UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Şükran Kurdakul – Anası

24 May 2012
Mehmet Sürücü

Anası, Kurtuluştan Sonra’daki öykülerden. Öykünün gerisinde, yeni kurulan Cumhuriyet’in, muhaliflerle, farklı düşünenlerle mücadelesi, bu mücadelenin etkilerini, acılarını en dolaysız yaşayan insanlara; analara yansıması var.

Kurtuluştan Sonra, kurulan devlet her ne kadar Cumhuriyet olarak nitelenmişse de, daha çok bir “Devrim Meclisi” idi. Öncelikleri arasında, eskinin ne yolla olursa olsun, koparılıp atılması gereken pek çok kalıntısı vardı. Ülkede herkes aynı fikirleri, duyguları, amaçları paylaşmıyordu. İç düşman olarak nitelendirilen farklı düşünceler, siyasal karşıtlarla mücadele etmenin zamanı gelmişti.

Lozan Barış Antlaşması tartışmalarında, geçmiş dönem için siyasi bir affı, 150 kişilik bir istisna maddesi söz konusu olmuş ve buna istinaden af kabul edilmişti. Bunun anlamı, daha o zamanlar geniş çaplı bir tasviye ve mücadele gereğinin kabulü, benimsenmesiydi. Cumhuriyet’in kuruluşunun ertesi, gizli oturumlarla 149 kişi belirlenip, vatandaşlıktan çıkarıldı. “Cumhuriyet Karşıtı” görülen düşünceler baskı altına alındı. Mustafa Kemal’e muhalefeten açılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 1924’te kurulup, 1925’te kapatıldı.

""
“ — Eniştenin cephede tuttuğu defterini bile karıştırdılar Şaziye, dedi. Ne diyorsun sen.. Zavallının hatırasına saygı duyacaklarına... Benim bile el sürmeye kıyamadığım defterleri, görsen, didik didik ettiler.”


Kurtuluş savaşında yanyana, düşmana karşı savaşanlardan bazıları, “devrim önce çocuklarını yer” sözünü doğrularcasına, birer birer tutuklandı. 1925 yılında doğuda patlak veren Kürt ayaklanmasının ertesi kurulan İstiklal Mahkemelerinde isyanın önderi Seyh Sait’in yanında, sonrasında İzmir Suikasti olarak nitlelenecek pek çok düzen karşıtı tutuklanıp yargılandı, idam edildi.

Askeri Tıbbiye'den Sabahattin Sedat'ın anası Hayriye Hanım’ın acıları üzerinden, bir anlamda her çağda yaşanan, çeşitli nedenlerle çocukları, kocaları, kardeşleri, babaları tutuklanıp, hapislere konan anaların duygularına tanık oluyoruz.

""
"Zaten ne olursa analara oluyor. Kadınlara oluyor. Her şeyi biz çekiyoruz. Hastalığı, parasızlığı, ölümü... Mülazım Sedat'ın karısı olmakla, göz açıp kapayıncaya kadar, Şehit Yüzbaşı Sedat'ın dul karısı olmak arasındaki küçücük defterde yazanları bana sorsunlar, Sakarya'nın sevincini bile duymaya vakit kalmadan, arslan gibi adamın toprakta kaldığını öğrenmek nedir, bana sorsunlar.

""
"Evet, evet her şeyi kadınlar çekiyor. Hürriyette de öyle olmadı mı? Hareket Ordusu'yla gelip Sultan Hamid'in üstüne yürüyen kocan, sarayı tutuyor diye işinden atılan babandı. Sonra... Anadolu'ya geçen kocan, ‘nereye gidiyorsun... Bi yerime mi indireceksin...' diye haykıran baban."


Acılar içinde geçen bir ömürdür Hayriye Hanım’ın ömrü. Kocası savaşta şehit olmuş, bir anda oğluyla bir başına kalmıştır. Ölen kocasının şehit maaşıyla geçinmeye çalışmaktadır. Askeri Tıbbiye’de okuyan oğlu, yazdıkları nedeniyle tutuklanınca yaşamı daha büyük acıların odağı olur.

""
"Askeri Tıbbiye öğrencisi Sabahattin Sedat, şehit yetimi. Yirmi dört gündür, kapatıldığı hücreden, ‘Gönderdiklerini aldım anneciğim'den ibaret, tek satırlık pusula... Mektepten de çıkarırlar mı acaba. Baba maaşını keserler mi? Ya taş odalarda, rutubet içinde bir illet sahibi olursa? Ya tasalanıp tasalanıp içlenirse?"


Hayriye Hanım yaşadıklarının anlamının bilincinde midir? Onun bildiği, Oğlunun da babası gibi yazı yazdığı, zararlı bir şey yazmayacağına olan inancıdır. Kocasını özlerken, yaşamında eksikliğini her zaman duymaktadır.

""
“Konuşurken, çoktan yitmiş bir zamanın hayalleri somutlanmış, birdenbire içinin bir yanında bildik bir erkek çamaşırı kokusu alevlenip geçmişti. Bir anlık etkiyle saçlarının diplerine kadar terliyor, yoksunluğun gerçeği ile, sıkıntı ve biraz da utanç duyguları hep bir arada ense kökünde ağrılar yaratıyordu. Ama bırakmadı kendini. Yaşıyormuş da karşısındaymış gibi, gülümsemeye çalıştı.”


Merdivenlerden atlaya sıçraya caddeye çıkan üç elmadan bisini; çocuğunun yitirilen özgürlük umudunun ifedesi olarak, ikincisini, götürülüp giden çocuğunu, belki de bir daha hiç göremeyeceğini düşünen, yıkılmış Hayriye Hanım gibi gördüm bir anlamda. Üçüncüsüne bir anlam vermeye çalışıyorum.

Re: Şükran Kurdakul – Anası

""
Zaten ne olursa analara oluyor. Kadınlara oluyor.

Böylesine satırlar olayların hep biraz dışında olan ama kocası veya çocuğu nedeniyle kendisini olayların içinde buluveren kadınlar için kullanılıyor sıklıkla. Aslında genelde bir kadının acılarından çok bir "ana" veya bir "eş" olarak kadının acılarına değiniliyor. Bu şekilde bir ayrım yapmak Kurdakul'un öyküsü için ne kadar doğru emin değilim. Çünkü

""
“Konuşurken, çoktan yitmiş bir zamanın hayalleri somutlanmış, birdenbire içinin bir yanında bildik bir erkek çamaşırı kokusu alevlenip geçmişti.

Bu satırlar kadını bir "anne" veya salt bir "eş" olmanın ötesine taşıyor.Bazı öykülerde "analık" veya "eş olma durumu" fazlasıyla klişe bir biçimde karşımıza çıkarken burada her hareketiyle yaşayan bir insan söz konusu.