UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Tayfa Öyküleri - Sevda

12 Şub 2014
Mehmet Sürücü

Ne bileyim! Ferhat ile Şirin, Yanık Kerem, Âşık Garip masallarındaki gibi bir sevda değildi bizimki. Köy yeri işte… Nasıl oluyor bilinmez ki. Birileri, bir şeyler sevdaları pay eder daha çocuklukta; Medelivin Arif’e Rudan Kadime, Gamişo Nizam’a Greben Güsüm, Mimincik’in Meyrem’e Alismano İbram sevdası düşer. Bana da Fiso’nun Vatne… Birbirimizin olduğu, birbirimizin alnına yazılmış olduğumuzu, sevmemiz gerektiğini nereden bildik bilinmez. Böyle şeyler oturup söylenmiş, lafa dökülmüş, niyetine girilmiş de değildir, olur sadece. Bir şekilde olur. Bir zaman sonra, baktım ki düğünlerde, bayramlarda, orada burada oymuş benim gönlümüm beyazçemberlisi, kırmızışalvarlısı, karaferecelisi. Belki daha başlarda benden başka bütün akranlarım, bir kısmım bu işlerin daha erbabı biliyordu da, bir ben bilmiyordum, belki beni biliyor sanıyorlardı da, deme gereği duymadılar. Her neyciyse. Zamanla onu görünce yüzüm kızarmaya, ıssız bir sokakta karşılaşınca ayaklarım birbirine dolanmaya başladı. Geri dönüp kaçayım şimdi duygusuyla bacaklarımın, dizlerimin titrediğini gördüm. Anladım daha bir değişik şeyler olduğunu. Vatne de benzeri şeyler yaşıyordu ki, benim gibi ne edeceğini bilemez oluyordu.


Orange Boat, Caroline Bailey, Watercolour

Zamanla evlerinin etrafından ayrılmaz oldum. Yüzlerce sabah öten horozon arasından onların horozonun sesini, yoldaki bir sürü ayak izinin içinden onun ayakizini bilirdim. Kimi, testiyi sırtına atışından, kulpunu kavrayışından, kimi de o güzelim belini hafifçe yana kırışından, attığı adımların sıklığından, arasından şen şakrak, havasında mı, yoksa o gavur anasına, imansız babasına kızgın, bilmem artık kime neye öfkeli keyifsiz olduğunu anlardım. Her gün evden çıkışını görmesem de, hangi tarlaya gittiğini, soğan mı kazdığını, davar mı otlattığını, suya mı gittiğini bilirdim. Kuytu bir yere pısıp, horozlu aynamla, odasının camına, perdesine şöyle bir güneş huzmesi düşürdüm müydü, hemen beliriverirdi camın kenarına. Yavaş yavaş birbirimizi belledik, birbirimize, birbirimizin olduk. Bayramda, büyük çınara, koca koca salıncaklar kurulduğunda, dallara uçurdum onu, basmacı Bilal’dan en ışıldaklı, narin Alman kadifeleri aldım, amca kızı Mürvet’le gönderdim. Aylarca sersem ve sevinçli bir yüzle gezdi keyfinden. Zamanla gece gündüz aklımdan çıkmaz oldu. Daha iki laf etmiş, serçe parmağının tırnağına dokunmuş değildim, ama kasımda anızları yanan tarla gibiydim. Her yanım ateş, her yanım kıvılcım kül.

Öncesinde birkaç defa yokladık anasının babasının niyetini, verimkârdılar. Kısmetse, neye olmasındı? Hele bir o vakitler gelsindi de… Geldi sonra o vakitler. Gittiler, istediler bizimkiler. Oturdular pazarlığa, kestiler alacağı vereceği, nişanlandık. Hiç unutmam, komşuları dayımın samanlığında buluşup, ilk beyaz çemberinin gül oyasına dokundumdu da, ardından şalvarının üzerine düşen bir parça samanı çöpü ayıkladık bir saat. Günler geldi geçti. Yere basmıyor, uçuyorduk. Bohçalar, lokumlar gitti geldi. Bayramda, seyranda utana sıkıla kayınpederin, kaynananın elini öptüm, hayır dualarını aldım.

Herkes bilir, dünya sevda değil sadece. Bir ocakta odunun varsa ateş, bir tencerede bulgurun varsa aş olur. Evlenmek kolay mı? Sekiz burmalı bilezik, iki koca altın, kap kacak, eşya, öteberi, düğün dernek, her şeyden önce de ev lazım. Ev demek çimento demek, tuğla, kiremit, cam, çerçeve, usta demek, bunlar da para... İki keçi, bir inek, bir avuç toprak, verdiği beş boğaza anca… Yetmiyor ki artsın, artmayan birikir mi? Yol belli, yordam belli; Balığa gitmek tek çıkarı. Başka mümkünü yok. İçimde bir tarafım istiyor da işin kötüsü ama Vatne’den ayrılmak kıyıyor, kıymık kıymık içimi. Ondan uzakta olmaya, nasıl olacağına yatmıyor aklım. Her gün yanı başında, göz erimindeyken… Görmediğim gün var belki, o uzun kış gecelerinde, bulutlu, yağmurlu, güneşsiz karanlık günlerde. Ama pek koymuyor bu, gecenin bir yarıları, ben geçmesem bile gölgem dolanır evlerinin olduğu sokağın aralarında, öksürür bir iki, anlar biriciğim, benim, yanı başındayım, işlemeli yastığında olmasa bile başım, bir gölge erimi yakınında bir yerdeyim, bu yetiyor.

Gidilecek. Bir zaman o da, ben de bunu bir kurban bıçağı gibi biledik. Kavga ettik sonra, yanyana bile olmadan, uzaktan, bir kelime dahil etmeden. Susa susa ettik kavgamızı. Uzaklara kaçtı ayaklarım, köyün uzağına, dereye, bayıra. Günlerce dağ başında, ormanda, bir çeşmenin ufak bir borusundan akan suya baktım, günlerce Eridere’de, durgun bir gölün yüzünde kayıp duran suörümceklerine, kuyruğunu titrete titrete süzülen sazanlara, akıntıda dalgalanan yosunlara. Bir kağıt kalem aldım, bir pusula yazdım Vatne’me.

Bir gece, yatsı namazından sonra geldi gırgır. Yatağı yorganı, pırtımızı attık içine. Sahilde ufalıp kaldı ardındaki gaz lambalarının titrek titrek aydınlattığı basma perdeli pencereler. Deniz hiç o geceki kadar kara, duvar, zift gibi katı, bassan yürünecek gibi gelmedi bana.

İki sene ev yapacak para biriktirmek için, iki sene altınlar bilezikler, bir sene öteberi, bir sene de çalgı, davul zurna, rakı meze, düğün masrafları için gittim balığa. Gene allah razı olsun resilerden. Hiçbir sene hakkımı kısıp, kesip göndermediler. Balığın olduğu sene oldu olmadığı sene oldu. Pulatkamın bir kuruşunu harcamadan verdim anama, sokuşturdu yorganların arasına. Senelerce liman liman gezdik. Bir kaveye girip, bir çay içemedim. Masraf olmasın diye. Herkes dışarı, kahveye, çarşıya, gezmeye çıkarken ben yosun, ter, balık, mazot kokulu kamaralardaki çarşaflarına balık pulu yağmış yataklara uzanıp, ranzanın şeritlerine yaylarına baktım durdum. Senelerce bu inlere tıkıldım kaldım.

Uzun sürdü nişanlılığımız. Ama sabretmek, beklemeyi bilmek gerek. Biraz yaşımız kartlamıştı muradımıza erene kadar ya, ne gelir elden. Meydana kuruldu masalar. Rakı su gibi aktı, davarlar kesildi, iki takım çalgı, zurnalar Debreli çaldı, masa altından iki yudum ben bile çektim. İki oğlan doğurdu Vatne. Dere kıyısında kayık yüzdürüyorlar. Tenekeden gırgır yapmışlar. Bilseler...

Kategori:

Re: Sevda (Tayfa Öyküleri)

Sabah sabah ne heyecanla okudum öyküyü. Sonu mutlu bitsin istedim. Her şey öyle tam, öyle ayarında anlatılıyordu ki, başka ağırlık olsun istemedim. Öyle de oldu. Mehmet Sürücü'den müthiş bir öykü daha okumanın sevinci doldu içime.


Re: Tayfa Öyküleri - Sevda

""
“Dünyadaki en kıymatlım Vatne senden için gidiyom yoktur başka bir yoluyordamı üzülme geçecek”

kahraman ya bu alıntıladığımı ya da öykünün geri kalan kısmını "söylememiş."


Re: Tayfa Öyküleri - Sevda

""
“Dünyadaki en kıymatlım Vatne senden için gidiyom yoktur başka bir yoluyordamı üzülme geçecek”

kahraman ya bu alıntıladığımı ya da öykünün geri kalan kısmını "söylememiş."

Oktay'ın hakkı var. Çok belirgin bir söylem, dil farkı var arada. Teşekkür ederim. Bunu düşünmemiştim.

Notu düzeltmektense tümden silmek daha uygun gibi geliyor. Çok bir şey eksilmiyor bütünden. Silersem daha önce yaşadığımız, eleştirilerin anlaşılırlığını bozma durumu oluyor. Nasıl yapsam?


Re: Tayfa Öyküleri - Sevda

Değiştirilebilir.


Re: Tayfa Öyküleri - Sevda

""
Bir kağıt kalem aldım, bir pusula yazdım Vatne’me.

“Dünyadaki en kıymatlım Vatne senden için gidiyom yoktur başka bir yoluyordamı üzülme geçecek”

Bir gece, yatsı namazından sonra geldi gırgır. Yatağı yorganı, pırtımızı attık içine. Sahilde ufalıp kaldı ardındaki gaz lambalarının titrek titrek aydınlattığı basma perdeli pencereler. Deniz hiç o geceki kadar kara, duvar, zift gibi katı, bassan yürünecek gibi gelmedi bana.

Koyu renkte olan kısım, çıkarıldı.


Re: Tayfa Öyküleri - Sevda

"Kardeşim Deniz" kadar severek okuduğum "Tayfa Öyküleri"ni. Her bir seride, ayrı bir tat aldım.

Lirizmden köşe bucak kaçtığım bir dönemde, tayfanın sevdasındaki gerçeklik beni öyküye bağladı. Öykünün bağırmayan, ağız özellikleriyle dolup taşmayan, sahici yerelliğini de destanlaşmayan aşkını da çok sevdim.


Re: Tayfa Öyküleri - Sevda

""
"Kardeşim Deniz" kadar severek okuduğum "Tayfa Öyküleri"ni.

Küçük bir not
Tayfa Öyküleri'ni, dizinin sonlarına doğru(nihayet-senden fazla sürdü) eklemeyi düşündüm. Ayrı bir seri olarak değil de, bölümlerin aralarına serpiştirilir niyetiyle. Kayık, balık, deniz derken, insan boyutuna fazla değinmediğimi düşünmeye başladım. İnsanların 50-60 yıllık bir zaman dilimi içerisinde, farklı nedenlerle denize sığınmalarını, denizle cebelleşmelerini işleme kaygısıyla yazıldı. Gırbaç, 1960-70'li yılları, Devrim, 80 dolaylarını, kayık pek zamanla ilgisi olmasa da ona yakın yılları, Sevda daha yakın zamanları işliyor. Son bir tayfa öyküsü kaldı, Kaçak, o da nisbetten bu güne daha yakın zamanları.

Kardeşim Deniz'in 1.5(birbuçuk) bölümü kaldı. Sonra borç ödenecek. Taksit taksit de olsa.


Re: Tayfa Öyküleri - Sevda

Kardeşim Deniz'in sondan 1.5'luğunun 1'ini ekledim bu sabah. Buçukluk bölümü kaldı.

Kara göründü! Bu eklediğim bölümde nihayet "katil belli oluyor." Hiç sanmıyorum, aklınıza gelen değil.