu; ukalalarla züppelerin kışkırttığı kötü bir alışkanlığımız var bizim, mutluluğu aptalca bir şey gibi görüyoruz. Sadece acı entelektüel, sadece kötülük ilginç geliyor bize.”
S:10

Evvel zaman içinde, çok eski zamanlarda ve uzaklarda kalmış bu masal kentinde, civardan akın akın gelen halkın da katıldığı, Yeşil Çayırlar’da bir Yaz Şenliği yapılmaktadır. Yeşil ve mavi mutfak çadırlarından yemek kokuları gelmekte, dokuz, on yaşlarında bir çocuk, insanların ezgilerinin büyüsüne daldıkları kavalını çalmaktadır. Ciddi suratlı, genç süvarilerinin atlarını dizdikleri başlangıç çizgisinin yakınlarındaki bir çadırdan öten, görkemli, hüzünlü, içe işleyen bir boruyla yaz Şenliği başlar.

Bu More’un, Campanella’nın, Bacon’un ütopyalarını çağrıştıran Omelas’ın diğer bir yanı daha vardır. Büyük bir kamu binasının mahzeninde, kapısının hep kilitli olduğu, penceresi olmayan, tozlu, pis, ıslak, örümcek ağlarıyla satılmış bir hücrede, yanına kimsenin gelmediği, orada neden olduğunu, neden kapatıldığını bile bilmeyen, akli dengesi yerinde değilmiş gibi görünen, belki de sakat doğmuş, zaman ve süre kavramını yitirmiş, zayıflıktan bacakları incelmiş, çöp gibi olmuş, midesi kemiklerine yapışmış bir mahpus çocuk vardır.

""
“Oysa acıyı yüceltmek, sevinci lanetlemektir, şiddeti kucaklamak ve bütün diğer şeyleri elden kaçırmaktır.
S:10

""
“Mutluluk, gerekli olan ile, gereksiz ama zararlı olmayan ve zararlı olan arasında doğru bir ayrım yapılmasına dayanır.”
S:11

Mutluluklarımızı, refahımızı, başka insanları, bazen de en sevdiklerimizi yalnızlığa, kimsesizliğe, acılara, yokluğa mahkûm ederek, çekmemiz gereken bedelleri onlara ödeterek, bunların pahasına kazanıyor, yaşıyoruz. Aslında gerçeklerden, doğal olandan, iyiden kopuşun, olanaksızı istemenin bedelidir tüm bunlar. Varlığın, mutluluğun, her şeyin tümünü kendine, kendisi için isteyenler, diğer yanda suçsuz, aslında onun da yaşamın güzelliğinden alması gereken hazlarını, özgürlüklerini, mutluluklarını çaldıklarını biliyorlar. İlk anda fark edilebilecek bir paradoks söz konusudur burada.

""
“Hepsi, Omelas’ın tüm insanları onun orada olduğunu biliyor. Bazıları görmeye geliyor, diğerleri orada olduğunu bilmekle yetiniyor. Orada olması gerektiğini biliyor hepsi. Bazıları nedenini anlıyor, bazıları anlamıyor; ama hepsi de farkındalar ki mutlulukları, kentlerin güzelliği, dostlukların sıcaklığı, çocukların sağlığı, alimlerin bilgeliği, zanaatkarların ustalığı, hatta hasatların bolluğu ve göklerin berraklığı tümüyle bu çocuğun dayanılmaz sefaletine bağlıydı.”
S:13

Öyle bir dünya düşünün, refahınız, zenginliğiniz, varlığınız, mutluluğunuz hep bir yokluğun, yoksulluğun varlığıyla oluşmak zorunda olsun. Acıdan, yokluktan, yoksunluktan yana olan bedelleri bir başkasının ödemesi gereksin. Omelas’ın bizin bildiğimiz dünyadan çok fazla bir farkı yok. Olsa olsa sayısal farklılıklar var. Bir yanda binlerce, milyonlarca yokluk, sefalet, diğer yanda küçük bir varsıl kesim. Bunlar Omelas’ın zıddı, karşıtı, anti ütopyası değil, bir paradoksun iki farklı yanıdır. Olsa olsa bir tersinmeden söz edilebilir belki.

Bu paradokstan çıkış var mıdır? Omelas’ı bırakıp gidenlerin olduğundan söz ediyor yazar. Başkalarının, bu bir kişi bile olsa, özgürlüğü, sefaleti, mutsuzluğu üzerine kurulmamış yerlerin olması gerektiğine inananlar olduğundan söz ediyor.

Peki ya Salem O’da neler oluyor? Onu terk edenler nereye gidiyor?

Tanımlaması zor burukluklar, rahatsızlıklar uyandırdı öykü bende. Bir yanımda, bastırmaya, örtmeye çalıştığım, görmemezlikten geldiğim bazı duygularımda sızılar oluşturdu. Tersine bir tanımışlık vardı içten içe okuduklarımda. Bir vicdan sızısı, bir suçluluk duygusu…

salem.jpg