UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Soysuz Kedi

25 Haz 2009
Cihan Başbuğ

M.Şevket Esendal
"Soysuz Kedi"
Gödeli Mehmet
Ankara, Bilgi Yayınevi, 1988
sf : 121 - 124.

Öykü forumdan kaldırılmıştır. Bkz.: Forum İşleyişi

Re: Soysuz Kedi

Bu konuya dair M. Belge'den güzel bir yazı okudum bugün. Yarın tarar, Barış'ın yardımıyla foruma eklerim.


Re: Soysuz Kedi

Vallahi bravo! Çağan, Barış ve Müstear Efendi'nin yorumlarıyla oturdu öyküdeki simgeler kafamda. Teşekkürler arkadaşlar. Yoksa dedim, durup dururken MŞE, ne istiyor öyküdeki kadından, onu niye bu kadar vurdumduymaz, kediyi niye bu kadar acımasız çizsin ki?
Abdullah'ın 'aşırıyorum'unu anlamak da hayli zaman aldı, anlamak için cümleyi defalarca okumak yerine, hemen Barış'ın iletisine geçsem 'aşırı yorum' dediğini anlayacakmışım.


Re: Soysuz Kedi

""
Abdullah'ın 'aşırıyorum'unu anlamak da hayli zaman aldı, anlamak için cümleyi defalarca okumak yerine, hemen Barış'ın iletisine geçsem 'aşırı yorum' dediğini anlayacakmışım.

Ben onu özellikle bir kavrama karşılık geldiğini düşünerek, yazım hatası yaptığımı da bilerek bitişik yazdım. Anlam karışıklığı oluşmuş olabilir.


Re: Soysuz Kedi

Abdullah'ın yukarıda sözünü ettiği makale için bkz.: Metin İncelemeleri Üzerine - Murat Belge


Re: Soysuz Kedi

Bayram vesilesiyle Cihan Başbuğ'la buluşma şansını yakaladıkta; kitaplığına çöreklenip etrafı karıştırırken Niyazi Berkes'in Unutulan Yıllar'ını buldum. Başladım hevesle karıştırmaya. Öykünün yazıldığı 1940'lı yılların sonlarına ilişkin, resmi tarih söyleminde pek anılmayan, bir takım gelişmeleri okudum. Özellikle Milli Şef'in yapıp ettikleri üzerinden öyküde gördüğüm alegorik anlatımla bire bir örtüşen emarelere rastladım. Sanırım aşağıdaki alıntılardan sonra döneme ilişkin sıkı araştırmalara girişen Müstear Efendi'den daha detaylı yorumlar da gelecektir:

""
Bunca sığ muhalifi politika alanında yok etmek, CHP önderi için çok kolay bir şey olacaktı. Fakat seçimlerden sonra... CHP Şef'inin, guya zor altında başkanlığa getirdiği Peker kabinesi... bundan sonraki bölümde 'Yılan Hikâyesi' diyeceğim ve birkaç yıl sürecek olan ikinci bir ırkçı-turancı dönemin açılmasına yol açtı...

İnönü, Nurullah Ataç'ın çok sevimli bir deyimi ile 'Sultan Reşat' olmuş, Çankaya'da adi politikaların üstünde milletin hayrına dua eden bir baba rolüne girmişti... Milli Şef'in kendi sisteminin çerçevesi içinde, kendi partisinin damgasını taşıyan bir muhalefet demokrasisinin yolu açılmış bulunuyordu...

İnönü saf bir 'Sultan Reşat' rolüne girerken az sonra size saflığını anlatacağım Mareşal Fevzi Çakmak kendini arslan postunda tanıtıyordu. Balkan savaşında padişaha 'Edirne düştü' deyince 'ya öyle mi, çok memnun oldum' dediği söylenir Sultan Reşat'ın ne denli ahmak biri olduğunu anlatmak için. Saraya mabeyinci atanan Halit Ziya Uşaklıgil ise onu tanıdıktan sonra, son derece kurnaz biri olduğunu yazar anılarında. Mustafa Kemal de Vahdettin'in saf ahmak numaraları yaptığını anlatır. Milli Şef'de aynı yöntemleri öğrenmiş olacaktı. Sık sık falan şeyi bilmiyordum da nice zaman sonra öğrendim gibi safça cahillik tevazuları göstererek nice kişiyi aldatmıştır. Çoğu oğlu, torunu yaşında olan kişilere böyle numaralar yapardı...

Kaynak: BERKES, Niyazi. Unutulan Yıllar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2005: 361-364.

Kitapta bunun akabinde, Milli Şef'in hamleleriyle DP içinde yaratılan fransksiyonlar, bir sosyalist parti kurdurulması vb. gelişmeler detaylı olarak anlatılıyor. Hatta bu konuyu sarakaya alan -Peter Sellers'ın başrolünde oynadığı- bir film bile çekilmiş o dönem Hollywood'unda: The Mouse That Roared / Kükreyen Sıçan (Filmden bir sahne için bkz.: link).

Benim burada ilgimi çeken ise Milli Şef'in o dönem herkes tarafından bilindiği aşikâr olan tutumlarıyla bizim öykümüzün kahramanı olan kedilerin iyiliğini düşünen "derviş kılıklı baba"ımızın benzerliği. Kitaptan okuduğum kadarıyla sezinliyorum ki, dönemin ayak oyunları ve bu oyunların acı sonuçları kedinin çocuklarını yemesiyle çok yerde kesiştirilebilir. Daha detaylı olarak döneme ilişkin gelişmeler irdelenirse neler çıkar kimbilir?


Re: Soysuz Kedi

Derviş kılıklı baba'yla Milli Şef'in yapıp ettiklerinin bir göz boyama oluşu mu söz konusuymuş, iyi niyetli görünmek için numaralar yapıyor oluşları mıymış benzerlikleri?


Re: Soysuz Kedi

Barış Acar dedi ki:
Benim burada ilgimi çeken ise Milli Şef'in o dönem herkes tarafından bilindiği aşikâr olan tutumlarıyla bizim öykümüzün kahramanı olan kedilerin iyiliğini düşünen "derviş kılıklı baba"ımızın benzerliği. Kitaptan okuduğum kadarıyla sezinliyorum ki, dönemin ayak oyunları ve bu oyunların acı sonuçları kedinin çocuklarını yemesiyle çok yerde kesiştirilebilir. Daha detaylı olarak döneme ilişkin gelişmeler irdelenirse neler çıkar kimbilir?
Barış'ın aktardığı alıntıyla taşlar iyice yerine oturuyor, bana göre. Efendi Babayla Millî Şef'in benzerliği su götürmez. Bu gözle bakınca yavrularını yiyen kedi hikâyesi, Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı sırasında benimsediği "bekle gör" politikasını da çağrıştırıyor. Belki yalnızca İkinci Dünya Savaşı dönemine indirgemek belki aşırıya kaçmak olur, ama o dönem, "derviş kılıklı" olma halinin en kristalize olduğu dönemdir herhalde Türkiye tarihinde. O dönemi layığıyla inceleyecek olsak anne ve çocukların benzediği birilerini (ya da grupları) da bulabileceğimizi hissediyorum.


Re: Soysuz Kedi

Niyazi Berkes'in "Unutulan Yıllar"ı; yazarın 1940'lı yıllarda Türkiye'de kaynayan "cadı kazanı" sırasında hedef olduğu ırkçı-turancı saldırıları, Behice Boran, Pertev Naili Boratav gibi akademisyenlerle birlikte yaşadığı tasviye sürecini, Atatürk'le başlayan aydınlanmanın ne denli değiştiğini bir dönemin tanıklığıyla anlatır. Memduh Şevket'in dönem eleştirisini kapsayan öyküsüyle beraber bu yıllara dönmek adına , kitabı ikinci kez okuma şansım oldu. Berkes, Atatürk'ün eğitim için -bizzat ilgilenerek- yurt dışına yolladığı akademisyenlerdendir. Kitaptan :

""
Memleket çocukları şimdi tarım bakanlığından tutun eğitim bakanlığına kadar birçok yönetim bölümlerinde yer alıyorlar; ayrıca diş hekimi, doktor, avukat, tüccar ya da rantiye olarak "memleket"lerinde önemli adamlar oluyorlardı. Halkevleri bunların politik kuluçkası; Halk Partisi de politik yükselme kanalı olmuştu. Fakat bu kanal tıkalı kaldıkçabunlar istedikleri politik kariyerleri elde edemiyorlardı. Şeflik rejiminin yıkılmasından sonra, Demokrat Parti'nin yeni kanal olduğunu gördüklerinden CHP'den giremeyip açıkta kalanlar o partide yerler kaptılar ve bu değişikliğin adını "demokrasi" koydular.

1942'den sonra şefin kendisi de bunun öncülüğünü etmiştir. Partiyi Mustafa Kemal zamanının adamlarından temizledikçe bunları partisine almanın yararlarını anlamıştı. Buna doğru atılan ilk adım "denemeli seçim" diye anılan bir yöntemle başladı. Bu, partiiçi demokratik rejim kurma değil, çünkü halkın bunları seçtiği yoktu. İkinci seçmen denen kişiler oy veriyor; onları da partinin kendisi "tayin" ediyordu. "Demokrasi" dedikleri buydu.

Eski İttahatçı M.Ş.Esendal'a, onu parti genel sekreterliğine getirerek bu memleket çocuklarını tanıyıp mimleme ödevi verilmişti. Kimleri çağırdığını, kimlerle konuştuğunu, neler söylediğini hep duyar, kimi fikirlerini çok ilkel bularak gülerdik.( Örneğin İkinci Dünya Savaşı sonunda Avrupa uygarlığı yıkılacak, ondan sonra orayla artık aramızda düzey farkı kalmayacak gibi tezler savunurmuş.) "Memleket Çocukları"nın aralarında (Demokrat Parti çıktıktan sonra) particilik, çıkarcılık alanlarında çok farklar olmakla beraber çoğuna özgü benzer yanlar vardı. Bu yüzden bunlar hangi partiden olursa olsunlar aynı kafada kişiler olurlar. Kemalist yön geleneği almamışlar, Milli Şefliği de sevmiyorlar, partiyi gerçek bir sağ gericilik partisi yapmak umudundaydılar. Kimileri zaten Avrupa'da gericiliği benimsemişti. "Tanrı bizimle" sözü bunların mottosu. Tutucu oluşları bunları totaliterciliğe yönelttiği için 1944'ten sonra partinin içinde iyice yerleştikleri zaman bunlar, Milli Şefin, yukarda anlattığım "Irkçı-Turancı" oyununa isyan ettiler. Bu eğilimlerinin iki önemli zararı oldu: biri, Nihal Atsız ırkçılığının parti içinde benimsenmesi; diğeri dışarıya bunların İnönü'ye karşıt oldukları gibi yalan bir izlenim vermeleri ve Şef'in bunu da başarıyla kullanması oldu. Bunların arasında Reşat Şemsettin Sirer özel bir yer tutar, çünkü kendiyle hayli yandaş edindikten başka İnönü'ye karşı değil, onun hizmetinde olmak görünümü altında partiye hem yeni bir ideolojik renk bulma, hem de ona göre yeni bir eylem doğrultusu açma gibi iki alanda sivrildi. Anlatacağım olayların son perdesi bu adamın eseri olduğu için, ilk önce sözünü ettiğim ideolojik rengini kısaca tanıttıktan sonra giriştiği işleri anlatacağım. Sirer'in politik kariyeri uzun sürmedi. KEndi yaşamı da uzun sürmedi. Otomobilden çok korkardı. Galiba memleketi olan Sıvas yöresinde bir cip kazasında öldü zavallı.

/.../ Ulus gazetesinde haftada bir çıkan bir bölümde Sirer'in yazıları yayınlanmaya başlamıştı. 14 Eylül 1945 sayısı buradaki konu ile ilgili ve ilginç. Yazı faşist, nasyonel sosyalist ve kominist partileri şiddetle eleştirerel başlar. Bu partileri kötülemesinin başlıca nedeni bunların "sınıf şuuru" partileri olmalarıymış.

Kaynak: BERKES, Niyazi. Unutulan Yıllar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2005: 248-250


Re: Soysuz Kedi

Devir ve İnönü eleştirisi kadar, eleştiriyi biraz da daha içe Esendal'a da dayandırabiliriz...II. Dünya Savaşı'nın gerginliği, meclis içi tartışmalardan vb bahsettikten sonra:

""
Her ne hal ise, bunca vehimlere,endişelere, sinirlenmelere hiç gerek yokmuş. Neredeyse, bir falcılara başvurulmadığı kalmıştı. Parti yönetim kurulunda durum görüşülüyor. Memduh Şevket Esendal: "Rusya'dan yana olursak üstün geldiği anda bizi dostça işgal eder ve Sovyetler arasına katar. Anglo-Saksonlardan yana olduğunuzda ise gücü yeterse Rusya bunu bu kez düşmanca yapar. Oysa Anglo-Saksonlar tarafına katılmamız halinde tehlike yoktur. Bizim politikamızın yönünü tarih ve coğrafyanın zorunlulukları çizmiştir." buyurmuştur. (Barutçu sf 279). Üstad, jeopolitik bilgisinde sanki ünlü Haussoffer'in bir eşi. Papaza "bu duvar ne tarafa düşecek?" diye sormuşlar, o da: "ya o tarafa,ya bu tarafa" demiş. "Düşeceğini
nerden biliyorsunuz?" diye onlara sormak aklına gelmemiş. Bizimkiler de oturmuşlar, "iki yandan hangisine uydu olursak bize saldırmaz" kafasıyla tartışıyorlar. Niye saldıracaktı, hangi birisi? O zaman ben bu çeşit hesaplamaları duydukça (çünkü her yerde konuşuluyordu) hep : "Yahu, bir savaş bitiyor, bize niye saldıracakmış şu ya da bu?Ne kabahat işledik? Kimin toprağında gözümüz var dedik! Yurtta sulh cihanda sulh deyip durmaz mıydık?" der dururdum.

/.../ Birleşmiş Milletler Beyannamesi büyük bir vazifebilirlik havası içinde imzalandıktan üç gün sonra (23 Şubat 1945'te) Almanya'ya savaş ilanı teklifi Meclise gelmişti. Ödemiş Efesi Hitler ve Mussolini için bu "Haydutlar" sözcüğünü kullanınca meclis ayağa kalktı. Bu terbiyesizlik haysiyetlerine dokunmuştu. Ne lüzum vardı gayretkeşliğin bu derecesine? Basına verilen resmi bildiride zavallı Hitler ile Mussolini için Ödemiş Efesinin bu terbiyesiz sözcüğü metinden çıkarıldı. Saraçoğlu, ayrıca verdiği bir basın bildirisinde: "Türkiye'nin ta baştan sözünü, silahını, kalbini demokrat ulusların davasına koyduğunu" belirten yüksek sözler söyledi. ( Olaylarla...s199)

Biz bunları okudukça devlet adamlarımızın yüksek diplomatik kıvraklığına hayran kalır dururduk. Esendal'dan naklen Barutçu, Milli Şef'in partiye gelerek"İngilizlere olan güveninin nasıl
doğru çıktığını" söyleyerek öğündüğünü yazar. Gerçekten dahi adamdı.

Parti yönetimin kurulunda boyuna bu konuyu tartıştıklarına bakılırsa, dış siyasa sorunları artık dışişleri bakanlığında ya da kabinede değil, şefin başkanlığındaki merkez kurulunda konuşuluyor. Parti içinde isyan kımıldamaları başlamış Türkiye'nin alınyazısı günü gelmiş sanki! Eski İttihatçı Esendal, bu hararetli tartışmalardan Barutçu'yu haberli ediyor. Şef kaygılı imiş, ama kararlı ve neşeli imiş. Ruslara karşı ancak İngilizler direnme gösterecek "Elbette İngilizlere soracağız, sonra cevabımızı Ruslara vereceğiz", diyormuş. Elbette der, İngiltere bizim yalnız milli savunma bakanlığımız değil, aynı zamanda dışişleri bakanlığımız olmuş şimdi. Amerikalılardan fazla birşey beklendiği yok henüz. Evet, Şef'in umduğu gibi oldu.

Kaynak: BERKES, Niyazi. Unutulan Yıllar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2005: 300-302


Re: Soysuz Kedi

Kitapta , "kedinin evlatlarını yeme" göndermeleriyle ilgili daha birçok ayrıntı var. Hasan Ali Yücel'in cumhuriyetin kırılma noktası olacak olan Köy Enstitüsü Projesi ve onun bizzat Milli Şef tarafından kapatılması meselesini de sanırım öyküdeki benzetmeye dahil edebiliriz. Bu konudaki tartışmaların altını beslemek ve yakın tarih okumalarına ara ara dönmek yerinde olacaktır.


Re: Soysuz Kedi

bu öyküyü kacırdım rica etsem biri gonderir mi bana :?


Re: Soysuz Kedi

Forumdan mecburen uzak kaldığım şu günlerde, zaman zaman, Abdullah'la bu başlıkta yürüttüğümüz, fırsat bulduğumuzda da yüz yüz konuştuğumuz "simge" ve "alegori" kavramları üzerine düşünüyorum. Huizinga'nın Ortaçağın Güntabımı adlı ilham verici çalışmasından şu satırları aktarmış olmakla yetineyim:

""
“Simgecilik, iki fikir arasında esrarlı bir bağlantı keşfetmekte, alegori bu bağlantının kavranışına görünür bir biçim vermektedir.” Bu anlamıyla alegori simgenin kendini ifade etmesini sağlarken, onun anlamını daraltma, canlı bir fikri, cansız bir kalıba oturtma riskini üstlenmektedir. “Simgenin gücü alegorinin içinde tükenmektedir.”

Alıntılar: HUZINGA, Johan. Ortaçağın Günbatımı, (Çev. Mehmet Ali Kılıçbay), Ankara, İmge Yayınları, 1997: 303.

NOT: İlk fırsatta daha önce söz verdiğim "Trier Sinemasında Kadın" adlı yazımı bitirip ilgili başlığa ekleyeceğim. Duyurulur. Wink