UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Stefano Benni - Artık Hiç Yalnız Değilim

02 Ağu 2013
Mehmet Sürücü

Öykü ile ilgili açıklamayı Tanrı'nın Grameri adlı kitabı tanıtım bölümünde yapmıştım.

Sadece "yalnızlık" ile ilgili küçük bir değinme yapmak istiyorum. Geçtiğimiz günlerde birkaç günlüğüne tek başıma, insanlardan bir parça da olsa uzak bir yerde çadır kurdum. Burada "yalnız olmak", "kendinle olmak", "insanlarla ne kadar ilişkiliyiz" konularında bir kez daha düşündüm. Bunların üzerine, Tanrı'nın Grameri, Yalnızlık ve Neşe Öyküleri kitabı, düşünemlerimi derinleşitren, dağıtan, farklı yönlere çelen işlevler üstlendi.

İnsanın yalnız, kendisiyle olması çağımızda daha da yoğunluk kazandı. Belki sadece bu nedenle daha çok konuşulmalı ve üzerinde düşünülmeli.

Umarım öykü bir yerde birikmiş yanmayı bekleyen şeylerin ateşleyicisi, kıvılcımı olur.

-----
"Artık Hiç Yalnız Değilim",
Tanrı'nın Grameri,
Stefano Benni,
Çeviri: Alpay İzmirliler,
Efil Yayınevi,
Ankara, 2013,
s. 10-27

Kategori:

Re: Stefano Benni - Artık Hiç Yalnız Değilim

Bir öyküyü okumak üç gün sürer mi? Benimki sürdü. Hem de öyküyü çok sevdiğim halde. Smile

"Yeniden yalnız olmak" aynı şey değil demiş ya anlatıcı, bayıldım o lafa. Japonlarla Çinlilerin onarılabileceğini ben de düşünüyorum. Mektup mu yazsam ona?


Re: Stefano Benni - Artık Hiç Yalnız Değilim

""
Bir öyküyü okumak üç gün sürer mi? Benimki sürdü.

Bazen "uzatmalı", "yavaşlatılmış" bir zamanı yaşadığımız oluyor.

Öyküdeki güncellikten, anlatıma sinmiş neşe ve coşkudan daha öncesi, karakter ile nesne arasındaki uçurum önemli geldi bana. Günümüzde insanların teknoloji-daha doğrusu teknolojik bir ürün- ile ilişkilerinde bu mesafenin hep olduğunu,-kullanabilme kullanamama anlamında değil- o eğreti beraberliğin sürdürüldüğünü, ilişki seviyesinde koca bir boşluğun, çukurun görmezden gelindiğini düşünüyorum.

Biraz daha açıklamaya çalışayım. Yemek yiyeceksem, bir kaşık alırım. Kaşığı, tabaktaki yemeği ağzıma götürmek için kullanırım. Burada bir gereksinim ve bu gereksinimi karşılayan, işlevi net, belirli bir alet söz konusudur. Ama ceptelefonu, bilgisayar gibi bir nesne söz konusu olduğunda, işlev tamamen silikleşiyor. Yakınlarımda iki - üç telefonu olan insanlar var. Pazartesi pazarını dolaşıp, kiloyla satılan tezgahlardan saatlerce "çaput" bakıp, akşamüzeri yarım kilo biber, üç kilo salatalık, iki kilo domates alıp, evin yoluna çıkıyorlar. Gelibolu'daki yeğenle hasbıhal 52 dakika sürüyor, (bazen olur a, laf sekerse, 45 dakikaya inebiliyor bu süre) Patlıcanın fiyatından, kaçan çoraba, dikilen düğmeden, sabahki çayın tadına, her şey yadediliyor. Böylelikle yeni olmayan, önemli gereklilikler için bu nesneler araçsallaştırılıyorlar. Bilgisayarlar da benzeri işlevler üstleniyor.

Burada gereksinimin ne olduğu tamamen belirsizleşiyor. Ben bir cep telefonunu bazen günlerce evin bir köşesinde unutuyorken, insanların umuma açık yerlerde, kitle ulaşım araçlarında, yolda, sokakta, çocuğunun arabasını bir eliyle iterken, harıl harıl cep telefonlarıyla, hamaratça yapacak neler bulabildiğini anlayamıyorum.

Biliyorum, bir sorun var; her zamanki gibi, Sorun bende demek kalıyor.


Re: Stefano Benni - Artık Hiç Yalnız Değilim

"Karakter ile nesne arasındaki arasındaki uçurum" ifadesi hoşuma gitti ve öyküye yeni bir gözle bakmamı sağladı.

Sürücü bu vurguyu yapmadan önce anlatımın akıcılığını, bir yanıyla Akdenizli bir yanıyla Hollywoodvari olduğunu düşündüğüm karakter yaratmadaki başarıyı düşünüyordum. Öyküye böylesi, ahlâkî (bilerek ve dikkatlice kullanıyorum bu sözcüğü) bir anlam dünyasında bakmayı reddediyordum.

Sürücü altını çizince aklıma yeni bir şey geldi. Araç-amaç diyalektiği değil de karakterin nesnesiyle ilişkisinin öyküdeki kullanımıydı öyküyü ayakta tutan. Nesnenin neredeyse kişileştirilmesi, anlatıcının yalnızlığının karşıtı olarak nesnenin kendi içindeki neşesi, çoğalma becerisi, telefonların birbiriyle konuşma enerjisi, bu enerjinin yarattığı dışarıdaki insanlara bulaşma gücü... Öznenin beceremediğini sanki nesne beceriyordu öyküde. Öyle ki nesne özneleşmişti ve anlatıcı kendinde yitirdiği bu özneliği nesneden geri almaya çalışıyordu. Öznenin nesnelikten çıkamadığı o yalnız durumda, Çinliler, Japonlar, Koreliler hep aynı kişi değiller miydi? Anlatıcı bu yüzden "yeniden yalnız olma"nın (nesneleşmenin - özneliğini kaybetmenin) hüznünden muzdarip değil miydi?

Elbette buradaki özne-nesne ilişkiselliğinde de ahlâk kurucu öğeler var. Ancak bu, hiç olmazsa, öykünün dışından öyküye taşıdığımız bir ahlâk değil, öykünün içinden dışarı sirayet eden bir ahlâk olacak gibi geliyor bana.