UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Tedavi

17 Kas 2008
aya

merhaba herkese,
forumu yeni keşfetmiş olmakla birlikte, hikayeler yazmadan duramayan birisi olarak, bir hikayemi beğeninize sunmak istedim. aşağıdaki link'te görebileceğiniz hikayeme bir yorumda bulunursanız müteşekkir olurum. kolay gelsin herkese...

http://www.ayainwonderland.com/#post1

Kategori:

Re: Tedavi

Foruma öykü gönderen bazı arkadaşların, öyküsü hakkındaki yorumlarımızı okuyunca bir daha foruma girmediklerini görüyorum. Böyle olunca gücendiklerini düşünüyorum. Ben, yazdıklarımın, yorumlarımın kesin ve değişmez doğrular olduğunu düşünmüyorum. Yorum yazan hiçbir arkadaşın da böyle düşündüğünü sanmıyorum.

Aya, foruma öyküsünü göndermiş. Gönül isterdi ki, yazarların bulunduğu başlıklara girip öyküleri okusa ve kendi öyküsünü gönderirken, diğer öyküler hakkında düşüncelerini de bizimle paylaşsaydı. Belki daha sonra…

Ben öyküyü, kimi cümleleri biraz klişe bulsam da, çok sevdim. Öykü kişisinin,

""
intihar etmenin sadece boş verememişliğimin bir sonucu olduğunu…
cümlesi, uzun uzun anlatmak yerine, onun neden ölmek istediğini çarpıcı bir biçimde özetliyor bize. Ancak alıntıladığım yukarıdaki cümle, öykü kişisinin
""
intihar eden sadece intihar etmiş olmak için intihar etmez. Ben hariç…
cümlesiyle çelişiyor. 13 Aralık gecesinin diğer gecelerden bir farkı olmadığını anlatmaya çalıştığı giriş cümlesindeki ifade sorunlu geldi bana. 13 Aralık deyince o artık herhangi bir gece olmuyor. O, 13 Aralık oluyor. Özel bir gün oluyor. 13 sayısı uğursuz sayıdır, neden bu klişeye gidilmiş ve neden uğursuz bir sayı seçilmiş öykünün bütünüyle bir bağlantı kuramadım.
""

İki gün daha burada yatacağımı, sonra psikiyatri bölümüne nakledileceğimi ve orada tedavime başlanılacağını söylerken göz göze geldik. O ana kadar bana hiç bakmadığını fark etti.

Bunu doktor mu söylüyor? Çünkü öykü kişisi tahminde bulunuyor gibi de değil, öykü kişisi sanki inan üstü bir güce sahip ve insanların düşüncelerini okuyormuş gibi kesin bir bilgi içeriyor cümle.)

Gözlerimi çevirdim. Duvar saati öğlen 3'ü(3 öğlen saati değildir ki) gösteriyordu ve tahminimce intihar edişimin(ifade yanlış, intihara teşebbüs söz konusu)
Kendini yüksekçe bir binanın tepesinden atan ancak ölmeyen(bunu belirtmeye gerek var mı?) biriyle tanıştım.
Gülümsemesi hâlen(yukarıda hâlâ sözcüğü bir iki yerde hala diye yazılmış, hikâye de hikaye) yüzündeydi.
Bütün hastalar intihar(intihara teşebbüs)
Evet, teknolojinin imka(â)nlarını
Sadece daha önce bir filmde bu tedaviyi gören hastanın hiçbir şey düşünemediğini gördüğüm için buraya geldiğimden beridir tek istediğim şeydi(bu cümle sorunlu).
onu hala(hâlâ) sevdiğimi, onun beni hala(hâlâ) sevmediğini, atışlarını durduramadığı için kalbime küsen beynimin hiçbir düşünce üretmediği ve sadece televizyon izlemekle yetindiğim iki gün yaşadım," organlara böyle duygu yüklenmesi de çok hoş geldi bana.

Öykü kişisinin kendisine yöneltilen bir soru karşısında ya da sıkıştığı an bayılması onun hastalığının ciddi olduğunu düşündürdü bana. Yani patolojik bir soruna dönüşmüş rahatsızlığı.

Şimdilik bu kadar.


Re: Tedavi

Oykuyle ilgili yorumumu daha sonra yazabilecegim. Ancak ondan once Elif'in sordugu soruya yanit vermeye calisayim.

elif cinar dedi ki:
13 Aralık gecesinin diğer gecelerden bir farkı olmadığını anlatmaya çalıştığı giriş cümlesindeki ifade sorunlu geldi bana. 13 Aralık deyince o artık herhangi bir gece olmuyor. O, 13 Aralık oluyor. Özel bir gün oluyor. 13 sayısı uğursuz sayıdır, neden bu klişeye gidilmiş ve neden uğursuz bir sayı seçilmiş öykünün bütünüyle bir bağlantı kuramadım.

Buradaki 13'un ugursuzlugu 13 Aralik'in Erdal Eren'in idam edildigi gun olmasindan. Bu belli belirsiz gonderme intihar notunda daha da acik hale geliyor.
""
Hiç görmedikleri dünyalar için her şeylerini feda eden insanların, idam sehpasından düşüşlerini izlemekten sıkıldım. O yüzden de bana daha fazla tahammül edemeyeceğinizi bilerek, sizden önce kendimi öldürüyorum. Hiç kimse sorumlu değildir. Ben hariç.

Bunun disinda, Öyküler Forumu Hakkında basliginda dile getirdigimiz gibi Internet'te daha once yayinlanmis oykulerin burada tekrar yayinlanabilmeleri icin moderator kontrolunden gecmesi gerekiyor. Bu vesileyle bunu birkez daha vurgulamis olalim.

Oykuyle ilgili dusuncelerimi bu aksam toparlayabilecegimi umuyorum.


Re: Tedavi

Güzel bir öykü. Çok fazla gönderme içerdiğinden inceleme için biraz zaman lazım... Wink


Re: Tedavi

Bişnev in ney çün hikâyet mîküned
Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned

Dinle, bu ney neler hikâyet eder,
ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.

Kaynak

(Kaynağı çok güvenilir bulmadığımdan belki başka çevirilere ulaşılabilir diye düşünüyorum.)


Re: Tedavi

Bir çeviri de benden o zaman:

""
Bişnev in ney çün şikâyet mî küned,
Ez cüdâyîhâ hikâyet mî küned.

"Bu neyi dinle, nasıl şikâyet ediyor; ayrılıklardan hikâyet ediyor".
Hz. Mevlânâ, eserine ayrılıklardan şikâyetle başlıyor. Ney edebiyatımızda "İnsân-ı Kâmil"dir. Kâmil insanların vücûdu neye benzer. Neyin yedi deliği, insanın yedi uzvuna işârettir. Mesnevî'nin "dinle" hitâbıyla başlaması, insânî olgunluğun meydana gelmesi için lâzım olan ilim ve irfânın kulak yoluyla gerçekleştiğine işarettir.

(Kaynak)


Re: Tedavi

Foruma yeni katılmış olmanın heyecanıyla belki de kendimce uydurduğum bir ritüeli gerçekleştirerek, yine kendimce, önce bir hikayeyi paylaşmak istedim. Ardından diğer başlıklarda da kalem oynatabileceğimi düşündüm. O nedenle, bir hikaye atıp gidenlerden biri olarak anılmak istemem...

13 Aralık gecesi ile ilgili olarak, bu tarih Erdal Eren'in idam edildiği gün olmasının yanında, benim hayatımda da önemli bir kaç başka önemli güne işaret eder. Sıradan olmayan bir günün sıradanlaştırılması üzerine de düşünmüştüm biraz...

Yorumlarınız için teşekkür ederim...


Re: Tedavi

""
Foruma yeni katılmış olmanın heyecanıyla belki de kendimce uydurduğum bir ritüeli gerçekleştirerek, yine kendimce, önce bir hikayeyi paylaşmak istedim. Ardından diğer başlıklarda da kalem oynatabileceğimi düşündüm. O nedenle, bir hikaye atıp gidenlerden biri olarak anılmak istemem...

Good


Re: Tedavi

""
Barış Acar yazdı:
Bişnev in ney çün hikâyet mîküned
Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned

Dinle, bu ney neler hikâyet eder,
ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.

Kaynak

""
eren yazdı:
Bir çeviri de benden o zaman:

""
Bişnev in ney çün şikâyet mî küned,
Ez cüdâyîhâ hikâyet mî küned.

"Bu neyi dinle, nasıl şikâyet ediyor; ayrılıklardan hikâyet ediyor".
Hz. Mevlânâ, eserine ayrılıklardan şikâyetle başlıyor. Ney edebiyatımızda "İnsân-ı Kâmil"dir. Kâmil insanların vücûdu neye benzer. Neyin yedi deliği, insanın yedi uzvuna işârettir. Mesnevî'nin "dinle" hitâbıyla başlaması, insânî olgunluğun meydana gelmesi için lâzım olan ilim ve irfânın kulak yoluyla gerçekleştiğine işarettir.

(Kaynak)

Eren'in ulaştığı yorumla benim ulaştığım arasında şöyle bir anlam ayrılığı var: Benimkinde ayrılıktan şikayet ediyor, eren'inkinde ayrılıktan hikayet ettiği belirtilmiş. Osmanlıcası bile yeterinde kötü olan benim için bunlardan hangisinin doğru olduğunu anlamak elbette imkânsız. Ama sözcüklerin yerlerine bakarak öyle sanıyorum ki, benim ulaştığım çeviri gerçeğe daha yakın olmalı. Forumun dil uzmanları bir el atsalar...


Re: Tedavi

Söylediğim gibi ancak şimdi toparlayabiliyorum düşüncelerimi. Öncelikle aya'nın ellerine sağlık. Öyküsünü iki kez okudum. Önce genel bir değerlendirme yapayım, daha sonra öykünün içine daha detaylı biçimde girebileceğim.

13 Aralık tarihi her ne kadar Erdal Eren'in idam tarihi olması dolayısıyla siyasal olarak yüklü bir tarihse de 12 Eylül, 6 Mayıs, 2 Temmuz kadar iyi bilinen bir tarih değil. Bu nedenle öyküde bugüne yapılan vurgular tarihin kendi başına bir anlamı olduğunu düşündürse de bu anlamın nereden kaynaklandığını yeterince iyi anlatamıyor diye düşündüm. Belki bu noktada bir müdahale yararlı olabilir. Öte yandan anlatıcının/ öykü kişisinin düşünce akışı biçiminde verilen öyküde öykü kişisinin yeterince sağlam kurulduğundan emin olamadım. Tabii söz konusu olan intihara teşebbüs etmiş bir "deli" olunca bunun iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi olduğuna da karar veremedim Smile Bunun dışında yazarın psikiyatri kliniğiyle ilgili ayrıntılardaki cömertleri de dikkatimi çekti. Söz konusu ayrıntılara iyi çalışıldığını ya da iyi gözlem yapıldığını düşündüm, bunun iyi bir şey olduğundan eminim Smile Yaşadığı topluma uyum sağlayamayan, alışamayan, tahammül edemeyen, boş veremeyen dolayısıyla "normalleşemeyen" anlatıcının bütün bunların sonunda başka çıkış bulamayıp intiharı seçmesi, her şeyi unutabileceği bir tedavi yöntemine başvurmak istemesi üzücü elbette. Bu denli karamsar bir düşünce çizgisi, her ne kadar öykünün tekniğiyle doğrudan bağlantılı olmasa da bana latif görünmüyor. Tabii bu da diğerleri gibi benim değerlendirmemin bir parçası.

Gelelim öyküde benim dikkatimi çeken noktalara ve onlarla ilgili eleştirilerime:

Öykünün anlatımında çeviri kokusu aldığım noktalar olduğunu söylemeliyim ("Kahretsin, yine beyaz!"). Diğer arkadaşlar böyle bir izleminde değilse benim sorunum olabilir bu. Neyse, uzun hikaye.

""
Doktorun kalın gözlükleri var. Psikoloji üzerine çok fazla okumuş olmalı.
Bir psikiyatristin psikoloji üzerine çok okuması sanırım kimseyi şaşırtmaz. Aynı paragrafta yer alan "Peki hiç şiir okumuş muydu?" cümlesi ile kurulmak istendiğini düşündüğüm karşıtlık bu nedenle pek sağlıklı olmamış bence.

Elif'in de işaret ettiği gibi öykü de kullanılan "intihar" sözcüklerinden önemli bir kısmının intihar teşebbüsüyle değiştirilmesi gerekiyor anlatım bozukluğunu engelleyebilmek için.

""
İstatistikler yüzde yüze yaklaştığında mükemmele de yaklaşırlar mı?
Bu cümleyi iyi anlayamadım. Mükemmele yaklaşıp yaklaşmadığı sorulan şey istatistikler mi, psikiyatristler mi yoksa hastalar mı? Her durumda anlamda bir bozukluk var gibi hissediyorum. Özellikle ilk durumda, yani istatistiklerin mükemmele yaklaşıp yaklaşmadığı soruluyorsa, bu 42 sayısının (herhangi bir sayının) mükemmele yaklaşıp yaklaşmadığını sormaktan farksız.
""
Bütün intihar edenler hayata bütünüyle küsmezler ve hiçbir intihar eden sadece intihar etmiş olmak için intihar etmez. Ben hariç.
Buradan anlıyoruz ki öykü kişisi hayata bütünüyle küsmüş ama aynı zamanda intihar etmek için intihar etmiş. Buradaki mantıksal denklemi tam anlayamıyorum. O nedenle tersini de anlayamıyorum. Bir anlatım bozukluğu olmalı. Bunun ötesinde kişinin neden intihar ettiğiyle ilgili yeterince ipucumuz var mı?
""
Hayalleri, umutları, geleceğe dair planları, yer yer endişeleri, bazen korkuları ama hep insanca duyguları olan biri.
""
Hayalleri, umutları, geleceğe dair planları, yer yer endişeleri, bazen korkuları ama hep insanca duyguları olan biri olarak.

""
Seanssız günleri seviyorum. Bana unutmak için fırsat veriyorlar.
Neyi unutmaktan söz edildiği pek açık değil bence burada?
""
Eski arkadaşlarım beni görmek istediklerinde kendilerine hiç sormadıkları ve bilincinde olmadıkları bu gerçeği hissediyorum:
""
Eski arkadaşlarım beni görmek istediklerinde kendilerine hiç sormadıkları ve bilincinde olmadıkları şu gerçeği hissediyorum:

""
Arasındaki farkı hiçbir zaman anlamayacaklar.
Burada aralarındaki farkı anlamak pek de zor değil aslında. Sanırım farkı anlamaktan çok gerçeği fark etmekle ilgili sorunları var anlatıcının arkadaşlarının. O şekilde ifade edilse daha doğru olacağı kanısındayım.
""
Doktor konuşmasına devam ediyorken yere düşmüşüm.
""
Doktor konuşmasına devam ederken yere düşmüşüm.

""
Dünyanın geçmişiyle ilgili sorunlarım olduğunu söyledi.
Bu cümlede bir gariplik var. Hem çeviri kokuyor, hem de söylenmek isteneni anlatmıyor düşüncesine kapıldım.
""
Mozart'tan Lacrimosa'yı istedim.
Lacrimosa'nın Requiem'in bir parçası olmasının öyküyle bir ilgisi var ama Mozart Requiem'i yazarken bu bölümün yazılması sırasında hayata gözlerini yummasının öyküyle ilgili olduğunu sanmıyorum.
""
Doktorun film konusunda çok fazla bir merakı yoktu.
Doktorun sinemaya fazla merakı yoktu. biçiminde olsa daha iyi olur diye düşündüm.

Öykünün sondan üçüncü paragrafında Marx'a yapılan göndermenin öyküdeki işlevini iyi anladığımı söyleyemeyeceğim. "Katı olan herşey buharlaşıp havaya karışıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor, ve insanlar nihayet kendi gerçek yaşam koşulları ve diğer insanlarla ilişikileriyle yüzleşmeye zorlanıyor" ifadesiyle putların kırılması arasında benim anlayamadığım bir ilişki olmalı.

Benden bu kadar. Umarım öykünün anlaşılmasında ve belki daha da iyi bir öykü olmasında bir yararı olur söylediklerimin.

Ne dinliyorum: Mozart, Requiem, Nikolaus Harnoncourt Wink


Re: Tedavi

Henüz öykü üzerine ikinci (ve detaylı) okumamı yapmadım. Ama eren'in söyledikleri üzerine söyleyecelerim olabilir.

""
Öykünün anlatımında çeviri kokusu aldığım noktalar olduğunu söylemeliyim ("Kahretsin, yine beyaz!"). Diğer arkadaşlar böyle bir izleminde değilse benim sorunum olabilir bu. Neyse, uzun hikaye.

Aynı şeyi ben de düşüdüm. "Kahrestsin"den başka, "Lanet olsun" ifadesinde de. Biraz, kötü çevrilmiş Amerikan aksiyonu havası veriyor bu öyküye ve anlaşılmasını engelliyor. Bunlar yerine Türkçe çok nadide küfürlerimiz var, onlar kullanılsa daha iyi olur diye düşünüyorum (Ben Avluda Üç Kişi'de küçük bir girizgâh yapmıştım bu konuya).

""
""
İstatistikler yüzde yüze yaklaştığında mükemmele de yaklaşırlar mı?

Bu cümleyi iyi anlayamadım. Mükemmele yaklaşıp yaklaşmadığı sorulan şey istatistikler mi, psikiyatristler mi yoksa hastalar mı? Her durumda anlamda bir bozukluk var gibi hissediyorum. Özellikle ilk durumda, yani istatistiklerin mükemmele yaklaşıp yaklaşmadığı soruluyorsa, bu 42 sayısının (herhangi bir sayının) mükemmele yaklaşıp yaklaşmadığını sormaktan farksız.

Ben bu cümleyi eren'in bulduğu gibi sorunlu bulmadım. Evet, dilsel açıdan tutarlı olmayabilir; ama karakterin durumunda gayet de ağzına yakışan bir cümle olduğunu ve derdini anlattığını düşünüyorum.

""
""
Mozart'tan Lacrimosa'yı istedim.

Lacrimosa'nın Requiem'in bir parçası olmasının öyküyle bir ilgisi var ama Mozart Requiem'i yazarken bu bölümün yazılması sırasında hayata gözlerini yummasının öyküyle ilgili olduğunu sanmıyorum.

Bence intiharı düşünen biri için ölüm motifi üzerine güzel bir değini. Daha fazla bir şey anlamak gerekmiyor, bu yeterli.

""
Öte yandan anlatıcının/ öykü kişisinin düşünce akışı biçiminde verilen öyküde öykü kişisinin yeterince sağlam kurulduğundan emin olamadım. Tabii söz konusu olan intihara teşebbüs etmiş bir "deli" olunca bunun iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi olduğuna da karar veremedim

Bense öykü kişisinin kimliği anlamında bir hayli tatmin oldum. Beni bir durumun, bir atmosferin içine güzel çekti öykü. Karakterin gelgitleri öykünün dalgalı anlatımına gayet güzel oturmuş. Ayrıca intihar sebebinin de bir iki yerde açık edildiğini düşünüyorum ben. Mesnevi'nin girişi üzerinde durmam bu sebepleydi hatta.

Neyse daha detaylı zamanlara...


Re: Tedavi

Öyküye ilişkin genel kanaatimi daha önce açıklamıştım. Öyküyü ikinci okuyuşumda ilk baştaki etkisinden yitirdi sanki. Göndermelerin çoğunun bir yere bağlanmadığını düşünüyorum. Karakter çok fazla göndermelerle örülü (Eren'in de gösterdiklerinden başka ulaşmadığımız göndermeler de olduğunu düşünüyorum kimi tanımalamalardan yola çıkarak) ve bu bizi ne onun hayatına ilişkin ne de öykünün atmoseferine ilişkin bir yere götürmüyor. Şimdi bu genel kanaat içinde kimi yerlere metnin içine girerek değinmek istiyorum.

Bu arada sanırım benim metinle ilgili en önemli sıkıntım, kahramanın kimliğiyle ilgili. Ben karakterin kadın olduğunu düşündüm uzunca süre. Sebebi aşağıdaki anlatımlar:

""
Hayır doktor, benim tanıdığım insanların neredeyse hepsinin de hayvanca duyguları vardı ve bütün dünyayı bir ahıra çevirmeye çalışıyorlardı.

""
Beni hiçbir kadının sevip sevmediğini merak ediyordu. Ona, beni hiçbir kadının sevmediğini söyledim. Benim herhangi bir kadını sevip sevmediğimi sordu. Herhangi bir kadını sevdiğimi söyledim. Gülüştük.

Buradaki ifadeler beni şaşırttı doğrusu. Anlatımın epeyce dişil olduğunu düşünüyorum. Ancak eşcinselliğe vurgu yapılmıyorsa karakter erkekmiş gibi anlaşılıyor ikinci yaptığım alıntıdan. Açıkçası emin olamadım.

Eren'in sorduğu sorunun (intihar girişiminin sebebi) cevabı bence Mevlana alıntısında ve hemen ardındaki konuşmada gizli. Anılan "Dinle, bu ney neler hikâyet eder" kısmının devamı konuyu ayrılığa getiriyor: "ayrılıklardan nasıl şikâyet eder." Hemen ardından da Samson hikâyesinden söz ediyor. Karısı tarafından ihanete uğrayan kral söylencesi. Böylece, benim açımdan, intihara teşebbüs sebebinin aşk acısı olduğunu (elbette diğer şeylerin yanında) açık ediyor.

""
...sol elimden kalbime giden ve oradan aklıma hükmeden bir duygunun varlığını, onu hala sevdiğimi, onun beni hala sevmediğini

Bu kısımsa bu konuyu sonuca bağlıyor.

Diğer küçük notlarım metnin üzerinde.

""
Herhangi bir 13 Aralık gecesi, sol bileğimi kestim.
Gözlerimi açtığımda, güneşin içeri girmesini engelleyen perdelerle karşılaştım. Odanın duvarları içerideki herkesi ve her şeyi iyice seçmek, yorganın ve yatağın örtüleri ise üzerindeki en ufak lekeyi bile belirginleştirmek için bembeyazdı. (Nedenini açıklamadan sadece “bembeyazdı” dense yeterli değil mi? Okuyucuya biraz güven gerekiyor sanki.) Adeta güven veren ama nihayetinde yalancı bir beyazlık. Az sonra bir hemşire geldi ve serumu kontrol etti. Uyanmama sevindiğini, az sonra doktorun geleceğini, şimdi istersem biraz televizyon seyredebileceğimi söyledi. Doktorun gelmesini bekledim. Beyaz (Kahretsin, yine beyaz!) önlüğünün altında siyah bir takım ve içine beyaz (kimi kandırıyorlar?) gömlek giymiş olan doktor, kendisine öğretildiği üzere gülümsüyordu. Bana ne tedavi uygulaması gerektiğini düşünmüş olmalıydı. Elindeki kağıtlardan ismimi, buraya geliş sebebimi ve sağlık durumumu okudu. Çok kan kaybettiğimi, ancak yine de güçlü bir bedenim olduğunu anlattı. İki gün daha burada yatacağımı, sonra psikiyatri bölümüne nakledileceğimi ve orada tedavime başlanılacağını söylerken göz göze geldik. O ana kadar bana hiç bakmadığını fark etti. (Tanrı anlatıcının yanlış kullanılışı: Bir anda “ben anlatıcı”ndan tanrı anlatıcıya geçildi.) Gözlerimi çevirdim. Duvar saati öğlen 3'ü gösteriyordu ve tahminimce intihar edişimin üzerinden 12 saat geçmişti. (Gece saat 3’te intihar ettiğini öğreniyoruz.) Doktor bir kez daha gözlerime bakmaya çalıştı ancak ona cevap vermediğimi görünce yavaşça (sessizce) odadan çıktı.
Atışlarını durduramadığı için kalbime küsen beynimin hiçbir düşünce üretmediği ve sadece televizyon izlemekle yetindiğim iki gün yaşadım. Lanet olsun!
Psikiyatrisin odası da beyaz. Bu yüzden de odadaki her şey iyice netleşiyor. Doktor sanki olan biten her şeyin, bütün netliğiyle farkında olabilirmiş gibi. Oysa dışarıda böyle olmadığını; yaşadığım her saniye, bir önceki saniyede kaçırdığım ayrıntılar için yakındığımı, bu arada yaşamakta olduğum saniyedeki ayrıntılara da hakim olamadığımı, bunun başlıca nedeninin de yaşamın fonunda beyaz rengin değil, yer yer gri, bazen siyah ve çok nadir yeşil ve mavinin hüküm sürdüğünü anlatamadım.
Doktorun kalın gözlükleri var. Psikoloji üzerine çok fazla okumuş olmalı. Ayrıca muhtemelen modern tedavi yöntemleri teorik olarak hafızasında bulunuyordur. Elektroşok uygulanmasını istesem, ne cevap verir acaba? Peki hiç şiir okumuş muydu? (Bu arka arkaya gelişi sevdim. Elektroşokla şiirin bir bağı olduğunu söylüyor sanki yazar. Artaud geliyor aklıma… Önemli.) İlk seanslarda o kadar ciddiydi ki, okumadığına kanaat getirdim. Bana bir dörtlük okumasını istediğimde ise bunun konumuzla ilgisi olmadığını söyledi. (Cümledeki geçişliliği sevdim.) Madem ki konumuz benim ve beni çözmek istiyoruz, o zaman şiir okumalıyız, diye cevapladım.
Benim sorunlu olduğuma inanmış durumda. Bugüne kadar on yedi intihar vakasına şahit olduğundan ve bunların on beşinin şu anda sağlıklı bir şekilde hayatına devam ettiğinden bahsetti. Ya diğer ikisi? Bilmiyormuş. İstatistikler yüzde yüze yaklaştığında mükemmele de yaklaşırlar mı? Bütün intihar edenler hayata bütünüyle küsmezler ve hiçbir intihar eden sadece intihar etmiş olmak için intihar etmez. Ben hariç. Doktor bunu anlamak istemiyor. Tek derdi beni düzeltmek. Anormalliklerinden ayıklanmış bir birey olarak yeniden topluma kazandırmak. Hayalleri, umutları, geleceğe dair planları, yer yer endişeleri, bazen korkuları ama hep insanca duyguları olan biri. Hayır doktor, benim tanıdığım insanların neredeyse hepsinin de hayvanca duyguları vardı ve bütün dünyayı bir ahıra çevirmeye çalışıyorlardı.
Seanssız günleri seviyorum. Bana unutmak için fırsat veriyorlar.
Doktora neler anlatabileceğimi tasarlıyorum boş zamanlarımda. Bazen de diğer hastalarla sohbet ediyorum. Kendini yüksekçe bir binanın tepesinden atan ancak ölmeyen biriyle tanıştım. Babasını, annesini aldatırken görmüştü. Bunun, dünyanın sonu olmadığını söylemiş doktor. Anlatırken gülüyordu. Biz konuşurken hemen yanımıza başkaları da katıldı. Herkesin kendi hikayesini anlatması fikri hoşlarına gitmişti. Kardeşlerini ve annesini öldüren bir adamdan intikam almak için uğraşan biri vardı içlerinde. Buradan kurtulabilirse onu öldüreceğini söylüyordu. Kim olduğunu bilip bilmediğini sorduğumdaysa, elbette biliyorum, ben öldürdüm, diye cevap verdi. Birkaç kişi gülmeye başladı. Neden babanı da öldürmedi peki bu adam, diye sordum. Babasının olaydan bir gün önce öldüğünü söyledi. İntikam içini o kadar doldurmuş ki, babasının cenazesine bile gidememiş. Benim içimde intikam duygusu var mı? Neden bütün suçu kendim üstleniyorum ki? İçimdeki katliamdan sorumlu birileri olmalı... mı? (Bu bölümde de Amerikan filmi havası sezdim. Sanırım cenaze anlatımı da destekliyor bu düşüncemi.)
Eski bir arkadaşım beni görmeye geldi. Görüşmek istemediğimi söyleyince bir not bırakmış.
Eski arkadaşlarım beni görmek istediklerinde kendilerine hiç sormadıkları ve bilincinde olmadıkları bu gerçeği hissediyorum: Aslında beni değil, nasıl tükendiğimi görmek istiyorlar. Arasındaki farkı hiçbir zaman anlamayacaklar. Bunu doktora anlattığımda, benim aslında kavramları birbirine karıştırdığımı ve arkadaşlarımı kendimce yargıladığımı, aslında onların bana karşı hep iyi niyetli olduğunu, oysa benim onları korkutup kendimden kaçırdığımı... Doktor konuşmasına devam ediyorken yere düşmüşüm. Bunun bir nöbet olmadığını, sadece bazen böyle şeylerin olabileceğini, eğer beyin kanaması geçirmek istemiyorsam daha az düşünmem, geçmişimle hesaplaşmayı tek başıma üstlenmemem ve stresi azaltmam gerektiğini söyledi. Babamı hatırladım. Bana daha az düşünmem gerektiğini yoksa erken yaşta öleceğimi söylemişti. Kahretsin, hala yaşıyorum.
Doktor, artık geçmişimle ilgili sorular sormaktan vazgeçti. Dünya tarihi üzerine konuşmaya başladık.
İki dünya savaşını da görmek isterdim, dedim. Çünkü onları gören insanlar, çok güzel romanlar yazmışlar. Değişik heyecanlar yaşamışlar. Büyük savaş kahramanları görmüşler. Şimdi yok mu bu dediklerinden, diye sordu. Olmadığını söylediğimde örnek vermeye çalıştı. Birkaç roman okumuştu. Hala güzel romanlar yazıldığı konusunda anlaştık. Ancak benim yaşımdaki insanların hala güzel roman yazamadıklarını söylemedim ona. Beni ikna ettiğini düşünmesi hoşuma gidiyordu. Tarih bilgilerimi sınamaya başladı. Dünyanın geçmişiyle ilgili sorunlarım olduğunu söyledi. Oysa sadece İstanbul'u Moğolların fethettiğini, Amerika'yı ilk önce Arapların bulduğunu ve Büyük İskender'in eşcinsel olduğunu söylemiştim. ( Smile ) Tarihten sonra daha güncel olaylara geçtik. En son iki ay önce gazete okumuştum. İlgimi çekmeyen yığınla soru sordu. Kendime sanal bir dünya oluşturduğumu ve onun içinde kendimi mutlu etmeye çalıştığımı ancak bu durumun gerçek olmadığını gördüğümde intihara kalkıştığımı anlatmaya çalıştı. Ona neyin gerçek olduğunu sormadım. Günler geçtikçe, sanki kilometrelerce yol gidiyorduk. Geçmişimde bir şeylerin eksik olduğunu ancak bunu çözmenin kolay olmadığını, ona yardım etmem gerektiğini, söyledi. Bu yolculuğu tek başına yapmamın sorun olacağını, yanımda doktoru da götürmem gerektiğini anlatırken yine bayıldım. Bir sonraki seansa kadar uyumuşum. Gözlerimi açtığımda doktor karşımdaydı. Bayılmadan önce en son ne düşündüğümü sordu. "Bişnev ez ney çün hikâyet mîkuned" dedim. Bunun ne olduğunu sordu. "Mesnevi'nin ilk mısrası" dedim. Söylenerek odadan dışarı çıktı.
Seanslarda müzik dinleyebilirmişiz. Belki hatırlamama yardımcı olurmuş. Mozart'tan Lacrimosa'yı istedim. Doktor da çok severmiş.
Filmlerden bahsettik biraz. Samson'u izlemediğini söyledi. Gücünü saçlarından alan bir kahramanın ve aşık olduğu kadının saçlarını kesmesinin insana çok fazla bir şey katmayacağını söylemişti abim. Bunun yerine daha gerçek şeylerle ilgilenmeliymişim. İlk kez gerçeğin ne olduğunu abime sormuştum galiba. Cevabını hatırlamak istemiyorum. Doktorun film konusunda çok fazla bir merakı yoktu. Şizofrenlikle ilgili filmler de izlememiş çok fazla. Filmlerin gerçeği yansıtamayacağını söyledi. Bir kez daha gerçeğin ne olduğunu sormadım. İkimizin de izlediği bir film olarak biraz A Clockwork Orange’dan bahsettik. Ben beğenmemiştim filmi, oysa doktor çok beğenmiş. Sanırım orada anlatılanların gerçek olamayacağı hissine kapılmıştı. (Buradaki gerçeklik dozu tam da kahramanımıza göre. Bence çok güzel saptama.) Acaba eve gittiğinde karısıyla, benim hakkımda konuşuyor mu? Mozart'ın notaları odanın içinde ahenkle gezinirken filmlerden bahsetmenin ona saygısızlık olduğunu düşündüğüm için konuşmayı kestim. Doktor neden konuşmadığımı sorduğunda, düşündüğümü söyledim. Neyi düşündüğümü sorduğunda, ona düşünmemeyi düşündüğümü söyledim. Kafamı çok fazla karıştırıyormuşum kelimelerle. Oysa kelimeler sadece konuşmamıza yarayan araçlarmış, "Önce kelam vardı" lafı edebiyatçıların uydurduğu bir hikayeymiş. Tanrı'nın doktorun konuşmasına neden müsaade ettiğini bir türlü anlamıyorum.
Hastalardan birisiyle aşk üzerine konuştuk. Sonra bunu doktora anlattım.
Doktor, aşık olup olmadığımı sorduğunda henüz bayılmamıştım. Uyandığımda doktor seansa devam edebileceğimizi, sakinleştirici bir iğne yaptıklarını söyledi. Beni hiçbir kadının sevip sevmediğini merak ediyordu. Ona, beni hiçbir kadının sevmediğini söyledim. Benim herhangi bir kadını sevip sevmediğimi sordu. Herhangi bir kadını sevdiğimi söyledim. Gülüştük. Benimle dost olduğunu sanıyor. Oysa şiirden hoşlanmayan hiç kimseyle dost olmadım. Karısıyla birbirlerini seviyorlar mıydı? En uzun aşkın dört yıl sürdüğünü söyleyen bir adama bunu soramazdım. Her şeyin iyi gittiğini sanıyordu. Buna bir son vermeliydim. Masanın üzerinde duran kalemi alarak masada duran eline sapladım. İlaç tedavisini ağırlaştırıp bana yeni bir doktor verdiler. Bundan sonra seanslarda ellerimi bağlayacaklardı.
İyileşmek istemediğimi söyledi yeni doktor. Oysa beni iyileştirmek istiyordu.
Peki iyi olanla, kötü olan arasındaki fark nedir, diye sordum. İyi olanın insanın içinden geldiğini söyledi. Oysa ben içinden sadece nefret, öfke ve yok etme iç güdüsünün geldiği insanlarla tanışmıştım. Bütün bu insanları yeni doktora anlatmadım. Hayatla başa çıkabildiğini sananlarda bulunan ve bunun sağlamlaştırdığı bir egodan kaynaklanan yavşak bir gülümseme vardı doktorun suratında. Hayatımda en çok beğendiğim kadına bir porno filmde rastladığımı bilmiyordu. Kendime olan nefretimin, onun düşünebileceğinden fazla olduğunu ima ediyormuşum. Oysa nefretin en küçük bir bilgelikten büyük olamayacağını söyledi. Nefretin var, bilgeliğin yok olduğunu biliyor muydu? Okulu birincilikle bitirdiğini söyledi. Bütün Batı klasiklerini okumuştu. Pek çok filozofun ismini saydı. Benimle varoluş tartışmasına girmeyeceğini, nihilizmin aslında yersiz olduğunu, nefretin Nietzsche'ye özgü bir duygu olduğunu, artık günümüzde hafif mistik ama bir o kadar da rasyonel insanların kazandığını, hayata tutunmak için bir neden aramak gerektiğini... (Bu berbat saptamalar can sıkıcı olması gereken bir karaktere ait olsa da yine de canımı sıktılar.) Yine bayıldım. Muhtemelen beni fazla düşünmeye sevk ettiğini sanıyordu. Uyandığımda, bundan böyle “derin” konulara girmemenin daha iyi olacağını söyledi. Gülümsemesi hâlen yüzündeydi.
İki ay oldu. Bana en doğru soruları diğer hastalar soruyordu.
Neden vazgeçtiğimi merak etti birisi. Önce onun anlatmasını istedim. Uzun yıllar gerçeği aradığını ve bulabildiği tek gerçek olan ölüm'ün bir türlü gelmediğini, sonunda kendisinin ona gitmesi gerektiğine karar verdiğini, söyledi. Bütün hastalar intihar etmemişti elbette. Deli olmak, intiharla ortaya çıkan bir gerçek değildi. Küçükken delilerin bizden daha hızlı düşündüğünü, beyinlerinden hızla geçen düşünceleri tutup da dışarıya yansıtamadıkları için de delirdiklerini düşünürdüm. Ayrıca etrafımdaki herkesin deli olabileceğine, hatta tımarhaneye kapatılanların dışarıdakilerden daha az deli olduklarına inanıyordum. Bir insan başarılı olmak için gece gündüz, kendinden başka kimseyi önemsemeden, dostları ve ailesi olmaksızın çalışır mı? Anlatma sırası bana geldiğinde sol bileğimi gösterdim. Sonra parmağımla yavaşça yukarı doğru çıktım ve kalbime götürdüm. Başıyla onaylıyordu. Sonra daha yukarı çıkarak alnımın ortasına getirdim parmağımı. Gözlerini endişe kapladı. Ardından parmağımı yavaşça tekrar sol bileğime götürerek orta parmağımın tırnağıyla keser gibi yaptım. Bir iki damla yaş döküldü gözlerinden. Onu teselli eder gibi, elimle dizine dokundum. Çok canın acıdı mı, diye sordu. Hatırlamadığımı söyledim. Peki intihar notu bırakmış mıydım? (Buradaki anlatım da gayet akıcı ve etkileyici bence.)
Yeni doktorun elinde duran kağıtta benim olmadığım bir geleceğe dair kelimeler vardı.
Hiç görmedikleri dünyalar için her şeylerini feda eden insanların, idam sehpasından düşüşlerini izlemekten sıkıldım. O yüzden de bana daha fazla tahammül edemeyeceğinizi bilerek, sizden önce kendimi öldürüyorum. Hiç kimse sorumlu değildir. Ben hariç.
Buraya kadar normal bir intihar mektubu olduğunu düşünüyordu doktor. İntiharlarla ilgili bilgimin filmlerle sınırlı olduğuna inanmıştı. Hatta yaşadığım pek çok şeyi ya bir kitaptan, ya da bir filmden aldığımı, bu yüzden de gerçek bir hayat yaşamadığımı söylemişti. Gerçeğin ne olduğunu yine sormadım. Devamında neler yazdığımı okumadı. Oysa okusaydı, solak olmama rağmen neden sol bileğimi kestiğimi; aşka dair inancımı neden kaybettiğimi; duygularımı yönlendirmeyi nasıl öğrendiğimi; buna rağmen içimden geldiği gibi yaşamayı nasıl başardığımı; sadece, benden önce bu dünyada olmayan ancak benden sonra dünyaya gelecek olanların beni anlayabileceğini; ölümün tek gerçek olduğunu fark ettiğim zaman henüz küçük bir çocuk olduğumu ve intihar etmek için neden bu kadar uzun süre beklediğimi; insanlardan neden nefret ettiğimi; düşünmekten yorgun düşmediğimi, tam aksine düşüncelerimin yorgunlaştığını; bugünü değil de dünü yaşamaya gayret ettiğimi, bu nedenle de bugünle ilgili yazdıklarımın hep geçmiş zamanla ilgili olduğunu ama buna rağmen nasıl, geleceğe dair hayaller kurabildiğimi; yeni olan her şeyin eski olanın biraz değiştirilmiş bir kopyası olduğunu ilk ne zaman fark ettiğimi; daha da ilginci, bütün bu manaları üç kısa cümleyle nasıl ifade edebildiğimi öğrenecekti. (Buradaki anlatım da çok başarılı.) Masanın üzerinde gezdirdiği bakışlarını bana çevirerek, tedaviyi artık kabul etmem gerektiğini söyledi. Aksi takdirde başka yöntemler uygulamak zorunda kalırlarmış. Elektroşok istediğimi söyledim. Buna benim karar veremeyeceğimi, söyledi. Güldüm.
Herhangi bir 13 Aralık gecesiydi, bir yıldır buradaydım.
Hastaların, doktorlardan daha yardımcı olduğunu söylemiştim. Bu küçük defterin sonuna gelirken, bir kez daha belirtmeliyim. Doktorların hepsi kötü adamlar değillerdi. Toplam beş doktor değiştirdim ve bazıları gerçekten de neden intihar ettiğimi merak ediyorlardı. Onlara anlattığım zaman bana, endişe dolu bir bakışla, elektroşok uygulanması için yalan hikayeler uydurduğumu söylüyorlardı. Yalan değildi, zalim bir kraliçe tarafından işkence edilip, bilinmeyen bir köydeki dipsiz bir kuyuya atılmam; gerçekleri aradığım bir yolda, gerçeği bulmaktan önce yolcu olmak istediğimi söylediğim bir dostumun beni terk etmesi; güçsüz düşmem için her gün yemeğime zehir atan düşmanımın, bu zehirle daha da güçlendiğimi görünce sinirinden bütün zehri bir seferde kendisinin içmesi. Cümlelerimin uzamaya başlamasından anlayacaksınız ki, bitirmek istiyorum bu yolculuğu. Bir yıldır beni anlamaya çalışan doktorların, aslında beni anlamak için bana, kendilerini sevdirmeleri gerektiğini, çünkü benim sevdiğim insanlara zaten durmadan kendimi anlattığımı, bir türlü çözememeleri benim de canımı sıkmaya başladı. ( Smile ) Bir yıldır, hangi geçmişe gitsem, hangi düne sığınsam, hangi hatıranın eteğinde intiharımın nedenlerini arasam, vazgeçmek geliyordu içimden. Nedenini en çok benim bildiğim bu intiharın gerisinde ne varsa, etime, kemiğime eklemlenmiş bir yok oluşun parçasıydılar. Anlık gelişmelerin arkasından gelen derin süreçleri analiz etmeye çalışan ve bu gayreti tamamen refleksif olan bir karakterin, en fazla intihar etmeye yaradığını erken yaşlarda fark etmiş olmak da bir sebepti belki de. (Buradaki tanımlar fazla bilgi içeriyor diye düşünüyorum. Anlatıcının kimliğiyle ilgili bir ipucuna da götürmüyor daha sonra…) Aslında en önce, gür sakallı bir adamın söylediği sözler açıklıyordu gerçeği: "Kutsal olan her şey dünyevileşiyor." Bütün putlarımı kırdığımda elimde kalanın basit, sade bir gerçeklik olmasına katlanamazdım. Doktorlar hayata hiç de benzemeyen bu bembeyaz hastanede beni tetkik etmekle uğraşacaklarına, hayatın orta yerinde bir sahneye götürebilselerdi, en azından bir kez daha intihar edeceğimi görebileceklerdi.
Evet, teknolojinin imkanlarını kullanarak beni ehlileştirecekleri tedaviye dakikalar kaldı. Az sonra bir makineye bağlanacak ve şakaklarımdan verilen elektrik akımının da etkisiyle, nöronlarım arasında gidip gelen zarar verici iletiler silinecek. Aslında tam olarak ben de bilmiyorum bana ne yapacaklarını. Sadece daha önce bir filmde bu tedaviyi gören hastanın hiçbir şey düşünemediğini gördüğüm için buraya geldiğimden beridir tek istediğim şeydi. Defterin son sayfalarına yolculuğumun son adımlarını karalarken, deli olmadığımı, intihar etmenin sadece boş verememişliğimin bir sonucu olduğunu, sol elimden kalbime giden ve oradan aklıma hükmeden bir duygunun varlığını, onu hala sevdiğimi, onun beni hala sevmediğini, yolculuğun varmaktan çok yolcu olmakla ilgili olduğunu bir kez daha anladım.
Bütün bu satırları bitirirken, yeni bir 13 Aralık sabahı oluyordu. Bu defteri tedaviden önce mi, yoksa beynimde sürekli yankılanan o günleri bir kez daha yaşadığım zaman mı yazdığımı hiç bilemedim.


Re: Tedavi

sevgili Barış Acar,

öncelikle hikaye için yazdığın uzunca ve içerikli değerlendirme için teşekkürü bir borç bilirim. forumdaki diğer hikayelere de yer yer göz attıkça, dildeki hamlıkla olgunluğun farkını daha iyi anlamaya başlıyorum. bu hikaye "ilk" yazdıklarımdan olduğu için belki de, sonraki okuyuşlarımda beni de rahatsız eden anlatımlardan söz edebilirim.

burada denemek istediğim bir şeyler vardı esasen, karakteri yer yer kendi öznel hayatıma batırırken, yer yer hiç olmadığım biri hüviyetine bürüyerek, farklı bir görüntü elde etme girişimim mesela... bu nedenle de zayıflığını yakaladığınız yerleri ben de şimdi okuyunca kendimden uzak kısımlarla kendime yakın kısımları daha net ayırt edebildiğimi fark ettim.

mesela, şiir konusunu açmamın sebebi, benim esasında şiirle aramın hiç de iyi olmamasıydı. yani ciddi manada şiir okumuş ve şiirle hayata bakmış birisi gibi kurgulamak istemekle, istememek arasında gidip geldiğim için de bağlar sürekli zayıfladı. bu konuya işaret etmeniz beni bu açıdan memnun etti. hikayenin isminin "tedavi" olmasını da bu sebeple istemiştim aslında. yani karakterin mi yoksa yazarın tedavisi mi, ben dahi yazarken veya okurken bazen karar veremiyorum. fakat tabi ki dışarıdan bir göz okuduğunda aynı şekilde bakamayacağı için, bu bir zayıflık veriyor kurguya.

tekrar teşekkür ederim.


Re: Tedavi

Neyin şikayet ettiği ayrılık sazlıktan ve hayattan yeşil olmaktan ... ama tasavvufi anlamda ney yaradan da ayrılığa ağlamaktadır. Bu aklıma kimin olduğunu hatırlayamadığım bir haiku getirdi.. Ağlama ney ağlama yine büyür kamışlar...
Bu durumda hayattan ve sazlıktan ayrılışa ağlıyor gibi görünüyor ama mesnevidekini beslemek zorunda değil haikuda geçen ayrılık...hikayet osmanlıca sözlüğe bakıldı nakletmek hikaye etmek mi???
Gelelim Marx a gönderme kısmına Katı olan Herşey buharlaşıyor Marshall Berman ın kitabının sanırım satırlarına gönderme yapılan kısımda putların yıkılmasına bağlantı daha önce kutsal kılınan şeylerin modernliğin acımasızca yabancılaştırmasından dolayı fark edilemez oluşuyla inanılan putlaştırılan şeylerin yok oluşu olabilir mi?
Putları yıkmak burda iyi anlamda değil de hani kutsal olanı yıkmak manasındaysa sanki bir anlam bağlantısı olabilir kitaptan alıntıyla... Kendi kafam kadar karıştırabildim mi sizi Sinirli
İntihar teşebbüsü... İntihar etmek, sırf sıkıldığı için yorulduğu için... Entel bir sorgulama sonucu olmalı hissi yaratıyor zira Mozart a Requiem e gönderme de bunu.. anlatıcının kültürel bilgisini dışa vurmasının da altını çizdiğine göre... Buraya bir ağıt müziği de yazabilirdi değil mi?
Düşünceli


Re: Tedavi

PUTLARI YIKALIM iyi anlamda değil de demişim belkide bu herkes için iyi anlam değildir zaten Laughing out loud