UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Safrandolu

24 Tem 2011
doruk cansev

Devam ettiler, her seferinde şimdi bırakırlar diyordum.

Hava bugün daha da soğuk. Meydana mevsimsizliğin kasveti çökmüş. Herkes yorgun. Yeni Çarşı’ya giden dolmuşlar bir türlü yerinden kalkamıyor. Gölgeler uzuyor, her geçen günün ömründen biraz tırtıklayarak. Üşüyoruz. Bavulun dibine kadar giyindim. Fazla sabretmeye de değmez. Ferda’ya söylerim olmadı, erken keseriz. Yürümeyeceği belliydi. Kesik kesik uçuyorlardı.

Önceleri fark etmemiştim. Öyle ya, gelip geçer kuşlar. Başka bir grup, bir diğeri... Hiçbiri de yeterince kalabalık değildi. Güneyin neresi olduğunu bilmeye gerek yok, böyle göç etmez sürü dediğin. Bir tur daha atar anca, yudumlarken iyice anladım, kendi yörüngesini izler. Takip edebildiğimce camlarda yitip öbür tarafta yine belirir. Tekrar dönmek için, kanat çırpar, hep aynı ..............................................................
ları, buraya en yakıştırdıklarım, ..............................
arkada kalır. Yetişecek yeri de yok. Bir kez daha binayı dolaşır. Hiç de sıkılmaz, ne yapsın zaten başka. Daha hızlı gitmeyi, ğrlk ypn yklrnden krtlmy bl denemez, birsoluklanıp sonra tekrar fırlamayı; hiç. Ne olursa olsun hizayı korur. Bir kanat açımı. Devam eder. Diğerinin ensenine bakar. Kırlangıç mıdır, serçe mi hiç bilmesem de (Güvercin?). Daimi devreder. Amortinin sabrını sınar konmadan önce, paltolara nişan alır. Her şehrin avlusunda onlara atılan yemlerle beslenir. Biz olmasak ne yer ne içer? Geçerken bizi görür mü, bilemem. Bir kez daha döneler. Bir şeylerin olmasını bekliyordur Allah bilir. Aynı manzaraya, çarşıya aynı açılardan bakıp durur. Hiç rahatsızlık duymaz. Bizim künefe inşallah çabuk gelir.

- Baksana delikanlı, bizim künefe ne alemde?
- Onları daha atmamıştık, söyleyeyim ben hemen.

Çaylarımız yeni gelmemiş olsa...

Ferda belli etmeden bana bakıyor. Sırtı cama dönük, kuşları görmedi. Kalkıp gitmemden, siparişi iptal etmemden korkuyor herhalde. Tahamüllün gümrük kapılarındayım sahiden.

- Koy koy sen, hadi.

İzin veremezdi, iki günümüz kaldı.

Hepsi hepsi gezilecek birkaç ara sokak, kaldığımız konağın tıpkısı binalar, pazar alanı. Çarşıda satın almaya değecek hiçbir şey yok. Dükkanlar yapıların eteğine şöylece sıkıştırılmış. Safran sabunu, lokumu. Kokusu. Farklı bir şey satmayı akıl eden yok. Ulan şöyle bizim şirketten bir iki adam alıp buraya girişsem, vurucu, diğerlerinin sunamadığı bir şey, tek başıma bile olur ya, azıcık sermaye... Şimdiyse yanımda sadece Ferda var, elimizdeki parayla da bütün gün çay kahve içiyoruz. Arada o safranlı söylüyor, ben sadeyle orta arasında gidip geliyorum. Her çay bahçesine girdik, dolaştık. Restore edilmiş cephelerde çarpışıp durduk Japon turistlerle. Aynı yolları yürüyorduk. Hepsi birbirine benziyordu. Belki dönele döneleye aynı kafileye rastlamıştık. Hiç farkında değilim. Şimdi düşününce, gayet mümkün. Onlar da olmasa hepten aç kalır burada yaşayanlar. Sponsor desteği mi vermiş acaba bunların hükümeti, bütün evlerin yenilenmesi az para değil. Buradan beklentileri ne bu soğukta?

- Öyle Ferda Hanım, en çok Japonya’dan geliyorlar. Ossaka ile kardeş şehir burası. Tabelalarda görmüşsünüzdür, onların dilinde de yazılı çoğu şey.
- Evet evet, merak etmiştim ben de. Dünyanın öbür ucu, çok tuhaf. Onlarla da böyle sohbet ediyor musunuz otelde kaldıklarında?
- Tabii. Bir sürü soru soruyorlar. En çok da mimarisine meraklılar. Bu doku onlara kendi geleneksel kültürlerini anımsatıyor herhalde.
- Şehirde bulamıyorlar tabii. Onlar da yitirdiler. Oysa ne kadar sessiz. Her şeyden sıyrılmış gibi değil mi Hakan, resmen kendimi duyabiliyorum burada.

Hiç duşa girmemiş sanki. Şarkı söylediğini, uzun uzun hem de, bilmiyorum. Ama doğru, duymuyor ki demek söylemeye devam ediyor.

Konağın bir de gelini var Allah’tan. İzmirli. O bana hak verdi. Yeni evliler oteli işleten çocukla, ama aklı şimdiden şehre kayıyor kızın. Denize girermiş, sahilde büyümüş. Bize de internetten resimlerini gösterdi. Sonra çıkıp Bornova’ya. Kalabalığa bırakıyor kendini, kaç kere kaybolmuş. Burada işte yedi yaşında. Tabii ya. Kendimizi başka nasıl buluruz? Bakmayın, İstanbul’da herkes bir yerlere yetişiyor gibi görünüşte ama kimse ondan ibaret değil. Hep bir şeyleri değiştirdiklerini hissediyorsunuz, inşa ediyorlar. Onların acelesine karışmadıkça bir yerlere varamayız, geç kalırız anca. Olduğu yerde, hadi en iyisi küçük çemberinde dolanır durur insan. Lobideki masasının arkasında uyuklar, arada tek tük müşteri gelirse aynı hikayeleri anlatır hepsine. Romen profesörün nasıl da şu tabancanın tetiğini kırdığını. Yine de orada bırakır, eline alır ara ara. Taştan yayılan dalgalara küçük bir tane daha eklemiştir ya, köşesine çekilir, memnun memnun. Uyuklar. Uyarı yok, ileitm yok, fıttırırm ben burada, iki günde fena oldum, değişen hareket eden hiçbir şey, ne yeni mağazalar onu geçtim ne yeni bir ürün hepsini aynı kadınlara ördürüp duruyorlar ne başka başka dertler işyerindeki espriler, kimse alıştığının dışına razı değil, hepsi her şeyden habersiz. Gazete satan tek bakkal var. Her gelen turist öncekinin aynı soruları soruyor. Beni bile bitirdi burası, hala dalgınlığıma geliyor, ne yapılır burada diye fikir soruyorum. Kaymakamlar Konağı varmış, gitmiş miyiz. Restorasyon kaça patladı peki, karşıdaki şu konağın sahibi yok mu da böyle bakımsız, satılık mı, niye, onlardan hiç bahsetmez. İki laf ederken muhabbeti gene anılarına getiriyor, karısı bile o ara kahve yapmaya falan kalkıyor görüyorum ben, kaç kere dinlemiş kim bilir civardaki ilk televizyonu aldıkları günü, şimdi her odada varmış tabii. Yok anam yok, bırak bir soluk alalım Ferda, böylesi cidden daha iyi.

- Ne demek Ferda Hanım, biz de sizi müşteri gibi görmüyoruz. Evimize konuk olmuş misafir gibisiniz.

Bu yüzden büyümesi de mümkün değil bu işletmenin, sen bunu hiç anlayamayacaksın. Oluruna bırakıyor her şeyi, olup olacağı bu kadar. İki üç kişinin birbirine söylemesiyle koca otel döner mi? Oysa buranın ulaşımı rahat, şöyle günübirlik, iki günlük kaçamaklar için elverişli bir ortam hazırlansa, tabii bir de onun tanıtımı. Gençlere yönelik ama, senin benim gibi bütün hafta çalışıp haftasonu değişik bir şeyler arayan, ona göre bütçesi de olan. İnterneti kullan, bütün gün oturup başında fal açacağına gir Facebook’a değil mi, karının sırf yüzlerce arkadaşı var, onlara duyur. Otelin panoramik fotoğraflarını ekle, hiçbir şey bilemedin sözcük mühendisleriyle anlaş google’da yukarı taşısınlar ismini. Yazılacak şey belli: safranbolu otel. Çok basit bir algoritmayla halledilir, kendiliğinden olmaz ama. Girişmek lazım. Sonra şu büyük konağı da alırsın, bahçeyi adam edersin, kafe açarsın, güzel güzel kahve çeşitleri, tatlılar falan, istersen ev yapımı olsun hiç fark etmez, bak karının elinden geliyor, meraklı, kursuna gider öğrenir sunumu lezzeti falan. İçki ruhsatı da alırsın üstüne, gece hizmet verirsin. Öyle ya, mecbur mu millet on dedi mi odasına çekilmeye. Sen evlendiğimizden beri erken yatarsın, o yüzden saymadım. Ama şu dediklerimin yarısını yapsan diğer otellerin müşterisi bile oluk oluk buraya gelir, hatta Avrupa’dan turistleri bile çeker. Japonlar para harcamıyor adam gibi, yerlisi dedin, zaten bunları yemez. Onlara da gösteri eğlence tadında bir şeyler hazırlamak lazım, rakı falan, sever bizimkiler. Ama başa vuracak piyangoyla, talihle, kuşla olmaz, hep hesap işi. Oturacaksın arkadaş, boş durmayacaksın ki boş durmasın güzelim yatırım. Bir düşün. Zor şeyler değil, bugüne kadar hiçbir adım atmamış olman kabahat. Hayır, kızımı niye İstanbul’da bıraktın, onu hiç anlamıyorum. Bu evliliği ayakta tutmak için tek bir neden varsa onun da Pelin olduğunu bilmiyor musun sahiden. O gelmedi, baş başa kaldık, ee, işte bak, boş boş oturuyoruz. Saat biri geçti mi kapıyı kilitliyor, odanıza çekiliyorsun. O saatte yüz kişi gelse umrunda değil.

Neyse dur bir, telefon çalıyor. Bu saatte. Özlemişim yahu.

- İyi akşamlar. Heh, bana bankamatik lazım da, çok önemli, şimdi şirketten aradılar. Buralarda en yakın nerede bulurum?

Son dolmuş kalkalı ta iki saat olmuş. Yuh. Zar zor bir taksi buluyorum, şoförünü duraktaki uykusundan uyandırmak gerekiyor. İyi sızmış. Arabanın içi buz gibi, motor ısınana kadar bekleyeceğiz mecburen. Nereye diye soruyor uykulu uykulu, Yeni Çarşı’ya diyorum. Orada da bulamazsam ilk otobüse atlayıp gideceğim zaten. Olsun varsın pijamalarım bavulda kalır. Çıkarken atkımı yanıma almıştım.

Kategori:

Re: Safrandolu

Cemil Kavukçu öyküleri okuduğumuz sıralar çokça konuştuğumuz "taşra" temalı bir öykü daha.

İnsanların durup dinlenmeden, gezip görmeye tüketmeye çalıştığı yerlerde (turistik yerler de denebilir) yaşayanların; yavaş yaşamak zorunda olanların yavaşlıkları üzerine bir öykü.

doruk cansev'in yarattığı atmosferi öykünün başlarında daha kolay hissettim. İzmirli gelin kızın Safranbolu'ya olan uzaklığı, yabancılığı, bir türlü benimseyememesi aslında yazarın ağzından duyduklarımızdı. Öykünün bu bölümü daha önce de konuştuğumuz, sık sık tartıştığımız tanrı anlatıcı kavramını düşündürdü. O bölümü, öykünün genelinden farklı buldum.

Bir de öykünün isminin getirdiği bir hazırlanma olsa gerek, öykünün bir yerinde o bir zamanlar yaşayan ama artık yok olan safran çiçeğiyle ilgili göndermeler olacak sandım.

Ellerine sağlık doruk cansev. öyküyü okumaya devam edeceğim, yeni düşüncelere gebe bir öykü.


Re: Safrandolu

Aslında o paragrafta anlatıcı meselesine özen göstermiştim.

""
Burada işte yedi yaşında.

Hikayeyi kadının ağzından dinlediğimizi, daha doğrusu karakterin bize aktardığını belli etmek için.

Şehir üstüne düşüncelerde böyle bir çekincem vardı. Onu da

""
Olduğu yerde, hadi en iyisi küçük çemberinde dolanır durur insan. Lobideki masasının arkasında uyuklar,

şuradaki geçişle yumuşatmaya çalıştım. Ama öykünün başı hala biraz eğreti kaçıyor, bilinç akışıyla oradaki gibi anlatımlar arasında daha belirgin bir ayrım yapmalıyım belki.

Başlık üstüne hala düşünüyorum. "Safran sabunu, lokumu. Kokusu." kısmı ile o bıkkınlığı biraz arttırdım, ama hala dediğiniz gibi beklentiyi karşılayamadım.

Teşekkürler.


Re: Safrandolu

bir de benim gibi safranbolu'da okuyorsanız.Hikaye daha zevkli gelir.

O bir işe girişme ve ulan bunlar hiç mi farklı olmayı düşünemiyor gibi düşünceler hepimizde vardı emin olun Smile)

Hikayeyi okurken bu yazın ortasında bile o soğuğu hissettim.
aklına sağlık.

--

Hikayeyi pek beğenmesem de bir şeyler buldum kendimden işte sağol tekrar.


Re: Safrandolu

Bu yaz abimi askerde ziyaret etmek için gitmiştim, ama size kışını anımsatabildiyse bile bir şeydir.

Bir de tabii öyküyle denemeyi ayırmak gerekiyor, anlatıcıyı bir kenara bırakırsak orada yaşayanlara hiç imrenmediğimi söyleyemem.


Re: Safrandolu

evet teşekkürler tüm uzun hikaye uyelerini beklerim safranbolu'ya kışları okul için oradayım her şekilde yardımcı olabilirim.

Gerçekten bir şeyler karalayanlara müthiş şekilde ilham verebilecek bir yer.

hiç kitap okumamış bir adamın bile şairleştiği bir yer safranbolu.


Re: Safrandolu

"Safrandolu", adını görünce Safranbolu'nun safranı ince ince anlatılacak diye düşündüm. Safranbolu anlatılmış, safran ürünlerine şöyle bir değinilmiş. Öykünün adı beni yanılttı duygusuna kapıldım okuyup bitirdiğimde öyküyü.
Bir iç konuşmanın kayda alınmış hali gibi öykünün anlatımı, bu nedenle akışı yakalamakta zorlandım, bazı kopuklukları dolduramadım. Anlatıcı o kadar kendine dönük ki, kendi bildiklerini bizim de bildiğimizi kabul edip anlatımını onun üzerinden sürdürüyor, hatta bizi pek dikkate almıyor, böylece cümleler özensiz kuruluyor, metin gevşek örülüyor.

Büyük şirketlerde çalışan insanlarla küçük kasaba insanlarının "işletme" mantığı kıyaslanıyor en çok; ama ufak ufak değinilmiş birkaç konu var.
Öykü, küçük yerin sıkıcılığını okuyucuya geçiriyor.


Re: Safrandolu

Biraz savunma gibi olacak, ama en azından tartışırız, ben de bu vesileyle teşekkür etmiş olurum.

Özellikle o iki paragrafta sahiden fazla mı gevezelik yapıyorum diye düşündüm yazdıktan sonra. Hele ilk hali faciaydı. (Karakteri de yeterince güçlü yarattığıma inanmıyorum.) Ama öyküden vazgeçeceğim bir anda vermek istediğim anlamı pekiştirebileceğini düşündüğüm bir fikir aklıma geldi. Bilinç kaydında ayrı ayrı yer verdiğim o seslenme tonu tek öznede birleştirilemez miydi? Yani "sen" kipini kullanarak aslında karısıyla otel sahibi-resepsiyonisti aynı suçlamalara konu olsa? Bu dağınıklık belki sizin de fark ettiğiniz gibi böyle bir düşünceden kaynaklanıyor, genel olarak da deneyip olanaklarını görmeyi sevdiğim bir yöntem.

Anlatıcı meselesi gerçekten büyük sorun. Bir kere kime anlatıyor? Yazmaya her oturduğumda bunu aklımın bir kıyısında tutuyorum, çoğu kez yeterince değerlendiremesem de. Yine de bir çeşit boş levha-okur kurarsak kendisini memnun edecek kadar detay koyduğuma inanıyorum, bu tek taraflı tavrın dışlayıcılığı üstüne düşüneceğim.


Re: Safrandolu

doruk cansev dedi ki:
Biraz savunma gibi olacak, ama en azından tartışırız, ben de bu vesileyle teşekkür etmiş olurum.

Ben de teşekkür ederim.
Öyküde detay olmadığını düşünmüyorum, tam tersine öyküyü dağıttığını düşündüğüm detaylar var. Öykü "parçalanamaz bir bütün" olmalı bana göre; yani bir şey çıkardığımız zaman öykü eksilmeli,koyduğumuzda fazla durmalı; bunu görebilmenin yolu örgünün sıkı olmasından geçer. Kurgu bütün bunlara izin veren bir kurgu olursa o da ilginç ve güzel olur diye düşünüyorum.

""
Anlatıcı meselesi gerçekten büyük sorun. Bir kere kime anlatıyor?

Anlatıcı konusu benim de sıkıntıda olduğum bir konu.
Safrandolu'da bana kalırsa kişi kendine anlatıyor biz de yan masadan duyuyoruz zaman zaman.


Re: Safrandolu

doruk cansev dedi ki:
Anlatıcı meselesi gerçekten büyük sorun. Bir kere kime anlatıyor?

Ben öykünün kime anlatıldığı konusundaki belirsizliği çok sevdim. Bazı yerlerde daha ekonomik olunsa bu duygu daha da pekişecek bence.

doruk cansev dedi ki:
Yazmaya her oturduğumda bunu aklımın bir kıyısında tutuyorum, çoğu kez yeterince değerlendiremesem de. Yine de bir çeşit boş levha-okur kurarsak kendisini memnun edecek kadar detay koyduğuma inanıyorum, bu tek taraflı tavrın dışlayıcılığı üstüne düşüneceğim.

Detaylar bana çok boğucu gelmedi, daha çok detayların organize edilmesinde bir akış problemi yaşıyor gibi geldi öykü. Birbirini itmesi gereken öğelerle çekmesi gereken öğeler ters çalışıyor sanki. Sonunda -muhtemelen yazarın aklında birbirine düzgünce bağlanan- çemberler okurda yumak oluyor.