UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Sait Faik Abasıyanık - Yalnızlığın Yarattığı İnsan

13 Ara 2012
turgut

Sait Faik Abasıyanık
"Yalnızlığın Yarattığı İnsan"
Alemdağ’da Var Bir Yılan
sf. 17-23
YKY
2011

Re: Sait Faik Abasıyanık - Yalnızlığın Yarattığı İnsan

Uzun zaman geçmiş öyküyü ilk okuyuşumun üzerinden. Ne güzel, ne güçlü, ne çarpıcı olduğunu unutmuşum. Anımsadım. Edip Cansever'in Ruhi Bey'i geldi aklıma okurken sık sık.


Re: Sait Faik Abasıyanık - Yalnızlığın Yarattığı İnsan

Mustafa Kurt
Modernizm ve Gerçeküstücülük Bağlamında Sait Faik'in Son Dönem Hikâyeleri

EkBoyut
sait_faikin_son_hikayeleri.pdf 467.15 KB

Re: Sait Faik Abasıyanık - Yalnızlığın Yarattığı İnsan

Sait Faik'i iki yıl öncesine kadar okumamıştım. "Ne kadar ayıp." diye düşünenler olacaktır. Haklılar. Öncesinde hiç mi okumadım ondan; okudum, ama derinliksiz, kıyıdan-köşeden, özünü-tadını fark edemeden okudum. (Şimdi düşünüyorum da, kim bilir daha kaç yazar vardır böyle okuduğum,bulmam gereken.)

Onu okuyunca ilk şaşırdığım şey, günlük olanın, sıradan olanın, alışılmış olanın aslında hiç de öyle olmadığıydı. Bunun bana ne etkisi oldu? Önceleri; "bir şeyin yazılacak önemde oluşu", "yazmaya değmeli" gibi kavramların bağladığı sözcüklerimle, yazacak önemde bir şey göremiyordum.

Bir yerlerde bir yanlışlık, bir eksiklik vardı. Ama neredeydi, neydi?

Anlattığı sıradan şeyler, ama anlatımı değil. Hiç değil. Tam aksine, sürekli farklı, sürekli yeni bir "deme"yi zorlayan, ötesine geçmeye çalışan bir anlatım. Hayat da öyle değil mi?

O, insanların içinde, onlarla beraber oldu. Bundan şunu anladım, yaşamı tanımak, onun içinde (belirli, farklı gören bir göz, farklı algılayan bir duyarlılıkla) olmak gerekir. O, denizi, denizdeki boyası kavlamış, çapası paslı, küpeşte tahtası çatlak bir kayığı anlatıyorsa, bunu en içten taşan duyarlılığıyla, ama ucuza kaçmadan yapıyor. Duvarların ardında değil, orada, denizde, rıhtımda, balıkçı kahvesinde, sokakta.

O, gerçekten hissediyor. Çünkü anlattığı öyle şeyler ki, uydurması sadece o duyguyu bilmekten geçiyor. Gören gözünü, algılayan, hassas, duyarlı bir yürek yönlendiriyor.

Çok okuyup, uğraşıp farklı bir bilinç, bir eğitim, bir görüş sahibi olunabilir. Beni düşündüren; yüreğimi, düşünen aklımı nasıl daha duyarlı, daha incelikli, daha hassas hale getirebileceğim. Neden bu gerekiyor; çünkü daha derinlikli yazabilmenin kapısını bu açıyor gibi geliyor bana.

http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=11203&AEsra_YAZALAN-Sait_Faik%92le_hep_yeniden


Re: Sait Faik Abasıyanık - Yalnızlığın Yarattığı İnsan

Turgut'un paylaştığı makalede Mustafa Kurt'un gerçeküstücülüğü nasıl konumlandırdığını merak ediyorum doğrusu. Keza Faik'in üslubundaki "fantastik gerçekçi" öğeler 60larda "gerçeküstü" olarak anılmaktaydı; bunun eleştirisi ise 90larda bol bol yapıldı.

Okuyacağım tez vakit.


Re: Sait Faik Abasıyanık - Yalnızlığın Yarattığı İnsan

"Panço" karakteri Sait Faik'in bazı öykülerinde yaşayan gerçekten yalnızlığın, işsiz zamanların yarattığı buhranın neden olduğu bir karakter. Buna yazarın son dönemlerinde sık sık kafa yorduğu ölüm gerçeğini de ekleyebiliriz.

""
Çok hasta olduğum zaman, ateşim kırka yaklaştığı zaman ellerim büyür. Dev gibi ellerim olur. Çoğunca çocukluğumda olmuştu.
- Ellerim büyüyor, derdim.
Büyükanam, yahut anam ellerimi soğumuş elleri içine alırlardı.

Ben de öyküdeki ellerin büyüme hikayesini okuduğumda Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın çok sevdiğim Ağır Hasta şiirini anımsadım.

Çocukluğa özlem, sadece o dönemin hisleriyle ve hafızasıyla ne güzel aktarılmış.


Re: Sait Faik Abasıyanık - Yalnızlığın Yarattığı İnsan

Nitekim Musta Kurt da makalesini bu örtüşmesizlik durumu üzerine kurmuş. Gerçeküstücülük derken aslında başka bir şeyin kastedilmekte olduğunu vurgulamış.

""
Sait Faik‟in Alemdağ’da Var Bir Yılan‟da bazı gerçek üstü olay ve durumlara yönelmesi pek çok eleştirmen ve araştırmacı tarafından onun gerçeküstücülüğe yöneldiği şeklinde yorumlanmıştır. Yazar söz konusu hikâyelerinde bazı gerçek üstü olaylara yer vermiştir ancak bu eğilimler onu modern anlamda gerçeküstücülük çizgisine taşımaz. Çünkü gerçeküstücü metinler, bu akıma özgü gerçeküstücü tekniklerin kullanımıyla öne çıkar. Bu teknikler; dış gerçekliği derin bir humour (alay) duygusu ile algılama, olağanüstü durumlara/olaylara, düşlere odaklanma, alkol veya başka esrime yöntemleriyle çılgınlığın sınırlarını zorlama, akıl hastalıkları, paranoyalar ve sanrıların dünyasına girme, gerçeküstü nesneler ile düş görüntüleri oluşturma ve anlamda tesadüf oyunlarını esas alma ve bir tür bilinç akışı sağlayan otomatik yazıyı bir edebî üretim biçimi olarak kullanmadır (Hilav1962,32-49). Sanatın malzemesi olarak bilinçaltını gören gerçeküstücü sanatçılar; çağrışımlara, rüyalara, düşlere ve ipnotizma seanslarına dayanan ruhi otomatizmi, yani “iç akışı” bir yöntem olarak kullanmıştır. Akımın en önemli temsilcisi olan André Breton: “Gerçeküstücüğün dil üzerine yapılmış geniş bir çalışmadan doğduğunu herkes bilir.” (Breton 1962, 13) diyerek söz dizimini bozan, cümleler arasındaki mantıksal iliŞkileri reddeden bir tutuma işaret eder. “Her şeyin acınacak boŞluğunu ve saçma gerçek-dışı durumunu görmek, kendi faydasızlığını görmekten başka bir şey değildir.” diyen gerçeküstücüler bütün olay, olgu ve nesnelere “humour” duygusuyla yaklaşmaktadırlar. Bütün bu arayış ve tekniklerle gerçeküstücülük “Toplumsal önyargı ve sınırlayışa, hayatın çıkar gözetir düzenine, dar bir nesnellik ve akıl anlayışına başkaldırarak bilinçdışının, cinsiyetin, düŞün, imgelemin hakkını geri almak ve böylece insansal bütünlüğü gerçekleştirmek ister.” (Hilav 1962, 9). Özetle sürrealizmde “aklın egemenliğine sürüklenen öznenin nesneleşmesiyle sonuçlanan modernist bilincin karşısına tek seçenek olarak akıldışı(nın) çıkarıl”ması söz konusudur (Kahraman 2005, 140). Oysa Sait Faik‟te görülen gerçek üstü olay ve durumlar bir “humour” duygusundan, ruhi otomatizmden veya tesadüflerden ziyade hayatı ciddiye alan, topluma ve büyük şehre yabancılaşan, yalnızlaşan ve içten içe ölüm duygusuyla boğuşan bireyin trajedisini sergilemek gibi bir amaca hizmet eder. (s. 1467-1468)