UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Öyküde İstismar

18 Eyl 2008
eren

"Mezar Nöbeti" oykusu dolayisiyla baslayan oykude istismar konusundaki tartismayi oyku kuramina iliskin daha genis bir tartismaya donusturmeyi kararlastirip buraya tasidik. Asagidaki mesajlar, soz konusu basliktaki siraya gore bu basliga aktarilmistir. Mesajlar arasindaki bosluklarin nedeni, oykuyle ilgili degerlendirmelerin tamaminin buraya alinmamis olmasidir. Ozgun halleri icin oykuyle ilgili tartisma basligina bakilabilir.

Kategori:

Re: Öyküde İstismar

Öyküsünü uzunhikâyeyle paylaşarak yeni bir soluk katan Kadir Yüksel’i kırmaktan korkarım. On yedi aylık bir bebeğe tecavüz edildiği haberinin çıktığı günlerde Koridor Dergisi’ne bu olayı konu edinen bir öykü gelmişti. Orada da yazmıştım. Bu tür konuları edebi bir metinle anlatmak, bir öyküyle anlatmak pek doğru gelmiyor bana demiştim de kıyamet kopmuştu. Fakat düşüncelerimi paylaşmak gereği duyuyorum.
Hassasiyet içerdiğinden öyküye dokunamıyor insan. İyi kurgulanmış, başarılı bir anlatım, şurası çok iyi olmuş da şurasında bir sorun var diyemiyor. Sözün bittiği yer çünkü orası.
Edebi bir metin olarak değerlendirmiyorum anlatılanları. Tolstoy’un Savaş ve Barış’ında romanın baş kişilerinden birinin yaralandığı bölümde verilen ayrıntılı betimlemeler dışında orada kopan kollar, bacaklar, parçalanan kafalar, yüzler yoktur, savaş manzaraları betimlenmemiştir. Cephedeymişiz gibi acı duyarız, görmüşüz gibi biz tasavvur ederiz ölen, yaralanan cephedeki askerleri, savaşın ne büyük bir yıkım, ne korkunç bir felaket olduğunu…
Belki de tv kanallarının haber bültenlerinde “saniye saniye deprem görüntüleri” “sıcağı sıcağına çıkarılan cesetler” le öyle çok istismar edildi ki duygularımız… Deprem için, değilse de depremde yaşanan acılar için sözün bittiği yer diyorum ben. Nurten Aksakal değinmiş, sorumlulara. Sorumlular, tedbir alması gereken yetkililer kıyıda durup seyrederken, seyrettikleriyle kalırken, depremde yaşanılan acıların anlatılması, yazarın niyetinden bağımsız, konusu gereği istismar gibi geliyor bana.


Re: Öyküde İstismar

Sayın Elif Çınar,

Teşekkür ederim. Öyküye ders çalışılırken kırılmak olur mu?
Mezar Nöbeti adlı öyküm okuyanın biraz olsun içini acıttıysa konunun açtığı yaradandır... öykünün geriye kalan bütün kusurları ise elbette ki yazarınındır.
Öncelikle anlatılanlar birebir yaşanmış değildir... ben öyle bir gömme törenine katılmış değilim... anlatılanlar sadece bir gazete haberinin öyküleştirilmesidir.
Şunu unutmamak gerek ki o olayların üzerinden on yıl geçti... daha dünkü olaylar değil... yazabilmek de pek kolay değil... bu yüzden "istismar" sözcüğünün pek hoş kaçmadığını, çabuklukla söylendiğini düşündüm sadece...
Bu arada günceli yazmaktan, günlük yaşamın sert yanını, iç acıtan yanını yazmaktan ne kadar da uzaklaştırdılar bizi... Güncel olan da yazılabilir ve öyküleşebilir bana göre... kaba gerçek gibi durmasından da korkmamak gerekir... insanlığın, dünyanın, ülkemizin bunca sorunu varken... ha, öyküleşmiş mi, öykü olamamış mı... bu çok önemli elbette... en önce değerlendirilmesi gereken bu belki de...
Yeniden "istismar" sözcüğüne dönecek olursak; kadınların günlük yaşamdaki sorunlarını anlata anlata bitiremedi kadın yazarlarımız, onlar da bu kadın sorunlarını istismar ediyor olmasınlar... yanlış anlaşılmak istemem, bana kalırsa etsinler, o sancıları, sıkıntıları yazsınlar da varsın biraz istismar etsinler... Tersane işçileri de yazılmalı, hem de hemen... Mehmet Atilla işçi öyküleri ödülü alan öyküsüyle yapmıştı, hem de ne güzel yapmıştı...
Bütün bunları size yanıt olması için, kendimi savunmak için yazmadığımı bilmenizi isterim... tartışılabilir konular bunlar... belki de tartışılmasında yarar var...
Evrensel'de çıkan kitabınızı büyük bir heyecanla alıp okumuştum. Ve her öyküsüyle işte yazılacak öyküler bunlar demiştim. O zamanlar böylesi bir iletişim kanalımız olmadığı için bu düşüncemi iletememiştim. Şimdi iletiyorum... dün gece tekrar okudum bir kaçını ve daha önceki düşüncelerimde bir gıdım bile değişme olmadı... öykülerinize sağlık...
Selamlar, saygılar...


Re: Öyküde İstismar

Moderator notu: Mesaj kopyalanirken "Oykude Istismar" basligiyla ilgili olmayan bolumu cikarilmistir. Mesajin orijinaline bu linkten ulasilabilir.

Tartışmaya gelince... kesinlikle amacım kendi öyküm üzerinden karşılıklı amaçsız bir tartışmaya girmek değil. Yanlış anlaşılmaktan korkarım.
Ben sadece kendi düşüncemi yazmak istedim. Özellikle bizlerin gündelik yaşamın kaba saba, çirkin yanlarını da, iç acıtan yanlarını da gerçeklikten korkmadan anlatmamız gerektiğini düşünenlerdenim. Hem de öyle biçemci sanatsal anlatımlarla değil, düz, düpedüz anlatımlarla... Öykücülüğümüzün bu kanalının günümüzde yeterince kullanılmadığını ve öykünün hayattan, insani olandan geri durduğunu düşünüyorum. Bunu öykü komiserliği yapmak anlamında söylemiyorum, bir tespittir sadece... Ayrıca elbette öykücü, yazar özgürdür ve anlatmak istediği her şeyi anlatabilir... Ölçütümüz ne olmalıdır? Belki de tartışma burada gizlidir. Fethi Naci'nin kitaplarının birinin adıydı: Edebiyatta Ölçüt Sorunu...

Selamlar, saygılar...


Re: Öyküde İstismar

kadiryüksel dedi ki:
Tartışmaya gelince... kesinlikle amacım kendi öyküm üzerinden karşılıklı amaçsız bir tartışmaya girmek değil. Yanlış anlaşılmaktan korkarım.

Zannetmiyorum ki Uzun Hikaye forumunda bunu yanlis anlayacak kimse olsun, iciniz rahat olsun. Sizi oldukca iyi anladigimi saniyorum. Elbette bu, daha genis bir kapsamda ele alinmasi gereken bir tartisma. Ama madem simdi ve burada basladi, bir yandan oykuyle ("Mezar Nobeti") ilgili dusuncelerimizi dile getirirken neden bir yandan da bu tartismayi derinlestirmeyelim? Bakariz ki tartisma dallanip budaklaniyor, o zaman "Oyku Kurami" forumuna tasiyip orada tartisiriz dusuncelerimizi. Ben, kendi adima, bu tartismayi oldukca onemsiyorum ve amacsiz oldugunu dusunmuyorum. En azindan Elif'in de, daha once de yasadigi bir durumla ilgili olan bu tartismaya ilgi gosterecegini ve katkida bulunacagini umuyorum. Belki de tartismanin bir an once bu oyku kapsamindan bagimsiz olarak dusunulmeye baslanmasi gerekiyor. Bakalim.

Sevgiler.


Re: Öyküde İstismar

Belki de "Öykü Kuramı" başlığımız içinde bir okuma programı çıkararak bu ve benzer konular hakkında bir iki hafta bir konu üzerinde tartışarak düşüncelerimizi ve sorularımızı paylaşabiliriz.

""
Ama madem simdi ve burada basladi, bir yandan oykuyle ("Mezar Nobeti") ilgili dusuncelerimizi dile getirirken neden bir yandan da bu tartismayi derinlestirmeyelim? Bakariz ki tartisma dallanip budaklaniyor, o zaman "Oyku Kurami" forumuna tasiyip orada tartisiriz dusuncelerimizi.

Eren'in fikrine bir önerim olacak;
Tartışmanın dallanıp budaklanmasını beklemeden şimdiden "öyküde istismar" diye bir başlık açsak ve "mezar nöbeti" öyküsü hakkında yazılabilecek ya da söylenebilecek başka şeylerin bu tartışmanın gölgesinde kalma ihtimalini ortadan kaldırsak daha iyi olabilir mi?


Re: Öyküde İstismar

Bu konuda bir kaç noktayı benim için açıklığa kavuşturabilirsek çok mutlu olacağım;

""
Elif yazdı;
Edebi bir metin olarak değerlendirmiyorum anlatılanları.

Her hangi bir acılı, kanlı, sancılı bir olay öyküye ya da romana ve hatta şiire konu olmamalı mı?Bazen canımızın yanması, bazı şaylerin bize hatırlatılması edebiyat eliyle olmamalı mı?

""
Tolstoy’un Savaş ve Barış’ında romanın baş kişilerinden birinin yaralandığı bölümde verilen ayrıntılı betimlemeler dışında orada kopan kollar, bacaklar, parçalanan kafalar, yüzler yoktur, savaş manzaraları betimlenmemiştir. Cephedeymişiz gibi acı duyarız, görmüşüz gibi biz tasavvur ederiz ölen, yaralanan cephedeki askerleri, savaşın ne büyük bir yıkım, ne korkunç bir felaket olduğunu…

Konunun ya da olayın nasıl ele alındığının, nasıl işlendiğinin bir önemi var mı?
Olayın nasıl ele alındığı, nasıl işlendiği bunun bir istismar olup olmamasını belirleyen tek kriter midir? Daha doğrusu, doğru bir kriter midir? Bir sahnede az kan görmek bu olayı daha az istismar etmiş oluyor ve iyi bir teknikle bizim hayal etmemizi sağlayarak duygularımız daha mı az incitilmiş oluyo. Yani biz kendimizi kendi hayal gücümüzle incitince mi edebi oluyor.

Aslına bakarsanız bunlara bir cevabım yok sadece sesli düşünüyorum ve sizlerinde bu düşüncelerimi şekillendireceğinizi umuyorum.


Re: Öyküde İstismar

"Semere" Arapca'da meyve, urun anlamina geliyor (kaynak). Bir seyin meyvesini, urununu toplamak, ondan yararlanmak anlamina gelen "istismar"i etimolojik kokeniyle birlikte dusununce gunluk dildeki kadar olumsuz bir vurgu tasimadigini da goruyoruz. Ancak, dil, elbette sozlukte yazdigi gibi durmuyor. Yasiyor ve kimi sozcukler kapsadiklari anlamlarin yalnizca bir bolugune indirgeniyor, kimileri en basta kapsadiklarindan daha genis anlamlarda kullanilmaya baslaniyor, bazilariysa busbutun baska anlamlarda, hatta zit anlamlarda kullaniliyor. Ben yine de bu etimolojik izin, dusuncelerimi ifade etmemde bana yardimci olacagini hissediyorum. Izninizle buna bagli kalarak devam edeyim.

Kadir Yuksel, "Bu arada günceli yazmaktan, günlük yaşamın sert yanını, iç acıtan yanını yazmaktan ne kadar da uzaklaştırdılar bizi..." diyerek madalyonun ikinci yuzunu gosteriyor. Evet, gunceli yazmak gerek. Oyku, edebiyat, elbette gercekten, hayattan beslenmeli. Kurgunun icine sikisan edebiyat nefes alamaz oluyor. Yasama degmeden soluk alamiyor oyku. Sorun da, yine Yuksel'in ifadesiyle yasamin "sert ..., iç acıtan" yanina degerken gozumuze batmaya basliyor. Deprem felaketinin gorunur kildigi carpikliklari, hafizamiza kazidigi travmayi, on yedi aylik bir bebege tecavuz edilisinin insanda yarattigi tiksinme duygusunu nasil ele alacagiz? Oysa sadece orada degil, ondan once, yasamla ilgili her alanda orada duruyor bu sorun. Yasamin getirdiklerini, illa ki ahlaki bir cokuntuye varmadan da, duygularimizi bastiramadigimiz olaylari ele almaya baslamadan da serin kanlilikla edebiyata akitmayi basarmak gerekmiyor mu? Aslinda her durumda sanat, edebiyat, yasam agacinin meyvelerini topluyor. Benim gozumde onemli olan meyvelerin nasil topladigi. Meyveler dallari budaklari gozumuze girecek gibi onumuze mi atiliyor, yoksa agactan ozenle toplanip, sapindan copunden ayiklanip, guzelce yikanip kurulanip samimiyetle mi sunuluyor?

Diyelim, camdan bakan bir kadinin evdeki yasantisini anlatan dalli budakli oykuler onumuze atildiginda belki sinirlenip, elimizin tersiyle soyle bir itip, bu oykunun surasi soyle, burasi boyle, diyoruz hakli olarak. Yazarin ele aldigi konuyu toparlamayi beceremedigini, eline yuzune bulastirdigini soyleyip tavir aliyoruz. Ama ayni konu daha ozenli bir dil, basarili bir kurgu, sinirlari belirlenmis bir soylemle karsimiza cikinca hayran kaliyor, ona iliskin olumlu dusuncelerimizi siralama ihtiyaci hissediyoruz. Ayni meyve baska bicimlerde toplaninca, busbutun baska seyler dusunuyoruz. Yalapsap yazilmis bir oykuyle calisilmis, didiklenmis oyku arasindaki farki gorebiliyoruz. O zaman, her seyden once, oykunun edebi degeri belirliyor o hasadin niteligini.

Peki toplumsal hafizada yer edecek olcude sansasyonel olaylari, diger olay ve durumlardan ayiran sey nedir? Bunlar ustune soyleyecek sozumuz olamaz mi? Bunu sanatla, edebiyatla, nihayet, oykuyle soylemek isteyemez miyiz? Ben bunun pekala mumkun oldugunu dusunuyorum. Dahasi, yazarin bundan kacinmamasi aksine ustune gitmesi gerektigini, guzel derlenmis meyveleri belki de en cok bu turden durumlarin hak ettigini dusunuyorum.

Ama bunun icin once yazarin soz konusu sorunu kendi ruhunda hissetmesi gerek. Ancak o zaman onu kendi imbiginden suzerek edebiyatina gerektigi gibi yansitabilir. Belki de sorun, topluma bu derece malolmus olaylarin (yalnizca uzucu degil, ayni zamanda sevindirici, coskulu olaylarin da) kisisel duzlemde ozgun bicimde hazmedilmesinin guclugunden kaynaklaniyordur. Cunku herkesin konustugu bir konuda ozgun, toplumun yuregine dokunan bir sey soylemek zor olsa gerek. Bunun cogunlukla hoyratca yapiliyor olmasidir belki de -kendimde de belirli boyutlarda hissettigim- tepkinin nedeni.

Daha dun olmus bir olayla ilgili oykuyu okurken, diyelim, bundan 50 yil sonra okuyacaklarin gozuyle gormeye calissak o oykuyu... O zaman daha saglikli bir degerlendirme yapabilecegimizi dusunuyorum. Cunku o insanlar bugun bizi etkileyen olayi bizim kadar derinden hissedemeyecekler, hatta tarihte boyle seylerin oldugunu bile bilmeyecekler. Oykunun degeri iste o zaman ortaya cikmaya baslayacak. Atmosferi nasil yansittigi, soylemini ne kadar ozenle gelistirdigi, soylenenin yasamla ne kadar ortustugu...

Bu nedenle, dun de yasansa, travmatik de olsa, her olayin oykunun, edebiyatin, sanatin konusunu olusturabilecegini dusunuyorum. Yeter ki okudugumuz sey o haberden, olaydan haberdar olmayana atmosferi yansitabilecek yetkinlikte, beylik sozleri yinelemeye tevessul etmeyecek ozgunlukte ve duygu somurusu bayagiligina dusmeyecek saglamlikta olsun. Yinelemek gerekirse: sorun meyvede degil, onun onumuze getirilis biciminde.


Re: Öyküde İstismar

Moderator notu: Mesajin tamami "Mezar Nöbeti" oykusuyle ilgili degerlendirmelerde bulunabilir. Buraya yalnizca bu tartismayla ilgili bolum alinmistir.

Tartışma konusuna da değinmek isterim bu ama ne kadar değinebilirim bilmiyorum, istismar konusu bana hep çetrefil görünmüştür, çünkü büyük oranda niyet ile ilşkilidir. Niyetse her zaman elle tulutlup gözle görülen bir şey değil. İstismarı ararken nereye bakacağız? Metinin işlenme biçimine mi, yazarın genel tavrına mı, içinde bulunulan atmosfere mi, konuya mı?

Ben niyeti anlamak için yazarın yaşama ve metin içindeki genel tutumuna, bakmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.

Her konu istismar edilebilir. Bazı konular bazı dönemler önem kazanabilir ama en popüler zamanında bile aynı konuyu istismar konusu apmadan ele almak mümkün. Ve gerekli. (istismara kaptırmamak için)

Öte yandan "öyle çok istismar edildi ki duygularımız… " bazen soru işareti ile bakmak kendimizi bile incitebiliyor.


Re: Öyküde İstismar

nurtenöztürk dedi ki:
Tartışma konusuna da değinmek isterim bu ama ne kadar değinebilirim bilmiyorum, istismar konusu bana hep çetrefil görünmüştür, çünkü büyük oranda niyet ile ilşkilidir. Niyetse her zaman elle tulutlup gözle görülen bir şey değil. İstismarı ararken nereye bakacağız? Metinin işlenme biçimine mi, yazarın genel tavrına mı, içinde bulunulan atmosfere mi, konuya mı?

Ben niyeti anlamak için yazarın yaşama ve metin içindeki genel tutumuna, bakmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.

Yasamin baska alanlarinda istismarin gerceklesip gerceklesmedigini anlayabilmek icin niyeti arastirmak cok onemli ipuclari veriyor. Son zamanlarda insanlarin yoksulluk karsisindaki acima duygularini istismar eden yardim dernekleri surekli gundemde. Televizyonlarin haber bultenlerinde, gazetelerde surekli istismarla karsi karsiyayiz. Sokakta dilenciler surekli acima duygumuzu dha profesyonelce istismar edebilmek icin cabaliyorlar. Bu durum, ozellikle dilencilik durumunda daha gozle gorulur hale geliyor. Fakir oldugu icin, cocuklarini okutamadigi icin dilendigi yalanini bize yutturmaya calisan ve aslinda dilencilikten elde ettigi gelir hic de yabana atilmayacak durumda olanlarin haberlerini surekli duyuyoruz. Bu haberi duydugumuzda da tespiti hemen yapabiliyoruz: insanlarin duygularini istismar etmis. Ama tahmin etmek hic de guc degil ki, gercekten hasta cocugunun hastane masraflari icin dilenmek zorunda kalan insanlar da var bu ulkede. Onlar, tam da bize soyledikleri nedenle dilenmek zorunda kaldiklari icin, niyetlerini aciklikla ifade ettikleri ve caresizlikleri icinde baska cikar yol bulamadiklari icin, yaptiklari seyin istismara girmedigini dusunuyorum.

Oysa sanatta/ edebiyatta istismarin niyetten hareket edilerek cozulebilecegi dusuncesinde degilim. Cunku, acikcasi cogunlukla, edebi istismarin iyi niyetle duygularini ifade etmek isteyenler tarafindan yaildigini dusunuyorum. Kanayan bir yaradan, toplumsal bir felaketten ya da bir insanin icine dustugu icler acisi durumdan gercekten cok etkilendigi icin duygularini kelimelere dokmek isteyip de bunu turlu cesitli nedenlerle beceremeyenlerin yaptigi sey oluyor istismar. Yazarin tum iyi niyetine karsin ortaya cikan metin o derece edebiyat fukarasi oluyor ki anladigimiz tek sey su oluyor: "Bir yandan hasta esinin ilac parasini yetistirmeye bir yandan da uc kucuk cocuga bakmaya calisirken ne kadar da buyuk zorluklar cekmis degil mi adam? Ben cok uzuldum, cok agladim."

Demem o ki, istismar, yazarin niyetinden bagimsiz olarak ortaya cikar bence edebi metinde. Butunu butunune de metnin edebi basarisiyla ilgilidir. Bu nedenle boyle konulari ele almak aslinda yazar acisindan cok risklidir, cunku eger altindan kalkmayi basaramazsa "istismar" ithamiyla karsilasma olasiligi vardir.

Istismar, Yesilcam melodramlarinin yaptigi seydir bana gore. Orhan Kemal'in Bereketli Topraklar Uzerinde'sinin, Yasar Kemal'in Demirciler Carsisi Cinayeti'nin o filmlerin senaristleri ve yonetmenlerinin elinde ne hale gelebilecegini dusunuyorum da, Allah Yasar Kemal'i basimizdan eksik etmesin, diyorum (Orhan Kemal icin yapacak bir sey yok artik, ne yazik ki).


Re: Öyküde İstismar

Sayın Eren,

Düşüncelerinize katılıyorum. Bütün sorun metnin edebi başarısındadır. Çok doğru. Zaten o başarı yoksa o öykü de olamamış demektir. Benim de söylemek istediğim bu işte. Önce öyküye bakalım. Öykü başarılı, iyi bir öyküyse bence her şeyden söz edebilir.

Örneğin, kum torbaları yerine işçiler doldurularak denenen filikayı hatırlarsınız... geçtiğimiz günlerde... işçiler ölmüştü filikanın içinde... neden yazılmasın bu? Hatta, niye yazılmaz! Nasıl anlatacağınız önem kazanır... ister düpedüz anlatırsınız, ister farklı kurgularla anlatırsınız... önemli olan anlatabilmenizdir... diliyle, kurgusuyla, duygusuyla, samimiyetiyle... her şeyiyle... önce öykü olmalı... öykü olamıyorsa zaten bitmiş demektir... ölçüt sorunudur bu... ölçütleri değerlendirme sorunudur... yoksa her şey istismar edilebilir... en istismara açık konuysa birdenbire çok güzel bir öyküye dönüşebilir... Orhan Kemal'in çocukları ele aldığı çok sayıda öyküsü var... çocuk istismarı olmasın diye geri durmamış... yazmış... Uyku adlı öyküsünü hatırlayın (en çok bilinenidir diye söylüyorum), iyi bir öykü olamasaydı ne olurdu... İnci Aral'ın Kıran Resimleri'ni hatırlayın; Maraş olaylarından kanlı, vahşi insan manzaralarıdır o öyküler... Önce öykü olarak bakmazsak kenara atmamız gerek o kitabı... moda deyimle: istismarın daniskası olurlar... Yenilere gelelim: Yavuz Ekinci'nin son öykü kitabı Bana İsmail Deyin' de bir iki öykü var, sadece konularını alın... hem de gerçeklik duygusuyla yazılmışlar... istismar...

Yani her trajik, dramatik olgu kötü anlatılırsa istismara girer... Oidipus'u bilirsiniz... kör olması dolayısıyla acır mısınız ona? Ben acırım, çünkü öylesine bir gerçeklik duygusuyla yazılmıştır... çünkü insan özdeşleştirir acıyla kendini...

Bence herşeyden önce bakmamız gereken öykü ölçütleridir. Bunun elbette yazılı kuralları yok... biraz da iyi öykünün kokusunu almakla ilgili...

Mezar Nöbeti özeline gelince... öykü öykü olabilmiş midir? Olamamışsa zaten hiçbir şey olamamıştır... İstismar da etse bir işe yaramaz...

Kadir Yüksel


Re: Öyküde İstismar

nurten aksakal dedi ki:
Konunun ya da olayın nasıl ele alındığının, nasıl işlendiğinin bir önemi var mı?

Nurten'in kaygısını tahmin edebiyorum ama buna rağman bu soruyu sormuş olmasını aklım almıyor. Bu soruyu sorması beni şaşırtmaktan çok korkutuyor.
Öyküde İstismar başlığının altında şu sıra bir şeyler yazamayacağım. Es geçtiğimi sanmayın. Yazılanları okuyup toparlamam gerek. Bir savunma metni hazırlayacağım Boxing
İstismar konusunu forumdaki bir öykü üzerinden tartışmak mümkün olmayacak gibi geliyor bana. Kadir'in öyküsü üzerinden tartışmak istemiyorum. Kavramlarla anlatmak yerine örneklerle göstermeyi tercih ediyorum. Siz tartışa durun ben nasıl anlatacağımın olanaklarını yakaldıkça derdimi anlatmaya çalışacağım. Bu başlığın altına şimdilik yazmayacak oluşumun nedenini açıklamak istedim.


Re: Öyküde İstismar

elif cinar dedi ki:
İstismar konusunu forumdaki bir öykü üzerinden tartışmak mümkün olmayacak gibi geliyor bana. Kadir'in öyküsü üzerinden tartışmak istemiyorum. Kavramlarla anlatmak yerine örneklerle göstermeyi tercih ediyorum. Siz tartışa durun ben nasıl anlatacağımın olanaklarını yakaldıkça derdimi anlatmaya çalışacağım. Bu başlığın altına şimdilik yazmayacak oluşumun nedenini açıklamak istedim.

Aslinda benim aklima oturup bir istismara oykusu yazmak gelmisti. Sonra da onun istismar oykusu olmasi icin bir atolye calismasi onermek. Pek cokkonu bulunabilir bunun icin. Ama istismar oykusu yazmak o kadar kolay olmayabilir diye hic sesimi cikarmamistim. Belki boyle bir sey yapabiliriz.


Re: Öyküde İstismar

Aslında mail adresimi karıştırırsam bulabilirim. On yedi aylık bir bebeğe tecavüze tepki olarak yazılmış bir öykü. İstismarın da ötesinde bir sapkınlığa sapkınlıkla cevap veren(benim öykü hakkında söyleyebileceğim tek söz bu) bir öykü. Ama yöntem doğru olur mu bilmiyorum. Foruma gönder derseniz. Bulmaya çalışırım.


Re: Öyküde İstismar

elif cinar dedi ki:
Aslında mail adresimi karıştırırsam bulabilirim. On yedi aylık bir bebeğe tecavüze tepki olarak yazılmış bir öykü. İstismarın da ötesinde bir sapkınlığa sapkınlıkla cevap veren(benim öykü hakkında söyleyebileceğim tek söz bu) bir öykü. Ama yöntem doğru olur mu bilmiyorum. Foruma gönder derseniz. Bulmaya çalışırım.

Ben kendi yazacagimiz ya da bir yerde yayimlanmis bir oyku uzerinden konusmanin daha dogru olacagini dusunuyorum. Hicbir yerde yayimlanmamis, bir dergi yazi kuruluna yayimlanmasi icin gonderilmis bir oyku uzerine forumda tartismak (yazarinin adini saklasak bile) bana dogru gorunmuyor. Ama eger yayimlanmis bir oyku bulabilirsek, oyku kamusal alana acilmis oldugundan, dadindan yinmez. Olmadi ben yazmayi deneyeyim. Ama oyku guzel olmazsa kizmak yok ("istismar oykusu yazacagim," deyip ustune, "guzel olmazsa kizmak yok," demek nasil bir celiskidir, cozen beri gelsin Huh! ).


Re: Öyküde İstismar

Evet, tabii ki doğru söylüyor Eren. Ben mail adresimden bulabilirim derken, işin teknik yönünü düşündüğüm için orayı adres verdim. Öykü Koridor dergisinde, benim tüm cadolozluklarıma rağmen, öyküyü gönderen bir yazarın tanıdığı olduğu için, yayınlandı. Koridor dergisinde var sözünü ettiğim bu öykü. Ama makina yok. Tarayıcı filan. O sebeple mail adresimden bulurum dedim.


Re: Öyküde İstismar

elif cinar dedi ki:
Evet, tabii ki doğru söylüyor Eren. Ben mail adresimden bulabilirim derken, işin teknik yönünü düşündüğüm için orayı adres verdim. Öykü Koridor dergisinde, benim tüm cadolozluklarıma rağmen, öyküyü gönderen bir yazarın tanıdığı olduğu için, yayınlandı. Koridor dergisinde var sözünü ettiğim bu öykü. Ama makina yok. Tarayıcı filan. O sebeple mail adresimden bulurum dedim.

Madem oyku yayimlanmis, bence pek guzel konusuruz biz o oyku uzerine. Dergi adini da yazar adini da vererek hem. Ben de istismar oykusu yazmaktan kurtulmus olurum Smile


Re: Öyküde İstismar

Tamam o zaman, maillerimi tarayacağım ama önce saçlarını tarayıp etrafa bir süpürge tutup ortalığı bir düzenlemem lâzım. Mâlum, evi de derli toplu tutmak gerek. Sonra dere kıyısına gidip(civarda bir dere var mı acep?) yavaş yavaş suya gömülmezsem akşama forumda olur öykü.


Re: Öyküde İstismar

elif cinar dedi ki:
Tamam o zaman, maillerimi tarayacağım ama önce saçlarını tarayıp etrafa bir süpürge tutup ortalığı bir düzenlemem lâzım. Mâlum, evi de derli toplu tutmak gerek. Sonra dere kıyısına gidip(civarda bir dere var mı acep?) yavaş yavaş suya gömülmezsem akşama forumda olur öykü.

Dikmen Vadisi'nde havuzlar vardı hatırladıgım kadarıyla. Ama tabii kimseye önermiyoruz yavaş yavaş sulara gömülmesini. Daha önce yapanların arkalarında bir külliyat bırakmış olduğunu (bırakmayanları zaten hatırlayan yok) ve bu eylemlerinden pek olumlu bir sonuç alamadıklarını da anımsatmak isterim Smile

Öyküyü bekliyoruz o zaman...


Re: Öyküde İstismar

Tamam o zaman.


Re: Öyküde İstismar

""
Elif yazdı;
""
nurten aksakal yazdı:Konunun ya da olayın nasıl ele alındığının, nasıl işlendiğinin bir önemi var mı?

Nurten'in kaygısını tahmin edebiyorum ama buna rağman bu soruyu sormuş olmasını aklım almıyor. Bu soruyu sorması beni şaşırtmaktan çok korkutuyor.
Öyküde İstismar başlığının altında şu sıra bir şeyler yazamayacağım. Es geçtiğimi sanmayın. Yazılanları okuyup toparlamam gerek. Bir savunma metni hazırlayacağım Boxing

istismar hakkında aklıma takılan bir yığın soru var.Dönenip duruyorum kaç gündür.
Üstteki soru; amiyane bir dille ifade edecek olursam, satacak dili çözmüş (bu bana ait bir tanımlama değildir, sanki bir şifre ya da matematik sorusuymuş gibi sinemadan ve edebiyattan bahsedilmesi tüylerimi üpertir) yazarların samimiyetsizliklerine vurgu yapmak istemiştim.
Bir zamanlar toplumcu edebiyat olarak örneklendirilen ve edebi yönden zayıf bulunan eserler için benzer tartışmalar hakkında okuduğumda şu soruya cevap aramaya çalıştığımı hatırlıyorum;
"Eğer iyi bir ifade gücünüz varsa tehlikeli ve zarar verici şeylerden bahsetmek iyi ve takdir edilebilir mi olacaktır?

Sabırsızlıkla bu konuda yazılacak görüşleri bekliyorum. Elbette bir de Koridor da yayımlanan öyküyü..
Tecavüz olayının ana konu olmasıyla öyküde bahsi geçen yan bir öğe olması konusundan fark var mıdır? bunu da sorularıma eklemek istiyorum. Keza Cumalı'nın "Tanrının Kırlarında" öyküsündeki çocuğun durumu benim öyküyü okuduğum gün içinde ağzıma tek bir lokma koymama sebep oldu.
Bende yarattığı etkinin gücüne bakarak bile Cumalı'nın bunu istismar öğesi olarak kullanmadığını düşünüyorum ama bu hassas konularda çizgiyi, sınırları neye göre beliryeceğiz?
Dediğim gibi yüzlerce daha soru sıralayabilirim, anlayabilmek, en azından yaklaşabilmek için.

Elini çabuk tut Elif'im, notlarını bir an önce toparla sabırsızlıkla bekliyorum. Çünkü; İnsan neden yazar?, insan neden okur? sorularıma da parça parça cevap biriktiriyorum.


Re: Öyküde İstismar

""
KİRLETİLDİK, FAİLİ HAYATTIR
Sedat BOZKURT
(Koridor Kültür, Sanat, Edebiyat Dergisi, Ocak-Şubat-Mart Sayı 2)


Hastanenin acil servisi o sabah tarihinin en hareketli günlerinden birisini yaşıyordu. Servisteki bütün doktorlar, hemşireler biraz önce getirilen hastanın etrafından toplanmıştı. Hastanın çevresindeki doktorlarda ve hemşirelerde sürekli bir, olağan olmayan panik havası vardı. Müdahalelerde uzmanlaşmış doktorlar, çaresizlik içinde getirilen hastaya bakarak onun durumunu kavramaya çalışıyorlardı. Doktorlar hastayla ilgili olarak kendi aralarında konuşmak için ayrıldıkları zaman sedyenin üzerindeki yaralı ortaya çıktı. Hemşirelerin hâlâ şokta olmasına neden olan canlı bir et yığını sedyede yatıyordu. Tüm vücudu zımpara ile kazınmış, bıçakla soyulmuş, göz kapakları kesilmiş bir insandı o sabah acil serviste bu paniği yaratan…

Acil serviste hasta ile ilk karşılaşan doktor hemen telefonla hocasına ulaşarak durumu aktarmaya çalışıyordu, yaşadığı şaşkınlık ve şok halinin devam ettiği de hemen belli oluyordu:
“Hocam acil servise ilk geldiği zaman işkence sonuçu bu hale geldiğini sandık. Komşusu gece boyunca işkence gören birine ait gibi sesler duymuş ve polise ihbar etmiş. Polis eve gelince hastayla karşılaşmış ve hemen bize haber verdiler. Her ne yapmış ise kendi kendine yapmış. Şu ana kadar ağzından çıkan tek anlamlı söz ise ‘kirletildik, temizlenmemiz lazım’mış. Tüm derisi kazınmış, göz kapakları kesilmiş. Çok kan kaybetmiş”

Durumun özeti böyleydi, “kirletildik temizlenmemiz lazım”. Acil servisi uzaydan gelmiş bir canlı gibi yatan hastayla tanıştıran kişi Refik’ti. Emekli ilkokul öğretmeni Refik... Nesli tükenen idealist öğretmenlerin biriydi. İdealleri uğruna yaşamının tamamını taşrada tek başına geçiren, küçücük çocuklara bir harf öğretmeye adanmış bir hayatın sahibiydi Refik öğretmen. Yaşamı boyunca ilkelerine ve mesleğine çok önem vermişti. Öğrencilerine, yani çocuklarına da hep böyle olmayı öğretmişti. Bunun için harcadığı emeklerin karşılığını bir gün alacağına inancı ise tamdı. “Kirlenmeden” bir hayat geçirdiğine inanıyordu. Artık yaşı iyice geçmişti ve kalan yılları sayılıydı. Peki nasıl bu hale gelmişti?

Emekli olalı hayli zaman olmuştu. Artık tek kişilik hayatıma iyice alışmıştım. Sık sık çocuklarımı, bütün sınıfların bir arada bulunduğu ahırdan bozma köy okullarını da özlüyordum. Ama olsun, ara sıra öğretmenim diye elimi öpmek için yanıma gelen gençleri, koca koca adamları gördükçe bu özlemim yerini gurura bırakıyordu. Yani mutluydum.
O akşam da sıradan akşamlardandı. Televizyon karşısına geçmiş, öğretmenlik mesleğinin bana verdiği dürtüyle dünyada ve ülkemde neler olduğunu öğrenmeye çalışıyordum. Ve o haberle karşılaştım. Annesi hayat kadını olan on yedi aylık bir kız çocuğu defalarca tecavüze uğramıştı. 17 aylık, yani bebek… Vücudumdaki bütün kanın boşaldığını hissettim. Bir anda bu yeryüzünden, dünyadan uzaklaştım, başka bir yaratık haline geldim. Hiçbir organım çalışmıyordu. Bu hal epeyce uzun sürdü. Sonra kendime gelmeye başladım. Ancak içinde bulunduğum şok sürüyordu. Bunu yapan bir insandı ve erkekti. Ben de insandım ve erkektim. Yani bunu yapan gibiydim, suçluydum. Tüm erkekler suçluyduk. Bir anda kendimi çok kirli hissettim, kirletilmiştik. 17 aylık bir bebeğe defalarca tecavüz edilmişti ve bu dünyanın sakinleri olarak buna engel olamamıştık. 17 aylık iki karışlık bir bebekten söz ediyorduk, Allahım bu nasıl bir felakettir… İyi bir öğretmen değilmişim, hiçbir öğretmen hiçbir öğrencisine bunu öğretmiş olamazdı! Ama bu olmuştu, olay gerçekti. Tüm bir hayatımın boşa geçtiğini düşünmeye başladım. O özenerek tüketmeye çalıştığım hayatın kirli bin noktada tıkandığına şahit oluyordum. Kendimi zaman geçtikçe daha kirli hissetmeye başladım. Hemen banyoya kaçtım, midem alt üst olmuştu, vücudumdan çıkarılabilecek her şeyi çıkarmıştım ama bulantım geçmiyordu. Temizlenmeliydim… Banyoda cinsel organımla karşılaşınca yaşadığım şokun dozu arttı. Çünkü o bir suç aletiydi ve bende de vardı. Yaşadığım şok katlanıyordu, kirlilik hissi bütün vücudumla birlikte ruhuma da yayılmaya başladı. Artık üzerimde gezinen kir dayanılmaz bir hal almıştı. Üzerime abandıkça abanıyordu ve ben nefes alamaz hale gelmiştim. Sabunlar, keseler fayda etmedi. Mutfakta bulunan alüminyum bulaşık teli elime geçti. Tüm vücudumu onunla kazımaya başladım. Önceleri dayanılmaz bir acı duyuyordum, ancak 17 aylık kız çocuğu aklıma gelince acıya yer kalmıyordu. Saatlerce teli vücudumda gezdirdim. Parmak aralarımda, saç diplerimde hiç deri kalmayana kadar kazıdım. Kazınan derime tutunan tırnaklarım yerinden söküldü, kanla birlikte vücudumdan ayrıldılar. Acıdan çoğu zaman gözlerim kapanıyordu. Gözlerim kapanınca 17 aylık kız çocuğunu ve onun başına gelenleri unutma sürecine giriyordum. Unutmamalıydım, yani gözlerim kapanmamalıydı. Bir süre sonra beynimin komutlarına direnen bir göz kapaklarına sahip olduğumu anladım. Onlardan kurtulmalıydım. Elime makası aldım ve onlardan da kurtuldum. Artık gözlerim bir anlık da olsa kapanmıyordu. Böylece bir an bile unutmayacaktım. Çünkü unutmamalıydım.

Doktorların müdahaleleri yetmedi. Refik öğretmen o sabah getirildiği sedyenin üzerinde yaşama veda etti. Temiz bir biçimde bu dünyadan ayrıldı, arkasında kirli insanlarını bırakarak. Hastane kayıtlarına Refik öğretmen ex olan, sıradan bir hasta olarak geçti. Oysa o, o sıradanlığa bir itirazdı.


Re: Öyküde İstismar

Öyküye yazdığım eleştiri şöyleydi:

Olayın neden olduğu duygu ağır bastığı için belki, yazar ayrıntılar üzerinde durmamış. Hastaneyi, hemşireleri, doktorları, o koşuşturmayı hayalime canlandıramadım, sahici gelmedi bana.
Öykü, “Oysa o, o sıradanlığa bir itirazdı.” cümlesiyle bitiyor. Refik öğretmen sıradanlığa itiraz eden biri değil, çünkü on yedi aylık bebeğe tecavüz edilmesi Refik öğretmen için sıradan bir olay değil.
Refik öğretmen, öylece, oturduğu yerde bu olayın kendisine düşündürttükleriyle, fiziksel değil de duygusal acının açtığı yarayla, üzüntüsünden ölseydi diye düşündüm. On yedi aylık bebeğe tecavüz edilmesi nasıl akıl almaz bir şeyse, Refik öğretmenin kendine, bir insana yaptığı da akıl almaz, aynı derecede korkunç geldi bana. Yazar böyle düşünmemizi istemese de, Refik öğretmenin kendini zımparalaması şöyle düşünmemize neden oluyor: İnsan kendini kaybetmeye görsün, tecavüz de eder, kendini de teller... Böyle düşününce tecavüz edenle Refik öğretmenin yaptığı arasında hiç fark kalmıyor.


Re: Öyküde İstismar

Öykü konusunda getirdiğin eleştiriye katılmamak elde değil, özellikle Refik öğretmen'nin kendisine yaptığı şeyin de bir sapkınlık olduĞu konusunda ki saptamam bana çok yerinde geldi.
Öykünün bildirisi dışında kurguya, kişileştirmelere de daha bir çok eleştiri getirilebilir.

Bu öykünün ele aldığı konu dolayısıyla bir istismar içerdiğini söylüyorsun değil mi?
Eğer öykünün sonunda, Refik öğretmenin kendine bunu neden yaptığını bilmeseydik, insanlığından ve erkekliğinden utanmasının sadece bir televizyon haberinden dolayı yaşadığı gerileme dayanamayıp çıldırdığını/kendini kaybettiğini ya da her ne ise bu duruma geldiğini bilseydik daha mı güçlü ve de etkili olurdu?(bu soruyu sorarken, öyküde ki ifade, anlatım gücüne/ güçsüzlüğüne bakılmaksızın konuyu ele alış biçimi ve öne çıkardığı bu hepimizin suçu bildirisini gözümüze sokmaya çalışmasının okuru kızdırmasına sebep olduğunu da düşünmeden edemiyorum)


Re: Öyküde İstismar

""
olağan olmayan panik havası

Anlatim bozuklugu.

""
Doktorlar hastayla ilgili olarak kendi aralarında konuşmak için ayrıldıkları zaman sedyenin üzerindeki yaralı ortaya çıktı.

Bu cumleden anlaticinin olay yerinde, hastayi ancak doktorlar cekilince gorebilen biri oldugunu dusunuyoruz. Oysa oykude tanri anlatici kullanilmis. Buradaki anlatim ise sinematik olmaya calisiyor. Bence, oykunun geneline bakildiginda pek basarili degil bu caba.

Hasta ile ilk karsilasan doktorun hocasina anlattiklari olayi okuyucuya hemencecik anlatabilmek icin oykuye yerlestirilmis gibi duruyor. Bir filmde duvarin arkasinda saklanan iki adamdan biri digerine "Abi, biz simdi burada, su karsidan gelen adami kacirmak icin bekliyoruz degil mi? Cunku o da senin sevdigin kizi seviyor, degil mi?" diye sordugunda nasil hissedersem oyle hissediyorum. Yonetmen hikayeyi anlatmanin yolunu bulamamis. Kahramanlardan birinin agzindan seyirciye bildiri formatinda bilgi veriyor.

""
Nesli tükenen idealist öğretmenlerin biriydi.

Bir baska kolaya kacis. Refik'le ilgili bir ani anlatarak, onu bir diyaloga sokarak anlatilmasi gereken sey dogrudan yazar/ anlatici tarafindan aktarilan betimleyici bir cumle olarak karsimiza cikiyor.

""
İdealleri uğruna yaşamının tamamını taşrada tek başına geçiren, küçücük çocuklara bir harf öğretmeye adanmış bir hayatın sahibiydi Refik öğretmen. Yaşamı boyunca ilkelerine ve mesleğine çok önem vermişti. Öğrencilerine, yani çocuklarına da hep böyle olmayı öğretmişti. Bunun için harcadığı emeklerin karşılığını bir gün alacağına inancı ise tamdı. “Kirlenmeden” bir hayat geçirdiğine inanıyordu. Artık yaşı iyice geçmişti ve kalan yılları sayılıydı.

Bu paragrafi 1930'larda yazan birisi belki garipsenmezdi. Tur butunuyle oturmadigindan, gazete haberiyle akrabalik iliskisi tasidigindan boyle uzun tanimlamalar hos karsilanirdi, peki ya bugun?

""
Televizyon karşısına geçmiş, öğretmenlik mesleğinin bana verdiği dürtüyle dünyada ve ülkemde neler olduğunu öğrenmeye çalışıyordum.

Her aksam televizyon karsisina gecip haber izleyen insanlar acaba haberleri hangi durtuyle izlediklerini de dusunurler mi? Belki baskasi tarafindan yapilsa bu kadar egreti durmayacak bu tespitin bizzat Refik'in agzindan aktarilmasini anlamak guc. Refik sabahlari kendisine "Gunaydin" diyenlere de "Ben ogretmenim, onun icin size de gunaydin," diyor olmali.

""
Ama bu olmuştu, olay gerçekti.

"Olay gercekti" ifadesi sanirim anlatim bozuklugu.

""
Tüm bir hayatımın boşa geçtiğini düşünmeye başladım.

"Tüm bir hayatım" da sanirim anlatim bozuklugu.

""
Mutfakta bulunan alüminyum bulaşık teli elime geçti.

Adam banyodayken mutfaktaki bulasik telinin eline gecmesi yazarin aceleciliginden olsa gerek.

""
Tüm vücudumu onunla kazımaya başladım. (...) Parmak aralarımda, saç diplerimde hiç deri kalmayana kadar kazıdım.

Refik'in kayisi kopardigi (vallahi kayisi agaci falan yok yakinlarda, kayis bu kopan; hani arabalarda olur triger kayisi falan, onun gibi) gece olanlarin onun agzindan anlatilmasinin soyle sorunlu bir yani var kanimca: boyle histerik bir durumdaki insanin su yukaridaki gibi soguk kanli cumleler kurmasi bana inandirici gelmiyor.

""
Gözlerim kapanınca 17 aylık kız çocuğunu ve onun başına gelenleri unutma sürecine giriyordum.

Ozensiz bir cumle daha. Ustelik gozlerle unutmak arasinda nasil bir bag oldugu da hicbir yerde sezdirilmiyor.

""
Bir süre sonra beynimin komutlarına direnen bir göz kapaklarına sahip olduğumu anladım.

Bir tane daha.

""
Hastane kayıtlarına Refik öğretmen ex olan, sıradan bir hasta olarak geçti. Oysa o, o sıradanlığa bir itirazdı.

Refik ogretmen ne yazik ki premature bir oyku karakteri. O nedenle, hastane kayitlarina gecmesi de siradanliga itiraz etmesi de hayli guc, bence.

Istismar konusundaki tartismamiza cok guzel bir ornek bence bu oyku. Bu nedenle Elif'e tesekkur etmek istiyorum. Yukarida oykuyle ilgili dusuncelerimi biraz aceleyle de olsa ifade etmeye calistim. Sonuc olarak sunu rahatlikla soyleyebilecegimi hissediyorum: bu metnin oyku olmasi icin uzerinde cok calisilmasi gerekiyor. Teknik sorunlar, anlatim bozukluklari, iyi kurulmamis karakter, neden ortaya ciktigini bilmedigimiz kisiler, vb. vb.

Oncelikle, Elif'in oyku konusundaki elestirisine katildigimi soyleyeyim. Ben metni okudugumda, birkac kez sozu edilmesine karsin 17 aylik bebege tecavuz edilmesiyle ilgili bir sey hissedemedim ne yazik ki. Evet, olayin kendisi yeterince mide bulandirici, carpici, sok edici, ama bu olayin uzerine kurulu olan oyku/ metin ne yazik ki olayi yalnizca Refik'in akil almaz davranisina kilif olarak kullaniyor. Yani, daha once de savundugum ve Kadir Yuksel'in de ifade ettigi gibi bu metnin sorunu yetkin bir oykuye donusememis olmasi. Yoksa uzerine kuruldugu olayin duygusal olarak cok etkileyici olmasi degil. Sunu rahatlikla soyleyebilirim: bu olay bir haber metni olarak karsima ciktiginda beni cok daha fazla etkilemisti.

Nurten'in sordugu sorulara da zaman ayirmak istiyorum. Ama bunlari hemencecik yazayim istedim. Ozlu bir sozle bitireyim: Oykude istismar yoktur, kotu oyku vardir Tongue


Re: Öyküde İstismar

Yazmayı unuttuğum için Eren'i zahmete sokmuşum. Aslında metni gönderirken altına not düşecektim. Dil yanlışları üzerinde durmayın diye. Dil yanlışlarından geçtik... Anlatım bozukluklarından, öykü kişisilerini, mekânı sahici kılamamadan geçtik. Öykü, on yedi aylık bir bebeğe tecavüzü konu edindiği için, buna bir tepki olarak yazıldığı için, şimdi oturup da bu ayrıntılara mı bakacağız, ortada acı veren bir olay var filan denmişti hatırladğım kadarıyla. Öyküye dokunmamız kutsal bir şeye dokunuyormuşuz gibi karşılanmıştı. Bir tek, derginin editörü Levent Özbek ve bir iki kişi daha bu fikre karşı çıkacak olmuştu ama yayın kurulunda çoğunluk öykünün dergide yayınlanmasına, evet, dediği için öykü yayınlanmıştı.


Re: Öyküde İstismar

nurten aksakal dedi ki:
Üstteki soru; amiyane bir dille ifade edecek olursam, satacak dili çözmüş (bu bana ait bir tanımlama değildir, sanki bir şifre ya da matematik sorusuymuş gibi sinemadan ve edebiyattan bahsedilmesi tüylerimi üpertir) yazarların samimiyetsizliklerine vurgu yapmak istemiştim.
Bir zamanlar toplumcu edebiyat olarak örneklendirilen ve edebi yönden zayıf bulunan eserler için benzer tartışmalar hakkında okuduğumda şu soruya cevap aramaya çalıştığımı hatırlıyorum;
"Eğer iyi bir ifade gücünüz varsa tehlikeli ve zarar verici şeylerden bahsetmek iyi ve takdir edilebilir mi olacaktır?

Bicimle icerik arasinda ayrim yapmak her zaman cok kolay degildir. Cogu zaman bu ikisi birbirini sekillendirir. Daha dogrusu, bicimle icerik arasinda boyle guclu bir bag oldugunda ele aldigimiz metin daha guclu olur, diye dusunurum. O nedenle bu soruya da boyle yaklasmak gerek. Elbette, bir metne yonelecek bakis, yalnizca ifade gucune, kalem hakimiyetine dikkat etmez. Bunun yanina ifade edilenin ne oldugunu da koymak gerekir. Bu anlamda, okudugum pek cok metinde yazarin zekasini takdir ettigim, ifade gucune hayran kaldigim, ancak dusuncesinin -benim acimdan- carpikligini da ayirt edebildigimi hatirlarim. Ancak sunu not etmek istiyorum, yazarin bakis acisinin, dunya gorusunun benim icin yanlis/ gecersiz olmasi onu busbutun de degersiz kilmaz benim gozumde. Daha onemli olan o bakis acisina yurekten bagli olup olmadigidir. Baska deyisle, yazdiklarini hissederek yaziyor olmasidir daha onemli olan. Eger o konudaki samimiyetine inandirabiliyorsa beni, o yazarin onunde sapka cikartirim. Bu konuda aklima gelen ilk ornek Mehmet Akif'tir. Belki bir baskasi da Omer Seyfeddin.

Elbette bir yazarin yazdiklarindaki samimiyetini ayirt etmek pek o kadar kolay bir is degil, bunu teslim etmek gerek. Bunu, kendi adima, daha cok sezgisel bicimde buldugumu saniyorum. Oncelikle metin geliyor elbette. Sonra yazarin yasantisina iliskin ansiklopedik bilgiler, ankedotlar, vb. Yine de ben yalnizca metinden bile bu konuda hayli fazla ipucu bulunabilecegi gorusundeyim.


Re: Öyküde İstismar

nurten aksakal dedi ki:
Eğer öykünün sonunda, Refik öğretmenin kendine bunu neden yaptığını bilmeseydik, insanlığından ve erkekliğinden utanmasının sadece bir televizyon haberinden dolayı yaşadığı gerileme dayanamayıp çıldırdığını/kendini kaybettiğini ya da her ne ise bu duruma geldiğini bilseydik daha mı güçlü ve de etkili olurdu?

Herhalde kendi goruslerimi yazmam uzun surmus ki, o arada Nurten'in yazdiklarini gormemisim. Bu sorunun benim acimdan cevabi "evet, daha gunclu olurdu". Her ne kadar "hepimiz sucluyuz" klisesinin, Nurten'in de ifade ettigi gibi, ucuzladigini dusunsem de, Refik ogretmen, bizim neler oldugunu bilmedigimiz haberleri izlerken, "Eehhhh, yeter be!" deyip kendini rendelemeye baslasaydi bence oykunun etkileyici olma sansi bir kat artardi.


Re: Öyküde İstismar

Yazar, mükemmel bir anlatımla dile getirseydi olan biteni. Yani, Eren’in bulup çizdiği yanlışlardan arınmış, kurgusu, atmosferi, öykü kişileri… On yedi aylık bir bebeğe tecavüzün konu edildiği dört dörtlük bir metin çıkarsaydı ortaya, öykü hakkında ne düşünecektim diye soruyorum kendime. Dokunmak, sözcüğü öyküyü eleştirmeyi içermiyor sadece.
Okur öyküyü bitirdiğinde salt acıyla baş başa kalıyorsa, öykü, okuyana salt acıyı yaşatmaktan başka bir işlev görmüyorsa, bence burada bir istismar vardır. Öykünün ya da genel olarak sanatın işlevi insanın bir mezarın başındaymışçasına acıyla baş başa kalmasını sağlamak, insanı salt acıyla baş başa bırakmak olmasa gerek. Bunu olayın kendisi yapıyor zaten. Psikolojik, sosyolojik, patolojik, ekonomik, politik… her neyse, nedenlerini koymalı içine. Yaşamla bağı koparmak gibi geliyor bana. Salt acı’dan söz ediyorum. Bu vurgu Nurten’e. Öfkelendirmeli, çıldırtmalı, güldürmeli, ya da ne bileyim, tiksindirmeli, bunaltmalı, germeli… Düşündürtmeli, sorgulatmalı. Orada bir şey denmeli. Bir şeyin başlangıcına ya da bir şeyin başka bir şey olmasına vesile olmalı. Bu öykü n’apıyor, ne diyor?(Bu haliyle aslında hiçbir şey diyemiyor da, yukarıda belirttiğim gibi, dört dörtlük bir metin olduğunu düşünürsek) Bir mezarın başındaymışçasına acıyla baş başa kalıp saygıyla susmayı, eğilmeyi, durmayı…


Re: Öyküde İstismar

Tartışmanın başlangıcını kaçırdığım için uzun zaman erteledim istismar konusuna bakmayı. Ancak vakit bulabildim. Arkadaşların yazdıkları ne kadar da tamam ve açıklayıcı, çok söyleyecek bir şey bırakmamışlar insana. "Kirletildi, Faili Hayattır" konusunun ise yakınından bile geçmek istemiyorum.

Söylenenler üzerine kimi notlar:

""
elif çınar yazdı: Bu tür konuları edebi bir metinle anlatmak, bir öyküyle anlatmak pek doğru gelmiyor bana demiştim

Elif'in üzerinde durduğu, dikkat çektiği sorunun kökenini görebildiğimi sanıyorum. Anımsayanlar olacaktır aynı konu, Madımak Oteli'nde yakılan aydınların yanmış görüntüleri vb. fotoğrafların yayımlanmasıyla birlikte ciddi olarak gündeme gelmişti. Böyle bir şeyi yayınlamanın etik olup olmadığıyla ilgiliydi tartışma. İki kamp oluşmuştu sonrasında da. Bir grup bunun istismar olduğunu savunuyordu, öteki grup ise gerçeklerin olanca acıtıcılığıyla gözler önüne serilmesi gerektiğini söylüyordu. Asım Bezirci'nin yangıda kavrulmuş yüzünü görmüştüm de, bugün bile bu soruya adam akıllı bir cevap vermek olanaksız görünüyor bana. Evet, gerçekler ne kadar acıtacaksa o kadar sert gözler önünde olmalı. Ama hayır, Bezirci'nin o hep gülümseyen yüzü o günden sonra bu insanlık dışı görüntüyle biçimlenmemeliydi gözümün önünde. Elif sanki istismarın bu yüzüne vurgu yapıyor daha çok. Sanatsal kurguyla ilgili bir soru değil bu. Öyle düşündüm ben.

""
kadir yüksel yazdı: Bu arada günceli yazmaktan, günlük yaşamın sert yanını, iç acıtan yanını yazmaktan ne kadar da uzaklaştırdılar bizi... Güncel olan da yazılabilir ve öyküleşebilir bana göre...

Bir ara güncel olanın yazılmasıyla ilgili epey çaba harcamıştım. 2001 krizi, gazete köşelerinde birbirinden niteliksiz röportajlar, gündelik yaşamdan olduğu gibi aktarılmış metinler... Ne çok şey denemiştim. Hâlâ da verimini savunurum bunun. Bir yanıyla günceli yakalamak Homeros edebiyatının politik yönü gibi gelir bana (gününde dinsel olduğu kadar, politik metinlerdi Homerosoğullarının yazdıkları), öte yandan ise avangart bir etkinlik olarak yaşamla sanat arasındaki bağı kurmanın en sağlam yollarından biridir. O dönem Olivier Messiaen diye bir besteciye takılmıştım örneğin. Her sabah kuşların ötüşünü notaya dökmek için parklarda, bahçelerde gezinen. Güncelliğin bir de böyle bir yönü var.

""
kadir yüksel yazdı: Hem de öyle biçemci sanatsal anlatımlarla değil, düz, düpedüz anlatımlarla...

Yukarıda avangart etkinlik derken kast ettiğim tam olarak buydu. Bazen gerçek hayattan alınmış cümleler hiçbir edebîleştirmeye (eren bu sözcüğün de etimolojisine bakarsa demek istediğim daha iyi anlaşılır) gerek duymaksızın anlatıverirler. Zaten öyküden de istenen bu değil midir: Anlatıvermesi...

""
eren yazdı: Benim gozumde onemli olan meyvelerin nasil topladigi. Meyveler dallari budaklari gozumuze girecek gibi onumuze mi atiliyor, yoksa agactan ozenle toplanip, sapindan copunden ayiklanip, guzelce yikanip kurulanip samimiyetle mi sunuluyor?

Bu satırlara diyecek bir şey bulamıyorum. Elbette, isabetle sorunun can damarına basıyorlar.

""
eren yazdı: Oysa sanatta/ edebiyatta istismarin niyetten hareket edilerek cozulebilecegi dusuncesinde degilim. Cunku, acikcasi cogunlukla, edebi istismarin iyi niyetle duygularini ifade etmek isteyenler tarafindan yaildigini dusunuyorum.

"Cehenneme giden yolun taşları iyi niyetle örülüdür" diye bir söz vardı değil mi, ben uydurmuyorum. Nedense edebiyat alanında cehenneme gitmek için çırpınan pek çok patika, hatta anayol var.

""
kadir yüksel yazdı: Yani her trajik, dramatik olgu kötü anlatılırsa istismara girer

Ne güzel vurgu. Nietszche olsa ayakta alkışlardı diye düşünüyorum. Keza onun trajik konusundaki en büyük eleştirisi, trajedinin Europides'ten sonra dramaya ve ahlâksal yargıya kurban edilerek yok edildiği şeklindedir. Oysa Nietzsche'ye göre trajedinin anlattığı konu ne kadar yıkıcı olsa da yaşamın olumlanmasını gerektiriyor özünde. Bu yüzden yavaş yavaş dramayı terk edip dans eden kahramanı öneriyor Nietzsche (Bu konuda kaynak olabilecek bir yazı: Deux ex Mechine'ye Karşı Zerdüşt).

Bir başka boyut:

Peki istismar konusuna başka bir açıdan yaklaşılamaz mı?

Aslında çağdaş sanat uygulamaları konusunda da çok tartışılan bir kavram istismar. Hatta bu konuda "İstismar Sanatı" olarak anılan bir türden bile söz etmek mümkün. Bir ucu 20. yüzyıl başındaki avan-garte hareketlere giden bu tartışma, özünde sanatçı olmayan insanların yapıp ettiklerini sanat olarak adlandırıp kendilerine mal ederek piyasaya süren bir takım sanatçılardan kaynaklanıyor. Örneğin bir bölgedeki bir grup insanın gündelik yaşam içinde bir ritüel gibi bir araya gelip halı yıkamalarını sanatsal bir iş olarak işaret ediyor bir sanatçı (Hmmm, bunu yapan olmamıştı aslında, performans olarak ben mi öne sürsem. Smile ). Daha sonra kataloglara ve sanat tarihine o kişinin (olayı işaret eden kişinin) çalışması olarak aktarılıyor bu performans.

Konumuz bağlamında bunu nasıl değerlendirebiliriz?

Yaşamdaki bir olayı aynen aktardığını söylüyor örneğin öykücü. Yukarıda alıntılanmış öykü bunun bir örneği olabilir aslında. Hatta Elif'in söylediği anlamda bunu başarılı bir şekilde yapmış bir öykü de olabilir. Her iki durumda da istismar etmiş oluyor bu durumu. Eren'in sözcüğün kökenine işaretiyle söyleyecek olursak, başka yerde yetişmiş meyveleri kendisine topluyor. Burada sorun gerçekten de yazarın yetkinliğinin yanında samimiyete de dayanıyor gibi. Amacının bir başka bahçede yetişmiş meyveyi aşırmak değil de, yere düşmüş, kirlenmiş de olsa bir meyveyi tutup güzelleştirmeye çalışmak olduğunu bize hissetirmesi gerekiyor.


Re: Öyküde İstismar

Sevgili Barış,

Bilmem şu istismar sanatı üzerine söylediklerini üstüme alınmalı mıyım? Eğer üstüme alınırsam pek hoş olmayacak gibi. En iyisi üstüme alınmamak. Çağdaş sanatla ilgili ben de o tür performansları olabildiğince takibediyorum. Ayrıca 20 yılı geçkindir uğraştığım tiyatroda da ona benzer performanslara tanık oldum, bazen içinde yer aldım. Amatör, profesyonel pek çok aşamasında. Halihazırda da yarı amatör yarı profesyonel olarak uğraşıyorum. Sen de bilirsin ki, o tür performans sanatının hala tartışılıyor plastik sanatlar kapsamına alınması. Kavramsal sanat adına belki...

Neyse konumuz bu değil.

Antik Yunan yazarları günümüze kaldılar. Trajedileriyle insanın pek çok duygusunu ele aldıkları gibi çağlarının da tanığıydılar. Onlardan sonra gelen Roma Tiyatrosu onların kurallarını uyguladılar ama günümüze kalamadılar. Çünkü aynı acıları aynı biçemle yansıtmaya çalıştılar ve kötü oyunlar yazdılar. Konularından değil, çünkü Platus son derece özgün konuları da ele alır, kötü taklitlerden dolayı günümüze sadece isimleri kaldı. Europides, Sofokles oynananırken, Roma Tiyatrosu kalakaldı. Demem o ki, iş sanatın iyi olup olmadığında düğümlenir. Aynı konuları ele alıp almamasında değil. İnsanlar yüzyıllar boyunca ele aldılar kıskançlık konusunu. Artık gına geldi kıskançlığın ele alınmasından değil mi? Tek başına kıskançlık ne kadar da istismara açık artık... Oysa nasıl ele aldığınız çok çok önemli. İyi bir oyun olsun, iyi bir öykü olsun gene okutur kendini, gene izlettirir. Yani iş, metnin kötü öykü olmamasındadır, metnin ölçütlerindedir. Yoksa konuya bakıp, "bu konuda yazılanları edebi bulmam" demek, biraz tuhaf kaçıyor. Elimizde bütün bir yazılı kültürü kapsayacak kadar örnek varken. Kötü bir ürünse, kötüdür... Şu konuyu ele alırsa dünyanın en iyi şairi olsun kötü şiirdir demek ne kadar doğrudur?

Ben hangi ürün olursa olsun o ürünün ölçütleriyle yaklaşmak gerektiğini düşünürüm. Ama salt konuya odaklanırsanız, konu da konu derseniz olup olacağı böyle saçma bir tartışmaya yuvarlanmaktır. Sanat her zaman başka yerde yetişmiş meyveleri toplamaktır. Sadece kendinde yetişmiş meyvelerle sanat ne kadar olur? Elbette başka yerde yetişmiş meyveleri toplayacak ve kendinizde yetiştirdiğiniz meyvelerle harmanlayacaksınız. Sonra o meyveleri ister temizler, yıkar, parlatırsınız, ister öylece bütün pislikleriyle sunarsınız. Ola ki pisi seçecek olan çıkar. Şu yeraltı edebiyatı, kara edebiyat, kötücül edebiyat edebiyat değil midir? Bal gibi de edebiyattır ve hiçbir meyveyi temizlemez, üstüne üstlük hep çaldığı meyvelerle iş görür? Çok şükür ki öyledir, üstüne üstlük.

Demem o ki, kötü öyküye kötü demekte hiçbir sakınca yoktur. Hatta en iyisidir. Yeter ki öykünün ölçütlerini kullanın. O nedenle kendi öyküm özelinde Mezar Nöbeti kötü bir öyküdür denir ve olur biter. Bunda darılacak bir şey yok. Her öyküyü beğenmek zorunda değiliz.

Eren'e katılıyorum, çok güzel bir özlü söz yazmış, öyküde istismar yoktur, kötü öykü vardır.

İnci Aral'ın Kıran Resimleri'ni okuyun ne olur. O öykülerde vahşet vardır, kan vardır, gözyaşı vardır. Maraş olaylarını konu edinir ve çağına, tarihe tanıklık eder. Hem de o olaylardan bir iki sene sonra yazılmış öykülerdir hepsi. Şimdi o öyküler salt konuları dolayısıyla edebi değiller öyle mi? Hadi canım...

Eğer öyle değil diyorsanız, o zaman da benim dediğime gelirsiniz... Konu da konu, illa ki konu diye tutturmazsanız o öyküler bal gibi de öyküdür, hem de güzel öyküdür. Önemli olan öykünün iyi öykü olup olmadığıdır, yani ölçüt öykünün ölçütleridir.

İsteyene istemediği kadar örnek verebilirim bu konuda. Edebi bulmam demek pek edebi bir tavır olmasa gerek!

Görüyor musunuz bizi nerelere kadar getirdiler? Artık çağına, yaşanana tanıklık etmek beş para etmeyen bir ilkedir. Toplumdan, toplumsal bakıştan böyle kopartıyorlar bizi... O konu yazılmaz, bu konu yazılmaz, istismara girer, güncel iyi değildir, sen de yazıver bir öykü yazarı öykünün içinde dolaşsın.

Bana iyi öyküden haber verin, gerisi laf-ı güzaftır. Neyi anlatırsa anlatsın, ne konuda olursa olsun. İyi öykü olsun, öykünün pek çok ölçütünü taşısın yeter ki...

Mezar Nöbeti kötü öykü olmuş dense bunca laf etmeyecektim. Mezar Nöbeti bir dergide yayımlanacaktı, telefon açıp geri çektim. Yayın yönetmeni de şaşırdı. Biraz daha çalışacağımı söyledim. Çalışacağım da...

Aslında yazmayacaktım daha fazla. (Bu da son ve yeter) Kısa yazacak kadar zaman ayır kendine der ustalar... Ayıramadım. Kusuruma bakmayın. Eyvallah.