UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Salonun Canı Var

21 Oca 2013
Cenk Uras

Salondayım.
Salon dediğim; “oda” aslında bildiğimiz. Enine üç, boyuna beş adım var ya da yok.
Alışkanlıklardan ötürü olsa gerek, bazı evlerde salonlara çok az girilir. Özellikle ev hanımları tarafından “sit alanı” gibi koruma altına alındıkları için en ölü bölümler oralarıdır. Bizimkisi öyle değil ama!. Bildiğiniz yaşıyor ve nefes alıyor sanki.. Biz çoğu zaman canlı muamelesi yaparız kendisine. Önünden geçerken onunla konuşur, içimizden konuşmak gelmiyorsa bile en azından bir iki kez bakarız kapısından göz ucuyla; bir çeşit selamlaşma ve hal-hatır sorma yerine geçer bu hareket. Morali bozulmasın ve diğer salondaşları arasında kendisini ezik hissetmesin diye de “oda” değil, “salon” deriz. Öyle diğer insanlar gibi de değil; “Ahmet” ya da “Ayşe“ der gibi deriz hem de.. Cinsiyeti var mı bilmeyiz.. merak da etmeyiz.. bir çeşit hermafrodit belki de.

Ancak biraz önce kötü bir huyu olduğunu öğrendim odanın. -Bu kez bilinçli olarak "salon" demedim. Çünkü bizim onu canlı yerine koymamızı o kadar abarttı ki, artık bildiğimiz şımarıyor ve kapris yapıyor sevgili gibi.
Ayağımda terliklerim, üzerimde pijamam, elimde bir fincan kahve ile sabahtan beri bir sağa, bir sola bulanık bir bilinçle dolaşırken akşamı etmiştim. Salona ise -nedenini bilmemekle beraber- hiç girmemiştim. Zaten bugün yaptığım/yapmadığım herşey nedensizdi.
Hava yeni kararmıştı. Yine kahve mi bitmişti neydi! Öyle sanıyorum ki, kahvenin on beşinci bitişi ve benim on altıncı kahveyi almak için oturma odasından (ki bu da ne demekse, sanki diğerleri ayakta durma odası) mutfağa doğru gittiğim bir zaman aralığındaydım. Tam o sırada salonun önünden geçerken büyük bir gürültü koptu. Hayvan sesine de, insan sesine de benzemeyen bir sesti bu ve beni kendine doğru çekti. O dakikaya kadar “salonun kapısı” olarak bildiğim, ancak yaşadığım bu olaydan sonra “yaratığın ağzı” olduğunu öğrendiğim boşluk kocaman açıldı önce.. Bir rüzgar tersten esti ve nefes gibi beni içine çekti.
“İmdat! Bırak laa bacağımı!”.. diye hönkürdüm..
"Benim terlikler bi tarafa.. fincan bi tarafa.."
Bir boşluktan içeri doğru süzüldüm. Salon basbayağı yuttu beni..
Salon hiç insan yer mi?
“Beni yedi”..
Kendisine sabahtan beri hiç uğramadığım için kızmış olacak ki, hani o bildik şarkıdaki gibi, “hüüpp! diye içine çekti” başka bir deyişle.. (Başka deyişe ne gerek vardı!.. Onu da anlamadım ya neyse. )
İçerisi loştu. Koltuklar, masa, sehpa, halı.. ne varsa hepsi orada.. Benim orada oluşum metazori ama.. O nedenle hazırlıksızım. Yanımda ne kalemim var ne de kağıdım.. Canım sıkıldı haliyle..
Tam o sırada belli belirsiz bir bir kuş öttü. Kapı zilinin kuşu.. Sonra en sevmediğim komşu geldi.. Şükrettim o an salonun beni yuttuğuna..
Çünkü dışarıda olsaydım, para piyasaları üzerine o an itibarı ile en son yapmak isteyeceğim muhabbeti yapmak zorunda kalabilirdim.
Yaratığın ağzına doğru baktım. Bir açılıyor.. bir kapanıyor.. Balık gibi hareket ediyor ağız. Sanki yutacak başka birilerini daha arıyor.. İçime bir kurt düştü!.. Ya komşuyu da yutarsa!.. İşte o zaman fena!.. Dışarıda olsa kaçma şansım var!.. Burada o da yok!.. Kaldırdım kafamı yaratığın ağzına doğru, “Tamam, çıkar beni, söz bir daha canı olmayan salon gibi davranmayacağım sana!” diye bağırdım.
Sonuç olarak yılların hatırı var.. “İnandı!.”
Aynı beni yuttuğu andakine benzer bir hırıltı işittim önce. Sonra birkaç kere şiddetli öksürük ve “hapşşşuu!” demesiye fırladım komşuya göre salon kapısından, bana göre yaratık ağzından.

Baktım ki, terliklerim ve fincanım düştüğü yerde duruyor..

Komşu bana bakıyor..

“Ne oldu komşu..?”

“Hiç komşu..!”

Bizim apartmanda isimlerin hiç önemi yoktur. Herkesin adı: komşudur. Bir de daire numaraları vardır. "Hangi komşu?" diye soran olduğunda, daire numaları da eklenir komşuya.. Sekiz numaralı komşu.. On iki numaralı komşu.. Nasıl söyleyeyim salon beni yuttu! diye beş numaralı komşuya. Söylemedim.. Yine de korktu komşu ve ürkek adımlarla sessizce evine döndü.

Şimdi yine salondayım. Şiddetli bir kavga sonrası barışan ve birbirlerine normalden daha iyi davranan iki sevgili ya da iki dost gibi huzurlu ve sakiniz.
Az önce yaratığa dönüşen salondan ise hiç iz kalmadı.

Kategori:

Re: Salonun Canı Var

Evin odalarına (salonun mu demem gerek) bir kişilik, karakter gibi yaklaşılması hoş bir buluş. Bu odaların içerisinde en asil ve dokunulmaz yere sahip olan "salon"un, öte yandan diğer odaların cinsiyeti üzerinde düşünmek bana değişik duygular, düşünceler yaşatıyor. Keşke öykü bunun üzerine biraz daha yayılsaydı diye düşünüyorum. Salon'un cinsiyetsiz değil de belirli zamanlarda farklı cinsiyetlere bürünüp bürünmediği, mutfağın her zaman tartışmasız dişi-kadın, yatak odasının erkek(belki de maço) oluşu. Oturma odsadının ikiaradabirderede'si.

""
Tam o sırada salonun önünden geçerken büyük bir gürültü koptu. Hayvan sesine de, insan sesine de benzemeyen bir sesti bu ve beni kendine doğru çekti. O dakikaya kadar “salonun kapısı” olarak bildiğim, ancak yaşadığım bu olaydan sonra “yaratığın ağzı” olduğunu öğrendiğim boşluk kocaman açıldı önce.. Bir rüzgar tersten esti ve nefes gibi beni içine çekti.

Salondan uzak tutulan evin diğer bireyleri, bunların kükremesi, çığlığı gibi düşünüyorum kapının-o özel odanın kapısının patlaması. O; her zaman tertibi-düzeni, girilmemesi gerektiğini hatırlatan her daim kapalı(nadiren az aralık, o da unutulduğu için) kapısıyla evin mabedi, özel nedensiz girilmeyen bölgesi değil midir? Bunlar o evde yaşayanlar için her zaman bir baskı, bir nedenli-nedensiz yasaklama kaynağı, bölgesi olagelmiştir. Buradaki koltuklar, oturma takımları, sehpalar, halılar, perdeler, vitrinler, yeni, içlerindeki kristaller, kadehler, biblolar, kül tablaları, yapma çiçekler temiz, tozsuz, tertip ve düzenli olmak zorundadır. Geniş dolapların altlarına, kapaklı bölmelerine, yılda bir gelecek, ağırlanacak “ağır” misafirlerin önüne konacak en kıymetli yemek takımları, gümüş çatal-kaşık-bıçaklar gömülür.

Öykünün kısa ama etkili bulduğum bir vurgusu da kentteki, daha doğrusu apartman yaşamındaki kimsesizlik, her dairenin küçümen, bağımsız, geçilmez sularla çevrili bir adacık oluşu.(O adacık da kendi içerisinde ufak adalara da mı bölünmüştür acaba? Oraya girmeyelim)

""
Bizim apartmanda isimlerin hiç önemi yoktur. Herkesin adı: komşudur. Bir de daire numaraları vardır. "Hangi komşu?" diye soran olduğunda, daire numaları da eklenir komşuya.. Sekiz numaralı komşu.. On iki numaralı komşu..

Herkes komşudur. Bu sözcük numaralanmış, sınırları belirlenmiş bir ilişkiyi tanımlar.(Apartman yaşamındaki "komşuluk" kavramının öyküye neler katıp, çağrıştırdıkları düşünülerek öykünün etkisi üzerinde belki biraz düşünmek gerekebilir.)

Son olarak ironik anlatımın konuyu iyi çevrelediğini belirmek istiyorum.

Cenk Uras’ın anlatımına sağlık.


Re: Salonun Canı Var

Yeni öğrenmeye başladığım bir tür öykü. Yukarıdaki öyküye de, öykü yazmak için başlamamıştım. Canımın sıkkın olduğu bir anımda kendi kendime bazı kalem alıştırmaları yaparken, kendiliğinden akıverdi bazı düşünceler. Üzerinde çok fazla değişiklik yapmadan; düşüncelerim hangi yöne doğru ve ne kadar aktıysa, o yöne doğru, o kadar savruldum.
Eleştiri ve yorumlarınız için teşekkürler... benim için önemli. Yeni bir tür öğrenmenin zorluğunu bu tip usta işi yorumlarla daha kolay aşabilirim.


Re: Salonun Canı Var

Bir çırpıda okuyuverdiğim, okurken de çok eğlendiğim bir öykü olmuş. Okurken aklımda canlanan şey, yazarın öyküyü yazarken canının çok sıkılmış olduğu ve evin içinde, öykünün içinde de yazdığı gibi, bir o yana bir o yana dolanıp durduğu oldu. Bana daha önce karaladığım kısa bir denemeyi hatırlattı, yoğurt kasesiyle konuştuğum =)

Cümlelerin akışı, kelimelerin yerli yerinde ve altın oranda kullanılması, hikayenin akışı, öykünün kolaycacık okunmasını sağlıyor. Sadece birkaç yerde bu akış kesildi ben okurken, kahve fincanının düşmesi gibi. "Eyvah her taraf kahve olmuştur, kim temizleyecek onu" derken, siz bardağı olduğu yerden alıp gittiniz, boşuna telaş yapmışım...

Elinize sağlık e teşekkür ederim bu güzel öykü için.


Re: Salonun Canı Var

Öyküyü çok sevdiğimi söyleyerek söze başlamalıyım. Metaforik anlatım da kişileştirme de çok başarılı. İlk anda daha çok anlatıcının bu durumun içine neden düştüğünü düşünmeden edemedim. Sonradan "beş numaralı komşu" geldiğinde anlatıcının kimliklenmesi de tamamlanmış oldu benim gözümde.

Öykünün gücünden çalan tek şey giriş kısmının öyküyü ele vermekten çok uzak olması.

Bir de altını çizmeden geçemeyeceğim. Baştaki birinci çoğul şahıs anlatıma gerek var mıydı? Öykünün sonuna dek kimliği açıklanmayan bu "biz"in neye hizmet ettiğini anlamadım öyküde. Fazlalıkmış gibi geldi. (Az önceki paragrafta belirttiğim duyguya sebep olan şey belki de bu. Yanlış yere yönlendiriyor okuru.)


Re: Salonun Canı Var

Öykünün elden geçmiş şekli daha “derli-toplu” gibi geldi bana. Okurken bana “anlatım sorunu” gibi gelen yerleri var. Ama bunun üzerinde bir an düşündüm; yaklaşımım hep, “ben olsaydım şöyle derdim” ekseninde. Böyle olunca, değinilen, ifede edile şeyin “bir anlatım farklılığı” olması söz konusu. Yine de aşağıya ilişen bazı bölümleri eklemek istiyorum.

""
Salon dediğim; “oda” aslında bildiğimiz.

Ben olsam; “Salon dediğimiz, bildiğimiz “oda” aslında.” Derdim, demekten kendimi alamadım.

""
“Bir boşluktan içeri doğru süzüldüm. Salon basbayağı yuttu beni.. “

“süzüldüm” meramı anlatamıyor gibi, diye düşündüm.

""
Salon hiç insan yer mi?
“Beni yedi”..

Neden birisinde tırnak işaretleri var, diğerinde yok? Sözcükleri vurgulamak içinse, vurgulanmak istenen sözcükler BÜYÜK HARFLE yazılsa acaba amaca ulaşılamaz mı?

""
“Tam o sırada belli belirsiz bir bir kuş öttü.”

Tamlama sorunlu sanki? “belirsiz bir kuş öttü” mü, “bir kuş belli belirsiz öttü” mü?

""
Kapı zilinin kuşu..

Kapı zilinin kuşu çok güzel, çok çağrışımlı.

""
“Balık gibi hareket ediyor ağız.”

Anlatmaya çalıştığını ifede edemiyor sanki. Aslında söylemeye çalıştığı; balığın açılıp kapanan ağzı, veya benzeri bir şey, “balık gibi” dendiğinde anlam uzaklaşıyor sanki.

Cenk Uras’ın anlatımına sağlık.


Re: Salonun Canı Var

Mehmet Sürücü'nün önerileri gayet yerinde göründü bana.

Bir de başlık aklıma takılmıştı: "Salonun Canı Var". Bir yandan içeriği çok fazla ele veriyor gibi düşünüp rahatsız olmuştum bir yandan da salonun canı var da komşuların canı yok gibi bir mana taşıdığından emin olamadım.