UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Platon Bir Gün Bara Girer

23 Ara 2010
Mehmet Sürücü

Felsefe bilimsel türlerin içerisinde en asık yüzlü, en anlaşılması zor bir dal değil mi? Eğitim ve öğretim içeriklerinde, felsefenin en karmaşık sorunlarının, konusuna ne kadar hâkim olduğu tartışılabilecek kişilerce öğretilmeye çalışması, daha genç yaşta çoğumuzu bu konulardan uzaklaştırıp soğutmadı mı?

Zamanından beridir Felsefe hep entelektüel bir gelenek olarak görülmüş, sıradan insanın, günlük yaşamında kullandığı kıstaslara hiçbir zaman indirgenememiştir. Hâlbuki felsefenin temeli, çıkış noktası olan bazı sorular, varlığımızın ne olduğu, nedeni gibi kavramlar entelektüel veya sıradan, yaşayan tüm insanların, tüm yaşamı boyunca farkında olduğu, yanıtını aradığı veya duymazlıktan geldiği sorular değil midir?

Böylesine “ciddi” bir konuda şaka, mizah ne kadar kullanılabilir? Felsefenin bazı temel soruları, sorunları mizah yoluyla anlatılabilir mi? İşte kitap bu amaçla yazılmış.

Evrenin amacı var mıdır? İnsan yaşamının da bir telos’u var mıdır? Gerçeğin yapısı nedir
Şeyleri neyseler o kılan öznitelikler nelerdir? ? Gibi bir sürü soruyu, Metafizik, Mantık, Epistemoloji, Etik, Din felsefesi, Varoluşçuluk, Dil felsefesi, Toplum ve Siyaset Felsefesi, Görelilik, Metafelsefe gibi bölümlerde, birbirinden güzel, birbirinden düşündürücü, komik, şaşırtıcı fıkralarla örüp, ortaya çok hoş bir kitap çıkarmış yazarlar.

""
Bir iyimser, bu dünyanın mümkün dünyaların en iyisi olduğunu düşünür. Bir kötümserse sahiden öyle olmasından korkar. (S16)

Kısa alıntılar yaparak kitapla ilgili daha yerinde düşünceler oluşturmak için bile içinden seçim yapmakta zorlandığım esprili bölümler bolca kullanılmış. Zaman zaman kendimi neyle özdeşleştireceğimi bilemediğim, “Pi” sayısını merak edenin mi, bana bu konuda düşündüğünü söyleyen arkadaşın mı olduğumu anlayamadığım, belki de her ikisi gibi hissetiğim bölümüler de vardı. Ne de olsa yaşamım boyunca, az veya çok, ne işime yarayacağını hiç bilmediğim tonlarca, metrelerce, gecelerce, günlerce bilgiye, yazılmışa dalıp çıkamamış insanlardan birisi değil miydim?

""
İki inek çayırda otlamaktadır. Biri diğerine döner ve “Pi genellikle beş sayıyla yazılıyor ama aslında sonsuza kadar devam ediyor.” Der.
Diğer inek kafasını çevirir ve yanıtlar: “Mööö.” (S.20)

Bazı yerlerde uzun uzun düşünüp kaldığım da oldu;

""
Voohoona yerlilerinden birisi, batılı bir antropopoğa, 2+2:5’der.
Antropolog merakla bu sonuca nasıl ulaştığını sorar.
“Sayarak elbette,” der yerli. “Önce bir ipe iki düğüm attım. Sonra bir başka ipe iki düğüm daha attım. İki ipi birbirine bağladım, beş düğüm etti.” (S.71)

Felsefeyi, yaşamı anlamaya çalışma çabamızı, bunlarla ilgili yaşamımızdaki deneyimlerimizi iplere attığımız düğümlere, bizden önceki bazı insanların da bunlar için sordukları soruları da başka bir düğümlü ipe benzetecek olursak bunlardan her çıkardığımız doğruların hep bir fazla, bir üst olacağını söyleyebilir miyiz?

""
Bir salyangoz iki kaplumbağa tarafından soyulmuştur. Polis, salyangoza olayın nasıl cereyan ettiğini sorar.
“Bilemiyorum,” der salyangoz, “her şey o kadar hızlı oldu ki…” s.163

Yaşamın kısalığı, geçen günlerin uçuculuğu, hızla yanımızdan, yöremizden akıp giden yaşamın karşısındaki çaresizlik duygusuyla, kendimizi defalarca, hızlı bir suçlu (zaman) tarafından “soyulmuş bir salyangoz” gibi hissetiğimiz olmadı mı? Peki aşağıdaki salyangoz fıkrası bize ne düşündürmeli?

""
Kapı çalınır, kadın kapıyı açar. Eşikte bir salyangoz durmaktadır. Kadın etrafına bakınır, salyangozu alıp bahçeye fırlatır ve kapıyı kapar. İki hafta sonra gene kapı çalınır, kadın kapıyı açar ve salyangoz yine kapıdadır.
Salyangoz; “Neydi o tavır öyle?” s.163

Zamanın ve emeğin herkese göre görece olduğunu mu? Yıllarınızı verirsiniz, birisine ulaşmak, onu yakalamak için, o sizi alır bahçenin çimleri arasına fırlatır. Sonra tekrar aynı emekler. Evliliği mi anımsattı yoksa biraz da, salyangozun söyledikleri.

""
…bir gün Platon, kolunda bir ornitorenkle bara girmiş. Barmen çifte alaycı bir bakış atınca bizim ihtiyar, “ne diyeyim?” demiş, “mağarada daha güzel görünmüştü gözüme!” s.176

Fernando Savater; felsefenin tanımını şöyle yapıyor;

""
“Felsefe her şeyi bilenin bilmeyene bir açıklaması değil, gücün mantığına değil, mantığın gücüne karşılıklı olarak boyun eğen eşitler arasında bir diyalogdur.” (S.15)

SAVATER, Fernando, Yaşam Soruları, (çev: Şadan Karadeniz), İletişim Yay, İstanbul, 2001

Bu kadar yeter sanırım. Öneririm. Bir kahkaha yaşamı yaşanılır kılar derler. Bu kitap hem sıkı sık kahkahalar atmanıza, hem düşünmenize, hem de yaşamla ilgili hep sorduğunuz sorulara bir farklı bakış getirecektir belki… Denemekte yarar var.

CATHEART, Thomas & KLEİN, Daniel, Platon Bir Gün Kolunda Bir Ornitorenkle Bara Girer, (çev: Algan Sezgintüredi) Aylak Kitap, 2007

Kategori:

Re: Platon Bir Gün Bara Girer

""
Voohoona yerlilerinden birisi, batılı bir antropopoğa, 2+2=5’der.
Antropolog merakla bu sonuca nasıl ulaştığını sorar.
“Sayarak elbette,” der yerli. “Önce bir ipe iki düğüm attım. Sonra bir başka ipe iki düğüm daha attım. İki ipi birbirine bağladım, beş düğüm etti.” (S.71)

Yazıya henüz üstünkörü bakabildim. Ancak yukarıdaki alıntı çok hoşuma gitti.


Re: Platon Bir Gün Bara Girer

Kitabın adındaki Ornitorenk bilinçli olarak seçilmiş bir hayvan.

Küçük bir kunduzun bedenine, ördek gibi bir gagaya sahip, yumurta ile üreyen bir memeli olarak, tarih boyunca varlığı bir evrimsel şaka olarak nitelendirilmiş, canlı türlerinin sınıflamasında kolay kolay bir yere konulamamış, sürüngenle memeli arasında bir canlı.


Re: Platon Bir Gün Bara Girer

şu "90 dakika felsefeciliğinden" "nefret ediyorum".. pazarlamacılık ile felsefeyi birbirine karıştırıp hap hap kitaplar yazan "profesörler" bu ünvanlarının berisine nasıl olup da "felsefe" sözcüğünü iliştirebiliyorlar şaşıyorum. tamam bu kitapçıkların rağbet görmesini anlayabiliyorum pazarda ama bu rağbet gören kitapçıkları nasıl oluyor da kendisine "felsefe profesörleri" denilener yazıp yayınlayabiliyor?

bir de kişisel gelişim reçetelerine olan rağbet ile bu kitapçıklara olan rağbet arasında bir paralellik var... içteki çocuğu keşfetme dersleri, ferrarisini satan bilge pozları, doksan dakikalık filozoflar... cümbür cemaat entellektüel pazarın çeşnileri olarak yerlerini alıyorlar. gülmeyi "eğlence sekterünün" parçası haline getiren bu entellektüel ucubelikler felsefik kahkahayı da lümpen bir sırıtmaya çevirmek niyetindeler. Aklın ve ciddiyetin yükselişinin başlıca sorumlularından olan platon'un ironisindeki mizah ile bar filozoflarının hatun düşürmek için yaptığı "felsesprileri" bir potaya almamak gerekiyor. "entel sevicilik furyasının" felsefeyi de ele geçirmesine razı olmamak gerekiyor.hatta varoluşçuluk/absürdizm gibi ergen felsefesine dönmüş olanlar dahi bu sektörde bozuk para misali harcanamayacak kadar önemliler.. zizek'in ifadesiyle "müstehçen baba"nın buyrukları gizli bu hap gibi kitapçıkların içinde...içimi asıl acıtan da felsefe prof.u dediklerimizin bu buyruklara herkesten çok itaat ediyor oluşu zaten.


Re: Platon Bir Gün Bara Girer

oktay dedi ki:
şu "90 dakika felsefeciliğinden" "nefret ediyorum".. pazarlamacılık ile felsefeyi birbirine karıştırıp hap hap kitaplar yazan "profesörler" bu ünvanlarının berisine nasıl olup da "felsefe" sözcüğünü iliştirebiliyorlar şaşıyorum. tamam bu kitapçıkların rağbet görmesini anlayabiliyorum pazarda ama bu rağbet gören kitapçıkları nasıl oluyor da kendisine "felsefe profesörleri" denilener yazıp yayınlayabiliyor?

Bu tepkiyi anlıyorum. Ama bir yerde Kant'ı Prolegomenayı yazmaya iten sebepleri düşünüyorum.


Re: Platon Bir Gün Bara Girer

""
“Aklın ve ciddiyetin yükselişinin başlıca sorumlularından olan platon'un ironisindeki mizah ile bar filozoflarının hatun düşürmek için yaptığı "felsesprileri" bir potaya almamak gerekiyor. "entel sevicilik furyasının" felsefeyi de ele geçirmesine razı olmamak gerekiyor.”

“Akıl”, “ciddiyet”, “yükseliş”, “düşürme”, “ele geçirme” gibi kelimelerin abartılmış bir “fazla ciddiye alma” ile dizildikleri, izlenimi aldım Oktay’ın değinmesinden.

Ucuzun, basitin peşinden koşalım demiyorum. Ama çok fazla da genellemeci olmanın doğru olmadığını düşünüyorum. İlke, kural, şekil derken, bakıyorum ki bu kez de kendimize birçok yolu, birçok şeyi düşünmeyi bile yasaklıyoruz. Dünyanın en büyük elmasının çöplükte bulunmayacağını tabi ki bilmemiz gerekir. Ama neyin değerli, neyin değersiz olduğuna karar verebilmenin bazı şeylere sahip olmadan mümkün olamayacağını düşünüyorum. Kahvehanelerin tembeller yuvası, miskinler tekkesi olduğunu düşünebiliriz, ama zamanında kahvede, sokakta halkın anlattıklarını sanata dönüştüren sanatçıların olduğunu, buradan sanatsal yaratıcılıklarını beslediklerini yadsıyamayız.

Günümüzde her şeyin bir tüketim nesnesi haline geldiği, buna karşı tepkili olmamamız gerektiğini söylemek istemiyorum. Önyargılarımın kontrolümden çıkıp, zamanla beni engellemelerinden her zaman korktum. Bu nedenle bazı konularda daha doğru taraf olabilmek için, bazen bana öğretilen genel yargıların, şablonların, sınıflamaların, kestirip atılan doğruların en büyük engel, gerçeği bulandırıcı olabileceğini düşünüyorum.

Bilimin, felsefenin zamanla bir doğmaya, dine dönüşümünün taşıyıcısı durumuna düşmekten her zaman korktum. Bunun engelleyebilecek tek şeyin de kulağımın, duyularımın olabildiğince belli bir doygunlukta, çok fazla sesi değerlendirerek yaşamı izlemek olduğunu düşünüyorum.

(NOT: Aşağıdaki eklentiler, yukarıdaki konuyla ilgili değildir.)

""
Okur Hakları:
1-Okumama hakkı.
2-Sayfa atlama hakkı
3-Bir kitabı bitirmeme hakkı.
4-Tekrar okuma hakkı.
5-Canının istediğini okuma hakkı.
6-“Bovarizm” hakkı.
7-Canının istediği yerde okuma hakkı.
8-Çöplenme hakkı.
9-Yüksek sesle okuma hakkı.
10-Susma hakkı.
S:122

PENNAC, Daniel, Roman Gibi, (çev: Mustafa Kandemir)Metis yayınları, İstanbul, 1998


Re: Platon Bir Gün Bara Girer

Prolegomena ile bunları karıştırmamak gerekiyor diye düşünüyorum. Filozofların ortaya koydukları dizgeleri daha anlaşılabilecek dille ifade etmeye çalışmaları ile bu kültür endüstrisinin felsefeyi sevdirmek gibi kitlesel nedenlerle -sanki kitle felsefeye sahiden de tahammül edebilirmiş gibi- namık kemal fıkraları anlatmasını aynı düzleme almamak gerekiyor diye düşünüyorum.

bunu söyleyerek felsefenin ankara memurlarının gri duvarlar ardında yazdıkların oluşması gerektiğini söylemiyorum. Hatta felsefe "ciddiyetle yapılabilecek" bir şey de değildir, mizahta güldüren perspektif farklılıkları felsefenin dinamiklerinden biri olarak ortaya çıkarlar. mantıkçı pozitivizm gibi akımlar onun için asla felsefik düşünce olamazlar, memurdan filozof olmaz çünkü. ancak nietzsche öldü, bir hipopotam olarak yeniden doğdu; platon bir gün bara gider diye başlayan "felsefi" hap kitapları; hele pazardaki entellektüel züppelik talebinin "profesörlerce" karşılanmasına "aa ne kadar güzel yazmışlar, hem hiç sıkıcı da değil" diyip alkışa duracağımı kimse beklenmesin.. bunun şablonlarla, sınırlamayla ilgisi de yok. bu kitapların kendileri şablonlardan ibaret çünkü."müstehçen babanın buyrukları" ile yazılıyorlar..

felsefe kahkahadır ama sırtlan sırıtmalarını felsefe diye karşımıza koyarlarsa da kahkahanın savaş narasına dönüşmesinden doğal bir şey olmaz. felsefe hiç bir zaman "90 dakikalık bir etkinlik" olmayacak..


Re: Platon Bir Gün Bara Girer

oktay dedi ki:
Prolegomena ile bunları karıştırmamak gerekiyor diye düşünüyorum. Filozofların ortaya koydukları dizgeleri daha anlaşılabilecek dille ifade etmeye çalışmaları ile bu kültür endüstrisinin felsefeyi sevdirmek gibi kitlesel nedenlerle -sanki kitle felsefeye sahiden de tahammül edebilirmiş gibi- namık kemal fıkraları anlatmasını aynı düzleme almamak gerekiyor diye düşünüyorum.

Eleştirilerinize katılmamak -genel anlamıyla- mümkün değil. Prolegomena da elbette "90 dk. felsefe" kitaplarıyla kıyaslanamaz. Yine de bu girişim diğerine kapı aralar/ aralamıştır diye düşünüyorum.


Re: Platon Bir Gün Bara Girer

oktay dedi ki:

bir de kişisel gelişim reçetelerine olan rağbet ile bu kitapçıklara olan rağbet arasında bir paralellik var... içteki çocuğu keşfetme dersleri, ferrarisini satan bilge pozları, doksan dakikalık filozoflar...

Her şeyin kolay tüketilip hazmedilebilir halini pazarlayan sistem bu yaklaşımı tabiki felsefeye de uyarlayarak yeni pazar ürünleri elde etmenin peşinde.Bu ürünlere makbul oranda talebin de olduğunu düşünürsek; kitabevlerinde, çok satanlar başlıklı kepaze kitap sunumlarına da şaşırmamamız gerekir. Ve sonra malum bilgenin Ferrarisini satışıyla, okuyucuya erdem pazarlamaya kalkışılır.

Peki; o bilge Ferrarisinden bu kadar çok kurtulmak istiyorsa onu neden bırakıp gitmez de satar?

Kalırsa bir soru kalır bende Smile Yeni Türkü'ye selam olsun


Re: Platon Bir Gün Bara Girer

melike şenyüksel dedi ki:
Peki; o bilge Ferrarisinden bu kadar çok kurtulmak istiyorsa onu neden bırakıp gitmez de satar?

şöyle bir durum var ortada : "Ferrarisini nasıl sattığını" satan bilge Smile çifte kazanç.."ferrari 'yi ve nasıl sattığını satmakdan" kazanmak...

bu söylediklerime "Ne var ki, insanlar kitap yazıp onları satabilir.." vs. diyenler olabilir belki ama bu "karşılık" söylediklerimi karşılamaktan oldukça uzak..