UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Soysuz Kedi

25 Haz 2009
Cihan Başbuğ

M.Şevket Esendal
"Soysuz Kedi"
Gödeli Mehmet
Ankara, Bilgi Yayınevi, 1988
sf : 121 - 124.

Öykü forumdan kaldırılmıştır. Bkz.: Forum İşleyişi

Re: Soysuz Kedi

""
Dolayısıyla dönem ve yaşantı belirlenimi yapılacaksa bu öyküden daha iyi örnek zor bulunur diye düşünüyorum.

Bu öyküde "yaşantı"ya dair bulgular elde edilebilir; ancak dönem için bir şey söylemek zor diyorum.

""
Öncelikle eğer ki dönemin ve yazar yaşantısının yapıtın değerlendirilmesinde bir ölçüt olabiliceğini kabul ediyorsan, bazı yapıtlarda bunu yapıp bazılarında yapmamak çok sağlıklı bir yöntem olmayacaktır.

Benzer şekilde her birinde dönemsel bir saptama, ilgi aramak da sağlıklı olmaz. Burada en önemli veri yine metin oluyor.


Re: Soysuz Kedi

abdullah şahin dedi ki:
Bu öyküde "yaşantı"ya dair bulgular elde edilebilir; ancak dönem için bir şey söylemek zor diyorum.

Buna tümüyle katılmıyorum. Örneğin Abdullah'ın Öykü ve Kuram'da alıntıladığı Tilki ve Yılan fablı. Burada "kedi"nin tümüyle böyle kullanıldığını düşünüyorum. Özellikle de Müstear Efendi'nin değinmiş olduğu "soy" tanımlaması üzerinden. Bu fablvari yaklaşımın Halka Doğru'nun misyonuyla da tam anlamıyla örtüştüğünü düşünüyorum.


Re: Soysuz Kedi

Ben öyküyü anlama kaygısıyla içine fazla girip kaybolmuş olabilirim, bende her şey biraz dağıldı öyküye dair; belki yeniden ve biraz dışardan bakmam gerekecek.
Şunu da söylemeliyim itiraz ettiklerim de dahil ,yapılan yorumlar öyküye olan mesafemi azalttı. Yazılanların yeniden okuma isteği yaratması... Biraz da bu değil mi istediğimiz? Smile
Teşekkürler.


Re: Soysuz Kedi

abdullah şahin dedi ki:
Benzer şekilde her birinde dönemsel bir saptama, ilgi aramak da sağlıklı olmaz. Burada en önemli veri yine metin oluyor.

Bu noktadaki itirazımı ise şöyle temellendirebilirim: Dönem analizi (toplumcu yaklaşım) ya da kişilik analizi (psikolojik yaklaşım) vb. kendi içlerinde tutarlı olmak zorundadır. Dolayısıyla söylemek istediğim şuydu: Yöntem öykü izin versin vermesin kendi kurallarını izler. Bazılarında kullanalım, bazılarında kullanmayalım yaklaşımı epeyce eklektik kaçacaktır ki, bu da sonunda yöntemlerin birbiriyle çeliştiği yerlerde çöker.

Abdullah'ın demek istediğini anladığımı söylemiştim. Kastım şuydu: Elbette bütün bir yapıtlar silsilesi "çünkü o yıllar savaş yıllarıydı" gibi bir açıklamayla geçiştirilmeye çalışıldığında buradaki itiraza tümüyle katılıyorum. Ancak bu yanlışa saplanmamak için gösterilen özen, zeitgeist (çağruhu) kavramının yok sayılmasıyla da birleşmemeli. Her zaman var olan bir olasılığın değerlendirilmesi öyküye yeni bir şeyler katıyorsa buna izin vermeli.


Re: Soysuz Kedi

""
Örneğin Abdullah'ın Öykü ve Kuram'da alıntıladığı Tilki ve Yılan fablı. Burada "kedi"nin tümüyle böyle kullanıldığını düşünüyorum.

Peki "kedi"nin böyle kullanılmasını gerektirecek, öyküden hareketle elde edebileceğimiz bulgular neler olabilir? Yoksa öykü içinden çıkaracağımız kimi ifadeler yaşantıyı mı imliyor ?

Bunu sorup birazdan izin isteyeceğim; çünkü tartışma çok güzel ilerlemesine rağmen gözlerim bu duruma pek izin vermiyor.


Re: Soysuz Kedi

abdullah şahin dedi ki:
Peki "kedi"nin böyle kullanılmasını gerektirecek, öyküden hareketle elde edebileceğimiz bulgular neler olabilir? Yoksa öykü içinden çıkaracağımız kimi ifadeler yaşantıyı mı imliyor ?

Peki aynı soruyu fabl için sorsaydık ne cevap verebilirdik?


Re: Soysuz Kedi

""
Ancak bu yanlışa saplanmamak için gösterilen özen, zeitgeist (çağruhu) kavramının yok sayılmasıyla da birleşmemeli. Her zaman var olan bir olasılığın değerlendirilmesi öyküye yeni bir şeyler katıyorsa buna izin vermeli.

Ağzına sağlık Barış. Ben de bunun izini sürüyorum. Çağruhu neden dönemin "yaşama, olgulara, durumlara" bakış açısıyla bağdaştırılmasın ki? Yazar, çok basit şekilde insanların basit bir olay üzerinden bakış açısını irdeliyor olabilir. Ve öykünün verileri bunu elde etmeye daha uygun. Diğer yorum da çıkarılabilir elbette, ama bu yorum çok fazla bu yorumu elde eden kişinin sınırları içinde kalır.


Re: Soysuz Kedi

Benim açımdan epey faydalı ve öğretici bir tartışma olmuş. Hızınıza yetişmekte zorlanıyorum...

Abdullah, bana katıldığını söylemiş ama ben artık kendime çok da fazla katılmıyorum. Smile Öyküyü kendi dönemi ve bağlamı içinde düşünmek doğrusu hiç aklıma gelmedi... Şaşkınlıkla böyle bir okuma olasılığının varlığını farkettim şimdi. Sanırım son dönemde Antichrist gibi, bazı matematik konulu kitaplar gibi zamansız ve evrensel meseleler üzerine eserlerle ilgilenmemden kaynaklanıyor bu (diyerek teselli edeyim kendimi.) Crying Yine de, yaptığım yorumlamanın tümden geçersiz olmadığını da biliyorum.

abdullah şahin dedi ki:
Bunun yanında edebî bir metne yaklaşıyorsam ondan öncelikle beklediğim "yaşama, edebî zevke, durumlara, olgulara dair" kimi betimlemelerdir. Yaşamdan veya hayal dünyasından bir kesitin bende bıraktığı etkidir.

Bu yoruma katılmamak elde değil. Yazarının varlığını bir biçimde hissettiren kitabın başarıya ulaşamadığını düşünürüm. Ancak, öyküyü içimize en iyi sinecek şekilde kavramak, bu öykü özelinde de çok belirgin olduğu üzere, dönemini ve bağlamını bilmekten geçiyor çok zaman. Yine de yaptığımız ilkel okumanın sonuçlarından vazgeçmek zorunda değiliz. Onlar da kenarda durabilir, hatta bu derinlemesine okumadan beslenebilirler.


Re: Soysuz Kedi

Öte yandan benim yorumumun tökezlediği yer gerekli araştırmanın yapılmamış olması. Şayet Memduh Şevket'in bu öyküyü hangi koşullar altında yazdığını bilseydik daha rahat konuşabilirdik. Buraya kadar yazdıklarım yalnızca öykünün dilinin ve kurgulanışının bende uyandırdığı hissiyattan yola çıkılarak düşünülmüş şeyler.


Re: Soysuz Kedi

""
Abdullah, bana katıldığını söylemiş ama ben artık kendime çok da fazla katılmıyorum. Smile Öyküyü kendi dönemi ve bağlamı içinde düşünmek doğrusu hiç aklıma gelmedi... Şaşkınlıkla böyle bir okuma olasılığının varlığını farkettim şimdi. Sanırım son dönemde Antichrist gibi, bazı matematik konulu kitaplar gibi zamansız ve evrensel meseleler üzerine eserlerle ilgilenmemden kaynaklanıyor bu (diyerek teselli edeyim kendimi.) Crying Yine de, yaptığım yorumlamanın tümden geçersiz olmadığını da biliyorum.

Senin yorumun benim öyküyü açımlamam için bir olanak. Başka biri farklı bir bakış açısı geliştirir onu da olanaklar içersinde düşünür, değerlendiririm. Aradığım sonuçta "mutlak" olan değil. Ben böylesi bir öykünün siyasî kimi göndermeler taşıdığını alımlamakta zorlanıyorum. Öykünün böylesi bir okumaya uygun olmadığını düşünüyorum. Örneğin, bir diğer öykümüz olan "Büyük Hızır Bey Konağı"nın Barış'ın sözünü ettiği türden yorumlara daha elverişli.


Re: Soysuz Kedi

""
Kedilerle aramızda sual soracak bir vasıta yok ki, sebebini sorayım. Yüzüne bakıp derdini keşfe uğraşmaktan başka çare yok.
Şimdi öyküyü kimbilir kaçıncı kez okurken takıldı bu cümleler gözüme. Kediyle efendi babanın iletişimsizliği Cumhuriyet'le halkın iletişimsizliğini çağrıştırmıyor mu gerçekten? Halkın hiçbir şeyin sebebini soramadığı, yönetenlerin yüzüne bakıp keşfe uğraştıkları bir tek parti dönemi daha güzel anlatılabilir mi?


Re: Soysuz Kedi

Yarın bu konuya kaldığımız yerden devam edelim derim. Herkese iyi geceler.


Re: Soysuz Kedi

Çağan dedi ki:
Yine de yaptığımız ilkel okumanın sonuçlarından vazgeçmek zorunda değiliz. Onlar da kenarda durabilir, hatta bu derinlemesine okumadan beslenebilirler.

Bedrettin Cömert'in çok sevdiğim bir ifadesi var:

""
Her gerçek sanat eseri, geleneğe bağlılığı oranında, onu yadsıyıcı bir özellik de taşır. Bu nedenledir ki, bir yandan tarihsel bir süreç içinde yer alır, bir yandan da, eşi olmayan, benzersiz, tek bir olgudur. Yani hem toplumsaldır, hem de alabildiğine bireyseldir.

CÖMERT, Bedrettin. İkonoloji ve İkonografi, Ankara, Ayraç Yayınları, 1999: 9.

Cömert'in yapıtın analizi için önerdiği yöntem ise Panosfky'in sanat tarihi kuramında önerdiği analiz aşamalarını takip etmek: 1. Doğal anlamı (olgusal ve ifadesel anlamları) çözümlemek, 2. Anlaşmalı anlamı (toplumsal yapı içinde söz konusu yapıtın nasıl biçimlendiğini) çözümlemek ve 3. Asıl anlama ulaşmak.

Zurnanın zırt dediği yer olan Panofsky'nin "asıl anlam"ını ise Cömert şöyle tanımlıyor:

""
...bir ulusun, bir dönemin, bir sınıfın, bir dinsel ya da felsefi anlayışın, bir sanatçı kişiliği tarafından nitelenmiş ve bir eserde yoğunlaşmış temel davranışını belirten temel değerlendirilmesi, insanlığın ulaştığı düşünce ve beğeni aşamasındaki yerinin belirlenmesi, yani gerçek anlamda algılanıp estetik bir bütünlük içinde yaşanılması, insanın öteki etkinlikleriyle uyum içinde bir ilişkiye sokulmasının sağlanması için uygulanan işlem...

CÖMERT, Bedrettin. İkonoloji ve İkonografi, Ankara, Ayraç Yayınları, 1999: 14.


Re: Soysuz Kedi

abdullah şahin dedi ki:
Aradığım sonuçta "mutlak" olan değil. Ben böylesi bir öykünün siyasî kimi göndermeler taşıdığını alımlamakta zorlanıyorum. Öykünün böylesi bir okumaya uygun olmadığını düşünüyorum. Örneğin, bir diğer öykümüz olan "Büyük Hızır Bey Konağı"nın Barış'ın sözünü ettiği türden yorumlara daha elverişli.

Elbette ki öyküdeki siyasi göndermeler, edebi bir eser olarak aldığımızda bizim için çok bir anlam ifade etmiyor. Ancak, benim kastım tümevarımla varacağımız sonucun çok daha tutarlı olacağı aslında. Yani, öykünün o dönemin koşullarında neye gönderme yaparak yazıldığına dair ipuçları, bize öyküyü özünden kavrama ve şimdiki algıladığımız biçimi tutarlı kılma olanağı sağlar. Çünkü yazar, öyküyü o eksende kurgulamıştır. Öykünün bambaşka ve daha güzel okumaları da olabilir, en çok onu da benimseyebiliriz. Mutlak bir doğru okuma değil, içimize sinecek bir okuma arıyorsak, bunu en yüksek olasılıkla elde edeceğimiz yer tümevarım olacaktır.


Re: Soysuz Kedi

Müstear Efendi dedi ki:
""
Kedilerle aramızda sual soracak bir vasıta yok ki, sebebini sorayım. Yüzüne bakıp derdini keşfe uğraşmaktan başka çare yok.
Şimdi öyküyü kimbilir kaçıncı kez okurken takıldı bu cümleler gözüme. Kediyle efendi babanın iletişimsizliği Cumhuriyet'le halkın iletişimsizliğini çağrıştırmıyor mu gerçekten? Halkın hiçbir şeyin sebebini soramadığı, yönetenlerin yüzüne bakıp keşfe uğraştıkları bir tek parti dönemi daha güzel anlatılabilir mi?

Müstear Efendi'nin bulduğu gibi çok fazla ifade buluyorum ben de öykünün içinde. Fabl benzetmesini de bu yüzden yapmıştım. Keşke Cihan sözünü ettiği karikatürleri buraya aktarabilse, çünkü benim birkaçına tanık olmuşluğum var; onlar niyeti doğrudan ortaya koyuyorlar.


Re: Soysuz Kedi

Barış Acar dedi ki:

Bedrettin Cömert'in çok sevdiğim bir ifadesi var:

""
Her gerçek sanat eseri, geleneğe bağlılığı oranında, onu yadsıyıcı bir özellik de taşır. Bu nedenledir ki, bir yandan tarihsel bir süreç içinde yer alır, bir yandan da, eşi olmayan, benzersiz, tek bir olgudur. Yani hem toplumsaldır, hem de alabildiğine bireyseldir.

CÖMERT, Bedrettin. İkonoloji ve İkonografi, Ankara, Ayraç Yayınları, 1999: 9.

Cömert'in yapıtın analizi için önerdiği yöntem ise Panosfky'in sanat tarihi kuramında önerdiği analiz aşamalarını takip etmek: 1. Doğal anlamı (olgusal ve ifadesel anlamları) çözümlemek, 2. Anlaşmalı anlamı (toplumsal yapı içinde söz konusu yapıtın nasıl biçimlendiğini) çözümlemek ve 3. Asıl anlama ulaşmak.

Zurnanın zırt dediği yer olan Panofsky'nin "asıl anlam"ını ise Cömert şöyle tanımlıyor:

""
...bir ulusun, bir dönemin, bir sınıfın, bir dinsel ya da felsefi anlayışın, bir sanatçı kişiliği tarafından nitelenmiş ve bir eserde yoğunlaşmış temel davranışını belirten temel değerlendirilmesi, insanlığın ulaştığı düşünce ve beğeni aşamasındaki yerinin belirlenmesi, yani gerçek anlamda algılanıp estetik bir bütünlük içinde yaşanılması, insanın öteki etkinlikleriyle uyum içinde bir ilişkiye sokulmasının sağlanması için uygulanan işlem...

CÖMERT, Bedrettin. İkonoloji ve İkonografi, Ankara, Ayraç Yayınları, 1999: 14.

Yani, sözkonusu öyküde ikinci maddede tökezliyoruz. Yazar, bu konuda 2009 yılı okuruna pek cömert davranmamış doğrusu... "Toplumsal yapı içinde yapıtın nasıl biçimlendiğini" kavrayamadığımız durumda ne yapmalı peki? Dostoyevski'den Suç ve Ceza'yı okurken örneğin, döneminin toplumsal yapısını çok iyi kavramadan, evrensel insanlık değerlerinden hareketle çözümlediğimizde, "asıl anlam"da büyük bir değişme olmayacağını düşünüyorum. Yapıtı bir klasik yapan da bu değil mi? Yine, dönemin bilgisiyle ve tümevarımsal olarak daha tutarlı bir sonuç elde edeceğimiz muhakkak, ama şart değil kanaatimce.


Re: Soysuz Kedi

Biraz daha düşününce ev ahalisini (efendi baba, kız, Hayrî ve çocukların annesi) bir örgütün üyeleri, değişik fraksiyonları ya da değişik anlayış odakları gibi yorumlamanın da mümkün olabileceğini fark ettim. Meselâ Hayrî...

""
Ekmek doğradım, ama yedi mi yemedi mi bilmem?
(...)
Ancak bizim Hayrî, benden ziyade mütehakkim, o hatayı tashihe kalkışıyor, kediyi tutup zor ile yatırıyor, yavruları emziriyor.

Hayrî'nin yöntemleri ilginç. Eyleminin nasıl sonuçlandığıyla, nasıl algılandığıyla, nasıl karşılandığıyla pek ilgilenmiyor. Dahası, zorla güzelliğe ulaşmaya çalışıyor.

Buna karşılık efendi babanın tavrı da ilginç:

""
Mademki böylesi de olabiliyor, bu da fena değil, dedim. Birkaç gün de böyle cebrî emzirdik.

Burada efendi baba halktan çok örgüt (Cumhuriyet Halk Fırkası) içindeki ne yapacağını bilemeyen, abdallıkları da çok bildiklerinden, ermiş olduklarından değil öyle sanmalarından, politikada bekleyip görmeyi matah bir şey olarak görmelerinden gelen kesime gönderme yapar gibi sanki. Zorla güzelliği bu şekilde kabullenmeyi başka nasıl açıklayacağız? Üstelik sonra da şöyle söylüyor:
""
Düşündüm, ehh, bu da oluyor ve ondan sonra öğrendim...

Efendi babanın dervişâne tavrının gerçek bir ermişlikten çok politik basiretsizlik olarak da okunabileceğini düşünüyorum. İki yorum arasında çelişkiler bulunabileceğini kabul ediyorum, lâkin yine de bu öykünün kuvvetli bir alt metni olduğu kanısındayım. Çağan'ın cümlelerinde ifadesini bulan çözümleme elbette "yanlış" değil. Bilâkis, böyle bir çözümlemenin mümkün olması öyküyü başarılı kılıyor benim gözümde. Ancak daha en baştan aşırı-yoruma kapı araladığını kabul ettiğim alt metin okumasının da öyküye olan yaklaşımımızı zenginleştireceğini, yeni sorular sormamızı ve kafamızda oluşacak sorulara cevap bulmamızı kolaylaştıracağını düşünüyorum.


Re: Soysuz Kedi

Çağan dedi ki:
"Toplumsal yapı içinde yapıtın nasıl biçimlendiğini" kavrayamadığımız durumda ne yapmalı peki?

Çok yerinde bir soru sormuşsun Çağan. Kanımca bunun cevabı arkeolojide gizli. Örneğin çözümlenmeden önce hiyerogliflerin yazgısı böyle bir duruma işaret ediyordu. O zaman anlamsal yapıdan değil, nesnenin bulunduğu yer, saklanma biçimi, malzemesi gibi niteliklerden hareket edilerek bir takım yorumlar yapılıyordu. Bunu yazınsal metne aktardığımızda da durum çok farklı değil. Elbette dönemsel okuma "yapıt için her şey" demek değil. Sadece gidilebilecek yollardan biri. Ancak tartışmanın kuramsal yanını açmak istemekle birlikte baştan beri ısrarla altını çizdiğim nokta, bu yoruma M.Ş.E.'nin ve bu öykünün dilinin kapı aralıyor olması durumu. "Yahu Gödeli Mehmet'in yazarı, bunca siyasi olayın içinde bulunan, adı suikaste karışan, sürgüne gönderilen, bolşeviklikle suçlanan bu adam, durup dururken ne diye çocuklarını yiyen kedi masalını anlatsın?" diye sorduğumda verdiğim cevabın bir sonucu.

Bundan sonra sorduğun soru ise düğümü çözmeye bir adım daha yaklaştırıyor bizi.

Çağan dedi ki:
Dostoyevski'den Suç ve Ceza'yı okurken örneğin, döneminin toplumsal yapısını çok iyi kavramadan, evrensel insanlık değerlerinden hareketle çözümlediğimizde, "asıl anlam"da büyük bir değişme olmayacağını düşünüyorum. Yapıtı bir klasik yapan da bu değil mi?

Gerçekten de bir heykeli, kimin yaptığını bilmeden, nasıl koşullar altında ve kimin için üretildiğini öğrenmeden, sadece formuna ve işçiliğine hayran kalarak izleyebilirim; aynı şekilde Bakkhalar Tragedyası'nı Antik Yunan kültürünü çok tanımadan, tanrılar panteonunu, Dionysos kültünü, Euripides'i bilmeden de keyifle okuyup, ondan estetik haz alabilirim. Hatta Kant'ın bütün estetik kuramının özü bir yerde bu ayrıma dayanır. Suç ve Ceza da elbette böyle okunabilir ve bu kişiye çok şey katar. Bedrettin Cömert'in vurgusunu bu yüzden önemli buluyorum: "...insanlığın ulaştığı düşünce ve beğeni aşamasındaki yerinin belirlenmesi..." ve giderek "...insanın öteki etkinlikleriyle uyum içinde bir ilişkiye sokulmasının sağlanması..." için daha fazla emek gerekecektir. Platoncu anlamdaki akademi geleneğinin altında yatanın da, "edebiyat bilimi"nin muradının da aslında bu basit ilkede bulunduğunu düşünüyorum. Onu yaşantımıza katmak, "evrensel" hale getirmek istiyorsak, ulaşabildiğimiz tüm boyutlarıyla değerlendirmeye tabii tutmalıyız.

(Aslında bu ifadede üzerinde durmak istediğim bir konu daha var; ama onu da işin içine katarsam bu ileti destana dönüşecek ve öykünün esamesi okunmayacak ardından. Yine de daha sonra üzerinde durmak için çıtlatayım: "Evrensel insanlık değerleri" ifadesi çoğu kez durağan, mutlak, kalıplaşmış değerler olarak anlaşılır; bunun altında da değişmeyen "insan doğası" tezi yatar. Bu, çokça tartışmalı bir konudur. Bizim ele aldığımız biçimiyle ise bu değerleri tarihsel kimliğimizden bağımsız olarak ne kadar düşünebileceğimizi kestiremiyorum.)

Bu anlamda öyküden çok uzaklaşmadan Müstear Efendi'nin izlediği yolu izlemekte fayda var. Öykünün içindeki verilerden yola çıkılarak döneme ulaşılabiliyor mu, dönem bu öykünün içine ne kadar girmiş; bunu tartmalı.


Re: Soysuz Kedi

""

Bu anlamda öyküden çok uzaklaşmadan Müstear Efendi'nin izlediği yolu izlemekte fayda var. Öykünün içindeki verilerden yola çıkılarak döneme ulaşılabiliyor mu, dönem bu öykünün içine ne kadar girmiş; bunu tartmalı.

Şu durumda konuyu öyküde toparlamaya dair sorulacak iyi bir soru. Ben en başından beri bunu yapmaya çalışıyorum. Yanıtım şu oluyor:Öyküden döneme ulaşamıyorum; dönemden öyküye ulaşıyorum.


Re: Soysuz Kedi

5 farklı öykü kitabını okuduğum ve diğerlerine de zaman zaman göz attığım M.Ş.Esendal'ın "Soysuz Kedi" öyküsünün, dönemin kızgınlık birikimi sonucunde oluştuğunu düşünüyorum. Tüm bu tartışmalar, forum kültürünün gelişmesi bir yana öykünün temel sorusunun da hangisi olması gerektiği tartışmasını barındırıyor ki ben de Müstear Efendi ve Barış Acar'dan farklı düşünmüyorum. BUnu desteklemek adına da bazı okumalar yaptım ve aşağıya aktaracağım. Kopuk kopukluğu affoluna:

""
İttihat Ve Terakki Yılları
Memduh Şevket Esendal bugüne kadar sanatkarlığı yanında; hatta ondan önce siyasi kimliği ile tanınmış; yazarlık yönü, sürekli olarak politik yönünün gölgesinde kalmıştır. Onun İttihat Ve Terakki Cemiyeti ile başlayan aktif siyasi hayatı -birtakım kesintilerle birlikte- ölümüne kadar devam etmiştir. Bunun içindir ki, yarım asra yaklaşan söz konusu dönemdeki siyasi tarihimizde sık sık adından bahsedilir.
Memduh Şevket'in politik hayatı, o gün için gizli bir teşkilat durumundaki; İttihat Ve Terakki'ye genç sayılabilecek bir yaşta 1905 yılında girişi ile başlar. "Meşe, çok genç yaşlarda gizli politika işleri ile uğraşmaya ve gizli kurumlara girip çıkmaya başlamıştır." (Ayaşlı İle Kiracıları,sf 9)Mülkiye Mektebindeki öğrencilik yıllarına rastlaması kuvvetle muhtemel olan Cemiyete girişi, Salim Şengil'in iddia ettiği gibi zorla değil(Salim Şengil, Memdut Şevket Esendal, Ank, 1991 s 21)kendi arzusu ve Kara Kemal'in rehberliği altında gerçekleşmiştir. Oğlu Ahmet Esendal bu olayı, babasının ağzından şöyşe nakleder: "Bir gün beni aldılar, İttihat Ve Terakki'nin Karaköy'deki merkezine götürdüler ve yemin ettirdiler. Kendimi partinin, politikanın içinde buldum. Benim hiçbir niyetim hazırlığım yoktu. Oradan çıktım, korkudan dizlerim titriyor. Herkes beni biliyor, tanıyor, şimdi yakalayacaklar, diye. Eve gelinceye kadar ne çektiğimi ben bilirim. (Ahmet Esendal, ö.m.)
İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdiği tarihte Memduh Şevket'in, ne memleketin içinde bulunduğu meseleler hakkında işlenip geliştirilmiş siyasi, sosyal, ekonomik bir düşünceye ne de Cemiyetin amaçları hususunda belli görüşe sahip olduğunu söylemek mümkün değildir. Miras romanındaki Asım tipi, bu dönemim M.Ş.Esendal'ından önemli izler taşır. Adı geçen kahraman tesadüflerin sevkiyle kendini politik faliyetlerin içinde bulduğu zaman "Kanun-ı Esasi"yi bile okumamıştır. /.../
Böylece siyasi hayatına ilk adımı atmış olan Memduh Şevket, ömrünün sonuna kadar bir daha bu çevreden kopamayacak; neredeyse hayatına yön veren tek faktör politika olacaktır. Ancak onun siyasi hayatı bir yığın iniş-çıkışlarla doludur. Zaman zaman hedefine yaklaşır gibi olmuş, önemli mevkilere yükselmişse de ideallerini gerçekleştirecek imkan ve zemini bulamamıştır. Zira o , çoğu zaman kuşkuyla bakılan, kendisinden çekinilen bir politikacı olmuş, bunun için de mümkün mertebe hükümet merkezi veya idari kademelerden uzak tutulmuş, hatta memlekette bulunması bile istenmemiş veya tehlikeli görülmüştür. Elçilik görevlerinin önemli ölçüde "zoraki diplomat"lık sınırları içinde kaldığı inkar edilemez.
/.../ Birinci Dünya HArbinden mağlup çıkışımız, Sevr anlaşması, İtiihat ve Terakki'nin kendini feshedip önde gelen şahsiyetlerinin yurt dışına çıkması, memleketin büyük ölçüde işgal edilişi gibi peş peşe gelen hadiseler, diğer İttihatçılar gibi, Memduh Şevket'i de zor durumda bırakır. Hakkında tutuklama kararı üzerine bir süre İstanbul'da saklanan yazar, sonunda birkaç arkadaşıyla memleketten kaçmak zorunda kalmıştır. (M.Ş.Onaran, Esendal, Türk Dili C.XXXII, s 286 Tem 1975, s 34). Yaklaşık bir yıl kadar süren yurt dışında bulunma dönemi Roma'da geçirilmiş olmalıdır. Milli mücadelenin ilk yıllarında yurda dönen Memduh Şevket, bazı İttihatçılarla birlikte doğrudan doğruya Ankara'ya geçmiş ve Mustafa Kemal'in yanında yer almıştır. Murat Ali hikayesindeki bazı bölümler, bu dönemim hayatından izler taşımaktadır.

*Doç. Dr. İsmail Çetişli, Memdut Şevket Esendal, İnsan ve Eser, Kardelan Kitabevi, 1999,Isparta sf 8-12


Re: Soysuz Kedi

Esendal'ın Soysuz Kedi öyküsü Ulus Dergisinde 26 Haz. 1949'ta yayımlanmış ilk defa. "Kedi" ismiyle.Ayrıca Soysuz KEdi adıyla bir öykü yayımlanmadığı için bu düşünceyi geliştirdim. Yine de açık bir kapı bırakmakta fayda var. Bu konuda araştırmam sürecek...
M.Ş.Esendal'ın öykülerini incelerken öyküler iki döneme bölünüş ve II. Dönem öyküleri için "kaynağını,sanatkarın düşünce dünyası ile içinde yaşanılan sosyal hayatın müşahedesinden alan söz konusu hikayelerin tamamında asıl olan, yöneten-yönetilen ilişkisini bütün yönleriyle okuyucunun dikkatine sunabilmektir."(a.g.e. sf 136) saptaması yapılmıştır.


Re: Soysuz Kedi

Cihan Başbuğ dedi ki:
Esendal'ın Soysuz Kedi öyküsü Ulus Dergisinde 26 Haz. 1949'ta yayımlanmış ilk defa. "Kedi" ismiyle. Ayrıca Soysuz Kedi adıyla bir öykü yayımlanmadığı için bu düşünceyi geliştirdim. Yine de açık bir kapı bırakmakta fayda var. Bu konuda araştırmam sürecek...
Eğer öykü diyelim 1925 yılında yazılmış olsaydı, dile getirdiğimiz "dönem eleştirisi" yorumu fazlasıyla havada kalacaktı. Ama eğer tarih konusundaki bu çıkarım doğruysa, en azından böyle bir yorumun hâlâ mümkün olduğunu söyleyebileceğimizi düşünüyorum.

Öyküden döneme ulaşmaya gelince... Açıkçası öyküyü okumaya başladığımda Meşe hakkında çok şey bilmiyordum. Ayaşlı ve Kiracıları'nı okumuştum ve Meşe'nin siyasî kariyerinin daha çok dış görevlerde geçtiğinden de haberdardım, ama yazarın anlatımında sembolik öğeler aramak gibi bir saikle başlamadım okumaya. Beni dönem hakkında düşünmeye iten ilk şey -ilk yorumumda da belirttiğim gibi- kedinin yavrularını yemesi oldu. Bu, kuvvetli biçimde "yavrularını yiyen ihtilâl" çağrışımı yaptı. Ondan sonra öykünün böyle bir yanı da olabileceğini düşünmeye başladım. Muhtemelen Barış benzer bir yorum yapmasaydı düşüncemi geliştirme ihtiyacı hissetmeyecek orada bırakacaktım. Ama bu konuda yalnız olmadığımı görünce böyle bir yorumun da mümkün olabileceğini görüp kaşımaya başladım. Okudukça öykünün sembolik anlatımı açıklık kazanmaya başladı. Çağrışımları zaman buldukça (ve karşılaştıkça) aktarmaya devam edebilmeyi umuyorum.


Re: Soysuz Kedi

Aslında benim burada tartışmaya çalıştığım asıl mesele öykünün kendisi değil. Amacım, yöntemin kendisini konuşmak. Öykü bu konuda sadece örnek, araç niteliği taşıyor. Şimdilik bu örnek üzerinden hareket edebildiğimiz için sık sık öyküye dönüş yapıyorum.

Bu arada dün akşam değinmek isteyip de değinemediğim bir konu var: Ben hâlen öykünün çağrıştırdıkları konusunda siyasî bir gönderme taşıdığını düşünmüyorum. Eğer ki yazar, birkaç figürün ve kedinin davranış biçiminden hareketle dönemi anlatmaya -bu şekilde- çalışmışsa bu kez yazarın pek de başarılı olduğunu söyleyemem. Çok zayıf olduğunu, çağrışımlarını da dar bir alana sıkıştırdığını düşünüyorum. Yok illa ki dönemsel bir hedef belirlenmişse, yazarın böyle bir niyeti varsa ve öyküyü bu şekilde okumak gerekirse ancak öykünün son tümcelerinin bana bir şeyler fısıldadığını söyleyebilirim:

""
Vakıa, görülüyor ki, yine anaları yemiş olacak. Bizim bildiğimiz, yavruları baba kediler yer. Bu ise baba kedilere bırakmıyor, kendisi yiyor.

Bu tümcelerden "devlet ana" şiarından hareketle devletin halkını sahipsiz bırakışı ve onları yok edişi gibi birkaç fikir zihnimde canlanıyor. O dönemde devletten beklenenler ve devletin halkına reva gördükleri eleştiriliyor diyebilirim. Yoksa dönemin panoromasının bu öyküye ve olaylarına topyekûn sığdırılması güç.


Re: Soysuz Kedi

Ayrıca bugün okul kütüphanesindeki yaklaşık 30 dakikalık taramama karşın öyküyle ilgili birkaç kaynağa ulaştım; ancak tarihiyle ilgili -söz birliği edilmişçesine- hiçbir bilgiye rastlamadım. Edebiyat tarihçilerini ve bu işle ilgilenenleri kutlamak gerekir. Bu arada Muzaffer Uyguner'in Esendal'la ilgili bir yapıtını aldım. Öykülerle ilgili saptadığım yerleri foruma eklerim.


Re: Soysuz Kedi

Madem konuyu bu kadar kaşıdık, şunu da belirtmeden geçmemek gerekiyor: Her yapıtın içine ortaya çıktığı dönemin sosyal-kültürel belirlenimleri bir biçimde girer. Balzac'ın romanlarında, her ne kadar yazarı böyle istememiş bile olsa, sosyal dönüşümün izleri, alt sınıfların yaşantıları gerçekçi bir biçimde yer alır. Buradan bakıldığında yazar ne yöntemini kendisi seçebilmiştir ne de ele almak istediği konuyu; sanat yapıtında "zeitgeist" bu derece etkili bir olgu olarak karşımıza çıkar.

Bu bakış açısından; Esendal'ın öyküsünün, simgesel olarak bir şeyleri ima etsin etmesin, dönemi tarafından determine edilmiş bir yapıt olduğunun hakkını teslim etmek gerekecektir.


Re: Soysuz Kedi

Barış yazdıklarına katılıyorum. Zaten bir yazarı döneminden koparıp ele almamız mümkün değil. Aynı şekilde eserlerini de o dönemle sık sık ilişkilendirmek gerekir. G. Samsa'yı yazıldığı dönemi bilmeden, çağruhu dediğin etkiden bağımsız değerlendirmek mümkün mü? Ancak bunları yaparken Nurten'in güzel bir şekilde ifade ettiği gibi yapıttan döneme ulaşmak bana daha makul görünüyor. Çünkü okuyanın öncelikli verisi okuduğu metindir. Bunun yanında dönem her yapıta bol gelebilecek türden birçok veriyi barındırabilir.


Re: Soysuz Kedi

abdullah şahin dedi ki:
Çünkü okuyanın öncelikli verisi okuduğu metindir.

Ben de şimdi, "Anlam, metnin kendisinde değil, okunmasındadır." dersem ne olacak? (Stuart Hall'e atfedilen br söz bu, sanıyorum.)


Re: Soysuz Kedi

""
Ben de şimdi, "Anlam, metnin kendisinde değil, okunmasındadır." dersem ne olacak? (Stuart Hall'e atfedilen br söz bu, sanıyorum.)

Tabii benim "öncelikli veri" sözünden kastım okuyanın çıkış noktası, düşüneceklerine zemin oluşturacak birincil kaynaktır. Sonrası okuma biçimine, okuyanın birikimine ve hayal biçimine göre mutlaka değişkenlik gösterir.


Re: Soysuz Kedi

abdullah şahin dedi ki:
Sonrası okuma biçimine, okuyanın birikimine ve hayal biçimine göre mutlaka değişkenlik gösterir.

Hatta bence "Anlam, metnini kendisinde değil, okunmasındadır." sözü senin söylediklerini çokça destekler nitelikte. Okuyanı edilgenlikten çıkarıp etken bir konuma taşıyor ve bir metinden birden çok anlam çıkarılabileceğini, yazarın kaleminden çıktıktan sonra yazardan bağımsız hale geldiğini ifade ediyor -ki bu da senin çıkış noktandı zaten.


Re: Soysuz Kedi

abdullah şahin dedi ki:
Tabii benim "öncelikli veri" sözünden kastım okuyanın çıkış noktası, düşüneceklerine zemin oluşturacak birincil kaynaktır. Sonrası okuma biçimine, okuyanın birikimine ve hayal biçimine göre mutlaka değişkenlik gösterir.

Çağan dedi ki:
Hatta bence "Anlam, metnini kendisinde değil, okunmasındadır." sözü senin söylediklerini çokça destekler nitelikte. Okuyanı edilgenlikten çıkarıp etken bir konuma taşıyor ve bir metinden birden çok anlam çıkarılabileceğini, yazarın kaleminden çıktıktan sonra yazardan bağımsız hale geldiğini ifade ediyor -ki bu da senin çıkış noktandı zaten."

Hmm, işin ilginç yanı yukarıda sözünü ettiğiniz okuma biçimi baştan beri sözünü ettiğimiz "metin merkezli okuma" ya da "dönem okuması" vb. yaklaşımları karşılamıyor. Kendini tamı tanımını "alımlama estetiği"nin içinde buluyor bu ifadeler. Yapısalcı ve toplumcu eleştiriye karşı daha geç bir dönemi ifade eden post-yapısalcı diyebileceğimiz ya da Eco'nun deyimiyle "açık yapıt" fikrine dayalı bir okuma biçimi.

Biraz daha açayım:

""
...okuyanın çıkış noktası, düşüneceklerine zemin oluşturacak birincil kaynaktır...

Buna göre okuyanın "çıkış noktası" metin midir, yoksa metne yaklaşırken bir takım güdülenmelerle dolu olan zihni midir? Şayet okuyucu merkezli bir yöntem anlayışını savunuyorsak zihni başat kabul etmemiz gerekecek. Böylece metin arkada silinirken, yeniden zihni dolduran tarihsellik karşımıza çıkacak.

""
...yazarın kaleminden çıktıktan sonra yazardan bağımsız hale geldiğini...

Buradaki "yazardan bağımsız hale gelme" metni ne öznelik bilincinden ne de toplumsal belirlenimden kurtarıyor maalesef. Bu kuram içinde yazarı da okuru da aynı öznelik durumunun farklı vecheleri olarak tanımlamak mümkün. İkisi de toplumsallık tarafından kuşatılmış çerçevelerden metne yöneliyorlar.

Görülen o ki, metnin bağımsızlığının savunulması anlamında bu fikrin de kusursuz olduğunu öne sürmek güç. Şöyle bir açık bırakıyor geriye: Eğer ki sanat bakan gözde gizliyse neden dışarı doğru bakıp duruyoruz? Sanat yapıtı üretip durmanın manası ne? Kaldı ki, az önceki örneklerde gördüğümüz gibi, okumayı yapan her kişi belirli bir tarihsel dönemin kuşatılmışlığı içinde yapıyor okumasını; dolayısıyla tarihselliğin hüküm sürdüğü günümüzde yapılan okumanın da dönem analizini ve simge çözümlemesini getireceği hemen varsayılabilir. Aslında yapısalcı teoriyle postyapısalcı devamının çok farklı çizgileri izlediğine inanmıyorum. Sonunda toplumcu eleştirinin aksine istikamette giderek aslında var olmayan bir şeyi öneriyorlar. Nietzsche'nin Kant'ın "kendinde şey"i için söylediği

""
Onlar hep tümüyle düşünülemez bir göz düşünmemizi beklerler bizden, belli bir yöne yönelmemiş, etkin ve yorumlayıcı kuvvetlere engel olan bir göz, görmenin bir şey görmek olduğunu fark etmemiş, saçma ve kavranamaz bir göz beklerler.

NIETZSCHE, F. Ahlâkın Soykütüğü Üstüne, (Çev. Ahmet İnam), İstanbul: Say Yayınları, 2004: 123.

lafı geliyor aklıma.

Daha önce Oğuz Atay öyküleri üzerine yöntem analizi yapmayı önerirken öne sürdüğüm düşünce de aşağı yukarı aynı noktalarda toplanıyordu. M.Ş.E. için de aynı şeyi yineleyebilirim: Mevcut yöntemleri birbiriyle kıyaslamak yerine hangi yöntemin elimizde nasıl bir sonuç bıraktığına odaklanmamız gerekiyor. Görmek "bir şeyi görmek"tir sonunda...